“İlkel bir cennet olmayabilir ama
uygarlık kesinlikle bir cehennem.”
Kıta Avrupa’sının rasyonalizasyonundan nasibini almış olan hiçbir felsefi ve siyasi çıkarım diyalektik düşünmekten ve programlama güdüsünden kendini kolay kolay kurtaramaz. Bugün anarşist düşüncenin belki de en büyük sorunlarından birisi var olan sorun tanımlamalarına bakmaksızın sorunların çözüm biçimlerine yani programlarına bakarak durum değerlendirmesi yapmaktır. Bence öncelik olarak neye karşı olduğumuzu çok iyi tanımlamalı ve ondan sonra bir çözüm arayışına gitmeliyiz, elbette bu süreçler birbirini takip eden süreçler de olabilir ancak bazı çıkış noktaları yakalamamız gerektiğini düşünüyorum.
Anarşist hareket içerisinde ekoloji düşüncesinin güç kazanmasıyla türcülük, ekomerkezcilik, uygarlık gibi farklı zeminler taşıyan kavramların içinde bulunduğu güncel bir takım tartışmalar ortaya çıkmıştır. Bu tartışmalar bize bir kere daha göstermiştir ki anarşi ideali ne Avrupa çıkışlı bir harekettir ne de onun temelleri üzerine kuruludur, bu yüzden anarşi fikrinin ve pratiğinin isimlendirmesi dışında, anarşinin Avrupa ile anılamayacağı kanaatindeyim, çünkü “yazısız” halkların tarihi otoriteye karşı sayısız direnişi ve otoriter olmayan yaşam biçimlerinin pratiği ile doludur. Bu bağlamda Kıta Avrupa’sına dayanan kavrayış biçimlerini sistemli bir düşünce haline getirmiş anarşi ile “beyaz adam”ın olmayan anarşi pratiğini birbirinden ayrı tutarak “uygar olmama” durumunun sistemli anarşizm için nasıl bir anlam taşıdığına yoğunlaşmak istiyorum.
Kıta Avrupa’sının aydınlanmacı fikirleriyle varlığını sürdüren ve anarşizmi ‘’ideoloji’’ temeliyle ele alan anarşi anlayışı “uygarlık” kavramını tanımlamada ve çözümlemede güçlük çekmektedir. Çünkü uygarlığın olamaması durumu diyalektik düşünmekten kaynaklı olarak ilkel olma durumunu çağrıştırmaktadır. Diyalektik düşünme biçimi sadece aydınlanmacı anarşizm için geçerli değildir; medeni olma üzerine kurulu bütün düşünme biçimleri bu diyalektik düşünme biçimini, elbette rasyonalizasyonun türlü biçimlerini de içine alarak, ideolojilerinin temel taşı haline getirmiştir. Aslına bakarsanız ekoloji hareketinin güçlü bir kanadı olan primitivizm (ilkelcilik) içerisinde de kendi uygarlık karşıtı düşüncelerini açıklarken, her ne kadar programcılığa karşı olduğunu söylese de, programcı söylemler görebiliyoruz. Ekolojik bir takım söylemleri temel haline getiren anarşizm ile hümanizmi esas alan anarşizm arasında “uygarlık” kavramının sağlam bir düzlemde tartışılamaması, başta da söz ettiğim gibi sorunu tanımlama noktasına yeteri kadar dikkat çekilmemesinden kaynaklanıyor. Kuşkusuz bu, diyalektik düşünme ve rasyonalizasyon ile sıkı sıkıya bağlı bir durum. Bu yüzden derin bir kavramsal ayrıma ihtiyacımız var.
“Uygarlık” muhtemelen kapsamlı bir tanımlaması yapılamayacak bir kavramdır. O yüzden Uygarlığın ne olduğunu tanımlamaktan ziyade neyin uygarlık olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Örneğin fabrikayı ele alalım, kuşkusuz fabrika uygarlığın bir yapısıdır, doğayı ve insanı sömüren bir araçtır. Programcı bir zihin bu uygar yapının yerine bir plan, bir sistem koyan ve onun karşısında içselleştirilmiş bir zıtlık durumu koyma eğilimindedir. “Uygarlık yoksa ilkel olmalı” çünkü ilkel ve uygar, bu zihniyet için birbirinin zıttı durumlardır. Bu bağlamda primitivizm (ilkelcilik) programcılığa karşı olduğunu ifade etse de uygar olmama durumunu ilkel olma ile özleştirerek aslında bir programcılığı ortaya koymaktadır.
Primitivizm için uygarlık bir sorun olarak tanımlanmakla kalmamıştır, aynı zamanda sorunun tanımlaması ile çözümleme biçimi iç içe geçirilerek, kaynaştırılarak mücadele alanına sokulmuştur. Bu durum anarşist düşünce içinde uygarlığın tezahürlerinin tartışılmasını engellemiş ve sorunun çözüm ile kaynaşmış haline odaklanılmasına yani “ilkel” fikrinin tartışılmasına yol açmıştır. Bugün kıta Avrupa’sının düşünce biçimlerine dayanan bütün anarşizm biçimleri ilkel olma durumunun eleştirisini ortaya koyarak primitivizme eleştiri getirmiştir (bkz. Toplumsal Anarşizm mi Yaşamtarzı Anarşizm mi – Murray Bookchin).
Tarihse bir ironidir ki marksistler de anarşistlerin devlet eleştirisini çoğu zaman kabul etmelerine rağmen devletin olmama durumu yerine koyacakları bir şey olmadığını iddia ederek ya da devletin olmadığı dünya tahayyüllerini teorik olarak zayıf addederek anarşist düşünceyi eleştirmişlerdir. Oysa devlet ile özgürlüğün bir arada olamayacağını birçok marksist kabul ediliyordu. O halde buradaki en doğal çıkarım özgürlüğün karşısında olan bir yapıyı karşılarına alarak politika üretmeleri olacaktır. Bu siyasi mücadele de ilk adım olması gerekirken marksistler sorunu tanımlamaktan kaçmak için bu soruna dair üretilen çözümlemeleri eleştirmişlerdir, böylelikle sorunu dillendirmekten kaçmışlardır. Marksistler böyle yapmasalardı devleti ele geçirmeye dayanan ideolojilerini asla inşa edemezlerdi. Bugün marksistlerin anarşistlere, karşı durulan noktayı görmezden gelerek yöntem ve çözüm biçimlerini eleştirme girişimlerinin anarşistler için anarşistlere karşı bir söylem olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Nasıl ki marksistler devletin sorun olarak tanımlanması noktasını bulandırıyorlarsa Batı eksenli anarşistlerde uygarlığın sorun olarak tanımlanması noktasını bulandırarak, bu soruna karşı önerilen bir çözüm olan “ilkel”e odaklanıyorlar. Kuşkusuz bunda primitivistlerin ilkeli savunma üzerinden politika üretmeleri de büyük etkendir.
Bu taktiksel hatayı daha iyi anlamak için fabrika örneğine tekrar bakalım. Primitivistler anarşist fikir içerisinde fabrikanın olmamasının doğruluğunu netleştirmek yerine fabrikanın olmaması durumunun halleri üzerinden bir politika üretilmiştir. Bu uygarlığın eleştirisinin yapılması konusunda yanlış bir ilk adımdır. İlkel elbette uygarlığa karşı bir çözüm önerisi olarak sunulabilir ya da ilkelden uygarlığa karşı bir takım çözümlemeler elde edilebilir ancak bunun uygarlığa karşı olma fikrinin önüne geçmesi hareketin en temel savını görmezden gelmek olacaktır. O yüzden uygarlık karşıtı olmanın uygarlık denilen otoriteye karşı bir çözüm önerisi olan primitivizm ile eş tutulmaması gerektiğini ve derin bir ayrıma gidilmesi gerektiği kanaatindeyim. Uygarlığı bir sorun olarak tanımlamanın ve bunu vurgulamanın da ilkeli yüceltme veya ilkeli bir çözüm olarak sunmaktan taktiksel olarak daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Nasıl ki devletin bir otorite olduğu konusunda eminsek uygarlığın da doğadaki istisnasız bütün canlılar için bir otorite olduğu konusunda emin olalım ve buradan yola çıkarak bu otoritelere karşı vereceğimiz mücadeleyi şekillendirelim.
Anarşist hareket içerisinde ekoloji düşüncesinin güç kazanmasıyla türcülük, ekomerkezcilik, uygarlık gibi farklı zeminler taşıyan kavramların içinde bulunduğu güncel bir takım tartışmalar ortaya çıkmıştır. Bu tartışmalar bize bir kere daha göstermiştir ki anarşi ideali ne Avrupa çıkışlı bir harekettir ne de onun temelleri üzerine kuruludur, bu yüzden anarşi fikrinin ve pratiğinin isimlendirmesi dışında, anarşinin Avrupa ile anılamayacağı kanaatindeyim, çünkü “yazısız” halkların tarihi otoriteye karşı sayısız direnişi ve otoriter olmayan yaşam biçimlerinin pratiği ile doludur. Bu bağlamda Kıta Avrupa’sına dayanan kavrayış biçimlerini sistemli bir düşünce haline getirmiş anarşi ile “beyaz adam”ın olmayan anarşi pratiğini birbirinden ayrı tutarak “uygar olmama” durumunun sistemli anarşizm için nasıl bir anlam taşıdığına yoğunlaşmak istiyorum.
Kıta Avrupa’sının aydınlanmacı fikirleriyle varlığını sürdüren ve anarşizmi ‘’ideoloji’’ temeliyle ele alan anarşi anlayışı “uygarlık” kavramını tanımlamada ve çözümlemede güçlük çekmektedir. Çünkü uygarlığın olamaması durumu diyalektik düşünmekten kaynaklı olarak ilkel olma durumunu çağrıştırmaktadır. Diyalektik düşünme biçimi sadece aydınlanmacı anarşizm için geçerli değildir; medeni olma üzerine kurulu bütün düşünme biçimleri bu diyalektik düşünme biçimini, elbette rasyonalizasyonun türlü biçimlerini de içine alarak, ideolojilerinin temel taşı haline getirmiştir. Aslına bakarsanız ekoloji hareketinin güçlü bir kanadı olan primitivizm (ilkelcilik) içerisinde de kendi uygarlık karşıtı düşüncelerini açıklarken, her ne kadar programcılığa karşı olduğunu söylese de, programcı söylemler görebiliyoruz. Ekolojik bir takım söylemleri temel haline getiren anarşizm ile hümanizmi esas alan anarşizm arasında “uygarlık” kavramının sağlam bir düzlemde tartışılamaması, başta da söz ettiğim gibi sorunu tanımlama noktasına yeteri kadar dikkat çekilmemesinden kaynaklanıyor. Kuşkusuz bu, diyalektik düşünme ve rasyonalizasyon ile sıkı sıkıya bağlı bir durum. Bu yüzden derin bir kavramsal ayrıma ihtiyacımız var.
“Uygarlık” muhtemelen kapsamlı bir tanımlaması yapılamayacak bir kavramdır. O yüzden Uygarlığın ne olduğunu tanımlamaktan ziyade neyin uygarlık olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Örneğin fabrikayı ele alalım, kuşkusuz fabrika uygarlığın bir yapısıdır, doğayı ve insanı sömüren bir araçtır. Programcı bir zihin bu uygar yapının yerine bir plan, bir sistem koyan ve onun karşısında içselleştirilmiş bir zıtlık durumu koyma eğilimindedir. “Uygarlık yoksa ilkel olmalı” çünkü ilkel ve uygar, bu zihniyet için birbirinin zıttı durumlardır. Bu bağlamda primitivizm (ilkelcilik) programcılığa karşı olduğunu ifade etse de uygar olmama durumunu ilkel olma ile özleştirerek aslında bir programcılığı ortaya koymaktadır.
Primitivizm için uygarlık bir sorun olarak tanımlanmakla kalmamıştır, aynı zamanda sorunun tanımlaması ile çözümleme biçimi iç içe geçirilerek, kaynaştırılarak mücadele alanına sokulmuştur. Bu durum anarşist düşünce içinde uygarlığın tezahürlerinin tartışılmasını engellemiş ve sorunun çözüm ile kaynaşmış haline odaklanılmasına yani “ilkel” fikrinin tartışılmasına yol açmıştır. Bugün kıta Avrupa’sının düşünce biçimlerine dayanan bütün anarşizm biçimleri ilkel olma durumunun eleştirisini ortaya koyarak primitivizme eleştiri getirmiştir (bkz. Toplumsal Anarşizm mi Yaşamtarzı Anarşizm mi – Murray Bookchin).
Tarihse bir ironidir ki marksistler de anarşistlerin devlet eleştirisini çoğu zaman kabul etmelerine rağmen devletin olmama durumu yerine koyacakları bir şey olmadığını iddia ederek ya da devletin olmadığı dünya tahayyüllerini teorik olarak zayıf addederek anarşist düşünceyi eleştirmişlerdir. Oysa devlet ile özgürlüğün bir arada olamayacağını birçok marksist kabul ediliyordu. O halde buradaki en doğal çıkarım özgürlüğün karşısında olan bir yapıyı karşılarına alarak politika üretmeleri olacaktır. Bu siyasi mücadele de ilk adım olması gerekirken marksistler sorunu tanımlamaktan kaçmak için bu soruna dair üretilen çözümlemeleri eleştirmişlerdir, böylelikle sorunu dillendirmekten kaçmışlardır. Marksistler böyle yapmasalardı devleti ele geçirmeye dayanan ideolojilerini asla inşa edemezlerdi. Bugün marksistlerin anarşistlere, karşı durulan noktayı görmezden gelerek yöntem ve çözüm biçimlerini eleştirme girişimlerinin anarşistler için anarşistlere karşı bir söylem olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Nasıl ki marksistler devletin sorun olarak tanımlanması noktasını bulandırıyorlarsa Batı eksenli anarşistlerde uygarlığın sorun olarak tanımlanması noktasını bulandırarak, bu soruna karşı önerilen bir çözüm olan “ilkel”e odaklanıyorlar. Kuşkusuz bunda primitivistlerin ilkeli savunma üzerinden politika üretmeleri de büyük etkendir.
Bu taktiksel hatayı daha iyi anlamak için fabrika örneğine tekrar bakalım. Primitivistler anarşist fikir içerisinde fabrikanın olmamasının doğruluğunu netleştirmek yerine fabrikanın olmaması durumunun halleri üzerinden bir politika üretilmiştir. Bu uygarlığın eleştirisinin yapılması konusunda yanlış bir ilk adımdır. İlkel elbette uygarlığa karşı bir çözüm önerisi olarak sunulabilir ya da ilkelden uygarlığa karşı bir takım çözümlemeler elde edilebilir ancak bunun uygarlığa karşı olma fikrinin önüne geçmesi hareketin en temel savını görmezden gelmek olacaktır. O yüzden uygarlık karşıtı olmanın uygarlık denilen otoriteye karşı bir çözüm önerisi olan primitivizm ile eş tutulmaması gerektiğini ve derin bir ayrıma gidilmesi gerektiği kanaatindeyim. Uygarlığı bir sorun olarak tanımlamanın ve bunu vurgulamanın da ilkeli yüceltme veya ilkeli bir çözüm olarak sunmaktan taktiksel olarak daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Nasıl ki devletin bir otorite olduğu konusunda eminsek uygarlığın da doğadaki istisnasız bütün canlılar için bir otorite olduğu konusunda emin olalım ve buradan yola çıkarak bu otoritelere karşı vereceğimiz mücadeleyi şekillendirelim.
Meriç Karaçalı