Sayın bay öğretmen kolalı yaka takar ve hint yağı kokar.
Sayın bay öğretmen uslu çocukların ensesini okşar.
Sayın bay öğretmen, başına silindir şapka geçirilmiş takır tukur bir iskelettir.
Sayın bay öğretmen dersini bilemeyen çocukları saldırmasıyla boğazlar.
Sayın bay öğretmen konuştuğu zaman sessizlik ister.
Sayın bay öğretmen, Yahudiler peygamberimiz İsa'yı çarmıha gcrdi, Tanrı onları bağışlasın, dcr.
Sayın bay öğretmen, sırtı bize dönükken birbirimize dokunmamızı yasaklar.
Sayın bay öğretmen Araplar'ın pis olduklarını,
Sağlık bilgileri olmadığını,
Hepsinin aynı tabaktan yemek yediğini,
Bağımsızlık'tan beri her şeyin kötü gittiğini,
Kimseye saygılarının kalmadığını,
Her şeyi kendilerine hak gördüklerini,
Onların vahşi olduklarını söyler.
Sayın bay öğretmen yemeğini çatal bıçakla yer ve güzel kokar.
Sayın bay öğretmen taze et sever.
Sayın bay öğretmen her şeyi bilir.
Sayın bay öğretmen Fransızca'yı mükemmel konuşur.
Baston yutmuş gibi dimdik durur,
Kendisiyle konuşulurken esnemez,
Kaba sözler söylemez.
Sayın bay öğretmen ellerini günde üç kez yıkar.
Sayın bay öğretmen çocukları kazanında kaynatır.
Sayın bay öğretmen bir canavardır.
Dün Hanukka'yı kutladık. Acı otlarla, içine yedi çeşit sebze katılmış kuskus yedik. Annem kutsal yemeği ışığa doğru kaldırdı ve başlarımızın üzerinde dolaştırdı. Ayin yumurtasını sessizce yedim. Babam, kollarına tefilim geçirmiş, Tora'dan ayetler okuyordu. Ben dinliyordum. Annem sessiz sessiz ağlıyordu. Gözlerim kapanmaya başladığında akşam oldu. Gecenin karanlığı, perdelere ve yüzlerimizin çıplaklığına vurdu. Gece, şamdanların çevresinde aksetti. Babamın bir üfleyişte söndürdüğü canlı alevde kutsandım. Ellerimi ana babamınkilerin arasına kattım, acımı aydınlıkla karıştırdım. Duvar saati aniden sustu. O zaman, babam takkesini çıkardı, dcrlenip toparlanmak için ayağa kalktı. Annem huzur bulmuş, neredeyse üzgün, ona bakıyordu. Solgun bir gülümseme, dudaklarını aralıyordu. Sessizliği bozmadan, bedenlerimizin dinginliğini bozmadan ağırbaşlılıkla kucaklaştık. Sürgünün ve göçebeliğin başlangıcı olacak uzun bir yolculuğa çıkacakmışız gibi kucaklaştık. Bu geceyi unutmamak için kucaklaştık... Üç gün sonra, annemle babam beni erkenden uyandırdılar ve giyinmeme yardım ettiler. Sabahın erken saatinde beni canavara teslim ettiler.
Sayın bay öğretmen uslu çocukların ensesini okşar.
Sayın bay öğretmen, başına silindir şapka geçirilmiş takır tukur bir iskelettir.
Sayın bay öğretmen dersini bilemeyen çocukları saldırmasıyla boğazlar.
Sayın bay öğretmen konuştuğu zaman sessizlik ister.
Sayın bay öğretmen, Yahudiler peygamberimiz İsa'yı çarmıha gcrdi, Tanrı onları bağışlasın, dcr.
Sayın bay öğretmen, sırtı bize dönükken birbirimize dokunmamızı yasaklar.
Sayın bay öğretmen Araplar'ın pis olduklarını,
Sağlık bilgileri olmadığını,
Hepsinin aynı tabaktan yemek yediğini,
Bağımsızlık'tan beri her şeyin kötü gittiğini,
Kimseye saygılarının kalmadığını,
Her şeyi kendilerine hak gördüklerini,
Onların vahşi olduklarını söyler.
Sayın bay öğretmen yemeğini çatal bıçakla yer ve güzel kokar.
Sayın bay öğretmen taze et sever.
Sayın bay öğretmen her şeyi bilir.
Sayın bay öğretmen Fransızca'yı mükemmel konuşur.
Baston yutmuş gibi dimdik durur,
Kendisiyle konuşulurken esnemez,
Kaba sözler söylemez.
Sayın bay öğretmen ellerini günde üç kez yıkar.
Sayın bay öğretmen çocukları kazanında kaynatır.
Sayın bay öğretmen bir canavardır.
Dün Hanukka'yı kutladık. Acı otlarla, içine yedi çeşit sebze katılmış kuskus yedik. Annem kutsal yemeği ışığa doğru kaldırdı ve başlarımızın üzerinde dolaştırdı. Ayin yumurtasını sessizce yedim. Babam, kollarına tefilim geçirmiş, Tora'dan ayetler okuyordu. Ben dinliyordum. Annem sessiz sessiz ağlıyordu. Gözlerim kapanmaya başladığında akşam oldu. Gecenin karanlığı, perdelere ve yüzlerimizin çıplaklığına vurdu. Gece, şamdanların çevresinde aksetti. Babamın bir üfleyişte söndürdüğü canlı alevde kutsandım. Ellerimi ana babamınkilerin arasına kattım, acımı aydınlıkla karıştırdım. Duvar saati aniden sustu. O zaman, babam takkesini çıkardı, dcrlenip toparlanmak için ayağa kalktı. Annem huzur bulmuş, neredeyse üzgün, ona bakıyordu. Solgun bir gülümseme, dudaklarını aralıyordu. Sessizliği bozmadan, bedenlerimizin dinginliğini bozmadan ağırbaşlılıkla kucaklaştık. Sürgünün ve göçebeliğin başlangıcı olacak uzun bir yolculuğa çıkacakmışız gibi kucaklaştık. Bu geceyi unutmamak için kucaklaştık... Üç gün sonra, annemle babam beni erkenden uyandırdılar ve giyinmeme yardım ettiler. Sabahın erken saatinde beni canavara teslim ettiler.
Okulum toprak siperlerle çevrili. Üç karga teneffüshaneden hiç ayrılmıyor. Gölgelere katıldım, beni cesetlerin arasına attılar. Bedenimi atların kanıyla yıkadılar. Beni başka insanların uykusuna gömdüler, beni kendimin olmayan düşlere gömdüler.
Ben, başka bedenlere yabancı bir bedenim. Sınıfa girdiğimde pencereler kapatıldı. Ağaran günün yoğunluğu avuçlarımda seyreliyordu. Yüz baş aynı anda bana doğru döndü, alkışlar şakırdadı, başıma yarasalar kondu. Sonra canavar geldi ve zafer çığlıkları atıldı...
Yoksul Yahudiler'i, kışın ısıtılmayan ve büyüklerin istavroz çıkararak söz ettikleri soğuk ve büyük, yıkık dökük binalarda öldürme adeti vardı eskiden. Onlara, ayin duaları ve Eski Ahid'den uzun bölümler ezberletirlerdi. Uzun sakalları yüzlerini örten öğretmenlerin kadınlara dokunmaya hakları yoktu ve yaramaz çocukların avuç içlerine cetvelle vururlardı. Benim, zengin kumaşlar, limon kokulu hizmetçi kızlar, resimli kitaplar ve yardımcı kadınların kahkahaları arasında doğma ayrıcalığım oldu. Benim krallığım, canlıların mutlusu babamla, sessiz bir bebeği emziren annemden oluşuyordu. Canım sıkılacak yaşa geldiğimde, adı süslü püslü yazılmış zengin okuluna götürdüler beni: "Kültür Misyonu". Belirsizliği, korkuyu ve tiksintiyi orada öğrendim. İçtenlikle davrandım, benimle alay ettiler, sinsileştim. Saftım, saflığıma güldüler, kötü yürekli oldum...
Şimdi, siperler açılıyor. En iyi öğrencilerin resimleri ve ödev kağıtlarıyla süslü büyük salonlar öğle sıcağında silinip gidiyor. Sinekler, perdelerin üzerine arabesk kıvrımlar dokuyor. Üzgün çocukların törenlerine başkanlık ediyorum.
Ben, başka bedenlere yabancı bir bedenim. Sınıfa girdiğimde pencereler kapatıldı. Ağaran günün yoğunluğu avuçlarımda seyreliyordu. Yüz baş aynı anda bana doğru döndü, alkışlar şakırdadı, başıma yarasalar kondu. Sonra canavar geldi ve zafer çığlıkları atıldı...
Yoksul Yahudiler'i, kışın ısıtılmayan ve büyüklerin istavroz çıkararak söz ettikleri soğuk ve büyük, yıkık dökük binalarda öldürme adeti vardı eskiden. Onlara, ayin duaları ve Eski Ahid'den uzun bölümler ezberletirlerdi. Uzun sakalları yüzlerini örten öğretmenlerin kadınlara dokunmaya hakları yoktu ve yaramaz çocukların avuç içlerine cetvelle vururlardı. Benim, zengin kumaşlar, limon kokulu hizmetçi kızlar, resimli kitaplar ve yardımcı kadınların kahkahaları arasında doğma ayrıcalığım oldu. Benim krallığım, canlıların mutlusu babamla, sessiz bir bebeği emziren annemden oluşuyordu. Canım sıkılacak yaşa geldiğimde, adı süslü püslü yazılmış zengin okuluna götürdüler beni: "Kültür Misyonu". Belirsizliği, korkuyu ve tiksintiyi orada öğrendim. İçtenlikle davrandım, benimle alay ettiler, sinsileştim. Saftım, saflığıma güldüler, kötü yürekli oldum...
Şimdi, siperler açılıyor. En iyi öğrencilerin resimleri ve ödev kağıtlarıyla süslü büyük salonlar öğle sıcağında silinip gidiyor. Sinekler, perdelerin üzerine arabesk kıvrımlar dokuyor. Üzgün çocukların törenlerine başkanlık ediyorum.
Soba, her iki yanımı sarıyor ve gürüklüyor. Tavan lambası dönüyor ve parıltısıyla bizi sersemletiyor. Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım; açım. Kokulara, başıboş gecelere, annemin bedenine, ellerinin sessizliğine açım. Şimdi yaprakların ve çiçeklerin dansı başlıyor, şimdi sonsuza dek dışlandığım aldatıcı saltanatlar başlıyor.
Bir ses, hep aynı ses, suskunluğumu yırtıyor. Çağrılan benim, adım vurgulanarak söylendi. Kafam kazan gibi. Maruz kaldığım soruların çılgınca ritmini dinliyorum:
- Karenin yüzeyi?
- Bir çokgen çizin.
- Çocuk Doğduğu Zaman'ı kim yazdı?
- Kurtla Kuzu'yu?
- Bay Seguin'in Keçisi'ni?
- Kübün hacmi?
- Fransız Devrimi ne zaman oldu?
- Charlemagne hangi tarihte kutsandı?
-20 cm.lik bir kumaş yıkanınca çekiyor. 15 cm.lik bir kumaş yıkanınca ne kadar çeker?
- Bana, şu şiirin başını ezbere okuyun.
- 3'1erin çarpım tablosu?
- 5'lerin?
- 8'lerin?
- Dersi yirmi kez yazın.
Kakao ve kahve kokuları yükseliyor mutfaktan. Renkler yükseliyor, sabah yükseliyor. Kum taciri ne zaman gelecek? Gözlerim yaşama ne zaman kapanacak? Benim imparatorluğum sizinki değil, benim sözcüklerim sizinkiler değil, arzularım sizin arzularınıza saygı göstermez. Elleri kavuşturulup saten kumaşlar içinde boğulan çocukların ağlamaları yükseliyor, kahkahalar ve arındıran, muzaffer geceler yükseliyor. Kulaklarımı tıkamak istiyorum; gözlerimi oymak, artık anlamı olmayan çıplaklığımı parçalamak, dokunmaktan alıkonulan ellerimi, kucaklamaktan alıkonulan kollarımı kırmak istiyorum. Canavarın sorularının kesintisiz ateşi ne zaman sona erecek?
- Suyun formülü?
- Oksijenin?
- Demirin?
- Le Cid'i kim yazdı?
- Cimri'yi?
- Üç Fransız besteci sayın bana.
- 223'ü 48'le çarpın.
- Bana aşağıdaki toplamanın sonucunu bulun.
- "Hırsız" sözcüğünün eşanlamlısını söyleyin bana.
- "Yanıtlamak" sözcüğünün.
- "Oynamak" sözcüğünün.
- Bana bir paralelkenar çizin.
- Bir karenin kaç köşesi vardır?
- Bir dikdörtgenin?
- Ezber parçanızı biliyor musunuz?
- Çarpım tablonuzu?
- Kimya formüllerinizi?
- Tarihsel günleri?
- "Tepe" ne demek biliyor musunuz?
- "Küçük koyak"?
- "Polder"?
- Eriha nerededir?
- Aziz Jean d'Aerc?
- Saha Melikesi Belkıs kimdi?
- Charles Martel?
- Deli Jeanne?
- Jül Sezar?
Hiçbir şey bilmiyorum. Donuk yüzlü bu putlar gibi saygısızlık edildi bana. Canavar beni yiyip yuttu ve bir kış akşamı, yağmur altında gömdü. Hiçbir şey bilmiyorum. Belleğim, sonsuzluğa ait kum gibi benden kaçıyor. Belleğim kumdan.
Kahkahaları, başıboş ve suçortağı geceleri yitirdik mi yoksa? Ağaçların ışığını yitirdik mi? Bir zamanlar, ölmek istemeyen bir çocuk varmış. Dcliliğim burada başlayıp bitiyor. Ama, bu onun uydurduğu bir son değilse, benim öykümün sonu yok. Ama benim öyküm artık benim değil; sadece bir ozan çağırabilir onun türküsünü.
Ne önemi var! Kaçmalı, kıyılara karışan görüntüleri yeniden bulmalı; eski, yitik, unutulmuş ayinleri (tıpkı tapılan ve tapınılan bir gecede olduğu gihi) el yordamıyla, gözü kapalı bulmalı. Sessizlik kabuğundan sıyrılmalı insan ve labirentlerinin kılavuzluğuna terk etmeli kendini.
Gözetleme kulesinin çanları karanlığı sarsıyor. Bu karanlığa dalmak ve bilinmez ormanlardan geçmek istiyorum. Hem avcıyım ben, hem de av köpeği; hem ateşim, hem de yanan ev. İsyanımı siperlerde boğdular. Çığlığımı tırnaklarımla kazıdım, sesimin sessizliğini çoğalttım. Ama sessizlik de benim, karanlık da; siperler, köstebekler, ormanlarım ben.
Ne önemi var! Kaçmalı, bu kurak topraklardan, bu çöllerden, bu rüzgar imparatorluklarından kaçmalı. Kandiller yakıldı. Sayın bay canavar hazımsızlıktan öldü ve dün akşam teneffüshaneye gömüldü; karalar giymiş kadınların hıçkırıklarına, çocukların esrime çığlıklarına ve kimsenin inanmadığı, kimsenin inanmak istemediği dualar geveleyen papazın tekdüze ezgisiyle ikide bir bozulan cenaze sessizliğine kattılar onu. Soğuk ve kirli gün, çatıları ağartıyordu. Gülüşmclcrimizi güçlükle bastırıyorduk, ama sevincimiz, tanrıların esrikliği gibi saçma, derin ve acımasızdı. Karalar giymiş kadınlar ölülerin topraklarına karışmış kanlı tırnaklarıyla bizi çimdikliyorlardı; dişleriyle, müstehcen öfkeleriyle, kor gibi yanan kinleriyle bizi lime lime doğruyorlardı.
Üç kez, gidenin geri dönmediği krallığa bizi sürüklemek ve gece köpekleriyle evlendirrnek istediler. Üç kez, pençeleriyle bizi götürmek için, esnek ve ışık saçan gövdelere dönüştülcr. Üç kez okşama kesildiler, güleryüz kesildiler, baştan çıkarma kesildiler. Ama tuzaklarını ortaya çıkartıyor, onlar yaklaştıkça kaçıyorduk. Işıltılı tan sökümü başında tuhaf bir şapkayla geldiğinde, karalar giymiş kadınlar, canlıların bilmediği düşsel bir hayvan biçimini alan korkunç bir çığlık attılar. Teneffüshanede her gece çınlayan bu çığlık, bizim yalnız ve muzaffer çığlığımıza karıştı.
Cadıların, ağır ağır ve sabırla başkalaşarak yelpaze gibi açılan, karanlık, parıltılı kanatlı kargalara dönüşmesine hayranlık içinde, dehşetten ve sevinçten donakalarak tanık olduk. Canavarın gömülmc törenini yöneten yazgısal hayaletlerden bize kalan son görüntü bu oldu.
Kaçalım ama artık, bu kısır topraklardan, bu çöllerden, bu büyük yalnızlıklardan, bu rüzgar imparatorluklarından kaçalım. Öğretmenimi çarmıha gerdim, Tanrı beni bağışlasın. Herşeyi bilen, çatal kaşıkla yemek yiyen, kolalı yaka takan ve hintyağı kokan canavarı çarmıha gerdim. Kızgın taşların üzerinde dans ettirdikten sonra gözlerini yedim. Kara ve kıllı gövdesine önce demirden bir yelek geçirdim ve ak babalara terk ettim onu. Şölen kanlı geçti. Yakıcı taşların üzerinde, katedralin kırmızı iç avlusunda dans etti. Dans etti ve çocuklara küfretmek istedi, ama dilini kesmişlerdi. Dans etti ve kendisine itaatsizlik edenleri boğazlamak istedi, ama ellerini kesmişlerdi. Dans etti ve ağır pabuçlarıyla asilerin gövdesini çiğnemek istedi, ama ayaklarını kesmişlerdi.
Ne önemi var? Nefret etmekten bıktım. Kandiller yakıldı. Rialto Köprüsü'nün altından gondollar kayıyor; bana yabancı bir gece benim üzerimdcn kayıyor, maskeler kayıyor. Yelken kanatlı melekler bizi görüntülerin arasından geçiriyor ve durmaksızın yol alışları yalnızlığımla birleşiyor. Susadım: Perdeleri açın, pencereleri açın. Öğretmenimizi, sayın bay canavarı çarmıha gerdim, benim için dua edin. Pisim ben, ellerimle yemek yiyorum ve benim törelerim sizinkilere uymuyor. Her akşam, tımaklarını kırmızıya boyayan ve saatlerine kaçamak bakışlar atarak kımıltısız duran orospuların içine giriyorum. Çerçöp yiyorum ve yılanlarla çiftleşiyorum. Ben bir vahşiyim sayın bay canavar ve sizin kültürünüzü, nüktelerinizi, ahlakınızı ve acılaşmış mantığınızı istemiyorum. Dans etmek istiyorum, kanımın akışıyla, gözkapaklarımın, gözlerimin, kalçalarımın, ellerimin, ağzımın, cinsel organımın ve çığlıklarımın ritmiyle dans etmek. Denizin üstünde dans etmek istiyorum, kendi şarkımla, kendi kösnüllüğümlc salınarak, bitkinleşmiş. Artık sizin aklınızı, Ceset-Tanrı'nızı, şehitlerinizin kanını, merhametli bakirenizin gözyaşlarını, zavallı-günahkarlar-içindua-edin'inizi, ölüm törenlerinizi ve namusunuzu istemiyorum. Yıldırımla bir kucaklaşma sonucunda, erkek kardeşim güneşi ve kız kardeşim ayı doğuran, dingin göğüstü toprak anamla dans etmek istiyorum. Yunus olmak istiyorum, herşeyin aşırısı, kuş, çıngırak dilli sürüngen, şiir ve yeniden diriliş olmak istiyorum. Yukarıdaki Görkemli Yer'inden canlılar soyunu yargılayan her şeye kadir, tek Tanrı'nızı istemiyorum artık. Biraz sonra, yasak törenler, ölü çocukların törenleri, sözcüklerin ve firavuninciri gölgesinde harelenmiş kaygan, nemli kadın gövdelerinin hiç durmayan sefahat alemi, tam-tamların ve kahkahaların sefahat alemi başlayacak.
Bu gece Deccal gelecek, Melek Metatron[1] gelecek, kilden doğmuş Golem[2] gelecek. Ben Dcccal olacağım. Melek Metatron. Golem olacağım ve yeni krallıkları, kutsal genelevleri, bahçe, labirent, cami, kule ve katedral olacak düşsel mekanları kutsayacağım.
Benim şatom kumdan, döllendiğinde meşale gibi ışıldayan düşlerin sessiz toprağından olacak. Şatom belleğim olacak ve orada kendimi yitireceğim; göçebeliğimin ve esrimelerimin keyfine göre şatomu yeniden yaratacağım ve ona sevinçlerimin, korkularımın ve alçalmalarımın biçimini vereceğim. Gece doğuyor, gemimizin güvertesinde beliriyor. Gece yelkenlerini yırttı, bağırmadan, kucaklaşmalarımızın sessizliği içinde. Okyanustan, soğuk, suyosunlarıyla, köpekbalığı dişleri ve denizanalarıyla süslü bronz bir yontu çekip çıkarıldı. Okyanustan aşkımın, ölü aşkımın, sevgilimin cesedi çıkarıldı: gizli, olağandışı ve belirsiz oyunları bana öğretmiş olan tan sökümünün cesedi.
Gece, gemimizin güvertesinde beliriyor. Demir aldık. Yelken kanatlı melekler, konuşan balıklar adasına doğru bize kılavuzluk ediyor. Ürkmüş, sersemlemiş canavarın kafası sopalarımızdan birinin üstüne dikili. Ağır ağır kanıyan ve siyah, karınca gözleri hala kızgınlıkla haykırıyor. Anlamsız sözcüklerden, küflenmiş akıldan, aksiyomlardan ve postulatlardan kurtarın beni. Bırakın, tuzun, denizkızlarının saçlarının, rüzgarın saçlarının kokusunu soluyayım. Dalgalar birbirlerini yalayan ve parçalayıp yutan dişi köpcklcrdir, deniz gülrnekten kırılıyor.
Gece doğuyor. Canavarın kafası gibi kanamak istiyorum, bir ısırgan gibi kanamak istiyorum. Sessizlik kardeşlerimle, canlıların gövdesiylc konuşuyorum. Gemimin pruvasını okşayan suyla konuşuyorum; kırmızı, kör güneşle konuşuyorum; kıllı, obur ve kara kalçalarını ayıran ayla konuşuyorum; çekip gidiyorum, bilinen toprakları, aşkımın kıyılarını, kavakların gölgesini, uyumlu kentlerin gölgesini terk ediyorum.
Şimdi, susuyorum, tanrıların kahramanca yürüyüşüyle barıştım, taşlarla barıştım; saltanatım olan, her şeyin başlangıcı ve sonu olan tozla barıştım.
Şimdi, kulaklarımı yumuşak balmumuyla tıkadıktan ve kollarıma tebeşirden kanatlar yapıştırdıktan sonra, gemi direğine bağladılar beni. Geminin bordasına çıkan ve hareketsizlik içinde kımıldayan denizkızlarının şiddetli, acıklı şarkısını işitiyorum.
Denizkızları etrafımda dönüyor ama varolmadıklarını, bir bahane olduklarını ve sözümün, gerçeği peçeleme, zamanı askıya alma, taşkınlık ve tamamlanma olan bu denizkızlarına rağmen doğduğunu biliyorum. Şarkımın, göçebeliğimin sınırının da, denizkızlarının da ben olduğunu, bizzat kendi ölümüm olduğumu biliyorum. Ve şunu anlıyorum, ve bilgenin öylesine hüzünlü olan ve beni allak bullak eden sözünü anlıyorum: Dünyaya ve diğer insanlara yabancıyım. Yeryüzündeki varlığım bir giz, adsız bir cinayet. İlk günahım görmek oldu, ikincisi içmek, üçüncüsü yemek. Bilgenin beni allak bullak eden sözünü anlıyorum. Kısacık bir zaman parçasına ve sonsuzluğa tutsak denizkızları gibi, canlıların ölüm şarkısını söylüyorum ve büyüleyici sesim onları öldürüyor. Uğursuz denizkızları gibi şarkı söylüyorum, ama insanları esriten şarkım benim başımı döndürüyor ve sesim yükseldikçe gücüm azalıyor, beni korkutan gece başlıyor ve bu kaçınılmaz cinayetle hem yaratıcının, hem de kurbanın ben olduğunu bilerek ölüyorum.
Bir ses, hep aynı ses, suskunluğumu yırtıyor. Çağrılan benim, adım vurgulanarak söylendi. Kafam kazan gibi. Maruz kaldığım soruların çılgınca ritmini dinliyorum:
- Karenin yüzeyi?
- Bir çokgen çizin.
- Çocuk Doğduğu Zaman'ı kim yazdı?
- Kurtla Kuzu'yu?
- Bay Seguin'in Keçisi'ni?
- Kübün hacmi?
- Fransız Devrimi ne zaman oldu?
- Charlemagne hangi tarihte kutsandı?
-20 cm.lik bir kumaş yıkanınca çekiyor. 15 cm.lik bir kumaş yıkanınca ne kadar çeker?
- Bana, şu şiirin başını ezbere okuyun.
- 3'1erin çarpım tablosu?
- 5'lerin?
- 8'lerin?
- Dersi yirmi kez yazın.
Kakao ve kahve kokuları yükseliyor mutfaktan. Renkler yükseliyor, sabah yükseliyor. Kum taciri ne zaman gelecek? Gözlerim yaşama ne zaman kapanacak? Benim imparatorluğum sizinki değil, benim sözcüklerim sizinkiler değil, arzularım sizin arzularınıza saygı göstermez. Elleri kavuşturulup saten kumaşlar içinde boğulan çocukların ağlamaları yükseliyor, kahkahalar ve arındıran, muzaffer geceler yükseliyor. Kulaklarımı tıkamak istiyorum; gözlerimi oymak, artık anlamı olmayan çıplaklığımı parçalamak, dokunmaktan alıkonulan ellerimi, kucaklamaktan alıkonulan kollarımı kırmak istiyorum. Canavarın sorularının kesintisiz ateşi ne zaman sona erecek?
- Suyun formülü?
- Oksijenin?
- Demirin?
- Le Cid'i kim yazdı?
- Cimri'yi?
- Üç Fransız besteci sayın bana.
- 223'ü 48'le çarpın.
- Bana aşağıdaki toplamanın sonucunu bulun.
- "Hırsız" sözcüğünün eşanlamlısını söyleyin bana.
- "Yanıtlamak" sözcüğünün.
- "Oynamak" sözcüğünün.
- Bana bir paralelkenar çizin.
- Bir karenin kaç köşesi vardır?
- Bir dikdörtgenin?
- Ezber parçanızı biliyor musunuz?
- Çarpım tablonuzu?
- Kimya formüllerinizi?
- Tarihsel günleri?
- "Tepe" ne demek biliyor musunuz?
- "Küçük koyak"?
- "Polder"?
- Eriha nerededir?
- Aziz Jean d'Aerc?
- Saha Melikesi Belkıs kimdi?
- Charles Martel?
- Deli Jeanne?
- Jül Sezar?
Hiçbir şey bilmiyorum. Donuk yüzlü bu putlar gibi saygısızlık edildi bana. Canavar beni yiyip yuttu ve bir kış akşamı, yağmur altında gömdü. Hiçbir şey bilmiyorum. Belleğim, sonsuzluğa ait kum gibi benden kaçıyor. Belleğim kumdan.
Kahkahaları, başıboş ve suçortağı geceleri yitirdik mi yoksa? Ağaçların ışığını yitirdik mi? Bir zamanlar, ölmek istemeyen bir çocuk varmış. Dcliliğim burada başlayıp bitiyor. Ama, bu onun uydurduğu bir son değilse, benim öykümün sonu yok. Ama benim öyküm artık benim değil; sadece bir ozan çağırabilir onun türküsünü.
Ne önemi var! Kaçmalı, kıyılara karışan görüntüleri yeniden bulmalı; eski, yitik, unutulmuş ayinleri (tıpkı tapılan ve tapınılan bir gecede olduğu gihi) el yordamıyla, gözü kapalı bulmalı. Sessizlik kabuğundan sıyrılmalı insan ve labirentlerinin kılavuzluğuna terk etmeli kendini.
Gözetleme kulesinin çanları karanlığı sarsıyor. Bu karanlığa dalmak ve bilinmez ormanlardan geçmek istiyorum. Hem avcıyım ben, hem de av köpeği; hem ateşim, hem de yanan ev. İsyanımı siperlerde boğdular. Çığlığımı tırnaklarımla kazıdım, sesimin sessizliğini çoğalttım. Ama sessizlik de benim, karanlık da; siperler, köstebekler, ormanlarım ben.
Ne önemi var! Kaçmalı, bu kurak topraklardan, bu çöllerden, bu rüzgar imparatorluklarından kaçmalı. Kandiller yakıldı. Sayın bay canavar hazımsızlıktan öldü ve dün akşam teneffüshaneye gömüldü; karalar giymiş kadınların hıçkırıklarına, çocukların esrime çığlıklarına ve kimsenin inanmadığı, kimsenin inanmak istemediği dualar geveleyen papazın tekdüze ezgisiyle ikide bir bozulan cenaze sessizliğine kattılar onu. Soğuk ve kirli gün, çatıları ağartıyordu. Gülüşmclcrimizi güçlükle bastırıyorduk, ama sevincimiz, tanrıların esrikliği gibi saçma, derin ve acımasızdı. Karalar giymiş kadınlar ölülerin topraklarına karışmış kanlı tırnaklarıyla bizi çimdikliyorlardı; dişleriyle, müstehcen öfkeleriyle, kor gibi yanan kinleriyle bizi lime lime doğruyorlardı.
Üç kez, gidenin geri dönmediği krallığa bizi sürüklemek ve gece köpekleriyle evlendirrnek istediler. Üç kez, pençeleriyle bizi götürmek için, esnek ve ışık saçan gövdelere dönüştülcr. Üç kez okşama kesildiler, güleryüz kesildiler, baştan çıkarma kesildiler. Ama tuzaklarını ortaya çıkartıyor, onlar yaklaştıkça kaçıyorduk. Işıltılı tan sökümü başında tuhaf bir şapkayla geldiğinde, karalar giymiş kadınlar, canlıların bilmediği düşsel bir hayvan biçimini alan korkunç bir çığlık attılar. Teneffüshanede her gece çınlayan bu çığlık, bizim yalnız ve muzaffer çığlığımıza karıştı.
Cadıların, ağır ağır ve sabırla başkalaşarak yelpaze gibi açılan, karanlık, parıltılı kanatlı kargalara dönüşmesine hayranlık içinde, dehşetten ve sevinçten donakalarak tanık olduk. Canavarın gömülmc törenini yöneten yazgısal hayaletlerden bize kalan son görüntü bu oldu.
Kaçalım ama artık, bu kısır topraklardan, bu çöllerden, bu büyük yalnızlıklardan, bu rüzgar imparatorluklarından kaçalım. Öğretmenimi çarmıha gerdim, Tanrı beni bağışlasın. Herşeyi bilen, çatal kaşıkla yemek yiyen, kolalı yaka takan ve hintyağı kokan canavarı çarmıha gerdim. Kızgın taşların üzerinde dans ettirdikten sonra gözlerini yedim. Kara ve kıllı gövdesine önce demirden bir yelek geçirdim ve ak babalara terk ettim onu. Şölen kanlı geçti. Yakıcı taşların üzerinde, katedralin kırmızı iç avlusunda dans etti. Dans etti ve çocuklara küfretmek istedi, ama dilini kesmişlerdi. Dans etti ve kendisine itaatsizlik edenleri boğazlamak istedi, ama ellerini kesmişlerdi. Dans etti ve ağır pabuçlarıyla asilerin gövdesini çiğnemek istedi, ama ayaklarını kesmişlerdi.
Ne önemi var? Nefret etmekten bıktım. Kandiller yakıldı. Rialto Köprüsü'nün altından gondollar kayıyor; bana yabancı bir gece benim üzerimdcn kayıyor, maskeler kayıyor. Yelken kanatlı melekler bizi görüntülerin arasından geçiriyor ve durmaksızın yol alışları yalnızlığımla birleşiyor. Susadım: Perdeleri açın, pencereleri açın. Öğretmenimizi, sayın bay canavarı çarmıha gerdim, benim için dua edin. Pisim ben, ellerimle yemek yiyorum ve benim törelerim sizinkilere uymuyor. Her akşam, tımaklarını kırmızıya boyayan ve saatlerine kaçamak bakışlar atarak kımıltısız duran orospuların içine giriyorum. Çerçöp yiyorum ve yılanlarla çiftleşiyorum. Ben bir vahşiyim sayın bay canavar ve sizin kültürünüzü, nüktelerinizi, ahlakınızı ve acılaşmış mantığınızı istemiyorum. Dans etmek istiyorum, kanımın akışıyla, gözkapaklarımın, gözlerimin, kalçalarımın, ellerimin, ağzımın, cinsel organımın ve çığlıklarımın ritmiyle dans etmek. Denizin üstünde dans etmek istiyorum, kendi şarkımla, kendi kösnüllüğümlc salınarak, bitkinleşmiş. Artık sizin aklınızı, Ceset-Tanrı'nızı, şehitlerinizin kanını, merhametli bakirenizin gözyaşlarını, zavallı-günahkarlar-içindua-edin'inizi, ölüm törenlerinizi ve namusunuzu istemiyorum. Yıldırımla bir kucaklaşma sonucunda, erkek kardeşim güneşi ve kız kardeşim ayı doğuran, dingin göğüstü toprak anamla dans etmek istiyorum. Yunus olmak istiyorum, herşeyin aşırısı, kuş, çıngırak dilli sürüngen, şiir ve yeniden diriliş olmak istiyorum. Yukarıdaki Görkemli Yer'inden canlılar soyunu yargılayan her şeye kadir, tek Tanrı'nızı istemiyorum artık. Biraz sonra, yasak törenler, ölü çocukların törenleri, sözcüklerin ve firavuninciri gölgesinde harelenmiş kaygan, nemli kadın gövdelerinin hiç durmayan sefahat alemi, tam-tamların ve kahkahaların sefahat alemi başlayacak.
Bu gece Deccal gelecek, Melek Metatron[1] gelecek, kilden doğmuş Golem[2] gelecek. Ben Dcccal olacağım. Melek Metatron. Golem olacağım ve yeni krallıkları, kutsal genelevleri, bahçe, labirent, cami, kule ve katedral olacak düşsel mekanları kutsayacağım.
Benim şatom kumdan, döllendiğinde meşale gibi ışıldayan düşlerin sessiz toprağından olacak. Şatom belleğim olacak ve orada kendimi yitireceğim; göçebeliğimin ve esrimelerimin keyfine göre şatomu yeniden yaratacağım ve ona sevinçlerimin, korkularımın ve alçalmalarımın biçimini vereceğim. Gece doğuyor, gemimizin güvertesinde beliriyor. Gece yelkenlerini yırttı, bağırmadan, kucaklaşmalarımızın sessizliği içinde. Okyanustan, soğuk, suyosunlarıyla, köpekbalığı dişleri ve denizanalarıyla süslü bronz bir yontu çekip çıkarıldı. Okyanustan aşkımın, ölü aşkımın, sevgilimin cesedi çıkarıldı: gizli, olağandışı ve belirsiz oyunları bana öğretmiş olan tan sökümünün cesedi.
Gece, gemimizin güvertesinde beliriyor. Demir aldık. Yelken kanatlı melekler, konuşan balıklar adasına doğru bize kılavuzluk ediyor. Ürkmüş, sersemlemiş canavarın kafası sopalarımızdan birinin üstüne dikili. Ağır ağır kanıyan ve siyah, karınca gözleri hala kızgınlıkla haykırıyor. Anlamsız sözcüklerden, küflenmiş akıldan, aksiyomlardan ve postulatlardan kurtarın beni. Bırakın, tuzun, denizkızlarının saçlarının, rüzgarın saçlarının kokusunu soluyayım. Dalgalar birbirlerini yalayan ve parçalayıp yutan dişi köpcklcrdir, deniz gülrnekten kırılıyor.
Gece doğuyor. Canavarın kafası gibi kanamak istiyorum, bir ısırgan gibi kanamak istiyorum. Sessizlik kardeşlerimle, canlıların gövdesiylc konuşuyorum. Gemimin pruvasını okşayan suyla konuşuyorum; kırmızı, kör güneşle konuşuyorum; kıllı, obur ve kara kalçalarını ayıran ayla konuşuyorum; çekip gidiyorum, bilinen toprakları, aşkımın kıyılarını, kavakların gölgesini, uyumlu kentlerin gölgesini terk ediyorum.
Şimdi, susuyorum, tanrıların kahramanca yürüyüşüyle barıştım, taşlarla barıştım; saltanatım olan, her şeyin başlangıcı ve sonu olan tozla barıştım.
Şimdi, kulaklarımı yumuşak balmumuyla tıkadıktan ve kollarıma tebeşirden kanatlar yapıştırdıktan sonra, gemi direğine bağladılar beni. Geminin bordasına çıkan ve hareketsizlik içinde kımıldayan denizkızlarının şiddetli, acıklı şarkısını işitiyorum.
Denizkızları etrafımda dönüyor ama varolmadıklarını, bir bahane olduklarını ve sözümün, gerçeği peçeleme, zamanı askıya alma, taşkınlık ve tamamlanma olan bu denizkızlarına rağmen doğduğunu biliyorum. Şarkımın, göçebeliğimin sınırının da, denizkızlarının da ben olduğunu, bizzat kendi ölümüm olduğumu biliyorum. Ve şunu anlıyorum, ve bilgenin öylesine hüzünlü olan ve beni allak bullak eden sözünü anlıyorum: Dünyaya ve diğer insanlara yabancıyım. Yeryüzündeki varlığım bir giz, adsız bir cinayet. İlk günahım görmek oldu, ikincisi içmek, üçüncüsü yemek. Bilgenin beni allak bullak eden sözünü anlıyorum. Kısacık bir zaman parçasına ve sonsuzluğa tutsak denizkızları gibi, canlıların ölüm şarkısını söylüyorum ve büyüleyici sesim onları öldürüyor. Uğursuz denizkızları gibi şarkı söylüyorum, ama insanları esriten şarkım benim başımı döndürüyor ve sesim yükseldikçe gücüm azalıyor, beni korkutan gece başlıyor ve bu kaçınılmaz cinayetle hem yaratıcının, hem de kurbanın ben olduğunu bilerek ölüyorum.
Gilles Zenou
Çeviren: Işık Ergüden
[1] Babil Talmudu'na göre iyi davranışları kaydeden melek; Talmud'da Metatron'un o dönemde öne süıüldüğü gibi ikinci bir tanrı değil, sadece bir melek olduğu tartışılmıştır. (ç.n.)
[2] Büyü yoluyla, kutsal adların (örn. Tanrının gizli adlarının) terennümüyle yaratılan varlık, özellikle insan. (ç.n.)
GILLES ZENOU, 1957'dc Meknes'de (Fas) doğdu. Mektup (Sillages, 1987) ve Çevrelerin Kitabı (Sillages, 1988) adlı yayımlanmış iki romanla, Proust, Kafka, Buher, vs'ye ilişkin birçok makalenin yazarıdır. Yazıda, varlığı ortaya koyan ve onu, görüntülerin dünyasından söküp çıkaran bir sav, içsel bir deney görür. Bu ilk üç kitap (üçüncüsü, Geceler, Harmattan'dan çıkacaktır), kurmacanın, şiirin ve felsefenin birleştiği başlangıç yolculukları olarak okunabilir. Bu kitaplar, ruhsal olanın ivediliğini ve bilinçlilikle sevinçten ayrılamayan bir bilgeliğin ardından sürekli koşmayı gözler önüne sererler.