7 Nisan 2008 Pazartesi

Kapitalizm ve Modern Yoksulluk

Çok uzak olmayan bir geçmişte sosyalist topluma geçişin kapitalizmin yarattığı temel üzerinde, onun aşılmasıyla gerçekleşeceği düşünülürdü. Kapitalizm üretim güçlerinde patlama yarattığı için ilericiydi. Büyük üretim özgür işgücü yaratmak için olsa da kırsal nüfusu toprağa bağımlılıktan kurtarmıştı. Küçük üretim ve küçük burjuvazi kapitalizmin gelişmesiyle yok olmaya mahkûm, ilericilik boyutu taşımayan olgulardı. Kapitalist işbölümü ve büyük üretim işçileri makine sisteminin bir parçası haline getirmiş olsa da işçi sınıfı sosyalizme giden süreç içinde büyük ölçekli üretim üzerinde denetim sağlayacaktı. Bu nedenle kapitalizmin ilk döneminde işçilerin işsiz kalacakları korkusuyla makineleri kırmaları tarihi geriye çevirmeye yönelik bir çabaydı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası üretimde, teknolojide ve uzmanlaşmadaki büyük ilerleme ve çalışanların sistemle bütünleşmiş pasif, konformist tüketiciler haline gelmesi büyük üretim üzerinde kitle denetiminin gerçekleşmesini imkânsız hale getirdi. Hal böyle olunca kapitalizm öncesinin küçük üretime dayalı, insanların geleneklerle iç içe olan basit yaşamlarını kontrol edebildikleri hayat tarzı cazibe kazandı ve kapitalizm eleştirisinde bir dayanak noktası haline geldi. Kitaplarının çoğu Türkçeye çevrilen Ivan Illich Tüketim Köleliği adıyla yayımlanan kitabında kapitalizm öncesinden yola çıkarak eleştiriyor kapitalizmi. Illich’in 1968-1977 yılları arasında yazdığı denemelerden oluşan kitabın orijinal adı “Bir İhtiyaçlar Tarihine Doğru”. Kitabın Türkçe baskısına yazarın 1974’te yayımlanan “Enerji ve Eşitlik” adlı çalışması eklenmiş.

Illich’e göre tarih boyunca üretim araçları kullananın doğrudan ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik, onun yaşamıyla iç içe geçmiş basit, emek ağırlıklı vasıtalardı. Bu araçlarla piyasa için üretim yapılmazdı. Kazanç ve mübadele imkânları sınırlıydı. Üretim esas olarak mübadele dışı kullanım değerleri yaratmak amacıyla yapılıyordu. Sanayi devrimi ve büyük üretimle birlikte bir üsluba sahip emeğin biçimlendirdiği kullanım değerleri yerlerini standartlaştırılmış endüstriyel ürünlere, değişim değerlerine bırakmıştır. Eskiden gündelik yaşamın sürdürülmesi için sarf edilen ve bir saygınlığı olan şahsî emek ve çabalar günümüzde üretken olmayan meşguliyetler olarak görülmektedir. Endüstriyel bir sistem içinde istihdam edilmeyen emeğin verimsiz addedildiği yeni toplum aynı sistemin standart tüketicileri olmayanları da işe yaramaz, asosyal kişiler olarak damgalamaktadır. Günümüzde kişinin uzman mercilerin onayını almaksızın kendi evini yapması bir suç haline gelmiş, standartlaştırılmış iskânın kurallarına uymayanlar anti-sosyal varlıklar olarak görülür olmuşlardır. Eskiden kendi basit yaşam koşullarını kendi elleriyle oluşturan insan bugün güçsüz hale gelmiş, bir tür modern yoksulluk içinde yaşar olmuştur. Şahsî hünerlerin, öykülerin ve duyguların yok olmakta olduğu günümüzde insanların tepkileri ve eylemleri standartlaştırılmış, medyanın ilettiği programlanmış metinler seyirci ve müşteri konumuna indirgenmiş tüketici kitlenin sisteme verdiği eğitilmiş onayı oluşturmada önemli bir rol üstlenmişlerdir.

Eskiden insanlar kendi kendilerine yetmek için bir zanaat öğrenir, bir beceri edinirlerdi. Bugün eğitim bireyin tek boyutlu toplum gözünde aklanması için yerine getirilmesi gereken bir zorunluluğa indirgenmiş, bilgi sahibi tüketici vasfını belgeleyen diplomalar vatandaşlığa kabulün bir koşulu haline gelmiştir. Bilginin alınıp satılabilir bir metaya dönüştüğü kapitalist toplumda eğitim toplumsal bir denetim aracı rolünü üstlenmiştir. Bilgi stoku imajı ekonomi düşüncesinde yaygınlık kazanmıştır.

Bu değerli toplumsal yarar, en zeki ve en iyi olanımızın zihinsel dışkısının biriktirilmek suretiyle gittikçe artan büyümesi olarak görülmektedir. (...) “Eğitimci” adı verilen özel bir tür pazarlama uzmanı, “okul” adı verilen uluslararası bilgi borsasının daha ileri safhadaki alanlarına girebilmeleri için yeterli hakka sahip olan ayrıcalık sahibi kimselere doğru giden kanala boşaltmak suretiyle bu stoku dağıtmaktadır. (s. 125)

Eskiden hastalar toplum içinde bir azınlığı teşkil ediyordu. Günümüz toplumunda ise her birey hayatı boyunca tıbbî danışma ve denetim altında tutulması gereken bir müşteriye dönüşmüştür.

Hastalar artık azınlık halinde değildirler. Şimdi azınlık oluşturanlar, bir yolunu bulup bir tek veya bütün hasta rollerinden kaçan şu toplum düzenine aykırı kimselerdir. (s. 57)

Kapitalist toplum insanı sürekli bir yoğun bakım altında tutarak onun yaşam enerjisini ve sevincini tüketmektedir. Eski toplumda insanlar acı, hastalık ve ölümle yüzleşmeyi ve uzlaşmayı, bu durumlarla karşı karşıya kalmış diğerlerine şefkat ve sıcaklık göstermeyi doğal olarak bilirlerdi. Acıyı bir makine sistemindeki teknik bir arızaya indirgeyen modern toplum ise acıyla yüz yüze gelmektense ondan kaçmayı yeğlemektedir. Sağlıklı olarak geçirilen bir yaşlılık döneminde gelen doğal ölüm birer otomata indirgenmiş bireylere eşit olarak verilen bir hak olarak sunulmaktadır. Öte yandan acıyla veya ölümle karşılaştığında eskisi gibi çevresinin manevi desteğini yanında bulamayan modern birey desteğe en çok ihtiyaç duyduğu anda kendini tam bir yalnızlık içinde bulmaktadır. Tüm bu nedenlerle tıpta profesyonel müdahale asgari seviyeye indirilmeli, ihtiyacı olduğunda kişiye gereksinim duyduğu tinsel desteği sağlayacak yeni bir tıp anlayışı oluşturulmalıdır.

Yüksek enerji teknolojisinin gelişmesi ve hızın artmasıyla birlikte insanın özgürlüğü kısıtlanmıştır. XVIII. ve XIX. yüzyıllara dek insanın hızı tarih boyunca büyük bir değişiklik geçirmemiştir. Zamanın değer kazanması ve süratin artması birlikte gelişen süreçler olmuştur.

Zamanın mübadele değeri hâkim hale gelir ve bu olgu dilde yankısını bulur: Zaman harcanır, tasarruf edilir, yatırılır, israf edilir ve istihdam edilir. Toplumlar zamana fiyat etiketi iliştirdikleri zaman, eşitlik ve taşıtlara ait sürat birbirleriyle ters orantılı bir ilişkiye girer. (s. 174)

Kapitalist toplumda yolcu taşınmanın tiryakisi haline gelmiş bir tüketiciye dönüşmüştür. Süratin artmasıyla birlikte coğrafya taşıtlara bağlı olarak yeniden düzenlenmiş, yerler içinden hızla geçilip gidilen seyirlik, dokunulmaz peyzajlara dönüşmüştür. Bu nedenlerle düşük enerjili teknolojiler ve hızın sınırlandırılması katılımcı demokrasinin şartlarını oluşturur.

... özgür insanlar ise, yaratıcı toplumsal ilişkilere giden yolu, bir bisiklet hızıyla katetme durumundadırlar. (...) Ayaklarını kullanan insanlar az ya da çok eşittirler. (s. 167-168).


Yaşar Çabuklu