20 Aralık 2008 Cumartesi

11111011011

Son 3 gündür sabahları erken kalkabiliyorum, saat 9 gibi. Bu çok iyi oldu kendime ayıracak biraz vaktim oldu sonunda. Bugün mesela Deniz'le sinemaya gittik. Bond'un son filmi Quantum of Solace. Eğlenceli bir filmdi. Biraz geç kaldık ama olsun bence değdi. Filmden önce Deniz'le birlikte muhabbet ettik iyi oldu. Uzun zamandır kandırmaya çalışıyorum Deniz'i. Aslında ben Mustafa'ya gitmek istiyordum ama hareketli bir filmin daha iyi olacağına karar verdik. Mustafa'ya artık Gwenle giderim. Dün gece tam eve merdivenlerden çıkarken elektrik kesildi. İnternete de giremedim. Erken yatmak iyi geldi ama. Cuma, cumartesi izinliyim bizimkileri arayımda 2 gün içmek istiyorum, parada yok anasını satayım. Sokayım parasına nakit avans çekerim gerekirse. Battı balık yan gider. Kirayıda ödeyemiyoruz zaten. Anlamıyorum o kadar para gelip nereye gidiyor. Bu ay özellikle biraz borç temizleyeyim diye hiç para harcamadım ama tık yok. Peki ne kadar umurumda, hiç. Canım sıkılmıyor bu aralar sadece yapacak birşeyler var ama ben yetişemiyorum. Anlayacağın sıkılacak vaktim olmuyor. Peki vakit yetmezken ben ne yapıyorum. Saat 12 den sonra saat 2 ye kadar iş yerinde boş boş oturuyorum. Bugün yine dayanamadım Beşiktaş'a erken geçtim ve Kabalcı'ya uğradım. Şu İstabul'a eldiğimden beri uğramaktan en çok hoşlandığım yerlerden biri. Gittim yine kitap aldım. Oradan acaba hiç kitap lamadan çıkabilecek miyim? Bugün Shakespeare'den Macbeth'i aldım. Shakespeare'in oyunları gerçekten çok özel, sürükleyici ve ilgi çekici. Özellikle yarattığı karakterler dünya tarihinde yer edinmiş ve insanlık üzerinde ciddi etkiler bırakmıştır. Ama üzülerek söylüyorum kitapları çok pahalı. Bu yayıncıları anlamakta imkansız işlerine gelince kitabın ağırlığına göre, gramaj olarak, işlerine gelince de yazarın iyiliğine göre fiyat belirliyorlar. Kısaca kitap fiyatları hep yüksek. Zaten bu sene ilk defa kitap fuarına da gidemedim. Gitsem yine bir servet bırakırdım orada. Bugün ilk defa karnım çok acıktı. Resmen bir kriz geçirdim. Ve yine gittim mal gibi fast food yedim. Birşey yiyeceksin bari gerçek yemek ye. Biraz önce yemekten geldim. Bugün biraz fazla yedim galiba karnım şişti yine. Tam biraz zayıflayacağım diyorum yine gidiyorum yiyorum oooo nasıl olacak bu iş. Oldu, olacakta ben dozu arttırıyorum. Zaten az kaldı. Topu topu 7 kilo verince tamamdır, ondan sonra sadece kas yapmaya çalışacağım. Şöyle baklavalar görünsün değil, mi? Belki kızlar konusunda daha donanımlı olmuş olurum. Fotoğraf çekmek istiyorum onuda yapamıyorum birkaç haftadır. Yarın Birgül'lr buluşabiliriz. Biraz fotoğraf çekerim yarın. Taksim'e daha makine ile çıkmadım. Oraya çıksam zaten hafıza kartı yetmez herhalde. Gün dönecek birazdan bende bugün kafamda yazacak birşey kalmadı. Biliyorsun iyi olduğumda pek yazamam. Neyse bugünlük yetsin.

18 Aralık 2008 Perşembe

11100010011

Bugün biraz geçmişe bakmak istiyorum. Hayatımda çok fazla yeri olmayan ama hatırlayınca şimdi hoşuma giden bir anımı anlatayım sana. Merve'yi belki hatırlarsın. Hatırlamasan bile şimdi ben sana hatırlatacağım. Okulda 3. sınıfın başındayız daha sadece alttan 1 dersim var. Neredeyse hergün okula gidiyorum. Yurtta kalıyorum, o sırada yazın yine Kocamustafapaşa'da Serhat'la kalıyordum. Aramız neden olduğunu bilmediğim bir şekilde biraz bozulmuştu, evden çıkmak ve yurda dönmek zorunda kalmıştım. Tam o zamanlarda bizim yurttaki tayfa da Özcan, Tolga ve Shenerius birlikte eve çıktılar. Benim için çok iyi olmuştu bu. Aktif bir Taksim hayatı olan her öğrencinin bağımsız hücre evleri bulunması gerekir. Bunu her zaman başarmış ve iyi bir şekilde yönetmişimdir. Okulda ilk yıldan arkadaşlarım ki onlar hep yanımdaydı, Osman, Rüstem, Cihan ve Tarık, yurtta hiç yanımdan ayrılmazlardı. Bende Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş bu gençleri biraz olsun eğitmeye çalışıyordum. Deneyimlerimi aktarıyordum. Ben o sıralar öğleden sonra Taksim'e çıkar gece saat 4 veya 5 gibi, eğer yapacak birşey bulamamışsam, yurda döner ve hiç erinmeden erken kalkıp okula giderdim. Belki de bu sebepten bana pek inanmazlardı. Ben de olsam bana inanmazdım. Bunları hep Taksim'e çağırırdım gelmezlerdi. Bana inanabilmelerinin tek yolu beni iş başında görmeleriydi. Birgün Osman, Rüstem, Cihan ve yurttan Nuri diye birini daha, birlikte ders bitiminde daha saat 3 olmadan Taksim'e zorla götürdüm. Benim kafaya biraz yakın olan ve içen bir tek Rüstem vardı aralarında, en şevkli olanda oydu zaten. Önce Nevizade'ye götürdüm, orayı zaten biliyorlardı, mekanlar hakkında bilgi verdim gençlere. Oturduk onlar kola falan ben klasik biramı içtik, 1-2 saat oturduk herhalde. Hepimiz açıktık. O sırada Taksim'de amacı karnını doyurmak olan ve parası olmayan herkesin en sevdiği mekan Sofram Pide Salonuna gittik. Tam öğrenci işi ucuz kır pidelerimizi ve ayranlarımızı aldık homini gırtlak yemeye başladık. Biz tam yemeğe başlamıştık ki, içeri kendinden geçmiş bir şekilde üstü başı dağınık bir halde Merve girdi. Kafası o kadar güzeldiki resmen masalara çarparak gidiyordu. Garson çocuğa kendisine çorba ısmarlaması için rica etmeye başladı. Ben Merve'yi birkaç kere Caravan'da görmüştüm ama çok dikkatimi çekmemişti. Her zaman yanında 3-5 tane sap olurdu. Nasıl olduysa bugün tek kalmış ya da biraz erken gelmiş Taksim'e. Masadakilerin ilgisini çekmişti bu güzel kız. Merve hemen hemen benimle aynı boyda belki benden 1-2 santim uzundur. Tam kuyruk sokumuna kadar uzun kıvırcık saçları zaten bir efsanedir. Yuvarlak ve dolgun memelerinin mutlu etmeyeceği erkek yoktur dünyada. Belinin kıvrımı çok net belli olur ve yine yuvarlak ve dik kalçaları onu gören her erkeğin hayalidir. Ben de erkek olmamdan herhalde benide gerçekten etkilemişti. Bizimkilerin yapamıyacağını bildiğim için masada bir iddaa başlattım. Özellikle Rüstem'i kastederek "gidin kıza bir çorba ısmarlayın sizin olsun." dedim. Bana ters ters baktılar. Ben de kızı bildiğimi eğer gidip bir çorba ısmarlarlarsa onlarla takılacağını birlikte bara gidebileceklerini ve artık ondan sorasının da onlara kaldığını belirttim. Aynen beklediğim gibi masadan kimse kalmadı, kısaca bana gün doğdu. Beklediğim gibi o zaman sen niye yapmıyorsun dediler. Bende hep böyle durumlar olduğunu ve faydalandığımı mühim olanın onların da faydalanabilmesi olduğunu anlatmaya çalıştım. Neyse en sonunda onların gitmeyeceği netleşti. Bu arada Merve'de kendisine bir çorba ısmarlayacak beyaz atlı prensini bekliyordu, artık bu bana acı veren duruma daha fazla dayanamadım. Yanına gittim, masaya yanına oturdum, herkes bana bakıyordu, "sana yiyecek birşeyler ısmarlayayım." dedim. Şöyle bir baktı ne isteyebileceğini sordu ne istersen iste dedim çatlayana kadar yiyebilirsin, nasıl olsa Sofram'daydık. Bir çorba içti belliki acıkmıştı, bir de kır pidesi yedi. Bana mutlu bir şekilde teşekkür etti. Bende bizimkilerin bana nasıl baktığını görerek bombayı patlattım. İstersen bizimle gel birlikte birşeyler içeriz dedim. Ve bizimkileri gösterdim. Şöyle bir baktı ve ikimiz birbirimizi çok iyi anladık. Çok güzel bir gülüşü vardı, bu evet demekti. Hepsini yanımda Merve olmasın rağmen Kemancı'ya götürdüm. Aslında çok sevmezler öyle müziği ama canlı müzik olunca güzel oluyor. Merve kafa olarak o kadar uçmuştu ki, birşeyler konuşmamız imkansızdı. Bende boş laf yerine onun o dolgun kırmızı ve makyajsız dudaklarından öptüm, arada 2-3 bira geçmişti tabi. Ortam ilk başta bizimkileri çarpmış ama sonra hoşlarına gitmiş dans, falan yerlerinde duramıyorlardı. Alt Kemancı'da sahnenin hemen arkasında çok güzel sote masalar bulunurdu. Erken gittiğimiz için birini kapabilmiştik. Biz Merve ile orada oturuyorduk. Bizimkiler saat 12-1 gibi sadece tepişmiş olmalarına rağmen yurda gideceklerini söylediler, ben caydırmaya çalıştım ama pek niyetlide değildim. Merve'ye biz ne yapacağız diye sordum. Hala kendinden geçmiş bir hali vardı ama birden canlandı ve bir bira daha içelim bana gideriz dedi. Bu güzel haberdi, şimdi birde ev aramak zorunda kalmayacaktım. Biralarımızı içtik ve çıktık benim kafamda güzel olmuştu ama ilginç bir şekilde Merve bayağı ayılmıştı. Evi İstiklal'in alt tarafında Galatasaray Lisesi'nin sağından aşağı inişte yine sağ taraftaydı. Eve ulaştık evde Merve kadar güzel olmayan bir ev arkadaşı vardı. Merve bize bir neskafe yaptı, bu bölümde biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Bunları beklemiyordum. Ev derli topluydu bir öğrenci evinden beklenmeyecek kadar. Onun odasına geçtik biraz boş sohbetten sonra. Sabah, ne zaman çok içsem olduğu gibi, erken kalktım. Yanımda belkide dünyanın en saf güzelliği masum bir şekilde yatıyordu. Nasıl kalkabilirdim ki. Biraz düşünceler daldım. En çok sinirimi bozan belki bir daha hiç onunla birlikte olamayacak olmamdı. Ne kötü biri o anda bana sorsa Merve ile evlenir ve o benden ayrılmadıkça da onunla yaşardım. Gerçek olmayacağını bildiğim için öyle düşünüyordum muhtemelen. Ben böyle boş boş düşünürken o da uyandı. Çok tatlı bir şekilde "Günaydın" dedi. Beni öptü ve sordu "yapmak istediğin birşey var mı?". Oho o kadar çok şey vardı ki. Bende şansımı zorlayım dedim ve onunla banyo yapmak istediğimi söyledim. Çok hoşuna gitti, yüzüne muhteşem bir gülücük yayıldı ve ufak bir buse kondurdu dudaklarıma. Birlikte güzel bir kahvaltı yaptık, ben çıkıp börek almıştım, oda çay koymuş. Gündüz gözüyle Merve, hala bile keşke görmeseydim dediğim bir güzellik. Biraz sohbet ettik, çıkalım dedim, bana biraz tembellik yapmak istediğini ve bu tembelliği benimle yapmak istediğini söyledi. Acaba beni ne kadar mutlu ettiğini biliyor muydu yoksa beni de etrafındaki diğer lavuklarla bir mi görüyordu? Bunu hep merak etmişimdir. Tam 3 gün sadece yiyecek birşeyler almak dışında ben dışarı çıktım ve çok güzel ve tembel 3 gün geçirdik. Sağolsun diğer hatunda evi bize bırakmıştı. Hoş günlerdi. En sonunda Aydın ben çıkacağım dedi. Bu artık git demekti. Birden benimde gitmem gerektiğini söyledim. Çıktım kapıdan son kez öptüm o güzel ve dolgun dudakları. İstiklal'de öyle kırgın biraz ama mutlu bir şekilde yürüyordum. Yurda geçtim oradan. En sonunda telefonumu açtım yüz tane cevapsız 20 tanede mesaj vardı, aranıyor olmak hoşuma gitti biran. Yurtta odama gittim elibselerimi değiştirdim. Birşeyler yeyip Cerrahpaşa'ya arkadaşların eve geçecektim. Yemekte bizimkiler beni gördü, hemen yanıma geldiler. Herşeyi öğrenmek istiyorlardı ama herşeyi sadece ben ve Merve bilebiliriz. Sadece gurulu bir şekilde 3 gündür Merve'de kaldığımı söyledim, gerisini anlamak için alim olmaya gerke yok herhalde. Bu da öyle bir hatıra olarak kaldı. Peki bu hikaye burada bitti mi? Sanmıyorum. Asıl ilginç olan kısmı şimdi başlıyor. Gel zaman git zaman Caravan'da, Arka Sokak'ta Merveyle göz göze geldik ama o beni bende onu tanımadık. O sene baharda uzun süredir bir kız arkadaşım olmamıştı. Artık Özcan bile benimle dalga geçiyordu. Özcan bile derken Özcan 25 yaşına kadar bakir kalan bir arkadaşımızdır. Beni zorla Caravan'a götürdü, param yoktu. Bir bira ısmarladı, 2 oldu derken, yine içtik. Sonra Serdar bize bir şişe bol votkalı Sex on the Beach ısmarladı. Kafam bir milyon oldu. O sırada mekanda ön tarafta tek başına bir hatun oturuyordu. Tuba namı değer E.T. Niye diye sormayın. Gittim onu kaldırdım. Birlikte Marmara Büfe'de birşeyler yedik ondan sonra Anadolu yakasında yaptığımız uzun bir yolculuktan sonra Tuba'nın evine gittik ve kısaca birlikte olduk. O hafta sırf beni arkadaşlarına göstermek için Katharsis'e götürdü ki ben orayı pek sevmiyordum. Hadi Tuba beni kiminle tanıştırdı hem de en iyi arkadşım diye? Merve'yle. Merve'ye çok arzulu bir şekilde sarıldım ve kulağına onu istediğimi ve özlediğimi söyledim, ayrıldık. Yine kafası çok iyiydi. Duydu mu, duymadı mı bilmiyorum ama o sarılmadan sonra ben Tuba'dan fırçayı yedim. Zaten yine görüşemedik. Ben ertesi gün Tuba'dan ayrıldım. Bu hadisenin üzerinden 1 ay ya geçti ya geçmedi. Özcan beni aradı, yurttaydım. Taksim'e gel birlikte takılacağız dedi. Zor geldi gitmedim. Ertesi gün Cerrahpaşa'ya gittim. Özcan bana ne dese beğenirsin. Dün gece Merve'de onlarla birlikteymi hatta gecede Özcanlar'da uyumuş. Valla Özcan bu durumdan beni haberdar etmemesinin cezasını hala bile çekmektedir. Bu kadar uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen unutmadığım ve ilerleyen zamanda da unutamayacağım bir hatun. Sen de hatırladın herhalde. Bak o günler ne güzelmiş ya. Geçmişi bazen hatırlamak beni mutlu ediyor.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Bugün Metal Müzik İçin Ne Yaptın?

Aslında bugün değil bu ay diye sormalıydım galiba. Metak müzik için ne yapılabilir ki eğer müzisyen değilsen. Herhalde dinleyebilirsin. Bugün kardeşim kaldırdı beni ve uyanabilmem için müziği açayım mı diye sordu. Ben nedense hayır dedim. Yarım saat sonra kalkıp ilk işim bilgisayarı açmak ve müzik dinlemekti. Ama bu aralar dinlediğim birkaç şarkı var; MFÖ'den Mazeretim Var Asabiyim Ben, Iced Earth'ten I Die For You, Guns N'Roses'dan Don't Cry, Manowar'dan Master of the Wind ve Metallica'dan Nothing Else Matters. Pek sert gelmedi bana. Bu aralar bunları dinliyorum, sakinleştiriyor beni. Bugün yine de metal müzik adına Cradle of Filth diskografisini buldum ve indirmek için sık kullanılanlarıma ekledim. Bir ara indiririm artık. Yaklaşık olarak 80 gb metal müzik bulunuyor sabit diskimde daha ne olsun. Uzun süredir Dorock'a da gitmiyorum, kafa sallamıyorum. Durum çok vahim. Bak çok canım sıkıldı şimdi bu hafta cuma cumartesi izinliyim bizimkilere söyleyimde Taksim'e çıkalım. Geçen Taksim'deydim ne güzel hatunlar varmış ya. Çıkmayalı unutmuşuz valla. Bir süre düzenli gidebilsem mekanlara bize de birşeyler düşer herhalde. Özcan bile hatun yapmış, biz böyle abaza abaza gezelim. Kendimden utanıyorum valla. Peki bunun metal müzikle ne alakası var. Özcan metalci ya o bakımdan. Gitsem 2 bira atsam buz gibi saat 11-12 gibi kafam güzel olur kafa sallamaya başlayınca ooo değmeyin keyfime, özlemişim valla. Mehmet bu aralar iyi değil, o iyi olsaydı zorla götürürdü beni. Neydi o günler be. Kısacası bugün metal müzik için birşey yapmamışım. Ama ilerleyen dönem böyle olmayacak. Bir ihtimal işten daha erken çıkabilirim o zaman direk Taksim'e. Benim doğal yaşam ortamım Taksim. O olmayınca hayatımda hareket olmuyor, hatun olmuyor, arkadaşlarım olmuyor, sen neymişsin be abi.

16 Aralık 2008 Salı

Evet Deseydi... (II)

Saat gece 12'yi geçiyordu. Ayhan'ın ateşi hala sönmemişti. Bu ne güzel bir duyguydu. Şimdi düşünüyorda sanki 2 hafta geçmeyecekmiş gibi geliyordu. Mutlaka aramalı veya yazışmalıydı. Arayınca ne deseydi. Acaba hemen aramalımıydı. Bir türlü karar veremiyordu. Şu anda tek istediği şey bu anın keyfini çıkarmak. Daha çok kafası değil kalbi çalışıyordu. Damarlarında akan kanın damar çeperlerine yaptığı basıncı ve kalp atışlarını duyuyordu. Niye böyle olmuştu. Yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Eve gidince belki yazışabilirlerdi. Peki ne konuşacaklardı artık durum çok farklıydı. Evet demişti, evet. Eve servisle gelince hemen merdivenleri çıktı. Kapıyı açtı, ayakkabılarını çıkardı. Girdiğinde yine herkes uyuyordu, yine yalnızdı. Rahat rahat düşünebileceğim diye sevindi, Ayhan. Ve düşünmeye başladı. Kendisi aslında çok güzel şeyler aklına geleceğini düşünüyordu ama aklına gelen ilk şey cebinde sadece 54.75 ytl parası olduğuydu. Of paraya bak kızı bir kere sinemaya götürür hatta yiyecek birşeyler ısmarlayabilirdi. Şimdi niye aklına bu geldi ki. Peki birlikte çıktıklarında ne yapacaktı Ceyda'yı Dorock'a mı götürecekti? Hadi bazen giderler ama kız daha çok alternatif müzik veya Ayhan'a göre her türlü hafif müzikten hoşlanıyordu. Biraz düşündü çözüm yolu arıyordu. Aklına Küçükparmakkapı sokaktaki Klan geldi orası her ikisine de uyardı. Sonra daha da kötüsü Ceyda nerede oturuyordu? Üf yine ismin hatırlayamadı. Orası çok uzaktı. İstesede galiba zaten Taksim'e takılamayacaklardı. En iyisi bu ay akbiline aylık yüklettirmek olacaktı, en azından Ayhan karşıya geçebilirdi. Arada dağlar tepeler ve hatta boğaz vardı ama bunlar aylık akbili olan bir öğrenciyi durduramaz. Sonra aklına Muha'nın çalıştığı mekan geldi bak orası da güzeldi. Hem de çok daha nezih bir yerdi. Kafası o kadar karıştı ki konuları bir türlü toplayamıyordu. Uyumaya karar verdi, nasıl olsa yarın güzel bir gün olacaktı. Sabah erken kalktı hava açıktı. Ev biraz soğuktu o yüzden yatakta biraz tembellik yaptı. Kalktı elini, yüzünü yıkadı. Kendine gelmişti. Saat 10'a geliyordu. Dün gece olanları düşündü. Sevdiği kıza bir günaydın mesajı attı önce. Artık hayatında yeni bir sayfa açılmıştı. Kendisine ait pek çok şeyi değiştirmesi gerekecekti. Bir ilişki zaten aslında değişim demek değilmiydi. Çünkü biliyordu ki zaten değişmesi gereken çok yanı vardı. Asabi bir kişilikti Ayhan mesela. Ama herhangi şekilde Ceyda'ya kızabileceğini düşünmüyordu. O daha çok kardeşine ve müşterilere kızmayı seviyordu. Hayata küfretmeyi seviyordu ama şimdi küfretmek için bahanesi de kalmamıştı sevdiği kızla birlikte olacaktı topu topu 2 hafta sonra. İçinden "ulan ben bu şansla ölürüm kızın daha elini tuatamadan" diye geçirdi ve bir kahkaha patlattı. Bilgisayarın karşısına geçti ve müzik açtı. Fonda Guns N'Roses çalıyordu. Bu akşam mutlaka aramalıydı Ceyda'yı. Ne zaman elini, tutsam diye aklından geçti sonra herşey kendiliğinden olur diye düşündü. Hep öyle olmamışmıydı. Birden yine saçma sapan fikirler aklına gelmeye başladı. En kötüsüde parasızlıktı. Allahtan kredi kartı diye bir şey vardı. Yıllardır zaten olmayan parayla yaşamıyormuyudu. Hem sıkışırsa Ceyda'dan para isterdi. "Hop dur bakalım orada, daha görüşmeden para mı isteyeceksin kızdan, ondan sonra senin hakkında" diye geçirdi aklından. Olsun zaten Taksim'e takılamayacakları için paraya gerek yoktu. Kadıköy Ayhan'ın mekanıydı. Bir simit, bir çay, yine bir gülümseme belirdi Ayhan'ın yüzünde. Peki sinema zevki işte şimdi yanmıştı. Ceyda ile her ne kadar ortak beğendikleri filmler olsa da ya şu korku filmleri "aman tanrım yandın Ayhan" diye düşündü. O filmler Ayhan'ı çok gererdi. Şimdi aklına geldi Ceyda'yı seviyordu ama çıkmadan önce çok fazla şey paylaşmamışlardı. Ve şimdi herşey bir muallaktı. Tek ümidi herşeye hazır olduğuydu. Değişebilirdi, bunu daha önce de yapmıştı. Ceyda ile birlikte olmaya değerdi, her ne kadar aralarında koca bir şehir olsa da. İyi ki yan yana çalışıyorlardı yoksa herhalde hiç görüşemezlerdi. Acaba Ceyda'nın babası nasıldı? İşin kötü tarafı İstanbul'un belki her yerinde kalabilecek bir arkadaşı vardı ama Anadolu yakası mı, orası tam bir kabus. Elini yüzdünden gezdirdi bu tuhaf fikirleri aklından atmak için. Acaba ne zaman elini tutacaktı, aklına geldi birden. Bu arada saate baktı,bu gün cumartesiydi. İzinliydi. Taksim'e gidip arkadaşlarıyla bunu kutlamayı düşündü ama arkadaşlarına bundan bahsetmeyecekti bir süre, tabi ağzı durursa. İnsan kendinde olumlu birşeyler bulmak istediğinde içine dönüp bakar ve sadece olumsuz yanlarını mı görür. Hiç mi olumlu yanın yık Ayhan. Peki o zaman niye sana evet dedi. Bilmiyorum. Ben sana söyleyeyim oda senin gibi şu anda korkuyor acaba ne olacak diye ya Ceyda'yı mutlu edemezsem, ya Ayhan'ı mutlu edemezsem. Bu düşünce biraz Ayhan'ı rahatlattı. Bugün hiçbir şey keyfini kaçıramazdı. Saat 19 gibi Ceyda'yı aradı konuştular. Ceyda'nın sesi ilaç gibi gelmişti. Konuştular sanki birşey değişmemiş gibi. Ayhan aklındakileri sormak istiyordu ama ne gerek vardı onlar sonrada konuşulurdu. Ceyda'ya seni özleyeceğim diyebildi ancak telefonda. Sesi titriyordu. Karşıda gelecek sesi bekliyordu. Bip bip, birşey ötüyordu. Güneş hafiften yüzüne vuruyordu. Kafasını kaldırdı, elini masaya uzattı ve cep telefonun çalan alarmını susturdu. Kalktı yataktan, banyoya geçti ve elini, yüzünü yıkadı. Gece 4-5 bira içmişti ağzında berbat bir tat vardı. Ayhan dün gece olanları düşündü bunu haketmediğini düşünüyordu. Kimse ona evet veya ben de seni seviyorum demesi gerekmiyordu ama... Kızmak istiyor, kızamıyordu. Ağlamak istiyor, ağlayamıyordu. Bilgisayarı açtı sesi yükseltti. Bilgisayarda Cradle of Filth çalıyordu. Ağzındaki tat gitmiyordu bir türlü belki 5 dakika ağzını çalkalamıştı. Susamıştı iyice. Bir bira aldı dolaptan, acı bir tat boğazından geçti. Bilgisayarın karşısına geçti ve yazmaya başladı. "neyse, nerede kalmıştık."

14 Aralık 2008 Pazar

Evet Deseydi...

Sabah yine yataktan kalkmak çok zor olmuştu. Gece çalışmanın kötü taraflarından biri. Uzun bir süredir Ayhan gece uyuyamıyor, gündüzde uyanamıyordu. Zorla banyoya geçip elini yüzünü yıkadı. Kendine gelir gibi oldu biraz. Neredeyse bir haftadır aynı evde olmalarına rağmen annesini ve kardeşini görmüyordu. Geç kalkmak canını sıkıyordu Ayhan'ın. Zaten akşam sıkıcı bir iş yapıp birde geri kalan gününü uyuyarak geçirmek hiç Ayhan'a göre değil. Pek fazla vakti yoktu yine yüzünü kesikler içinde bırakarak tıraş oldu. İş yerinde belkide tek işe yarar şey olan spor salonuna gitmek için eşyalarını ve çantasını hazırladı. Hem hoşuna giden hem de canını yakan tıraş kolonyası faslını yapmayı tabi ki unutmadı. Ayhan yüz hatları çok net olan, kaçları çalı gibi ve çatıktır ne zaman baksan sanki dövecekmiş gibi, alnı yaralarla tahriş olmuş, bu da kendisinin biraz heyecanlı ve kafası önde olmasından kaynaklanıyor. Esmer yağız bir delikanlı kara kaşlı kara gözlü. Yeni haline artık iyice alışmış bir halde aynanın karşısında üzerini düzeltiyordu. Genelde olduğu gibi saat 13:30 gösterirken ayakkabısını giydi ve evden çıktı. Bu artık bir ritüel olmuştu onun için. Evi Sümbül Efendi Cami'sine bakıyordu, kapıdan çıkıp sola döner. Kaldırım tüm İstanbul kaldırımları gibi dar olmasından ötürü yoldan gider. İlk aradan, sokak demiyorum çünkü ara, sola döner ve o eski Rum ve Ermeni apartmanlarının arkasında kalan bir boşluktan ki bu boşlukta ufakta olsa bir çocuk parkı bulunur. Yola devam edersen bir handan geçer ve Paşa meydana çıkar bu handa daha çok insanların önüne çıkıp onu yavaşlatması dışında pek birşey dikkatini çekmez. Handan çıkışta sağa döner ve Taksim otobüsüne doğru ilerler. Son dönemde İstanbul nüfusunun arttığını hep bindiği Taksim-Paşa otobüsünden anlayabilirsiniz. Eskiden hep oturarak giderdi şimdiyse ayağa kalkmak psikolojisinden kurtulmak için otobüsün ortasındaki boşluğa hemen çantasını atıyor ve orada ayakta gidiyor. Cerrahpaşa Hastenesi'nden çıkan yoğun bir kalabalık 2. durakta otobüsü tıka basa doldurur. Hepsi de hasta ve yaşlı insanlardır, ne sıkıcı bir durum. Otobüs Yusufpaşa, Aksaray ve Unkapanı'ndan geçerek Haliç köprüsüne varır. Aynen yoluna devam ederek Saraçhane, Galatasaray üzerinden Taksime yaklaşık 30 dakikada gelir. Şimdi sıra şehrin o efsanevi Avrupa'daki misallerinin 100 katı küçüğü metro seyahatine gelmiştir. Sırf üzerinde takım elbise olduğu için Ayhan'nın çantasına bakmaz güvenlikler. Yürüyen merdiven ve yürüyen yolları kullanmaz, sevmez belki de. Metro seyahati hep rahat olmuştur. Çok fazla beklemezsin, kalabalık olmaz ve 10 dakika kadar sürede çok ciddi bir yolu, Taksim, Osmanbey, Şişli, Gayrettepe, Levent ve son durak 4. Levent. Tamamı 6 durak. Ama yolculuk devam etmektedir. 4. Levent'te şimdi iş yerine gidecek otobüsü bekler Ayhan. Aslında pek çok otobüs iş yerinde geçer ama o boş bir otobüs beklemeyi tercih eder. Özellikle kışın duraktaki yoğunluk yine Ayhan'ı rahatsız eder. Genelde Sarıyer veya Bahçeköy otobüslerine biner. Ve artık sadece iş yerine metreler kaldı. Yıldız Teknik Üniversite'sinin meslek yüksek okulu ve hemen arkasında bulunan yurdun sağ tarafından yokuş aşağı salar kendisini. İş yerine gelmiştir artık. Spor salonuna girer yapacağı sporunu yapar, duşunu alır ve hadi bakalım iş başı. Bu Ayhan için artık bir rutin haline gelmiştir. Hemen hemen her günü bu şekilde gelişmektedir. En azından çalıştığı günler. O günde yine bunları yapmıştı Ayhan sporda Ceyda da yanındaydı. Ceyda kızıl caçlı beyaz tenli tatlı bir suratı olan hoş bir kızdı. Ona spor yaparken arada sırada eşlik ederdi. Yukarıda iş başında da yanında oturuyor zaten. Ayhan yukarıda uzun süredir hoşlandığı ve tam karşısında oturan Derya ile uzun süredir konuşmayı düşünmektedir. Ama bir türlü cesaretini toplayıpta duygularını anlatamamıştır. Derya esmer, yüzünde ciddi bir yara izi olmasına karşın güzel bir kızdır. Ayhan yine iş başına geçmiş ve işine başlamıştı, yaklaşık 2 yıldan fazladır bu sevmediği işi yapıyor ve bir türlü kurtulamıyordu. Akşam ilerleyen saatlerde yoğunluk biraz azaldığında yine sohbetler başlamışken Ceyda, Ayhan'a dönerek "Geceyarısında Trende Döner Yemek" isimli filmle ilgili gitmek istediğini söyledi. Ancak bu anda sanki Ayhan ve Ceyda arasında farklı bir elektrik oluştu ve Ayhan, ki aşka inanmaz, bir anda öyle bir duygu yoğunlupu yaşadı ki bu herhalde aşktı. Çok şaşırdı çünkü bu duyguyu hiç hissetmemişti daha önce. Öyle kaldı bir süre yorum bile yapamadı. Genelde bu tarz filmler hiç hoşuna gitmezdi. Hele sinemada gitmek tam bir zaman kaybı olarak görürdü ama Ceyda'ya filme birlikte gidebileceklerini söyledi. Bunu neden yapmıştı. Ufak bir şok yaşamış ve hala kendine gelememişti. Aklında tek bir soru vardı "acaba mı?". Ondan sonra yaptıklarını pek hatırlamıyordu. Akşam servis kendisini nasıl eve götürdü, ne yaptı, nasıl yattı hatırlamıyor. Aklında sadece bir soru vardı "acaba mı?". Böyle olabileceğini hiç düşünmemişti. Bir karar vermesi gerekiyordu. Derya mı, Ceyda mı? Derya'dan hoşlanıyor ama hiç bçyle hissetmesine neden olmamıştı. Düşünecek fazla birşey kalmamıştı. Ceyda'yı farkında olmadan sevmişti ama görememişti. Bunlar Ayhan'a gerçekten çok farklı gelen şeylerdi. Ne yapacağına hala karar veremiyordu. Ne yapmalıydı? Bugüne kadar karar vermek konusunda hiç bu kadar sıkıntı yaşamamıştı. Her zaman burnunun dikine gitmiş hatada yapsa doğruda yapsa bu huyundan memnun olmuştur. Bu seferde burnunun dikine gidecekti galiba. Kısacası O Ceyda'yı seviyordu. Ve yapması gereken bir şekilde bu hislerini onunla paylaşmaktı. Peki nasıl yapacaktı, çok uzun süredir bir ilişkisi olmamıştı ve kendine güveni tam değildi. Ne diyecekti kıza, nasıl anlatabilirdi ki derdini kelimelerle. Bir krizin içine düşmüştü. Oysa Derya ile böyle bir sorun yoktu arasında onunla iletişimi daha farklıydı. Birde bu kadar yoğun hisleri yoktu. İnsanın dizinin bağları nasıl çözülür şimdi anlıyordu. Ertesi gün yine aynı ritüelini yapmış ve spora gelmişti ama spor yaparken bile kalbi bir başka vuruyordu. Sporda Ceyda'dan gözünü ayıramadı. Ceyda da kendisi gibi baskın bir karakterdi, dışarıdan bakınca, muhtemelen içeridende, özgür bir kişiliği vardı. Hani bu nasıl açıklanı kendisi de bilmiyor ama entellektüel olarak birbirlerine yakın hissediyordu Ayhan. Böyle anlaşabildiği çok fazla insan bulunmuyor Ayhan'ın çevresinde. Artık onunla birlikte olabilmek için sürekli bahaneler uyduruyor sürekli yüzü ona dönük oturuyordu iş yerinde. Bir işaret bekliyordu. Aklında tek bir soru vardı "acaba mı?". Birlikte yemeğe çıktılar ama burası Amerika olmadığı için yemek nedense kızlara birşey ifade etmiyor. Ayhan bir şekilde kendisini ona göstermeye ve kendini ispatlamaya çalıştı aynı binlerce yıldır erkeklerin içgüdüsel olarak yaptıkları gibi. Bir yolunu bulmaya çalışıyor sürekli arkadaşların danışıyordu ve aldığı aslında tam kendi tarzı olan bir yol vardı. O da direk söylemek çünkü zaten yeterince beklememiş miydi? Artık birşeyler için beklemek istemiyordu. Zaten sürekli zaman kaybediyordu. Tam 2-3 hafta kadar dayanabildi ama artık yapacak birşey yoktu. Ne beyni ne de kalbi beklemek istemiyordu. Arkadaşlarıda söylemesi gerektiğini kaybedecek birşeyi olmadığını ama kazanacak çok şey olduğu konusunda onu ikna etmişlerdi. Oysa Ayhan'ın aklındakileri kimse bilmiyordu kaybetmek cidden acı verici olacaktı. O gün geldiğinde Ayhan yine aynı şeklide işe gelmiş, Ceyda ile sporunu yapmıştı. Yine birlikte yemeğe çıkmışlar ama Ayhan yemekte heyecandan konuşamamıştı. Akşam ilerleyen saatlerde Ceyda'ya birlikte araya çıkmayı teklif etti. Artık söyleyecekti, sonunda ölüm yoktu ya. Arada Ceyda ile farklı konularda konuştular. Ayhan özellikle binanın dışına çıkarmıştı daha rahat olabilmek için. Bir an konuşma durdu Ayhan o güzelliğin yüzüne baktı ve "Ceyda ben aslında sana başka birşey söylemek için araya çıkardım, senden hoşlanıyorum." dedi. O sırada herşeye hazırdı kalp atışları 200 vurmuştu herhalde. O kadar heyecanlanmıştı ki terlemesi gerekiyordu ama terlemeyi unutmuştu vücudu. Acaba Ceyda ne diyecekti. Ceyda aslında birlikte birşeyler paylaştıklarını ama hemen cevap vermek istemediğini ve biraz zaman istediğini söyledi. Daha önce yaşadığı bir deneyim dolayısıyla iş yerinden birisiyle çıkmaya olumlu bakmadığını da belirtti. Ama Ayhan artık birşey duymuyordu onun kafasında farklı şeyler vardı. Tek anlayabildiği cevabı sonra alacaktı. Gerisi hikayeydi. Acaba ne olacaktı. İlk defa sonucunu bilmediği böyle bir sohbetin olumlu geçtiğini düşünüyordu ya da öyle olmasını istiyordu. Ama çok mutlu olmuştu. Mutluluktan ne olduğunu anlayamaz bir hale gelmiş ne düşüneceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Keyfine diyecek yoktu yani. Peki Ceyda ne zaman cevap verecekti, nasıl cevap verecekti, cevabı ne olacaktı? Çık çıkabilirsen işin içinden. Ya hayır derse, ya evet derse. Ayhan'ın kafasında 40 tilki dolaşıyor birinin kuyruğu diğerinin burnuna değimiyordu. Herşeyi, her olasılığı düşünüp tartıyordu şimdi kafasında. Teklif ettikten 2 gün geçmişti. Mutlu bir heyecanla hiç uyumamıştı. Ama ufak bir sorun var gibiydi veya Ayhan öyle hissediyordu. Çünkü o kadar kötü bir zamanda Ayhan açılmıştı ki. Kızın evinde sorunlar vardı, babası rahatsızlanmış, tam da ev taşıma gibi bir durum hasıl olmuşken. Tabi kız Ayhan'la mı uğraşacak yoksa babasıyla mı, peki ya ev taşıma. Bu arada Ceyda biraz ilgisiz davranmış ama Ayhan bunu zaten kızın kafasının dolu olmasın vermiş olumsuz düşünmemişti. Zaten Ceyda 2 hafta gibi kısa bir tatile çıkacak ve muhtemelen tatilden sonra cevap verecek diye düşünüyordu. Bakalım ne olacak. Arkası bir sonra ki yazımda...

10100011111

Bugün kendimi çok daha iyi hissediyorum. Sabah nispeten de olsa erken kalktım. Güzel bir gün oldu benim için. Spora gelmem beni çok rahatlattı. Enerjimi ve sinirimi koşu bandında bıraktım, en azından bir kısmını. Hayatıma dair yine ufak ama eğlenceli değişiklikler yaptım. Bugün okuduğum bazı yazılarda çok hoşuma gitti ve bana yaradığını düşünüyorum. Ama 5. gün beni biraz zorluyor hele yarın hiç gelmek istemiyorum, yapacak birşey yok. Sabırsızlıkla haftasonunu bekliyorum ama birşey yapacağımdan değil belki biraz dinlenebilirim diye. Yarın kafam güzel olursa sana muhteşem bir öykü yazacağım. Konusunu merak mı ediyorsun? O zaman biraz daha merak et. Eğer annem beni yarın erken kaldırabilirse belki birkaç küçük işimi halledebilirim. Uzun zamandır erken kalkamıyorum. Bunun sebebi herhalde kafamın yorgunluğu. Kafamı dinlendirmenin birkaç yolu var. Bunlar içki içmek, bir hatunla birlikte olmak, arkadaşlarla birlikte olmak, sinemaya gitmek bir de pek tercih etmiyorum ama dışarıda yemeğe gitmek. Ben bu haftasonu hatun yapmak dışındaki, tabi ne olacağı belli olmaz, yöntemleri deneyeceğim. Umarım işe yarar. Biliyorsun benim iznimde gerçek anlamda dinlenebilmem için aktif olmam gerekiyor. Bu haftasonuda böyle olacak herhalde. Tek temennim havanında biraz daha güzel olması. Şu anda arkadaşlar beni inanılmaz sinirli ve yine konuşmayan biri gibi görüyorlar ama içimde uyanan ejderden haberleri yok. Beni en çok motive eden bu dönemde öncelikle zayıflamam, çünkü uzun zamandır başarabildiğim tek şey, daha sonrada her zaman ki yaşam felsefem yarın değil 5 dakika sonra ne olacağını biliyor musun, o zaman ona göre yaşa. İşte bunu seviyorum. Bir güzel beni reddedebilir, hatta on güzel de beni reddedebilir ama biri evet demesi benim için yeterli. Ben bunun için yaşıyorum. Bugüne kadar tek sinir olduğum şey benim kendisinden hoşlandığımı söylediğim hiçbir hatunun bana evet dememesi. Ama olmadık pozisyonlarda belki de hiç aklımda yokken ne kızlarla birlikte oldum. Bazen kendiliklerinden kucağıma düştüler. Şu son 3 yıla kadar kız arkadaşı konusunda hiç sorun yaşamamıştım. Bunu da aslında aldığım aşırı kilolara ve iğrenç depresif, agresif halime yoruyordum. Eeee şimdi artık biraz agresiflik olsada ne depresifim ne de şişmanım. O zaman nerede kalmıştık. İnsanın özellikle kendini herşeye hazır hissetmesi çok güzel bir duygu. Şu anda aynı 3 yıl önce olduğu gibi her an herşeye hazırım. Çok daha aktif olmak istiyorum bu seferde etrafımdaki etkenler, özellikle de para, bana engel olmaya çalışıyor. Peki ben buna izin verir miyim? Asla. Şimdi ilk amacaım kafamı biraz toplayıp yeni bir düşünce ve beyni mi tazeleme sürecine girmek. İnanıyorum ki bu sürecin sonunda zaten bazı şeyler kendiliğinden düzelecek ve ben yine adımla özdeş yine aydın ve güleç bir insan olacağım. Biraz megolomanca gelebilir ama ismimi çok seviyorum. Babam sanki beni tarif etmiş. Etrafımda ki insanlar beni farklı ortamlarda pek görmedikleri için beni pek tanımıyorlar. Aslında bilinmeyen olmak hoşuma gidiyor ama sürekli değil. Mesela beni tanıyan arkadaşlarım bana karşı çok daha dürüst olabiliyorlar çünkü benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Ama mesela geçen teklif ettiğim hatun bana karşı hiç dürüst davranmadığını düşünüyorum. Belki de korkmuştur. Yani benim en çok canımı sıkan acaba neden hayır. Öğrenebilirsem hani kötü bir huyum varsa veya yanlış bir hareketim olduysa düzeltebilirim. Hep aynı klişe "seni arkadaşım olarak görmek istiyorum." galiba yine kendimi geriyorum. Bu konudan hemen kaçalım. Sizin orada havalar nasıl? Ne diyeceğimide bilemiyorum. Yarının nedense daha güzel birgün olacağını düşünüyorum. Çünkü bundan sonra eğer o kadar yaşayabilirsem ertesi günler hep bir öncekinden daha iyi olacak. Aslına bakarsan çok fazlada yaşamak istemiyorum hani. Hatırlıyorumda biz lisedeyken Türkiye çöl oluyor diyorlardı da hadi oradan diyorduk. Neymiş efendim 10 yıl sonra, bu arada sene 1998, Konya ovası çöl olacak, su kaynakları ciddi derece de azalacak. Bunların olabileceğini hiç aklıma getirmemiştim çünkü birileri sürekli çalışıyordu zor durumu düzeltebilmek için. Ne yazık ki insanlar gerçeği söylüyorlarmış biz daha çocukmuşuz. Şimdi bakıyorum da dünyayı kurtarmak için çalışanlardan çok daha fazla onu yok etmeyenlere çalışanlar var. Bak senin yüzünden yine karamsar olmaya başladım. Sürekli seni suçluyorum ama kızma sen varsın diye ben bu kadar rahatım. Bugünlük de bu kadar yeter. Yarını sabırsızlıkla bekliyorum.