Aşağıdaki makale ilk olarak 1895 Nisan'ında İngiltere'de anarşist gazete The Torch'da anarşistleri şiddete ve terörizme başvurmakla eleştiren T. H. Bell adlı pasifistin kimi yorumlarına cevaben yayımlandı.
Şiddet, yani bir başkasının zararına kullanılan fiziksel güç, insanlar arasındaki mücadelenin alabileceği bu en vahşi biçim her şeyden önce yozlaştırıcıdır. Doğası gereği, insanın en iyi hislerini boğmaya ve tümüyle anti-sosyal vasıflar geliştirmeye meyillidir: Gaddarlık, nefret, intikam, tahakküm ve tiranlık ruhu, zayıfı hor görme, güçlüye kölece hizmet.
Ve bu zararlı eğilimler iyi bir amaca yönelik şiddet kullanımında da ortaya çıkar. Bir insanı mücadeleye sevk eden adalet sevgisi, tüm o iyi niyetlerin ortasında, şiddetin onu kullanan kişinin zihninde ve eylemlerinde yarattığı bozucu etkiye karşı yeterli bir garanti değildir. Savaşın girdabı içinde insan çoğu kez uğruna savaştığı amacı gözden kaybeder ve aldığı darbeyi, mümkünse yüz misliyle iade etmeyi düşünür sadece; ve en sonunda zafer, adalet ve insanlık uğruna savaşan tarafın gayretlerini ödüllendirdiğinde, çoktan yozlaşmış ve ilham aldığı programı gerçekleştiremez bir durumda bulur kendini.
İnsanlık, özgürlük ve hoşgörü sevgisinden ilham alarak politik bir mücadeleye girişen pek çok insan sonunda zalim ve amansız yasakçılara dönüşmüştür.
Kaç mezhep resmi "adalet"in çatamayacağı ya da çatamayacağı bazı zalimleri cezalandırıp adil bir iş yapma düşüncesiyle işe koyulmuş kişisel intikam ve soysuz bir açgözlülüğün araçlarına dönüşmüştür sonunda...
Ve her türlü baskıya karşı isyan eden ve herkesin bütünsel özgürlüğü uğruna savaşan ve bu nedenle, salt baskıya karşı direniş olmaktan çıkıp kendi sırası gelince baskıcı olan tüm şiddet eylemlerinden çekinmesi gereken Anarşistler de kaba kuvvet kuyusuna düşmekten sorumludurlar.
...Gerçekler kanıtlamıştır ki, otoriteryan tarafların hata ve kusurlarından Anarşistler de muaf değildir ve geri kalanında olduğu gibi onlarda da atavik içgüdüler ve çevrenin etkisi çoğu kez en iyi teorilerden ve en asil niyetlerden daha güçlüdür.
Son günlerde kimi patlamaların yarattığı coşku ve bomba atanların ölümü karşılama cesaretine duyulan hayranlık, birçok Anarşist'in programlarını unutmasına ve tüm anarşist düşünce ve hislerin mutlak olumsuzlanması olan bir yola girmelerine yeterli oldu.
Nefret ve intikam Anarşizm'in ahlaki temeline dönüşmüş gibi göründü. "Burjuvazinin yaptıklarının yanında az kalır." İşte bu iddia ile her vahşi edimi haklı çıkarmayı ve yüceltmeyi deniyorlar.
"Kitleler vahşileştirilmiştir; Düşüncelerimizi onlara şiddet yoluyla dayatmalıyız." "İnsan yanlış teorileri vaaz edenleri öldürme hakkına sahiptir." "Kitleler ezilmemize müsaade ediyor; bırakın kitlelerden intikam alalım." "Ne kadar işçi öldürülürse, o kadar az köle kalır geriye." Bir takım Anarşist çevrelerde geçerli olan düşünceler bu şekildedir... Bir Anarşist dergi, Anarşist hareketteki farklı eğilimlere dair bir tartışmada bir yoldaşı şu cevaplanamaz iddia ile cevapladı: "Senin için de bombalar olacak."
Tuhaf bir şekilde kendilerine Anarşistler demekte ısrar eden bu ultra otoriteryanların istisnai koşullar yüzünden geçici bir önem kazanmış bulunan küçük bir fraksiyondan öte olmadıkları doğrudur. Ancak, genel olarak, gerçek Anarşistleri ayırt eden başkalarının özgürlüğüne saygı ve sevgi hislerinden ilham alarak harekete katıldıkları ve sadece, şiddetli mücadelenin ürettiği bir tür ahlaki zehirlenme dolayısıyla en büyük tiranlara layık edim ve düsturları savunmaya ve yüceltmeye başladıklarını hatırlamak zorundayız. Hepimizin, ya da yaklaşık hepimizin, aynı tehlikeye yaklaştığımızı ve eğer çoğumuz zamanında durduysak bunun belki de, nasıl bir uçuruma düşme tehlikesi altında olduğumuzu bize önceden gösteren bu çılgın aşırılıklar yüzünden olduğunu da unutmamamız gerekir.
Dolayısıyla şiddet kullanımıyla yozlaşma, halkı hor görme ve bağnaz işkencecilerin yanı sıra zalimler haline gelme tehlikesi hepimiz için mevcut. Ve eğer Anarşistlerin bu ahlaki bozulması yaklaşan devrimde geniş ölçekte hakim olacak olursa Anarşist düşünceler ne hale gelecek? Ve Devrimin sonucu ne olacak?
...İnsanlığı gerçeklikten yoksun metafizik bir kavram gibi görmeyelim, başkalarını sevmeyi de aralıksız, saçma ve imkansız bir kendini feda etmeye dönüştürmeyelim.
İnsanlık insani birimlerin genel toplamıdır ve başkaları için tanıdığı bu hakları kendisi için de savunan herkes bu hakları herkesin yararına savunmaktadır.
Özgecilik kişinin kendisini sevdiği gibi başkasını sevmesinin ötesine gidemez, aksi halde pratik bir gerçeklik olmaktan çıkıp, mistisizme eğilimli kimi zihinleri kendine çekebilecek sisli bir düşünce haline gelecektir, ama ona göre yaşanabilecek bir ahlaki yasaya dönüşemeyecektir kesinlikle.
İdeal olarak, ahlaki insanın amacı tüm insanların mümkün olduğunca çok neşe içinde olmasıdır.
Baskın olan kendini koruma içgüdüsünün ortadan kaldırıldığını farz ettiğimizde, ahlaki insan, savaşmak zorunda olduğunda, karşı taraftaki savaşçılara toplamda mümkün olduğu kadar az acı verecek şekilde davranmalıdır. Sonuç olarak, küçük bir kötülükten kaçmak için başka bir büyük kötülük yapmamalıdır. Örneğin yumruk yememek için bir insanı öldürmemelidir; ama eğer onun kendisini öldürmesine engel olmak için yapabileceği başka bir şey yoksa bacağını kırmakta tereddüt etmeyecektir. Ama öldürülmemek için öldürmek gibi kötülükler söz konusu olduğunda bile, saldırılandansa saldırganın ölmesi gerektiği bana toplumun yararınaymış gibi görünmekte.
Ama kendini savunma kişinin vazgeçebileceği bir hak ise, saldırganı acıtma tehlikesini göze alıp diğerlerini savunmak bir yardımlaşma görevidir...
Kitlelerin günümüzde şiddet araçlarına başvurmadan kendilerini özgürleştirebilecekleri... doğru mu bu?
Günümüzde, emekleri üzerinden kıt kanaat geçinen ya da iş sıkıntısı yüzünden ölen insanlığın büyük çoğunluğunun üstünde varoluş araçlarını ve toplumsal çıkarların yönetimini tekelleştirerek, ilk bahsettiklerimi utanç verici bir şekilde sömüren ve daha sonrakilerin de çalışma ve yaşama araçlarını inkar eden, ayrıcalıklı bir sınıf vardır. Bu sınıf, sadece iktidar ve kâr açlığından etkilenmekte olup, (gerçeklerin kanıtladığı gibi) ayrıcalıklarından gönüllü bir şekilde feragat etmeye ve özel çıkarlarını kamu yararıyla birleştirmeye yönelik hiçbir eğilim göstermemektedir. Tam tersine, çok daha güçlü baskı araçlarıyla silahlanmakta ve sadece ayrıcalıklarına her doğrudan saldırıyı engellemek için değil, gelişimi iktidarlarını tehlikeye atabilecek her hareketi, her barışçı organizasyonu daha en baştan ezmek için sistematik olarak şiddet kullanmaktadır.
Bell bu durumdan kurtulmak için hangi araçları tavsiye ediyor?
Propaganda, örgütlenme, ahlaki direniş mi? Bunlar sosyal evrim için kesinlikle zorunlu faktörlerdir ve işe onlardan başlamamız gerekir, onlar olmadan devrimci şiddet anlamsız, hatta imkânsız olacaktır.
Bell... işçilerin makinelere el koymak için bir fabrikaya zorla girme hakkını kabul etmekte, ama fabrika sahibini yaralama hakkını tanımamaktadır. Eğer fabrika sahibi işçilere şiddetle karşı koymadan ilerlemelerine izin verirse, Bell bu söylediğinde haklıdır. Ama joplarıyla ve revolverleriyle polisler gelecek ne yazık ki. İşçiler bu durumda ne yapmalı? Polisin kendilerini alıp hapse atmasına izin mi vermeliler? Bu, insanın çok geçmeden bıkacağı bir oyundur.
Bell, burjuvazinin genel bir grev yoluyla yenilgiye uğratılması için işçilerin örgütlenme hakkını kesinlikle kabul ediyor. Ama ya hükümet onları boğazlaması için asker gönderirse? Ya da ne de olsa bekleyebilecek olan burjuvazi direnirse? Grevcilerin, ikinci günün sonunda açlıktan ölmek istemedikleri takdirde, her nerede bulurlarsa bulsunlar besine el koymaları gerekecektir mutlaka ve bu besin onlara direnmeden verilmeyeceği için [onu] zorla almaya mecbur kalacaklar. Bu durumda ya savaşmak zorunda kalacaklar ya da kendilerini yenilmiş olarak görmek...
Gerçekte Bell'in hatası bir ideale ulaşmanın yöntemlerini tartışırken, bu ideale halihazırda ulaşıldığını varsaymasında yatıyor.
Eğer gerçekten barışçıl bir şekilde ilerlemek mümkün olsaydı, eğer bizim arzuladığımızdan farklı bir toplumsal sistemin taraftarları bizi ona boyun eğmeye zorlamasaydı, o zaman Anarşi içinde yaşadığımızı söyleyebilirdik.
Çünkü, nedir Anarşi? Biz ne başkalarına kesin ve kati herhangi bir sistemi dayatmayı isteriz ne de en azından ben, mükemmel bir toplumsal sistemin sırrına ermiş gibi davranırız. Her sosyal grubun, başkalarının özgürlüğünün dayattığı sınırlar içinde en iyi olduğuna inandığı yaşam modunu deneyebilmesini isteriz ve iknanın ve örneklemenin yararına inanırız. Eğer toplum bu hakkımızı reddetmiş olmasaydı, yakınmaya hakkımız olmayacaktı ve daha iyi olduğunu kanıtlamak için sistemimizi daha başarılı kılmaya uğraşacaktık sadece. Bugün iktidar ve zenginlik tekeline yalnızca bir sınıf sahip olduğu için ve bu nedenle halkı, bir süngü ucuyla, kendisi için çalışmaya zorlayabildiği için, biz daha iyi toplum biçimlerini yaşamayı mümkün kılan o koşullara, şiddet yardımıyla ulaşmak için savaşma hakkına sahibiz ve bu bizim görevimiz.
Kısacası şiddet kullanımına eşlik eden tehlikelere dikkat çekmek, insan yaşamının dokunulmazlığında ısrar etmek, öfke ve intikamla mücadele etmek ve sevgiyle hoşgörüyü vaaz etmek bizim görevimiz. Ama mücadelenin gerçek koşullarına karşı kendimizi körleştirmek, şiddeti püskürtmek ve ona saldırmak amacı için şiddet kullanmaktan vazgeçmek, "pasif direniş"in hayali yararına dayanarak ve mistik ahlak adına kendini savunma hakkını inkar etmek ya da onu yanıltıcı olma noktasına kadar geri çekmek sonuçsuz kalmakla ya da baskıcılara alanı boş bırakmakla sonlanabilir sadece.
Eğer gerçekten halkın kurtuluşu için çalışmak istiyorsak, onlar olmadan mücadelenin asla sonlandırılamayacağı araçları ilke olarak reddetmemeliyiz ve en kuvvetli tedbirlerin aynı zamanda en etkili ve en az müsrif olanlar olduğunu hatırlamalıyız. Sadece, bizim mücadelemizin nefretten değil sevgiden esinlendiği ve zorunlu şiddetin salt vahşete doğru yozlaşmadığını yetkimiz altındaki herkesin görmesini sağlamanın bizim görevimiz olduğu ve onun haklının yanlışa karşı mücadelesinde sadece bir silah olarak kullanıldığı gerçeğini gözden yitirmeyelim.
Ve bu zararlı eğilimler iyi bir amaca yönelik şiddet kullanımında da ortaya çıkar. Bir insanı mücadeleye sevk eden adalet sevgisi, tüm o iyi niyetlerin ortasında, şiddetin onu kullanan kişinin zihninde ve eylemlerinde yarattığı bozucu etkiye karşı yeterli bir garanti değildir. Savaşın girdabı içinde insan çoğu kez uğruna savaştığı amacı gözden kaybeder ve aldığı darbeyi, mümkünse yüz misliyle iade etmeyi düşünür sadece; ve en sonunda zafer, adalet ve insanlık uğruna savaşan tarafın gayretlerini ödüllendirdiğinde, çoktan yozlaşmış ve ilham aldığı programı gerçekleştiremez bir durumda bulur kendini.
İnsanlık, özgürlük ve hoşgörü sevgisinden ilham alarak politik bir mücadeleye girişen pek çok insan sonunda zalim ve amansız yasakçılara dönüşmüştür.
Kaç mezhep resmi "adalet"in çatamayacağı ya da çatamayacağı bazı zalimleri cezalandırıp adil bir iş yapma düşüncesiyle işe koyulmuş kişisel intikam ve soysuz bir açgözlülüğün araçlarına dönüşmüştür sonunda...
Ve her türlü baskıya karşı isyan eden ve herkesin bütünsel özgürlüğü uğruna savaşan ve bu nedenle, salt baskıya karşı direniş olmaktan çıkıp kendi sırası gelince baskıcı olan tüm şiddet eylemlerinden çekinmesi gereken Anarşistler de kaba kuvvet kuyusuna düşmekten sorumludurlar.
...Gerçekler kanıtlamıştır ki, otoriteryan tarafların hata ve kusurlarından Anarşistler de muaf değildir ve geri kalanında olduğu gibi onlarda da atavik içgüdüler ve çevrenin etkisi çoğu kez en iyi teorilerden ve en asil niyetlerden daha güçlüdür.
Son günlerde kimi patlamaların yarattığı coşku ve bomba atanların ölümü karşılama cesaretine duyulan hayranlık, birçok Anarşist'in programlarını unutmasına ve tüm anarşist düşünce ve hislerin mutlak olumsuzlanması olan bir yola girmelerine yeterli oldu.
Nefret ve intikam Anarşizm'in ahlaki temeline dönüşmüş gibi göründü. "Burjuvazinin yaptıklarının yanında az kalır." İşte bu iddia ile her vahşi edimi haklı çıkarmayı ve yüceltmeyi deniyorlar.
"Kitleler vahşileştirilmiştir; Düşüncelerimizi onlara şiddet yoluyla dayatmalıyız." "İnsan yanlış teorileri vaaz edenleri öldürme hakkına sahiptir." "Kitleler ezilmemize müsaade ediyor; bırakın kitlelerden intikam alalım." "Ne kadar işçi öldürülürse, o kadar az köle kalır geriye." Bir takım Anarşist çevrelerde geçerli olan düşünceler bu şekildedir... Bir Anarşist dergi, Anarşist hareketteki farklı eğilimlere dair bir tartışmada bir yoldaşı şu cevaplanamaz iddia ile cevapladı: "Senin için de bombalar olacak."
Tuhaf bir şekilde kendilerine Anarşistler demekte ısrar eden bu ultra otoriteryanların istisnai koşullar yüzünden geçici bir önem kazanmış bulunan küçük bir fraksiyondan öte olmadıkları doğrudur. Ancak, genel olarak, gerçek Anarşistleri ayırt eden başkalarının özgürlüğüne saygı ve sevgi hislerinden ilham alarak harekete katıldıkları ve sadece, şiddetli mücadelenin ürettiği bir tür ahlaki zehirlenme dolayısıyla en büyük tiranlara layık edim ve düsturları savunmaya ve yüceltmeye başladıklarını hatırlamak zorundayız. Hepimizin, ya da yaklaşık hepimizin, aynı tehlikeye yaklaştığımızı ve eğer çoğumuz zamanında durduysak bunun belki de, nasıl bir uçuruma düşme tehlikesi altında olduğumuzu bize önceden gösteren bu çılgın aşırılıklar yüzünden olduğunu da unutmamamız gerekir.
Dolayısıyla şiddet kullanımıyla yozlaşma, halkı hor görme ve bağnaz işkencecilerin yanı sıra zalimler haline gelme tehlikesi hepimiz için mevcut. Ve eğer Anarşistlerin bu ahlaki bozulması yaklaşan devrimde geniş ölçekte hakim olacak olursa Anarşist düşünceler ne hale gelecek? Ve Devrimin sonucu ne olacak?
...İnsanlığı gerçeklikten yoksun metafizik bir kavram gibi görmeyelim, başkalarını sevmeyi de aralıksız, saçma ve imkansız bir kendini feda etmeye dönüştürmeyelim.
İnsanlık insani birimlerin genel toplamıdır ve başkaları için tanıdığı bu hakları kendisi için de savunan herkes bu hakları herkesin yararına savunmaktadır.
Özgecilik kişinin kendisini sevdiği gibi başkasını sevmesinin ötesine gidemez, aksi halde pratik bir gerçeklik olmaktan çıkıp, mistisizme eğilimli kimi zihinleri kendine çekebilecek sisli bir düşünce haline gelecektir, ama ona göre yaşanabilecek bir ahlaki yasaya dönüşemeyecektir kesinlikle.
İdeal olarak, ahlaki insanın amacı tüm insanların mümkün olduğunca çok neşe içinde olmasıdır.
Baskın olan kendini koruma içgüdüsünün ortadan kaldırıldığını farz ettiğimizde, ahlaki insan, savaşmak zorunda olduğunda, karşı taraftaki savaşçılara toplamda mümkün olduğu kadar az acı verecek şekilde davranmalıdır. Sonuç olarak, küçük bir kötülükten kaçmak için başka bir büyük kötülük yapmamalıdır. Örneğin yumruk yememek için bir insanı öldürmemelidir; ama eğer onun kendisini öldürmesine engel olmak için yapabileceği başka bir şey yoksa bacağını kırmakta tereddüt etmeyecektir. Ama öldürülmemek için öldürmek gibi kötülükler söz konusu olduğunda bile, saldırılandansa saldırganın ölmesi gerektiği bana toplumun yararınaymış gibi görünmekte.
Ama kendini savunma kişinin vazgeçebileceği bir hak ise, saldırganı acıtma tehlikesini göze alıp diğerlerini savunmak bir yardımlaşma görevidir...
Kitlelerin günümüzde şiddet araçlarına başvurmadan kendilerini özgürleştirebilecekleri... doğru mu bu?
Günümüzde, emekleri üzerinden kıt kanaat geçinen ya da iş sıkıntısı yüzünden ölen insanlığın büyük çoğunluğunun üstünde varoluş araçlarını ve toplumsal çıkarların yönetimini tekelleştirerek, ilk bahsettiklerimi utanç verici bir şekilde sömüren ve daha sonrakilerin de çalışma ve yaşama araçlarını inkar eden, ayrıcalıklı bir sınıf vardır. Bu sınıf, sadece iktidar ve kâr açlığından etkilenmekte olup, (gerçeklerin kanıtladığı gibi) ayrıcalıklarından gönüllü bir şekilde feragat etmeye ve özel çıkarlarını kamu yararıyla birleştirmeye yönelik hiçbir eğilim göstermemektedir. Tam tersine, çok daha güçlü baskı araçlarıyla silahlanmakta ve sadece ayrıcalıklarına her doğrudan saldırıyı engellemek için değil, gelişimi iktidarlarını tehlikeye atabilecek her hareketi, her barışçı organizasyonu daha en baştan ezmek için sistematik olarak şiddet kullanmaktadır.
Bell bu durumdan kurtulmak için hangi araçları tavsiye ediyor?
Propaganda, örgütlenme, ahlaki direniş mi? Bunlar sosyal evrim için kesinlikle zorunlu faktörlerdir ve işe onlardan başlamamız gerekir, onlar olmadan devrimci şiddet anlamsız, hatta imkânsız olacaktır.
Bell... işçilerin makinelere el koymak için bir fabrikaya zorla girme hakkını kabul etmekte, ama fabrika sahibini yaralama hakkını tanımamaktadır. Eğer fabrika sahibi işçilere şiddetle karşı koymadan ilerlemelerine izin verirse, Bell bu söylediğinde haklıdır. Ama joplarıyla ve revolverleriyle polisler gelecek ne yazık ki. İşçiler bu durumda ne yapmalı? Polisin kendilerini alıp hapse atmasına izin mi vermeliler? Bu, insanın çok geçmeden bıkacağı bir oyundur.
Bell, burjuvazinin genel bir grev yoluyla yenilgiye uğratılması için işçilerin örgütlenme hakkını kesinlikle kabul ediyor. Ama ya hükümet onları boğazlaması için asker gönderirse? Ya da ne de olsa bekleyebilecek olan burjuvazi direnirse? Grevcilerin, ikinci günün sonunda açlıktan ölmek istemedikleri takdirde, her nerede bulurlarsa bulsunlar besine el koymaları gerekecektir mutlaka ve bu besin onlara direnmeden verilmeyeceği için [onu] zorla almaya mecbur kalacaklar. Bu durumda ya savaşmak zorunda kalacaklar ya da kendilerini yenilmiş olarak görmek...
Gerçekte Bell'in hatası bir ideale ulaşmanın yöntemlerini tartışırken, bu ideale halihazırda ulaşıldığını varsaymasında yatıyor.
Eğer gerçekten barışçıl bir şekilde ilerlemek mümkün olsaydı, eğer bizim arzuladığımızdan farklı bir toplumsal sistemin taraftarları bizi ona boyun eğmeye zorlamasaydı, o zaman Anarşi içinde yaşadığımızı söyleyebilirdik.
Çünkü, nedir Anarşi? Biz ne başkalarına kesin ve kati herhangi bir sistemi dayatmayı isteriz ne de en azından ben, mükemmel bir toplumsal sistemin sırrına ermiş gibi davranırız. Her sosyal grubun, başkalarının özgürlüğünün dayattığı sınırlar içinde en iyi olduğuna inandığı yaşam modunu deneyebilmesini isteriz ve iknanın ve örneklemenin yararına inanırız. Eğer toplum bu hakkımızı reddetmiş olmasaydı, yakınmaya hakkımız olmayacaktı ve daha iyi olduğunu kanıtlamak için sistemimizi daha başarılı kılmaya uğraşacaktık sadece. Bugün iktidar ve zenginlik tekeline yalnızca bir sınıf sahip olduğu için ve bu nedenle halkı, bir süngü ucuyla, kendisi için çalışmaya zorlayabildiği için, biz daha iyi toplum biçimlerini yaşamayı mümkün kılan o koşullara, şiddet yardımıyla ulaşmak için savaşma hakkına sahibiz ve bu bizim görevimiz.
Kısacası şiddet kullanımına eşlik eden tehlikelere dikkat çekmek, insan yaşamının dokunulmazlığında ısrar etmek, öfke ve intikamla mücadele etmek ve sevgiyle hoşgörüyü vaaz etmek bizim görevimiz. Ama mücadelenin gerçek koşullarına karşı kendimizi körleştirmek, şiddeti püskürtmek ve ona saldırmak amacı için şiddet kullanmaktan vazgeçmek, "pasif direniş"in hayali yararına dayanarak ve mistik ahlak adına kendini savunma hakkını inkar etmek ya da onu yanıltıcı olma noktasına kadar geri çekmek sonuçsuz kalmakla ya da baskıcılara alanı boş bırakmakla sonlanabilir sadece.
Eğer gerçekten halkın kurtuluşu için çalışmak istiyorsak, onlar olmadan mücadelenin asla sonlandırılamayacağı araçları ilke olarak reddetmemeliyiz ve en kuvvetli tedbirlerin aynı zamanda en etkili ve en az müsrif olanlar olduğunu hatırlamalıyız. Sadece, bizim mücadelemizin nefretten değil sevgiden esinlendiği ve zorunlu şiddetin salt vahşete doğru yozlaşmadığını yetkimiz altındaki herkesin görmesini sağlamanın bizim görevimiz olduğu ve onun haklının yanlışa karşı mücadelesinde sadece bir silah olarak kullanıldığı gerçeğini gözden yitirmeyelim.
Errico Malatesta