28 Eylül 2009 Pazartesi

Altkültür ve Mikro Politika

Altkültür kavramı toplumda­ki ana kültürden farklı ve ge­nelde muhalif hareket ve akımları tanımlamak için kullanılıyor. Bu durumda altkültürlerin tarih bo­yunca varolduğu düşünülebilir. Bu­nunla birlikte modern anlamda altkültürlerin kapitalizmin bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Tüm toplum­sal dokuya nüfuz eden bir ana kültü­rün oluşması ulusal pazarı, dili, devleti gerekli kılıyor. Bireyselleşmenin geliş­mesiyle birlikte özel hayat alanı önem kazanıyor, farklı çıkarlar ve kimlikler şekilleniyor. Sonuçta altkültürlerin gelişmesi toplum hayatı üzerinde ege­menlik kuran hâkim bir kültürün gelişmesiyle paralellik gösteriyor.

19. yüzyılda burjuva kültürü henüz tüm toplum üzerinde egemenlik kura­mıyor. Bunun gerçekleşmesi için 20. yüzyılın tektipleştirici kitle kültürünü beklemek gerekiyor, ikinci Dünya Sa­vaşı öncesi kitle kültürünün arkasında büyük ölçekli endüstriyel üretim, baş­ta devlet olmak üzere merkezi ve hiyerarşik kurumsal yapılar ve henüz çok farklılaşmamış bir özel hayat alanı var. Altkültürlerin patlama yapması kül­türün artık tüketim bazında tanımlan­dığı ikinci Dünya Savaşı sonrasının tüketim toplumuna denk geliyor. 1970’lerin ortalarına kadar uzanan bir dönemde altkültürler ekonomik te­melde modern aşamasından post-modern aşamasına geçen kapitalizmin aynı geçişi kültürel planda da gerçek­leştirmesi sürecinde kendilerine özgü ifade biçimleriyle yer alıyorlar.

İkinci Dünya Savaşı bitiminde Batı toplumlarında merkezi, disipliner, kı­sıtlayıcı, tek tip bir yaşantıyı baskıcı bir biçimde empoze eden yapılanmalar ağırlığını hissettiriyor. Bu durum tü­ketimi, kültürü, özel hayat alanlarını çeşitlendirip farklılaştırmak, tüm top­lumsal konumları esnetip piyasanın içine çekmek isteyen post-modern tüketim kapitalizminin önünde bir engel oluşturuyor. Tarihte de görüldü­ğü üzere muhalif hareketler ve akım­lar politik ve kültürel esneme sürecine ister istemez katılıyorlar. Ancak eski­den olduğu gibi toplumsal devrimler­le ya da işçi sınıfı hareketiyle bağlantı­lı, merkezi, büyük politikanın etkisi altındaki grupların, çevrelerin eylem­leriyle gerçekleşmiyor yeni yumuşa­ma. 1950 sonrasında Batıdaki işçi sını­fı sisteme asimile olduğu için artık toplumu dönüştürücü bir dinamiği içinde barındırmıyor. 1950’lerde, 1960’larda ortaya çıkan yeni sosyal hareketler özel hayat alanlarından yola çıkan bir mikro politika temelinde kapitalizmin katı kurumsal yapılarını zorlayıp esnetiyorlar. Feminizm, eko­loji hareketi, gay hareketi, anti-militarist hareketler vb. merkezi-otoriter yapıları politik denilebilecek bir düzeyde esnetirken varolan toplumsal değerlerden farklılıklarını öne çıkaran altkültür hareketleri de kültürel düzeyde benzer bir basınç yaratıyorlar sistem üzerinde.

1950 sonrası dönem geleneksel işçi sınıfı kültürünün ve değerlerinin ciddi bir biçimde çözüldüğü, erozyona uğ­radığı bir dönem. Bu durum işçi kö­kenli altkültürleri doğal olarak etkili­yor. İşçi gettolarından gelen Teddy Boylar sadelik, dürüstlük gibi değer­leri vurgulayarak işçi sınıfının hayatı­nın kendi iç bütünlüğünü koruduğu eski dönemlere duydukları özlemi dile getiriyorlar. Öte yandan geleneksel işçi sınıfını kafalarında mitleştiren Skinheadler saldırgan, bağnaz, lüm­pen davranışlar sergiliyorlar. Yaşamda­ki çözülmeyi eski işçi sınıfı imgesini mutlaklaştırarak aşmaya çalışan yuka­rıdaki gruplardan farklı olarak 1960’ ların alt sınıf züppeleri olan İngiliz "cool"u Modlar ve Hipsterler bir tekinsizlik taşısa da derli toplu, temiz giyimleriyle işçi sınıfı içindeki sınıf atlama eğilimini temsil ediyorlar.

Çözülmekte ve asimile olmakta olan işçi sınıfının ancak geçmişiyle altkültürlere esin verebildiği bir dönem­de Siyah kültür yeni bir muhalif dina­mik olarak altkültürleri etkiliyor. Beat kuşağının yazarı Kerouac Siyah­lara hayran. İncil’in Siyah Karayibli ezilenlerin diliyle yorumlanmasına dayalı Rastafaryanizm İngiltere’deki Beyaz gençliği de etkiliyor. Reggae İngiltere’ye göç eden Jamaikalı göç­menlerin ötesinde geniş bir Beyaz altkültür gençlik kitlesi içinde de yankı buluyor. Daha sonraları yabancı düş­manı haline gelen Skinheadler bile başlarda Siyahların yaşamından etkile­niyorlar, Karayibli göçmen gençlerin giysilerini ve argosunu benimsiyorlar. Ancak 1960ların sonundan itibaren Beyaz ve Siyah altkültürler arasındaki yakınlık sona eriyor ve ilişkiler sertleş­meye başlıyor. Skinheadler ve Teddy Boylar Siyahlara saldırmaya başlıyor. Siyahlar da kendi içlerine kapanıp Beyaz gençliği dışlıyorlar. 1970lerde işçi sınıfı kültürünün çökmesiyle bir­likte Skinheadlerin ayaklarının altın­daki zemin kayıyor ve maçoluk, şove­nizm ve şiddet temelinde ana kültüre yakınlaşmaya başlıyorlar.

Aynı süreç içinde Beyaz altkültürler sisteme asimile olmaya başlıyorlar. Kolej kampüslerinde hayat bulan orta sınıf kökenli bohem Hipiler 1968’de bir "intihar ayini" düzenleyerek sonla­rını ilan ediyorlar. Evcilleştirme süreci 1970’ler boyunca hızlanarak devam ediyor, kültür endüstrisi muhalif rock kültürleri kendi potasında eritiyor. Glam Rock ve benzeri akımlar tüke­tim toplumunun beğenilerine hitap eden müzikler yapmaya başlıyorlar. Bu arada ana kültür de önemli deği­şikliklere uğruyor. Geleneksel kültür ve yüksek kültürün zayıflamasına paralel olarak farklılıkları ticarileştirilmiş biçimlerde içine almaya hazır, esnek bir tüketim kültürü oluşuyor. Yeni post-modern kültür eski modern kültüre ait ana kültür - altkültür karşıtlığını ortadan kaldırıyor. Bu gelişmenin politik alandaki karşılığı ise mikro politika - makro politika kar­şıtlığının ortadan kalkması. Sonuçta kültür ve politika bir farklılaştırılma süreci içinde bireysel (tüketimsel) alanlara yöneliyor. "Post-modern de­mokratik devrime", "post-modern kültürel devrim" eşlik ediyor. Modern kapitalizmde kitlelerin zorlamalarına karşı direnen merkezi, dışlayıcı, otori­ter siyasal ve kültürel yapı post-mo­dern toplumda altkültürel/siyasal talepleri tüketim alanına yönlendirip asimile eden, kültürel farklılıkları tü­ketimin ve ürünlerin farklılaştırılması yoluyla ticari bir kazanç aracına dö­nüştüren esnek bir yapıya dönüşüyor.

Modern kapitalist toplumda kişilik, sınıf ve cinsiyet rolleri az çok sabitti. Kadın/erkek, akıl/duygu vb. karşıtlık­lar gündelik hayata damgasını vuru­yordu. 1950 sonrasında aidiyetlerin ve kesinliklerin aşındığını görüyoruz. Post-modern kapitalizm başta sınıfsal konumlar olmak üzere tüm oturmuş kodları zorluyor. Altkültürler bu gelişmeye karşı değişik tepkiler veri­yorlar. Skinhead’ler erkek ve milliyetçi bir işçi sınıfı kimliğine sıkı sıkıya sarı­lıyorlar. Proleter kökenli İngiliz punk’ı ise geleneksel cinsiyet rollerini benim­seyen işçi sınıfı ideolojisinden kopuyor. Punk’lar giyimleri ve makyajlarıyla er­kek ve kadın arasındaki sınırları zorlu­yorlar. Cinsel kimliklerdeki bu belir­sizliğe sado-mazoşist çağrışımlar ya­pan "sapkın" bir cinsellik görüntüsü eşlik ediyor. Aidiyetten ve angajman­dan uzak duran Punk, bütünlüklü bir kişiliğe ve konuma da karşı çıkıyor; maskeyi, makyajı, giysiyi, kimliksizli­ği, boşluğu, konumsuzluğu dile getir­mek için kullanıyor. Hipiler özgür, rahat, içten gelen davranışların öne çıktığı alternatif bir kişilik yapısı sergiliyorlardı. Punk’lar ise kaskatı duruşlarıyla, dilsizlikleriyle, bir robo­tun hareketlerini andıran dans biçimleriyle her türlü doğallığı dışlayan bir otomat görüntüsü sergiliyorlar.

Punk’ın dışavurumcu biçimlerle, objelerle, jestlerle sadizmi sergilemesi tesadüfi değil. Marquis de Sade, Aydın­lanma düşüncesini negatif olanın, şiddetin, "sapkın" cinselliğin aracılığıyla aşırı ucuna kadar götürmüştü. Punk ise post-modern toplumun içinde barındırdığı eğilimleri yine olumsuz taraftan sonuna kadar zorluyor. Gele­ceği tüketilecek bir meta olarak bugü­nün bir parçası haline getiren post-modernizmden farklı olarak Punk "no future" (gelecek yok) slo­ganıyla bu tür bir geleceği reddetmekle kalmıyor, aynı za­manda bugünü de hiçleştiriyor. 1970’lerin ortasındaki İngil­tere’deki ekonomik kriz, işsizlik ve çöküş atmosferi de Punk’ın çözülmeyi dramatize etmesine zemin ha­zırlıyor. "Nowhere" sloganının da açığa vurduğu gibi Punk’ lar gidecek bir yerleri olmayan, bu dünya­da sürgün hayatı ya­şayan zombiler. Kirli soytarı giysileri, deli gömlekleri, çökmüş avurtlar, sövgüden oluşan bir dil, kamu­sal alanlarda sergilenen kusma, tü­kürme, işeme ve diğer tiksindirici davranışlar Punk’ın çöküşe, düzensiz­liğe, karmaşaya, kaosa, anarşiye dave­tiye çıkaran söyleminin öğelerini oluş­turuyorlar. Çöp torbalarıyla, palyaço kıyafetleriyle, zincirlerle post-modern tüketim toplumunun neden olduğu esaret ve yoksulluk ironik bir biçimde dışa vuruluyor.

Punk eski endüstriyel toplumun ve onun ürettiği geleneksel anlam biçim­lerinin yıkılışını eğlenceli bir göste­riyle, karnavalesk bir biçimde kutlu­yor, işte post-modern tüketim kapita­lizminin evcilleştirici, ticarileştirici müdahalesi/manipülasyonu da tam bu noktada gerçekleşiyor. Punk metalara, objelere yeni kullanımlar, çelişkili, karşıt anlamlar kazandırmak, özellikle kullanılmış, yararsız, "junk" nesneleri eleştirel, muhalif bir bağlama yerleş­tirmek isterken post-modern kapitalizm bu "lüzumsuz" objeleri kitlesel olarak üreterek onları yeni endüstrile­rin, butiklerin, antik pazarların konu­su haline getiriyor. Buradan yola çıkı­larak altkültürler sisteme karşı doğ­rudan politik bir muhalefet yürütmedikleri için suçlanıp mahkûm edilebilir mi? Buna olumlu olarak cevap vermek zor. İkinci Dünya Savaşı sonrası dö­nem kapitalizme karşı makro politik muhalefetin iflas ettiği bir dönem olmuştur. Mikro politik hareketlerin ve yeni sosyal hareketlerin yükselişi ve düşüşü ile altkültürel hareketlerin yükselişi ve düşüşü ise hemen hemen aynı trendler çevresinde, 1960’larda ve 1970’lerde gerçekleşmiştir. Makro politik muhalefeti artık imkânsız kılan süreç mikro politikanın ve altkültürel muhalefetin bir süre için öne çıkması­na daha sonra ise zayıflamasına neden olan süreçtir. Büyük politik muhalefe­tin savunucularının altpolitikanın/kültürün alternatif pratiklerini kü­çümsemesinin artık bir önemi kalma­dığına göre yeni minör karışımları el­de etmek için gerçekleştirilecek simya deneylerine karşı çıkmak için bir neden var mı?


Yaşar Çabuklu