5 Temmuz 2014 Cumartesi

Girit ve Mykenai

Zamanın uzun akışının insanlar hakkında 
söyleyeceği çok şey vardır.

Euripides, Medeia


Minos Uygarlığı

VI. bin yıldan itibaren Girit, kökenini pek bilemediğimiz bir halk tarafından işgal edilmiştir. MÖ 2000'lere doğru burada gönençli, parlak bir uygarlık gelişir, ince bir lükse sahip, görkemli ve berkitilmeleri gerekmemiş saray yıkıntıları buna tanıktır. Saraylardaki zengin süslemeler pek özgür anlatımlı olup yaşam sevinci ile doludur. MÖ 1700'lere doğru Knossos bir güç merkezi olur. Yazıları henüz çözülememiş olan, doğrusal A yazısıyla yazılmış, çok sayıda belge ele geçmiştir.

Girit monarşisine, efsane kral Minos'un adından ötürü Minoyen denmiştir. Mutluluk demek olan Minos adı, Firavun ya da Caesar gibi, belki de sadece hanedan ünvanıdır. Ama, işte MÖ V. yüzyıl Yunan tarihçisi Thukydides'in bu konuda söyledikleri:

"Bir donanmaya sahip ve bugün Yunan olan denizin büyül bölümü üzerinde egemenlik kurmuş bulunan Minos geleneğin tanıdığı en eski şahsiyettir. Kiklad Adaları'na egemenliğini kabul ettirmiş ve çoğunda ilk kolonileri kurmuştur."

Girit çok sayıda depremle çalkalanmış, MÖ 1400'lere doğru bir dış ya da iç savaşla yakılıp yıkılmış, nihayet iki yüzyıl sonra bir bölümü yeniden işgal edilmiştir.


Anakarada

MÖ 2000'lere doğru Akhalar Yunanistan'a gelince Mykenai, Argos, Tiryns, Pylos çevresine yerleşirler. Dilleri Yunanca olan bu yeni gelenler bir uygarlık yaratırlar; MÖ 1400 ile 1200 arasında doruk noktasına ulaşan bu uygarlık, zaman zaman Mykenai kralının etrafında güç birliği eden özerk kralların malikaneleri olan anıtsal kalelerle belirgindir. Akhalar Girit'i egemenlikleri altına alır ve yakındoğu ile Sicilya'ya kadar uzanan seferler düzenlerler. Yüzyıllar sonra Yunanlılar bu dönemi Kahramanlar Çağı diye anımsayacaklar.

İster yerin altında, ister göklerde olsunlar Girit dinine dişil tanrısallık egemendir. Çıplak ya da giyinik yılanlı veya kayıklı tanrıça ya da yırtıcı hayvan veya ağaç egemeni tanrıça olsun, görünüşe göre tanrıçalar iki tipe ayrılmaktadır: Bir verimlilik tanrıçası, bir de bakire savaşçı. Belki de bunlar bir tek tanrısallığın, Büyük Tanrıça'nın farklı görünümlerinden başka şey değil.

Akdeniz ve Asya kültlerinin birçoğunda ortak olan bu nitelik Girit toplumunda kadının oynadığı role uygun düşmektedir: Girit'te kadın özgür, şen şakrak, akrobasi gösterilerine varıncaya dek erkeklerle yarışan bir görüntü sergiler.

Tanrıçalar kültü yılan ve ay ile yakından ilgilidir. Biri deri değiştirir, diğeri büyür ve küçülür; her ikisi de ölümü ve yeniden dirilmeyi çağırıştırır. 

Eril tanrısallık ikincildir. Yunanlılarca sonradan kabul edilen tanrı Poseidon'un adı, Tanrıça Yer'in kocası anlamına gelir. Eril öğe en çok, kuvvetin ve yaratıcı gücün simgesi olan boğa ile betimlenir. Daha sonraki bir dönemde, öyle görünüyor ki, Minos bir tanrı olarak düşünülmüştür. 

Birçok mağarada yeraltı tanrısal varlıkları kutsanmıştır.

Anakarada ise kuzeyden gelen istilacılar ülkeye, erkeğin kadın üzerinde egemenliğine dayanan ve eril tanrıları kutsayan ataerkil bir toplum düzeni yerleştirirler. Bu tanrısallık daha çok güneş ile bağlantılıdır; güneş karanlıklar alemi ile savaşım içindedir.

Minos ve Mykenai dinleri arasında bir karışma olmuştur; ancak, birkaç yüzyıl sonra bu karışımdan Yunanlılara sadece bulanık bir anı kalacaktır.


Kaynak: Yunan ve Roma Mitolojisi, C. Estin ve H. Laporte.

4 Temmuz 2014 Cuma

Bilinen Dünyanın Sınırları

MÖ IV. yüzyıldaki bir Yunanlı için bilinmezlik evinin yakınından başlar. Hemen yanı başındaki dağ kitleleri onun için gizem doludur. Kara veya deniz yolculuklarında mesafelerin kaç günde alınacağını güvenilmez bir biçimde hesaplar. Sadece İonya'lı tek tük bilgin, o da henüz pek kabaca olan haritalara sahiptir. Tarihçiler ve coğrafyacılar Peloponnes kıyılarını bile henüz doğru dürüst ortaya koyamıyorlar.

Sıradan yolcular daha çok Yunan dünyasında tanınmış birkaç tapınak ya da şehri ziyaret ederler; bu yönden Delphoi ve Delos ağırlıklıdır. Denizciler ve tacirler öteden beri bilinen ticaret yollarını izler, ama kıyı boyunca dizilmiş acentelerden öteye gitmezler; Atlantik'e geçenler azdır. Askeri seferler nedeniyle Sicilya ve Pers ülkesi bilinmektedir.

Yunanlılar kuzeyde zangün göçebe İskitler ile karşılaşır ve onlardan kereste, kehribar ve altın satın alırlar. Güneyde ise Mısırlılar, Nübyalılar ve Libya göçebeleri ile karşılaşmışlardır. Tanrılar bazı bazı egzotik halkların yanında eğleşirler.

Daha uzaklardaki, dünyamızı kuşatan şu derin ve sonsuz Okyanus'un kıyılarındaki topraklar da şenliklidir: Günbatımı'na doğru Kikloplar, Lestrigonlar ve Lotophagoslar vardır. Güneyde Etiyopyalılar (Yunanca: yanıklar) bulunur, bunların içinde de Pigmeler yaşar. Gündoğumu yönünde Hintliler vardır. Kuzeyde Kimmerler, daha ötelerde Uzak Kuzey ülkesi ile komşu olan Arimasplar yaşar. Okyanus üstünde, Hesperisler bahçesinden uzak olmayan bir yerde, Mutlular adaları yüzer, hayatlarını örnek biçimde geçirmiş olan kimseler öldükten sonra o adalarda oturur.

Kuzeyden güneye her tarafta altın, bakır ve kalay bulunmaktadır; bunlar Yunanlıyı büyüleyen madenlerdir. Ancak coğrafyacılar daire biçiminde ve ırmakların yaratıcısı olan bir Okyanus düşüncesini kesinlikle reddederler; onlara göre o uzak topraklar boştur.


Kaynak: Yunan ve Roma Mitolojisi, C. Estin ve H. Laporte.

Notlar:
  • En kuzeyde, kuzey rüzgarı poyrazın, Boreas'ın bile ötesinde, zaman zaman Apollon'un da oturduğu efsane ülke Uzak Kuzey bulunuyor. Orada ebedi aydınlık, tatlılık ve mutluluk egemendir. Halk uzun uzun ömür sürer; müzikle, dansla, şölenlerle keyif içinde yaşar.
  • Cebelitarık ile Septe kayaları Herakles Sütunları'dır. Kahraman, kayaları oralara Geryon'un öküzlerini Euristheus'e getirdiği zaman (onuncu işi) koymuştur. Bu sınırdan sonra gece ile gündüz birbirine kavuşmaktadır. Her gece güneş orada, denizin bir şeyi söndürdüğü zaman çıkardığı sese benzer bir ıslıkla uyur.
  • Pigmeler Mısır'ın güneyinde yaşar. Hera'nın onlardan birini, Pigmelerin arasında kalan öz oğlunu defalarca kaçırmaya çalışan bir leylek haline getirdiği günden beri Pigmeler leylekleri düşman bellemişlerdir. Leylek sürüleri Pigmeleri hırpalamayı sürdürürler.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Bir Açık Hava Uygarlığı

Makedonya'nın soğuğundan Girit'in yakıcı kıyılarına dek bölüm bölüm uzanan engebeli arazi ve Adriya Denizi ile Ege'den esen rüzgarlar, yılın önemli bir bölümünün güneşli geçmesine karşın ılıman bir iklim meydana getirirler. Bu iklim mimarlığa da yansır: Yunanistan bir saraylar ülkesi değildir. Bir zorunluluk gerektirmedikçe (genel hamamlar yani Thermolar ve kütüphaneler öyle gerektirir) kamu yapılarının üstü örtülmemiştir. Akustik harikaların gerçekleştirildiği tiyatrolar ve tapınaklar kadar yargılama ve siyasi toplantı yerleri de açık havadadır.

Bunca etkinliğe dekor oluşturan Yunan görünümü işte böyledir.

Hafif giysilerden ötesine gereksinim duyulmaz, sade bir yemek rejimi ve basit bir konforla yetinilir. En zengin Atinalılar bile çok az mobilyaya sahiptir.

Buna karşılık, sosyal yaşam çok gelişmiştir. İnsanlar dükkanların içinde, agorada (halk alanı) sütunlu galerilerin gölgesinde tartışmalar yapar, meclise katılır, davalar da hazır bulunurlar. Boş, dolu her konudan, politikadan ve hatta felsefeden söz ederler. Gazete olmadığı için bütün haberler kulaktan kulağa yayılır. Filozof Sokrates hiç yazmamıştır. Tüccarlarla çana çalmak, Atina sokaklarında tartışmak yoluyla bu filozof insan düşüncesinin akışını değiştirmiştir.

Hitabet gerçek bir sanattır, hele Atina'da. Büyük hatipler tüm Yunanistan'da tanınır. Demokratik toplumda bir kimse, düşüncesini kabul ettirmek ya da davasını savunmak bakımından söz alıp konuşabilecek yetenekte olmalıdır. Gerçekte ise çoğu zaman profesyonel bir kişi, bir logographos, müşterisinin yapacağı konuşmayı hazırlardı.

Bu söylev tutkusu bütün Yunanlılar tarafından paylaşılmış değildir. Spartalılar, örneğin, kendilerini az sözcük kullanarak dile getirmeleriyle ünlüdür. Bulundukları bölgenin adından, Lakonia'dan, esinlenerek bu anlaşma biçimine Lakonizm denmesi bu yüzdendir.


Kaynak: Yunan ve Roma Mitolojisi, C. Estin ve H. Laporte.

Notlar:
  • Kamu yapılarının çoğu gibi tiyatrolarında üstü açıktır. Epidauros Tiyatrosu'nda 14000 kişilik yer bulunuyordu.
  • Palestra jimnastik yapmaya tahsis edilmiş kamusal yerdir. Her şehirde bunlardan epeyce vardır; pek genç yaşlarından itibaren erkekler buralara sık sık giderlerdi. Buralar hayvan dövüşlerininde yapıldığı yerlerdir.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Hayvanlar

Yırtıcı hayvanlardan aslan Yunanistan'da MÖ X. yüzyıla doğru yok olmuştur, fakat MÖ V. yüzyılda ayı, kurt ve yaban domuzu hala vardır.

Yunanistan'a at MÖ 2000 yılına doğru getirilmiş ve özellikle MÖ VII. yüzyıldan itibaren at ırkı ıslah edilmiştir. At özenle kuşatılmış ve binek olarak ya da yarışlar veya savaş için zenginlere özgülenmiştir. Bir efsane ilk at olan Skiphios'a Poseidon tarafından Teselya'da can verilmiş olduğunu söyler.

Yunan toprağı küçük baş hayvanları (koyun, keçi, domuz) beslese de Boiotia'nın verimli otlakları dışında sığır nadirdir. Köpek pek sevilen bir arkadaştır, kedi hemen hemen bilinmez.

Geçmiş zamanlarda, Mısır'da olduğu gibi, bazı hayvanlara tanrıymış gibi tapılmış olmalıdır. Bu tür kültün izlerine ancak MÖ VIII. yüzyılda rastlıyoruz. Ücra bir bölge olan Arkadia'da kısrak başlı bir Demeter'e ve bir Kurt-Zeus'a tapılmıştır.

Çok sayıda hayvan büyük bir dinsel saygı görüyordu. Bazıları tanrılara amblem oluşturur ya da birçok yerde onlara adanmışlardır. Örneğin, koyun Helios'a (Güneş), at ya da tavus Hera'ya, kaplumbağa Pan'a adanmıştır. Yırtıcı kuşlar tanrıların mesajlarını iletirler. Karganın sesi ile çalıkuşunun sesi geleceği açığa vurur.

Diğer yandan, hayvan kurban edilmesi tanrılara pek hoş gelir ve her birinin yeğlediği bir tür vardır. Pindos Dağları'ndaki genç çobanlar ayı yavrusu yakalar, onları Afrodit'e sunmak üzere koyun sütüyle beslerlerdi.


Kaynak: Yunan ve Roma Mitolojisi, C. Estin ve H. Laporte.

1 Temmuz 2014 Salı

Verimli Ova

Eğer, Perses, günün birinde çacukların ve karınla, 
yüreğin ezik, çıkıp bir lokma yiyecek için dilenmek 
istemiyorsan, ki dilenmekte hiçbir çare yoktur, tanrıların 
insanlara özgü kıldığı işlerle uğraş.

Hesiodos


Halk daha çok kıyı ovalarında toplanmıştır. Ancak, sulanabilir toprak şeritleri öylesine azdır ki çoğu kez Yunanlılar gözlerini deniz, ova ve dağın uyumlu bir bütün oluşturduğu yerlere çevirirler.

Şehir halkı ile köy halkı arasında iletişim sınırlıdır: Şehirliler sahibi oldukları tarlalara giderler, köylüler ise ürünlerini satma için şehre gelirler. Kireçli, kuru toprağını sürmek için köylü çapa ve ahşap karabasandan başka şey bilmez.

Yunanistan toprağının ancak ufak bir bölümü ekilebilir. Tatlı su az ve yaşamsal olup çok değerlidir. Küçük işletmeci acımasız bir uğraş içindedir, azla yetinir, genellikle borç altındadır. Büyük mülkler ise çoğalır.

Bütün doğal olaylara tanrıların karıştığı kabul edilir. Tarımla ilgili ayinler pek çoktur. Pınarlar Nymphe, fırtınaların şiddetli sellere dönüştürdüğü düzensiz ırmaklar ise korkunç tanrılardır. Irmak yakınlarına kutsal heykelcikler konur, dualar edilir ve bir akarsu geçilmeden önce arınılır. Her tarla sınır taşı Hermes'i simgeler.

Buğday, üretimin azlığına rağmen, beslenmenin temelidir.

Zeytin ağacı kutsaldır ve çoğunlukla devlet malıdır; dolayısıyla ne kesilebilir ne de yakılabilir. Beslenmede önemli yeri olan zeytin, zeytinyağı olarak aydınlatmada da kullanılır.

Bal, tanrıların yiyip içtiği nektar ve ambrosianın kaynağı sayılır.

Üzüm boldur. Bağ bozumu Dionysos kültüyle bağlantılıdır.


Kaynak: Yunan ve Roma Mitolojisi, C. Estin ve H. Laporte.


Mitler:
  • Bütün dünyaya buğday ekmekle görevli tanrıça Demeter, kızı da Persephone.
  • Athena, Atinalılara zeytin ağacını verir. Tanrıçanın o vakit yerden fışkırtmış olduğu kökten çıkan on iki filize MÖ V. yüzyılda hala tapılıyordu.

 

30 Haziran 2014 Pazartesi

Dağlar Ve Ormanlar


Asıl Yunanistan'da engebelerin % 80'ini dağlar oluşturur. Bu engebeler içerdeki ulaşımı zorlaştırır. Bu ülkede yayan, eşek ya da katır sırtında ağır ağır yol alınır. Haydutlarla karşılaşmak talihsizliği hep vardır. Yunanlılar soğuk ve kar kaygısı da taşırlar.

Orman yükseklerde meşe, kestane ve gürgen, aşağılarda çınar ve çam ağaçlarından oluşur. Toprak maden vermeyince, örneğin gemi iskeleti kurmak, ayrıca odun kömürü yapmak için ağaç kullanımı yoğunlaşır. MÖ V. yüzyılda ağaç ithal etmek gerekmiştir. Giderek ormanın yerini makiler alıyor ve havaya artık mersin, kocayemiş, funda, dikenli karaerik ağaççıkları ve benzeri bitkiler koku saçıyordu.

Bu yabanıl yerlerde kimlerle karşılaşılır? Haklarında hemen hiçbir şey bilmediğimiz çerçiler, gezici zanaatkarlar ve oduncularla, koyun ve keçi sürülerini yaylalarda oturan ve hemen her yerde yarı yabanıl biçimde domuz yetiştiren, koyun postuna bürünmüş çobanlarla, avcılarla, nihayet bütün sosyal sınıflardan birçoklarıyla... Yunanistan'da aslan aşağı yukarı MÖ VII. yüzyıldan itibaren yok olmuşsa da çok güçlü ve alışık kimseler kolayca kurt ve ayı yakalıyorlardı.

II. binyılın başlarından itibaren dağların çoğu kutsallaşmıştır. Oralarda Pan'la, Nymphelerle, Apollon veya Artemis'le karşılaşmak mümkündür. Yine, pek çok mağarada tanrısal varlıkların ya da kahramanların oturduğu kabul edilir. Yarlarda yuvalanan yırtıcı kuşlar tanrıların mesajlarını iletirler. Arkadia, gulyabani masalının kalıntısı olarak Kurt-Zeus'a ait çok eski bir kültü muhafaza etmiştir.


Kaynak: Yunan ve Roma Mitolojisi, C. Estin ve H. Laporte.

Deniz


Girintisi çıkıntısı bol kıyılarıyla deniz Yunan dünyasının orta yeridir. Kara ulaşımındaki güçlükler ve toprağın madence fakirliği Yunanlıları, ticaretle uğraşmak için, çok erken zamanda fırtınaların ve korsanlığın tehlikelerini göğüslemeye itmiştir. MÖ VIII. yüzyıldan itibaren, Fenikelilerin ardından onlar da Akdeniz'i boydan boya tanımışlardır.

Balıkçılar, gemiciler daha çok yazın denize açılırlar, yaz savaşların da mevsimidir. Pusula bilinmediği için Güneş'ten yön bulunarak gündüz yolculuk edilir. Gemiler ufak tonajlıdır ve belli dümenleri yoktur. Yük gemileri toparlak ve hantal yapılarıyla sıkça batarlar; yalnız MÖ VIII. yüzyılda icat edilen, üç sıra kürekli kadırga (trireme), oldukça kullanışlı ve hızlıdır.

O zamanlar Girit'ten Mısır'a en azından beş günde, İtalya'dan İskenderiye'ye de üç, dört haftada gidilirdi.

Kimi deneyimli ve gözüpek kaptanlar hariç, Yunanlı gemiciler adalar arasında çalışırlardı. Yunanistan ile Küçük Asya arasında iki yüz ada vardır. Bazı adalar kurudur, neredeyse çöldür, bazıları verimli ve zengindir (Naksos, Milo); bazıları ticari ve siyasi (Midilli, Sakız, Sisam) veya dinsel (Delos, Kithira) ilişkilerin merkezidir.

Büyük limanlarda armatörler, tacirler, işçiler, hamallar ve denizciler yan yana bulunurlar. Aralarında maldan başka haber, yolculuk öyküsü, mit vb. alışverişi de olur. Bu işlek merkezler Yunan uygarlığının yoğrulduğu potalardır.


Kaynak: Yunan ve Roma Mitolojisi, C. Estin ve H. Laporte.