Bir sistem, kendi içinde tutarlı bir yapıya sahip olsa dahi, o sistem içerisinde faaliyet gösteren kimi aktörlerin bu prensipleri kendi menfaatleri doğrultusunda esnetme ayrıcalığına sahip olmaları durumunda, prensipler ile uygulamalar arasındaki mesafe söz konusu bütünselliği tamamen ortadan kaldıracak ölçüde genişleyebilir. Bir başka deyişle, bir sistemin (özellikle güç sahipleri tarafından) suistimal edilmesinin önü alınmazsa, o sistemin baştan planlandığı şekilde işleyebilmesi mümkün olmaz.
Bugün dünyada küreselleşme ve kapitalizm konusunda böyle bir sorun yaşanıyor.
Kapitalizm, (en azından kağıt üzerinde) bireysel hakların üstün tutulmasından hareketle, sosyal, politik ve ekonomik alanlara devletin müdahalesinin ortadan kaldırılmasını öngören bir ideoloji. Böyle bir ideoloji çerçevesinde, devletlerin hür insanlar arasına sınırlar çizmesi, bu sınırlarda gümrük adı altında haraç alarak ticaretlerini regüle etmesi, birlikte çalışmak isteyen iki insanın önüne yasal engeller çıkararak insanları çizilen bu sınırlar içerisine hapsetmesi ve böylelikle emeğin mobilitesini engellemesi gibi uygulamalara yer olmaması gerektiği açık.
Sözgelimi, iki farklı ülkede yaşayan iki özgür insan arasında gerçekleşen herhangi bir mübadeleden komisyon talep etmek, devlete sadece ordu ve polis gibi güvenlik eksenli konularda meşru varlık hakkı tanıyan kapitalist felsefeye göre kabul edilebilir bir durum değil. Ancak laissez-faire kapitalizmi ile bugün dünyaya hakim olan küresel ekonomik sistem arasında çok ciddi farklar var. Zira sınırların ortadan kalkmasından, serbest ticaretten söz eden ve bu uygulamalar sonucunda refah seviyesinin yükseleceğine dair inancı körükleyen Kuzey ülkeleri, menfaatlerinin öyle gerektirdiği kimi diğer alanlarda korumacı uygulamalardan vazgeçmeyerek kendi kendilerini tekzip ediyorlar.
Yüzlerce sayfadan ve binlerce şarttan oluşan serbest ticaret anlaşmaları, makro ekonomik anlamda herhangi bir krize neden olmayacak durumlarda dahi ısrarla korunmaya devam eden tarım sektörü ve doğal kaynaklarıyla birlikte insanları da sömürülen üçüncü dünya ülkeleri, küresel ekonomik sistemin Kuzey ülkelerinin elinde oyuncağa dönen kapitalist niteliğinin aslında sadece bir yanılsama olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Bugün, petrolün, paranın, yatırımların, bombaların ve uygun görülen malların neredeyse tamamen serbest dolaşımda olduğu, ancak bu çarkın bu şekilde dönebilmesi için insanların mevcut koşullara ve sınırlara hapsedildikleri, bir başka deyişle, sınırların kalkmayıp seçici-geçirgenleştiği seçici-serbest bir global ekonomik sistem ile karşı karşıyayız. Bu sorunlar elbette küreselleşmeyle birlikte başlamadı. Hatta küreselleşmenin bu dengesizlikleri azaltma adına bir potansiyel sunduğu da bir gerçek. Ancak küreselleşmenin varlık nedeninin bu problemleri çözmek olduğunu düşünmek ya da sorunun çözümü adına sadece 'daha çok küreselleşme' önermek de pek makul değil.
Serdar Kaya
Bugün dünyada küreselleşme ve kapitalizm konusunda böyle bir sorun yaşanıyor.
Kapitalizm, (en azından kağıt üzerinde) bireysel hakların üstün tutulmasından hareketle, sosyal, politik ve ekonomik alanlara devletin müdahalesinin ortadan kaldırılmasını öngören bir ideoloji. Böyle bir ideoloji çerçevesinde, devletlerin hür insanlar arasına sınırlar çizmesi, bu sınırlarda gümrük adı altında haraç alarak ticaretlerini regüle etmesi, birlikte çalışmak isteyen iki insanın önüne yasal engeller çıkararak insanları çizilen bu sınırlar içerisine hapsetmesi ve böylelikle emeğin mobilitesini engellemesi gibi uygulamalara yer olmaması gerektiği açık.
Sözgelimi, iki farklı ülkede yaşayan iki özgür insan arasında gerçekleşen herhangi bir mübadeleden komisyon talep etmek, devlete sadece ordu ve polis gibi güvenlik eksenli konularda meşru varlık hakkı tanıyan kapitalist felsefeye göre kabul edilebilir bir durum değil. Ancak laissez-faire kapitalizmi ile bugün dünyaya hakim olan küresel ekonomik sistem arasında çok ciddi farklar var. Zira sınırların ortadan kalkmasından, serbest ticaretten söz eden ve bu uygulamalar sonucunda refah seviyesinin yükseleceğine dair inancı körükleyen Kuzey ülkeleri, menfaatlerinin öyle gerektirdiği kimi diğer alanlarda korumacı uygulamalardan vazgeçmeyerek kendi kendilerini tekzip ediyorlar.
Yüzlerce sayfadan ve binlerce şarttan oluşan serbest ticaret anlaşmaları, makro ekonomik anlamda herhangi bir krize neden olmayacak durumlarda dahi ısrarla korunmaya devam eden tarım sektörü ve doğal kaynaklarıyla birlikte insanları da sömürülen üçüncü dünya ülkeleri, küresel ekonomik sistemin Kuzey ülkelerinin elinde oyuncağa dönen kapitalist niteliğinin aslında sadece bir yanılsama olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Bugün, petrolün, paranın, yatırımların, bombaların ve uygun görülen malların neredeyse tamamen serbest dolaşımda olduğu, ancak bu çarkın bu şekilde dönebilmesi için insanların mevcut koşullara ve sınırlara hapsedildikleri, bir başka deyişle, sınırların kalkmayıp seçici-geçirgenleştiği seçici-serbest bir global ekonomik sistem ile karşı karşıyayız. Bu sorunlar elbette küreselleşmeyle birlikte başlamadı. Hatta küreselleşmenin bu dengesizlikleri azaltma adına bir potansiyel sunduğu da bir gerçek. Ancak küreselleşmenin varlık nedeninin bu problemleri çözmek olduğunu düşünmek ya da sorunun çözümü adına sadece 'daha çok küreselleşme' önermek de pek makul değil.
Serdar Kaya