Batıda 19. yüzyılda egemen söylem cinselliği, üremeye yönelik, aile içinde gerçekleşen, formel bir sorumluluk halesiyle çevrilmiş bir olgu olarak kurmuştu. Uygar bireyin seksin şehvani, hayvani boyutuna prim vermeyip onu edepli, ahlaklı bir biçimde yaşayacağı varsayılmaktaydı. Öte yandan 19. yüzyıl modernliği "kaba seksin" yanı sıra cinselliğin estetize edilmiş biçimlerine, erotizme karşı da olumsuz bir yaklaşıma sahipti. Bu dönemin seksi "ciddiydi!" Kendi kendini kontrol eden birey tipini öne çıkaran modernlik, cinsel özkontrolü tehlikeye atabilecek "yontulmamış seksin" ve erotizmin yanı sıra "yıkıcı duyguları" da bir tehlike olarak görmekteydi! Aşk "tahripkar olmadığı" ve evliliğe yardımcı olduğu sürece sorun yoktu, ama başta aile kurumu olmak üzere kurumlara karşı itaatsizliğe yönelen bir aşka müsamaha gösterilemezdi! Dönemin aşkı ömür boyu süren "büyük aşktı" ve "tam angajmana" dayanıyordu. Aşk ancak evliliğin hazırlayıcısı olabilirdi! Evlenmek isteyen erkek adaylar hoşlandıkları kızların ailelerinin evlerine gider, annenin kuşkucu bakışları altında salonda, sundurmada sohbet ederlerdi.
Buluşmaların ev dışında, kamusal alanda gerçekleşmesi 1920’li yıllardan itibaren yaygınlaştı. Eva Illouz’un da belirttiği gibi bu yıllarda aşk sahip olduğu trajik boyutu yitirmeye başladı. Romantik aşk, tüketim kültürüyle ilişkili bir bireysel mutluluk imgesiyle birlikte anılır oldu, âşık olunan kadına alınan giysileri, kozmetik ürünleri vurgulayan bir kültürel-ticari atmosfer gelişti. Reklamlar aşkın politik ekonomisi içinde önemli bir yere sahipti. Daniel Harris’e göre 1920’lerde romantik aşka ilişkin reklam estetiğinde erkek aşık, seri olarak üretilmiş yakın ilişki imajlarına dayalı olarak hareket eden kişi olarak belirmekteydi. Aşkın 19. yüzyılın ev mekânından uzaklaşarak ticarileştirilen bir kamusal alana taşınmasına, akşam yemeği yenilen restoran masasının, ticari eğlence mekânlarının, ticari olarak kurulmuş bir romantik ambiyansın öne çıkarılması eşlik etti. Takip eden dönemde aşk kültür endüstrisinin elinde karlı bir yatırım konusu haline gelecekti. 1950’lerden sonra cinselliğe ilişkin göreli liberalleşme, serbest zamana verilen önemin artması, hazzı kitlesel ölçekte bir üretimi ve tüketimi arttırmak için bir fırsat olarak gören fordist kapitalizme dayalı refah toplumunun gelişmesi, "cinsel devrim" aşkın 19. yüzyılın ahlaki kısıtlamalarından bir ölçüde kurtulması yönünde bir basınç oluşturacaktı. 1960’larda üremeye endeksli cinsellik yaklaşımı güç kaybetmeye başladı. Öte yandan erotizm "büyük aşktan" bağımsızlaşmaya başladı. Ancak "postmodern aşkın," daha doğrusu aşkların egemen hale gelmesi için 1970’lerin post-fordist ekonomisini ve bu ekonomiye eşlik eden postmodern ilişki biçimlerinin gelişmesini beklemek gerekecekti!
Batıda 1960’lara kadar gücünü koruyan modern toplumun "büyük aşkı" kadınların erkek egemen toplumsal cinsiyet normlarına tabi kılınmasını gerektiriyor, onların aktif özneler haline gelmesini engelliyordu. Bu nedenle feminist hareket açıkça modernliğin aşkını eleştirdi, kadınların bağımsız cinsel-duygusal yaşamlarını öne çıkardı. 1960 ve 1970’lerin kadın hareketleri modernliğin erkek egemen aşk ve cinsellik biçimlerini sarstı. Monogamik aile modeli çözülmeye başladı, boşanmalar arttı, cinsellik ahlaktan özerkleşti, flört evliliğin hazırlayıcısı olmaktan çıktı. Kadın-erkek ilişkilerinde eşitlikçi bir modele geçildiği yönündeki görüşler yaygınlaştı. Anthony Giddens yeni toplumdaki ilişkilerin ancak her iki tarafa da tatmin sağladığı sürece devam ettiğini söyleyecekti. Kadınların cinsel özgürleşmesi ve otonomisi karşısında eskinin ölüm ayırana kadar süren, mutlak yükümlülüklere dayalı romantik aşkı güç kaybetmiş, olumsal aşk öne çıkmıştı. Giddens’ın plastik cinsellik olarak adlandırdığı yeni modelde, monogami bir zorunluluk olmaktan çıkmıştı. Bir çok kuramcı postmodern toplumda cinselliğin aşktan kurtulmasını kutluyor, kadın-erkek ilişkilerinin demokratik bir biçim kazandığını söylüyordu. Cinsel-erotik çoğulculuk, "cinsel tolerans etiği," post-romantik ilişki biçimlerinin çeşitliliği, tüm bunlar modernliğin "disipliner cinselliğinden" kurtulmuş özgür bir toplumun göstergeleri olarak görülmekteydi. Ben bu yazımda postmodern toplumdaki ilişkilerin post-fordist ekonominin işleyişleriyle bağlantılı olduğunu, modernliğin buyurgan bir ahlaka dayalı "kuru" cinselliği yerine ticarileştirilmiş bir hedonizmle ilişkili postmodern haz kültürünün egemen hale geldiğini, partnerler arasındaki ilişkide patriyarkal tahakküm biçimlerinin ortadan kalkmayıp "incelmiş" biçimler altında varlıklarını sürdürdüğünü, feminist hareketin cinselliğe ilişkin kazanımlarının süreç içinde postmodern kapitalizm tarafından ehlileştirilerek/asimile edilerek/ticarileştirilerek kadınların aleyhine döndürüldüğünü öne süreceğim.
İşlerin, evliliklerin, aşkların uzun ömürlü, "mutlak," güçlü angajmanlara dayalı olduğu modern toplumdan farklı olarak postmodern toplumda partnerler arasındaki ilişkiler kısa ömürlü, olumsal, uçucu, her an bozulabilir geçici anlaşmalara göre şekillenen bir niteliğe sahipti. Modern aşk ağır, ciddi ve büyük iken postmodern aşklar hafif, keyifli ve küçük idi! Modern üretici hayatı boyunca aynı full-time işi ve aynı "full-time evliliği" sürdürürken postmodern tüketici farklı, part-time, kısa süreli işler ve "part-time ilişkiler" içinde sürüklenmekteydi! İş hayatında kısa süreli projeler etrafında bir araya gelen ve proje bitince başka projelerde başka insanlarla çalışan ekip üyeleri gibi postmodern ilişkiyi oluşturan ekibin her üyesi kolaylıkla yeni ilişkilere geçmeye hazırdı. Modern evliliğin sarsılmakta olduğu ilk dönemde boşanmalar artmış, açık evlilikler yaygınlaşmaya başlamıştı. Daha sonraları evlenmeden birlikte yaşayan çiftlerin artmasının yanı sıra birlikte oturmayıp ara sıra birbirlerine "takılan," ayrı banka hesapları, ayrı arkadaşları, "ayrı kedileri" olan "çiftlerin" sayısı arttı. Büyük anlatılar, insanlık tarihini olduğu kadar romansı da lineer bir hat boyunca ilerleyen, ereksel, uzun süreli bir olgu olarak kurmaktaydı. Büyük aşkın her bir evresi bir sonrakini hazırlıyor, aşka ilişkin yaşam parçaları birbirlerini tamamlayan bir bütün oluşturuyordu. Postmodernlik uzun süreli-tek-büyük aşk mitini sarstı, bireyin aşk yaşamını kısa süreli ilişkilerden oluşan parçalı, yamalı bir şekle dönüştürdü. Üstelik bu kısa ilişkilerin bireyin geçmişteki ya da gelecekteki yaşamı, ilişkileri ile uyum içinde olması gerekmiyordu. Yeni bireyin aşk yaşamı eklektik olarak bir arada duran, birbirleriyle uyuşmak zorunda olmayıp çoğu kez birbiriyle çelişen özerk parçaların gelişigüzel bir kolajından oluşmaktaydı. İlişkilerin farklılığa dayalı çokluğu postmodern piyasadaki metaların çeşitliliği, çokluğu, tüketicilere sunulan tercihlerin aşırı bolluğu ile de ilişkiliydi! Bireylerin ilişkileri seçme biçimleri ile süper marketlerdeki ürünleri seçme biçimleri arasında benzerlikler mevcuttu. Eva IIlouz’un dikkat çektiği gibi yeni ilişki arayıcısının bakışı marketteki müşterinin alışverişçi-seçmeci bakışına benziyordu. Postmodern ilişki tüketicisi kısa süren ve akabinde yerini bir yenisine bırakan hazlar peşindeydi.
Postmodern ilişkiler kısa süreli, uçucu yoğunluklardan, deneyimlerden, duyumlardan, zevklerden, duygusal birimlerden oluşmaktaydı. Postmodern romantik yoğunluklar zamanı duygulanımsal yükler olarak parçalara ayırıyor, uzun süreli ilişkilerin, büyük aşkların son bulmasıyla birlikte zamansallık yaşamdaki sürekliliği kurmada birleştirici bir güç olma niteliğini kaybediyordu. Kısa ilişki -eskinin sarsıcı, tahripkar, tutkulu aşklarından farklı olarak- ahlaki ya da sosyal engellere karşı mücadele eden, ihlalci bir niteliğe sahip değildi ve cinsel içgüdülerin serbest bırakılmasını onaylamaktaydı.
Kısa ilişkiler kentmerkezlerinde çalışan profesyonel kesim arasında yaygındı ve bu grup ekonomik rasyonalite biçimleri ile cinsel arzu arasındaki geçişlerde, yön değiştirmelerde bir hayli ustaydı. Bu kesimin "angajman fobisinin" nedenlerinden biri daha iyi bir partner bulma opsiyonunu her zaman açık bırakmaktı. Bağımsızlığın öne çıkarılması yaşam tarzı tercihlerine vurgu yapan yeni kimliklerin eşlikçisiydi. Hedonizm, estetizm, ironi ve inançsızlığın yaygınlaşmasıyla birlikte aşk sarsıcı bir uç deneyim olma özelliğini yitirdi, romantik büyük aşk söylemi güç kaybetti. Postmodernlikte aşk düşük yoğunluklu hale geldi, şiddetini yitirerek, "zararsızlaşarak" stabilize oldu. "Derin aşkı" onaylamayan postmodern söylem bu tür aşkın üretkenlikte azalışa, işte konsantrasyon sorunlarına yol açacağını öne sürüyor, risk ve güvenlik söyleminin güçlendiği 1990’larda insanlar büyük aşkın yol açabileceği tehlikelere karşı uyarılıyordu. Aşk kontrolsüz duygularla bir arada anılıyor, "aşk bağımlısı" vb. kavramlar üretilerek büyük aşk denetim altında tutulmaya çalışılıyordu. Öte yandan postmodernlik, ılımlı/küçük/romantik yoğunlukları hem teşvik edip hem de akabinde büyüsünden arındırarak yeni romantik ürünlerin-hizmetlerin sonsuz üretiminin-tüketiminin yolunu açmaktaydı. Medya, aşk piyasasının kavramlarını o kadar yaygınlaştırdı ki bir çok kişi bu bombardıman nedeniyle gerçekten âşık olup olmadıklarından kuşku duymaya başladı. Illouz’a göre günümüzde orta sınıfların yaşadığı romanslar reklamlardakine benzemekteydi.
Modernlik cinselliği üremeye endekslemiş erotizme prim vermemişti. Üretici-asker kitlesinin damgasını vurduğu disipliner modern toplumun cinsel imgelemi dardı! Düş gücü piyasasına, "maddi olmayan şeylerin tüketimine" dayalı postmodernlik ise erotizmi hem üremeden hem de aşktan kopardı, ona kendi başına var olma hakkını tanıdı! Zygmunt Bauman’ın "On Postmodern Uses of Sex" adlı yazısında belirttiği gibi (Love and Eroticism’in içinde) postmodern erotizmde hafiflik ve uçuculuk öne çıkmaktaydı. Duyum toplayıcısına dönüşmüş, çoklu, esnek, buharlaşıp kaybolan kimliklere sahip yeni birey, cinsel açıdan hiçbir şekilde birisine bağlanmamak, tam bir serbestlik içinde olmak istiyor, hazsal çeşitliliğe dayalı yüzer gezer bir erotizm güçleniyordu. Uzun süreli bir sabitliğe dayalı olmayan yeni kimlikler o an maksimum cinsel hazzı almaya ve hemen başka bir hazza geçmeye dayalı esnek bir yapılanma göstermekteydi. Bauman "ölüm ayırana kadar süren aşk" tanımının artık demode hale geldiğini, günümüzde aşkı tanımlamada başvurulan standartlarda bir düşüş olduğunu söylemekteydi (Liquid Love’ın içinde). Aşk olarak adlandırılan ilişki biçimlerinin sayısı artmış, tek gecelik ilişkiler aşk olarak adlandırılmaya başlamıştı. Metaların anında, hızlı bir şekilde tüketilmesini vazeden hızlı-tüketim kültürü cinselliği de anlık kullanımın, tatminin standartlarına göre biçimlendiriyor, "işi çabuk bitirip" yeni bir bedenin anlık tüketimine geçmeyi öneriyordu. Malların ve ilişkilerin tüketimiyle ilgili olarak hafiflik, hız, yenilik ve çeşitlilik kavramları öne çıkmış, "devir hızı" yükselmişti. Bir ilişkinin başlaması kadar sürmesi için de uzun zaman çaba göstermek artık zahmetli ve gereksiz bir uğraş olarak görülmekteydi. İlişkinin geleceğine ilişkin bağlayıcı kararlar almak, angajmana girmek itici bulunmaktaydı. İlişki kurmaya yönelen bireyin davranışları alışverişe çıkan tüketicinin anlık isteklere göre mal seçen davranışlarına benzemekteydi ve ilişki kurmak için ortalama bir alışverişçinin becerisine sahip olmak yeterliydi! Alışverişler ve ilişkiler derhal, hemen oracıkta gerçekleşmekteydi! Tatmin edici bulunmayan "defolu" malların iade edilip yenileriyle değiştirilebilmesine benzer bir biçimde tatmin edici bulunmayan ilişkiler de piyasada yenileriyle değiştirilebiliyordu! Bauman’ın da dikkat çektiği gibi ilişkiler bir tür duygusal yatırıma dönüştürülmüştü. Aşık olmak, güçlü duygularla sarsılmak bu yatırımı çok riskli bir hale sokabilirdi! Önemli olan şey kişisel avantajları ve dezavantajları iyi değerlendirmekti. Baştaki duygusal-yatırım ne kadar az ise ilerideki olası duygusal krizin faturası o kadar az olurdu. İlişkiler her an kolayca bitirilebilecek kadar hafif olmalıydı.
Postmodern toplumda, modernliğin insanları -otoriter, üniter bir çerçeve içinde- birleştiren kolektif kimlikleri çözülmeye, dağılmaya başladı, ulus, sınıf, aile, din vb. yapılar sarsıntı geçirdi. Bireyler tinsel, duygusal olarak kendilerini yalnız ve dayanak noktasından yoksun hissettikçe sevgililik ilişkisi çoğu kişi tarafından kurtarıcı bir sığınak olarak görülmeye başlandı, ancak postmodern ilişkiler insanların yalnızlığını daha da artırdı. Modern kapitalizm de vaktiyle bireyciliği, rekabeti, piyasa öznelliğini teşvik ederek insanlar arasındaki sıcak, içten ilişkileri zayıflatmış, yabancılaşmayı artırmıştı ama bununla birlikte ihtiyacı gereği toplumu bir arada tutacak bir takım kolektif yapıları, angajmanları muhafaza etmişti. Postmodern kapitalizmin ise bu tür kolektif yapılara ve angajmanlara ihtiyacı kalmamıştı ve bu nedenle yeni toplumda bireyler "ortada kaldı!" Yüz yüze ilişkiler, yakın dostluklar, kalıcı beraberlikler, angajmana dayalı sevgililik ilişkileri düşüşe geçti. Üstelik elektronik iletişimin insanlar arasındaki ilişkileri tarihte görülmemiş biçimde "kolaylaştırdığı" bir dönemde gerçekleşti bu. Cep telefonları, chat’leşme kesintisiz bir "iletişim patlamasını" müjdeliyor gibiydi! Ancak Bauman’ın da söylediği gibi elektronik iletişimin sağladığı yakınlık sanal bir yakınlık idi Ortaya çıkan şey coğrafi yakınlıktan, yerinden koparılmış bir iletişimdi, ancak bir uzaklık, mesafe duygusu veriyordu. Sanal yakınlık, insanlar arasındaki bağlantıları bir yandan sıklaştırırken öte yandan sığlaştırmakta, yüz yüze ilişkinin beraberinde getirdiği angajmanı, sorumluluğu ve ağırlığı ortadan kaldırmaktaydı. İnternet üzerinden süren ve bir tür eğlenceye dönüşen ilişkilerden istenildiğinde "delete" tuşuna basarak çıkmak mümkündü. İnternette ilişki arama sörfü yalnızlığına başka bir çözüm bulamayan benmerkezci alışverişçinin uygun malı arayışını temsil etmekteydi. Postmodern kapitalizm yakın ilişkileri, dostlukları zayıflatan koşulları üretir, doğal sosyalleşme becerilerini köreltirken öte yandan yakınlığı, sıcaklığı, kişisel ilişkileri endüstriyel biçimler altında üretip pazarlayan bir hizmet sektörü yaratmaktaydı. İlişki uzmanları -bir ücret karşılığında- insanlara yakın ilişkilerin nasıl kurulacağını öğretiyorlardı! Daniel Harris’in yaklaşımına göre tüketimci ideoloji, kişiler arasında sağlıklı ilişkilerin kurulabilmesi için kişinin duygularını dışa vurması gerektiğini söylemekte, pop psikoloji hislerin zorunlu olarak sergilenmesine takıntılı bir konuşkanlığa, duyguların periyodik olarak itirafına dayalı bir atmosferin yaratılmasına yardım etmekteydi. Artık ağırbaşlılıkla yere bakıp yürek yakmanın devri sona ermiş, yerine stand up komedyenlerinin canlılığı geçmişti.
İnsanlar arasındaki birliktelikler, aşk ilişkileri elbette kişiseldir- ama sadece kişisel değildir. Kişisel birlikteliklerin sarsılması, çözülmesi sosyal birliktelikleri parçalayıp dağıtan postmodern iktidar yapılarıyla bağlantılıdır. Ancak burada geçmişteki modernliğin kolektif ve kişisel birlikteliklerinin otorite ve iktidar ilişkileri ürettiğini belirtmek gerekir. Bu nedenle feministlerin modern/büyük aşkın, kadını erkek egemen toplumsal cinsiyet sistemine tabi kıldığı yolundaki görüşleri doğrudur. 1960’lardan itibaren yükselişe geçen "cinsel devrimi", "özgür seksi" belki de modernliğin büyük ve uzun süreli ilişkilerinden postmodernliğin küçük ve kısa süreli ilişkilerine geçiş bağlamında düşünmek gerekir. 1960 ve 1970’lerin muhalif ortamında cinsel serbestlik bir tür özgürlükle ilişkili olmasına karşın 1980’lerden sonra büyük ölçüde ticari-tüketimsel bir çerçeve içinde şekillenen bir bireyciliğe eklemlenmiştir. Orta sınıfların yaşadığı postmodern "demokratik aşk" vaktiyle modernliğin büyük aşk içinde ürettiği, erkek egemen, katı ve hiyerarşik özellikler taşıyan iktidar ilişkilerini bu kez "küçük aşklar" içinde görece yatay ve esnek biçimler altında yeniden üretmekte, erkeğin kontrol ve tahakküm kurma eğilimi kadını kendinden feragate ve tabiyete iten bir basınç oluşturmaktadır. Wendy Langford’a göre bu durumda bireylerin ötekini kontrol etmeyi amaçlayan eğilimlerinin farkında olması, karşı tarafın bağımsızlığı konusunda özen göstermesi gerekir. Aşk kendi başına insanı özgürleştirmez, tersine insanları baskıcı güçlerin esiri haline getirebilir. Öte yandan aşkın kişisel, mahrem boyutunu abartmamak gerekir, aşk özelleştirilmiş bir toplumsal hayatın parçasıdır. Sonuçta günümüzün görünürde eşitlikçi ilişkileri, "demokratik aşkı" eşitsizlik üretmektedir. Araçsal akla, soyut bir birey idealine, "geçici sözleşme" özgürlüğüne dayalı bu ilişki modeli toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiş bir kutuplaşmayı beslemektedir.
Bu yazıda postmodern ilişkilerin kısa olması değil, bu kısalığın yeni piyasanın işleyiş kodlarıyla, ticari göstergeleriyle olan ilişkisi eleştirilmiştir. Öte yandan modernliğin "büyük aşkını" postmodernliğin "küçük ilişkilerinin" bir alternatifi olarak öne sürmek yanıltıcıdır. Angajmansız, kısa süreli postmodern ilişkiler gibi modernliğin uzun süreli angajmanlara dayalı ilişkileri de iktidar kodlarını yeniden üretmiştir. İlişkilerin özgürleştirici olması süreyle değil tahakküm ilişkileri üretip üretmedikleriyle bağlantılıdır. İlişkilerle ilgili risk ve sorumluluk almama yönündeki postmodern isteksizlik piyasa bireyciliğine özgü bir kayıtsızlığın, "seçme özgürlüğünün" bir parçasıdır. Gerçek anlamda özgürlükçü ilişkiler ancak taraflar birbirlerine yönelik olarak sorumluluk aldıklarında, birbirlerine ihtimam gösterdiklerinde gelişir ve bu bir "ahlak" sorunudur. Öte yandan kişisel ilişkilerin ahlakı toplumsal ilişkilerin ahlakından kopuk değildir ve bu noktada Bauman’ın işaret ettiği anarşizan cemaatimsi oluşumların varlığı önem kazanmaktadır. Karşılıklı yardım ve dayanışma, ötekine özen ve ihtimam bu "cemaat olmayan cemaatlerin" en önemli özelliklerinden biridir. Bugün politika ve aşk, iktidar ilişkileri üretmeden var olamıyorsa eğer, "imkânsızın politikasına", "imkânsız aşka", "aşk olmayan aşka" yönelmek gerekir!
Buluşmaların ev dışında, kamusal alanda gerçekleşmesi 1920’li yıllardan itibaren yaygınlaştı. Eva Illouz’un da belirttiği gibi bu yıllarda aşk sahip olduğu trajik boyutu yitirmeye başladı. Romantik aşk, tüketim kültürüyle ilişkili bir bireysel mutluluk imgesiyle birlikte anılır oldu, âşık olunan kadına alınan giysileri, kozmetik ürünleri vurgulayan bir kültürel-ticari atmosfer gelişti. Reklamlar aşkın politik ekonomisi içinde önemli bir yere sahipti. Daniel Harris’e göre 1920’lerde romantik aşka ilişkin reklam estetiğinde erkek aşık, seri olarak üretilmiş yakın ilişki imajlarına dayalı olarak hareket eden kişi olarak belirmekteydi. Aşkın 19. yüzyılın ev mekânından uzaklaşarak ticarileştirilen bir kamusal alana taşınmasına, akşam yemeği yenilen restoran masasının, ticari eğlence mekânlarının, ticari olarak kurulmuş bir romantik ambiyansın öne çıkarılması eşlik etti. Takip eden dönemde aşk kültür endüstrisinin elinde karlı bir yatırım konusu haline gelecekti. 1950’lerden sonra cinselliğe ilişkin göreli liberalleşme, serbest zamana verilen önemin artması, hazzı kitlesel ölçekte bir üretimi ve tüketimi arttırmak için bir fırsat olarak gören fordist kapitalizme dayalı refah toplumunun gelişmesi, "cinsel devrim" aşkın 19. yüzyılın ahlaki kısıtlamalarından bir ölçüde kurtulması yönünde bir basınç oluşturacaktı. 1960’larda üremeye endeksli cinsellik yaklaşımı güç kaybetmeye başladı. Öte yandan erotizm "büyük aşktan" bağımsızlaşmaya başladı. Ancak "postmodern aşkın," daha doğrusu aşkların egemen hale gelmesi için 1970’lerin post-fordist ekonomisini ve bu ekonomiye eşlik eden postmodern ilişki biçimlerinin gelişmesini beklemek gerekecekti!
Batıda 1960’lara kadar gücünü koruyan modern toplumun "büyük aşkı" kadınların erkek egemen toplumsal cinsiyet normlarına tabi kılınmasını gerektiriyor, onların aktif özneler haline gelmesini engelliyordu. Bu nedenle feminist hareket açıkça modernliğin aşkını eleştirdi, kadınların bağımsız cinsel-duygusal yaşamlarını öne çıkardı. 1960 ve 1970’lerin kadın hareketleri modernliğin erkek egemen aşk ve cinsellik biçimlerini sarstı. Monogamik aile modeli çözülmeye başladı, boşanmalar arttı, cinsellik ahlaktan özerkleşti, flört evliliğin hazırlayıcısı olmaktan çıktı. Kadın-erkek ilişkilerinde eşitlikçi bir modele geçildiği yönündeki görüşler yaygınlaştı. Anthony Giddens yeni toplumdaki ilişkilerin ancak her iki tarafa da tatmin sağladığı sürece devam ettiğini söyleyecekti. Kadınların cinsel özgürleşmesi ve otonomisi karşısında eskinin ölüm ayırana kadar süren, mutlak yükümlülüklere dayalı romantik aşkı güç kaybetmiş, olumsal aşk öne çıkmıştı. Giddens’ın plastik cinsellik olarak adlandırdığı yeni modelde, monogami bir zorunluluk olmaktan çıkmıştı. Bir çok kuramcı postmodern toplumda cinselliğin aşktan kurtulmasını kutluyor, kadın-erkek ilişkilerinin demokratik bir biçim kazandığını söylüyordu. Cinsel-erotik çoğulculuk, "cinsel tolerans etiği," post-romantik ilişki biçimlerinin çeşitliliği, tüm bunlar modernliğin "disipliner cinselliğinden" kurtulmuş özgür bir toplumun göstergeleri olarak görülmekteydi. Ben bu yazımda postmodern toplumdaki ilişkilerin post-fordist ekonominin işleyişleriyle bağlantılı olduğunu, modernliğin buyurgan bir ahlaka dayalı "kuru" cinselliği yerine ticarileştirilmiş bir hedonizmle ilişkili postmodern haz kültürünün egemen hale geldiğini, partnerler arasındaki ilişkide patriyarkal tahakküm biçimlerinin ortadan kalkmayıp "incelmiş" biçimler altında varlıklarını sürdürdüğünü, feminist hareketin cinselliğe ilişkin kazanımlarının süreç içinde postmodern kapitalizm tarafından ehlileştirilerek/asimile edilerek/ticarileştirilerek kadınların aleyhine döndürüldüğünü öne süreceğim.
İşlerin, evliliklerin, aşkların uzun ömürlü, "mutlak," güçlü angajmanlara dayalı olduğu modern toplumdan farklı olarak postmodern toplumda partnerler arasındaki ilişkiler kısa ömürlü, olumsal, uçucu, her an bozulabilir geçici anlaşmalara göre şekillenen bir niteliğe sahipti. Modern aşk ağır, ciddi ve büyük iken postmodern aşklar hafif, keyifli ve küçük idi! Modern üretici hayatı boyunca aynı full-time işi ve aynı "full-time evliliği" sürdürürken postmodern tüketici farklı, part-time, kısa süreli işler ve "part-time ilişkiler" içinde sürüklenmekteydi! İş hayatında kısa süreli projeler etrafında bir araya gelen ve proje bitince başka projelerde başka insanlarla çalışan ekip üyeleri gibi postmodern ilişkiyi oluşturan ekibin her üyesi kolaylıkla yeni ilişkilere geçmeye hazırdı. Modern evliliğin sarsılmakta olduğu ilk dönemde boşanmalar artmış, açık evlilikler yaygınlaşmaya başlamıştı. Daha sonraları evlenmeden birlikte yaşayan çiftlerin artmasının yanı sıra birlikte oturmayıp ara sıra birbirlerine "takılan," ayrı banka hesapları, ayrı arkadaşları, "ayrı kedileri" olan "çiftlerin" sayısı arttı. Büyük anlatılar, insanlık tarihini olduğu kadar romansı da lineer bir hat boyunca ilerleyen, ereksel, uzun süreli bir olgu olarak kurmaktaydı. Büyük aşkın her bir evresi bir sonrakini hazırlıyor, aşka ilişkin yaşam parçaları birbirlerini tamamlayan bir bütün oluşturuyordu. Postmodernlik uzun süreli-tek-büyük aşk mitini sarstı, bireyin aşk yaşamını kısa süreli ilişkilerden oluşan parçalı, yamalı bir şekle dönüştürdü. Üstelik bu kısa ilişkilerin bireyin geçmişteki ya da gelecekteki yaşamı, ilişkileri ile uyum içinde olması gerekmiyordu. Yeni bireyin aşk yaşamı eklektik olarak bir arada duran, birbirleriyle uyuşmak zorunda olmayıp çoğu kez birbiriyle çelişen özerk parçaların gelişigüzel bir kolajından oluşmaktaydı. İlişkilerin farklılığa dayalı çokluğu postmodern piyasadaki metaların çeşitliliği, çokluğu, tüketicilere sunulan tercihlerin aşırı bolluğu ile de ilişkiliydi! Bireylerin ilişkileri seçme biçimleri ile süper marketlerdeki ürünleri seçme biçimleri arasında benzerlikler mevcuttu. Eva IIlouz’un dikkat çektiği gibi yeni ilişki arayıcısının bakışı marketteki müşterinin alışverişçi-seçmeci bakışına benziyordu. Postmodern ilişki tüketicisi kısa süren ve akabinde yerini bir yenisine bırakan hazlar peşindeydi.
Postmodern ilişkiler kısa süreli, uçucu yoğunluklardan, deneyimlerden, duyumlardan, zevklerden, duygusal birimlerden oluşmaktaydı. Postmodern romantik yoğunluklar zamanı duygulanımsal yükler olarak parçalara ayırıyor, uzun süreli ilişkilerin, büyük aşkların son bulmasıyla birlikte zamansallık yaşamdaki sürekliliği kurmada birleştirici bir güç olma niteliğini kaybediyordu. Kısa ilişki -eskinin sarsıcı, tahripkar, tutkulu aşklarından farklı olarak- ahlaki ya da sosyal engellere karşı mücadele eden, ihlalci bir niteliğe sahip değildi ve cinsel içgüdülerin serbest bırakılmasını onaylamaktaydı.
Kısa ilişkiler kentmerkezlerinde çalışan profesyonel kesim arasında yaygındı ve bu grup ekonomik rasyonalite biçimleri ile cinsel arzu arasındaki geçişlerde, yön değiştirmelerde bir hayli ustaydı. Bu kesimin "angajman fobisinin" nedenlerinden biri daha iyi bir partner bulma opsiyonunu her zaman açık bırakmaktı. Bağımsızlığın öne çıkarılması yaşam tarzı tercihlerine vurgu yapan yeni kimliklerin eşlikçisiydi. Hedonizm, estetizm, ironi ve inançsızlığın yaygınlaşmasıyla birlikte aşk sarsıcı bir uç deneyim olma özelliğini yitirdi, romantik büyük aşk söylemi güç kaybetti. Postmodernlikte aşk düşük yoğunluklu hale geldi, şiddetini yitirerek, "zararsızlaşarak" stabilize oldu. "Derin aşkı" onaylamayan postmodern söylem bu tür aşkın üretkenlikte azalışa, işte konsantrasyon sorunlarına yol açacağını öne sürüyor, risk ve güvenlik söyleminin güçlendiği 1990’larda insanlar büyük aşkın yol açabileceği tehlikelere karşı uyarılıyordu. Aşk kontrolsüz duygularla bir arada anılıyor, "aşk bağımlısı" vb. kavramlar üretilerek büyük aşk denetim altında tutulmaya çalışılıyordu. Öte yandan postmodernlik, ılımlı/küçük/romantik yoğunlukları hem teşvik edip hem de akabinde büyüsünden arındırarak yeni romantik ürünlerin-hizmetlerin sonsuz üretiminin-tüketiminin yolunu açmaktaydı. Medya, aşk piyasasının kavramlarını o kadar yaygınlaştırdı ki bir çok kişi bu bombardıman nedeniyle gerçekten âşık olup olmadıklarından kuşku duymaya başladı. Illouz’a göre günümüzde orta sınıfların yaşadığı romanslar reklamlardakine benzemekteydi.
Modernlik cinselliği üremeye endekslemiş erotizme prim vermemişti. Üretici-asker kitlesinin damgasını vurduğu disipliner modern toplumun cinsel imgelemi dardı! Düş gücü piyasasına, "maddi olmayan şeylerin tüketimine" dayalı postmodernlik ise erotizmi hem üremeden hem de aşktan kopardı, ona kendi başına var olma hakkını tanıdı! Zygmunt Bauman’ın "On Postmodern Uses of Sex" adlı yazısında belirttiği gibi (Love and Eroticism’in içinde) postmodern erotizmde hafiflik ve uçuculuk öne çıkmaktaydı. Duyum toplayıcısına dönüşmüş, çoklu, esnek, buharlaşıp kaybolan kimliklere sahip yeni birey, cinsel açıdan hiçbir şekilde birisine bağlanmamak, tam bir serbestlik içinde olmak istiyor, hazsal çeşitliliğe dayalı yüzer gezer bir erotizm güçleniyordu. Uzun süreli bir sabitliğe dayalı olmayan yeni kimlikler o an maksimum cinsel hazzı almaya ve hemen başka bir hazza geçmeye dayalı esnek bir yapılanma göstermekteydi. Bauman "ölüm ayırana kadar süren aşk" tanımının artık demode hale geldiğini, günümüzde aşkı tanımlamada başvurulan standartlarda bir düşüş olduğunu söylemekteydi (Liquid Love’ın içinde). Aşk olarak adlandırılan ilişki biçimlerinin sayısı artmış, tek gecelik ilişkiler aşk olarak adlandırılmaya başlamıştı. Metaların anında, hızlı bir şekilde tüketilmesini vazeden hızlı-tüketim kültürü cinselliği de anlık kullanımın, tatminin standartlarına göre biçimlendiriyor, "işi çabuk bitirip" yeni bir bedenin anlık tüketimine geçmeyi öneriyordu. Malların ve ilişkilerin tüketimiyle ilgili olarak hafiflik, hız, yenilik ve çeşitlilik kavramları öne çıkmış, "devir hızı" yükselmişti. Bir ilişkinin başlaması kadar sürmesi için de uzun zaman çaba göstermek artık zahmetli ve gereksiz bir uğraş olarak görülmekteydi. İlişkinin geleceğine ilişkin bağlayıcı kararlar almak, angajmana girmek itici bulunmaktaydı. İlişki kurmaya yönelen bireyin davranışları alışverişe çıkan tüketicinin anlık isteklere göre mal seçen davranışlarına benzemekteydi ve ilişki kurmak için ortalama bir alışverişçinin becerisine sahip olmak yeterliydi! Alışverişler ve ilişkiler derhal, hemen oracıkta gerçekleşmekteydi! Tatmin edici bulunmayan "defolu" malların iade edilip yenileriyle değiştirilebilmesine benzer bir biçimde tatmin edici bulunmayan ilişkiler de piyasada yenileriyle değiştirilebiliyordu! Bauman’ın da dikkat çektiği gibi ilişkiler bir tür duygusal yatırıma dönüştürülmüştü. Aşık olmak, güçlü duygularla sarsılmak bu yatırımı çok riskli bir hale sokabilirdi! Önemli olan şey kişisel avantajları ve dezavantajları iyi değerlendirmekti. Baştaki duygusal-yatırım ne kadar az ise ilerideki olası duygusal krizin faturası o kadar az olurdu. İlişkiler her an kolayca bitirilebilecek kadar hafif olmalıydı.
Postmodern toplumda, modernliğin insanları -otoriter, üniter bir çerçeve içinde- birleştiren kolektif kimlikleri çözülmeye, dağılmaya başladı, ulus, sınıf, aile, din vb. yapılar sarsıntı geçirdi. Bireyler tinsel, duygusal olarak kendilerini yalnız ve dayanak noktasından yoksun hissettikçe sevgililik ilişkisi çoğu kişi tarafından kurtarıcı bir sığınak olarak görülmeye başlandı, ancak postmodern ilişkiler insanların yalnızlığını daha da artırdı. Modern kapitalizm de vaktiyle bireyciliği, rekabeti, piyasa öznelliğini teşvik ederek insanlar arasındaki sıcak, içten ilişkileri zayıflatmış, yabancılaşmayı artırmıştı ama bununla birlikte ihtiyacı gereği toplumu bir arada tutacak bir takım kolektif yapıları, angajmanları muhafaza etmişti. Postmodern kapitalizmin ise bu tür kolektif yapılara ve angajmanlara ihtiyacı kalmamıştı ve bu nedenle yeni toplumda bireyler "ortada kaldı!" Yüz yüze ilişkiler, yakın dostluklar, kalıcı beraberlikler, angajmana dayalı sevgililik ilişkileri düşüşe geçti. Üstelik elektronik iletişimin insanlar arasındaki ilişkileri tarihte görülmemiş biçimde "kolaylaştırdığı" bir dönemde gerçekleşti bu. Cep telefonları, chat’leşme kesintisiz bir "iletişim patlamasını" müjdeliyor gibiydi! Ancak Bauman’ın da söylediği gibi elektronik iletişimin sağladığı yakınlık sanal bir yakınlık idi Ortaya çıkan şey coğrafi yakınlıktan, yerinden koparılmış bir iletişimdi, ancak bir uzaklık, mesafe duygusu veriyordu. Sanal yakınlık, insanlar arasındaki bağlantıları bir yandan sıklaştırırken öte yandan sığlaştırmakta, yüz yüze ilişkinin beraberinde getirdiği angajmanı, sorumluluğu ve ağırlığı ortadan kaldırmaktaydı. İnternet üzerinden süren ve bir tür eğlenceye dönüşen ilişkilerden istenildiğinde "delete" tuşuna basarak çıkmak mümkündü. İnternette ilişki arama sörfü yalnızlığına başka bir çözüm bulamayan benmerkezci alışverişçinin uygun malı arayışını temsil etmekteydi. Postmodern kapitalizm yakın ilişkileri, dostlukları zayıflatan koşulları üretir, doğal sosyalleşme becerilerini köreltirken öte yandan yakınlığı, sıcaklığı, kişisel ilişkileri endüstriyel biçimler altında üretip pazarlayan bir hizmet sektörü yaratmaktaydı. İlişki uzmanları -bir ücret karşılığında- insanlara yakın ilişkilerin nasıl kurulacağını öğretiyorlardı! Daniel Harris’in yaklaşımına göre tüketimci ideoloji, kişiler arasında sağlıklı ilişkilerin kurulabilmesi için kişinin duygularını dışa vurması gerektiğini söylemekte, pop psikoloji hislerin zorunlu olarak sergilenmesine takıntılı bir konuşkanlığa, duyguların periyodik olarak itirafına dayalı bir atmosferin yaratılmasına yardım etmekteydi. Artık ağırbaşlılıkla yere bakıp yürek yakmanın devri sona ermiş, yerine stand up komedyenlerinin canlılığı geçmişti.
İnsanlar arasındaki birliktelikler, aşk ilişkileri elbette kişiseldir- ama sadece kişisel değildir. Kişisel birlikteliklerin sarsılması, çözülmesi sosyal birliktelikleri parçalayıp dağıtan postmodern iktidar yapılarıyla bağlantılıdır. Ancak burada geçmişteki modernliğin kolektif ve kişisel birlikteliklerinin otorite ve iktidar ilişkileri ürettiğini belirtmek gerekir. Bu nedenle feministlerin modern/büyük aşkın, kadını erkek egemen toplumsal cinsiyet sistemine tabi kıldığı yolundaki görüşleri doğrudur. 1960’lardan itibaren yükselişe geçen "cinsel devrimi", "özgür seksi" belki de modernliğin büyük ve uzun süreli ilişkilerinden postmodernliğin küçük ve kısa süreli ilişkilerine geçiş bağlamında düşünmek gerekir. 1960 ve 1970’lerin muhalif ortamında cinsel serbestlik bir tür özgürlükle ilişkili olmasına karşın 1980’lerden sonra büyük ölçüde ticari-tüketimsel bir çerçeve içinde şekillenen bir bireyciliğe eklemlenmiştir. Orta sınıfların yaşadığı postmodern "demokratik aşk" vaktiyle modernliğin büyük aşk içinde ürettiği, erkek egemen, katı ve hiyerarşik özellikler taşıyan iktidar ilişkilerini bu kez "küçük aşklar" içinde görece yatay ve esnek biçimler altında yeniden üretmekte, erkeğin kontrol ve tahakküm kurma eğilimi kadını kendinden feragate ve tabiyete iten bir basınç oluşturmaktadır. Wendy Langford’a göre bu durumda bireylerin ötekini kontrol etmeyi amaçlayan eğilimlerinin farkında olması, karşı tarafın bağımsızlığı konusunda özen göstermesi gerekir. Aşk kendi başına insanı özgürleştirmez, tersine insanları baskıcı güçlerin esiri haline getirebilir. Öte yandan aşkın kişisel, mahrem boyutunu abartmamak gerekir, aşk özelleştirilmiş bir toplumsal hayatın parçasıdır. Sonuçta günümüzün görünürde eşitlikçi ilişkileri, "demokratik aşkı" eşitsizlik üretmektedir. Araçsal akla, soyut bir birey idealine, "geçici sözleşme" özgürlüğüne dayalı bu ilişki modeli toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiş bir kutuplaşmayı beslemektedir.
Bu yazıda postmodern ilişkilerin kısa olması değil, bu kısalığın yeni piyasanın işleyiş kodlarıyla, ticari göstergeleriyle olan ilişkisi eleştirilmiştir. Öte yandan modernliğin "büyük aşkını" postmodernliğin "küçük ilişkilerinin" bir alternatifi olarak öne sürmek yanıltıcıdır. Angajmansız, kısa süreli postmodern ilişkiler gibi modernliğin uzun süreli angajmanlara dayalı ilişkileri de iktidar kodlarını yeniden üretmiştir. İlişkilerin özgürleştirici olması süreyle değil tahakküm ilişkileri üretip üretmedikleriyle bağlantılıdır. İlişkilerle ilgili risk ve sorumluluk almama yönündeki postmodern isteksizlik piyasa bireyciliğine özgü bir kayıtsızlığın, "seçme özgürlüğünün" bir parçasıdır. Gerçek anlamda özgürlükçü ilişkiler ancak taraflar birbirlerine yönelik olarak sorumluluk aldıklarında, birbirlerine ihtimam gösterdiklerinde gelişir ve bu bir "ahlak" sorunudur. Öte yandan kişisel ilişkilerin ahlakı toplumsal ilişkilerin ahlakından kopuk değildir ve bu noktada Bauman’ın işaret ettiği anarşizan cemaatimsi oluşumların varlığı önem kazanmaktadır. Karşılıklı yardım ve dayanışma, ötekine özen ve ihtimam bu "cemaat olmayan cemaatlerin" en önemli özelliklerinden biridir. Bugün politika ve aşk, iktidar ilişkileri üretmeden var olamıyorsa eğer, "imkânsızın politikasına", "imkânsız aşka", "aşk olmayan aşka" yönelmek gerekir!
Yaşar Çabuklu