6 Eylül 2010 Pazartesi

Silahlı Neşe III

“İnsanlar gerekli olana ulaşamayınca,
gereksiz olanla yorarlar kendilerini.”


Goethe


III

İnsanın pek çok şeye ihtiyacı vardır.

Bu ifade genelde, “insanın karşılaması gereken ihtiyaçları vardır”, biçiminde anlaşılır.

Bu şekilde insanlar tarihsel olarak belirlenmiş birimlerden bir ikiliğe dönüşürler (aynı anda vasıta ve amaç). Kendi ihtiyaçlarını tatmini aracılığı ile (ör. İş aracılığı ile) kendilerini gerçekleştirirler, böylece kendi gerçekleşmelerinin aracı haline gelirler.

Bu gibi ifadelerin içinde ne kadar mitoloji gizli olduğunu herkes görebilir. İnsan kendini doğadan iş aracılığı ile ayırıyorsa, ihtiyaçlarını karşılayarak nasıl tatmin olabilir? Bunu yapmak için zaten insan olması gereklidir, yani ihtiyaçlarını karşılamıştır ki bu da çalışması gerekmiyor demektir.

Malların derin simgesel içeriği vardır. Bir referans noktası, bir ölçü birimi, bir değişim değeri halini alırlar. Gösteri başlar. Roller dağıtılır ve sonsuza dek kendilerini yeniden üretir dururlar. Aktörler fazla değişim olmadan rollerini oynar dururlar.

İhtiyaçların karşılanması bir refleksten, bir marjinal etkiden daha fazlası olmamaya başlar. Önemli olan insanları “şeylere” dönüştürmektir ve onlarla birlikte başka her şeyi de. Doğa bir “şey” olur. Kullanılır ve insanın yaşamsal içgüdüleri ile birlikte yozlaşır. Doğa ile insan arasında bir uçurum açılır. Uçurum doldurulmalıdır ve mal pazarının genişlemesi bu işi görmektedir. Oyun, kendini çelişkileri ile birlikte yutma noktasına doğru genişlemektedir. Sahne ve seyirci aynı boyuta girer, kendilerini aynı oyunun daha yüksek, daha etkili bir düzeyi için önerirler ve sonsuza dek böyle sürer.

Mal kanunundan kaçan herkes nesneleşmez ve oyun alanının “dışına” düşer. Parmakla gösterilirler. Dikenli tellerle çevrilirler. Globalleşmeyi ve kanunun alternatif biçimini reddederlerse suçlu ilan edilirler. Deli oldukları açıktır! Gerçekliği yanılsamaya, somutluğu gerçek olmayana dayandıran bir dünyada yanılsamayı reddetmek yasaklanmıştır.

Kapital birikim yasalarına göre oyunu idare eder. Ama hiçbir şey sonsuza dek biriktirilemez. Kapital bile. Mutlak niceliksel bir süreç, bir yanılsamadır, kesin söylemek gerekirse, niceliksel bir yanılsamadır. Patronlar bunu çok iyi bilirler. Sömürü farklı biçimler ve ideolojik modeller alarak niteliksel olarak farklı şekillerde bu birikimin sürmesini güvenceye alır, çünkü niceliksel açıdan sonsuza dek sürdüremez.

Tüm sürecin çelişkili ve yanılsama olması kapital için önemli değildir, çünkü dizginleri tutan ve kuralları koyan odur. Gerçeklik diye yanılsama satması gerekiyorsa ve bu para getiriyorsa, o zaman çok fazla soru sormadan devam edelim. Faturayı ödeyen sömürülenlerdir. Bu yüzden hileyi görmek ve gerçekliği tanımak konusunda endişelenmek onlara kalmıştır. Sermaye için her şey olduğu haliyle güzeldir, dünyadaki en büyük illüzyon gösterisine dayalı olsalar bile.

Sömürülenler bu dolandırıcılığı neredeyse nostalji ile anarlar. Onların zincirlerine alışmış, bağlanmışlardır. Arada sırada büyüleyici ayaklanmalar ve kan banyoları hakkında fanteziler kurarlar, sonra yeni siyasi önderlerin söylevlerine kapılıp giderler. Devrimci parti kapitalin hayali açısını, onun kendi başına ulaşamayacağı ufuklara çeker. Niceliksel yanılsama yayılır.

Sömürülenler birleşip kendilerini sayar, sonuçlar çıkarırlar. Şiddet dolu sloganlar burjuva yürekleri tekletir. Sayı ne kadar büyükse, önderler o kadar kibirle oynayıp sıçrarlar, o kadar talepkâr olurlar. İktidarın ele geçirilmesi için büyük planlar hazırlarlar. Bu yeni iktidar eskinin yıkıntıları üzerinde yayılmaya hazırlanır. Bonaparte’ın ruhu tatmin içinde gülümser.

Elbette, yanılsama kanunları içinde derin değişimler programlanmaktadır. Ama her şey niceliksel birikim simgesine teslim edilmelidir. Devrimin talepleri, militan güçler büyüdükçe artar. Aynı şekilde, özel kârın yerini alan sosyal kâr büyümelidir. Böylece sermaye yeni, hayali, olağanüstü bir aşamaya girer. Eski ihtiyaçlar yeni etiketler altında ısrarla baskı yaparlar. Üretim tanrısı rakipsizce hükmetmeye devam eder.

Kendi kendimizi saymamız ne güzel. Kendimizi güçlü hissetmemizi sağlıyor. Sendikalar kendilerini sayıyorlar. Partiler kendilerini sayıyorlar. Patronlar kendilerini sayıyorlar. Biz de öyle.

Ve saymayı bıraktığımızda her şeyin olduğu gibi kalmasını sağlamaya çalışıyoruz. Değişimden kaçınılamıyorsa, kimseyi rahatsız etmeden getiririz değişimi. Hayaletlerin içinden rahatlıkla geçilebilir.

Zaman zaman politika öne çıkar. Sermaye genellikle dâhiyane çözümler icat eder. Sonra sosyal barış darbe gibi iner. Mezar sessizliği. Yanılsama öyle yayılır ki oyun hemen hemen tüm güçleri soğurur. Tek bir ses bile yok. Sonra bu misen-scéne’in kusurları ve tekdüzeliği. Perde öngörülememiş durumlara açılır. Kapitalist mekanizma teklemeye başlar. Devrimci müdahale yeniden keşfedilir. ‘68’de oldu. Neredeyse herkesin gözleri yuvalarından fırlayacaktı. Herkes çok fena kızdı. Her yerde bildiriler. Dağlar dolusu bildiri, broşür, tez ve kitap. Eski ideolojik farklılıklar teneke askerler gibi sıraya dizildi. Anarşistler bile kendilerini yeniden keşfettiler. Ve bunu tarihsel olarak, o anın ihtiyaçlarına göre yaptılar. Herkes oldukça kıt zekâlıydı. Anarşistler de. Bazı insanlar olağanüstü uykularından uyandılar ve nefes alacak mekan ve hava arayarak ve anarşistleri görerek kendi kendilerine şöyle dediler, sonunda birlikte olmak istediğim biri geldi. Kısa sürede yanıldıklarını anladılar. Olaylar o yönde de olması gerektiği gibi gitmedi. Orada da aptallık ve oyun vardı. Ve bu yüzden kaçtılar. Kendi içlerine kapandılar. Parçalandılar. Kapitalist oyunu kabullendiler. Ve kabullenmediklerinde, anarşistler tarafından bile kovuldular. ‘68’in mekanizması yeni tekno-bürokratik Devlet’in en iyi memurlarını üretti. Ama aynı zamanda kendi antitoksinlerini de üretti. Niceliksel yanılsama süreci açık oldu. Bir yandan yeni bir mal oyunu görüşü inşa etmek için taze lenf aldı, diğer yandan bir kusur vardı.

Üretim düzeyinde meydan okumanın etkisiz olacağı apaçık belli olmuştur. Fabrikaları, tarlaları, okulları, semtleri ele geçirip kendi kendinizi idare edin, diye ilan ediyordu eski devrimci anarşistler. İktidarı, her biçimiyle yok edeceğiz, diye ekliyorlardı. Ama sorunun köklerine inmeden. Ağırlığının ve kapsamının bilincine varmadan, onu görmezden gelmeyi tercih ediyorlar, devrimin yaratıcı kendiliğindenliğine bağladıkları umutları şişiriyorlardı. Ama bu arada üretim üzerindeki kontrolü sürdürmek istiyorlardı. Ne olursa olsun, devrim hangi yaratıcı biçimleri ifade ederse etsin, üretim araçlarını ele geçirmeliyiz, diye ısrar ediyorlardı. Aksi halde düşman bizi o düzeyde alt eder. Böylece her tür ödünü kabul etmeye başladılar. Yeni ve daha dehşet verici bir oyun yarattılar sonunda.

Ve oyun yanılsamasının kendi kuralları vardır. Onu yönlendirmek isteyen herkes o kurallara göre oynamalıdır. Onları bilmeli, uygulamalı, onlar üzerine yemin etmelidirler. İlk kural, üretimin her şeyi etkilediğidir. Üretmiyorsanız insan değilsiniz, devrim size göre değil. Neden parazitlere tahammül edelim ki? Onların yerine mi çalışmamız gerekiyor? Kendi geçimimize ek olarak onların geçimini de mi sağlayalım? Dahası, belirsiz fikirlere sahip, canları ne isterse onu yapacaklarını söyleyen bu insanlar sonunda “nesnel olarak” karşı devrimin amaçlarına hizmet etmez mi? Eh, bu durumda hemen onlara saldıralım. Müttefiklerimizin kim olduğunu, kiminle taraf olmak istediğimizi biliyoruz. Korkutmak istiyorsak, o zaman hep birlikte yapalım; organize olarak, mükemmel düzen içinde ve kimse ayağını masaya dayamasın ve pantolonunu indirmesin. Belirli organizasyonlarımızı organize edelim. Üretim yerine mücadele teknikleri bilen militanlar eğitelim. Üretenler devrim yapacak, biz yalnızca aptalca bir şey yapmasınlar diye orada bulunacağız.

Hayır, bütün bunlar yanlış. Onların hata yapmasını biz nasıl engelleyeceğiz? Organizasyonun oyun düzeyinde, bizden daha fazla gürültü yapabilecekler var. Ve onların harcayacak nefesi de var. İşyerinde mücadele edin. İşinizi korumak için mücadele edin. Üretim için mücadele edin.

Çemberden ne zaman çıkabileceğiz? Kendi kuyruklarımızı ısırmaktan ne zaman vazgeçeceğiz?


Alfredo Bonanno