27 Aralık 2008 Cumartesi
101000110011
Nerede kalmıştık. En son yola inmiştik. Çengelköy, İstanbul'un çok fazla bozulmamış ve belki de bu sebeple manzarası en güzel olan yerlerinden biridir. Bir köy havasında olduğu için gece hayat olmayacağını düşünebilirsiniz ama bu noktada İstanbul yanı ağır basar. Çengelköy'de gece hiç uyumaz. Çok nezih bir mekandır. İnsanları hem cana yakın hem de yardımseverdir. Özelliklede biz Kulelilileri çok severler. Bizim firar ettiğimizi bilirler ve bunlar onların hoşuna gider. Sanki biz onlarında haylaz çocuklarıyızdır. Yoldan sahil kesimine geçtiğimizde tam Çengelköy durağının karşısında meşhur Süper Baba'nın çay ocağı bulunur. Dev bir çınar ağacı gölgesinde muhteşem bir İstanbul manzarası. Bizim her zaman içkilerimizi aldığımız tekel bayi, Durak Büfe, Çengelköy durağının arasındaki sokakta yer alırdı. Ufak bir büfe içine biz dört kişi zor sığıyorduk. Önce sosisli söylemiştik. Bu arada büfeci bizim içecek ihtiyacımızı karşılamaya çalışıyordu. Bizi çok severdi adamın haftalık sattığı içkiyi biz bir postada alırdık. Sıcak sıcak hiç içilmese de bizim aramızda en çok tuborg kırmızı tercih edilirdi. Muhtemelen fiyat performans değerlendirmesi sonucu böyle oluyordu. Ben daha çok şarap tercih ederdim. Sıcak olarak içilebilecek hafif tatlı ve biraz romantik. Her zaman dediğim gibi biz her ne kadar öyle değilmiş gibi gözüksekte son romantikler biz Kulelililerdir. İçkileri almış ve çantaya ses çıkarmayacak veya çalkalanmayacak şekilde yerleştirdik. İkinci kafileden haberimiz yoktu. Sosislerimiz olmuştu sıcak sıcak yemeye başlamıştık ki... Okulun en .... 3 teğmeni bizim büfeye sanki ... varmış gibi geldiler. Tabi biz ufak bir şok geçirdik ama hemen kendimizi toparlayıp durumu kurtarmaya çalıştık. Ama o anda sanki onlar insanmış gibi konuşuyorduk. Biz onları bir şekilde ikna ettiğimizi düşünüp tekrar okula girmeye çalışacaktık. Belki yolda bizimkilere rastlar en azından onları kurtarabiliriz diye düşünüyorduk. Cep telefonundan ulaşmayı başardık. Onlar Üsküdar'a doğru gidiyorlarmış köprünün altından yeni geçmişler. Durumu anlattık ve hemen bir şekilde okula dönmeleri gerektiğini söyledik. Onlar anında bir taksi durdurmuşlar ve 11 kişi bir taksiye binmişler. Bu arada arkadaşlardan biri 2,10 cm boyu var. Bunu arada belirtmek istedim. Biz önce bir köşeye geçtik ve durum değerlendirmesi yapmaya karar verdik. İçeriden aldığımız istihbarata göre okul alarma geçmişti. Bizimkiler gerçekten korkmuşlardı. Ben en sonunda dedim ki madem yakalandık ve ceza alacağız bari keyfini çıkaralım. Bunun üzerine ufak bir tartışmadan sonra karar kıldık ve kalıp içip okula sabah dönmeye ve direk nizamiyeden girmeye karar verdik.
24 Aralık 2008 Çarşamba
100101101011
Bugün biraz canım sıkkın ama güzel şeyler yazabileceğimi düşünüyorum. Bu aralar biraz geçmişe dönüş yaşamak istiyorum. Anılarımı canlandıracağım. Bugüne en hoşuma giden anılarımdan birini ayırdım. Bundan tam 10 yıl önce 1998-99 eğitim öğretim yılı. Üzerinden cidden uzun bir zaman geçmiş. Kuleli'nin bence en güzel yılı 2. senemiz. Artık resmen abiyiz. Okula gelişim muhteşem olmuştu. Yazın güzel bir İzmir tatili yapmış denize doymuştum. Sonrasında Ankara'da da bol bol spor yapmıştım. TSK spor tesislerine gitmiş orada da yeni arkadaşlarla tanışmıştım. Güzel olmuştu hem spor yapıyor ardında çıkıp eğleniyorduk, tabi Ankara'da ne kadar eğlenilirse. Hatırlayabildiğim en düşük kiloya düşmüştüm. Tamı tamına 69 kiloydum. 100 adet şınav çekebiliyordum. Barfiks falan hak getire. Ne olmuştum be 2. sınıfa hazırdım kısaca. 2. sınıf çok güzel başladı. Artık daha güçlüydüm, daha otoriterdim, daha askerdim, daha bilgiliydim ve daha hazırdım. Erkektik artık sesim bile daha kalın çıkıyordu, güneşte de iyi kavruldum ve esmer güzeli oldum. O zamanlar yüzümde daha tüy bile yok. Ben öğretim yılının başından aslında bahsetmeyeceğim. Benim hikayem baharda, mayısta. Biz delikanlıların kanının kaynadığı bir zamanda. 16-17 yaşında tam 400 tane erkek çocuğu, daha tehlikeli ne olabilir ki. İşin kötü tarafı bunlardan bazıları, benim gibi, hiç korkmuyor ve hiç çekinmiyorlar. Sen çıkıpta bu çocuklara içkiyi yasaklayabilir misin? Eğlenmeyi yasaklayabilir misin? Onlarda biliyorlardı bunu ve bizi sürekli uyarıyorlardı. Yapmamamız için değil, yakalanmamamız için. Mayıs ayı gelince Kuleli'de dersler önemini yitirir ve kamp hazırlıkları başlardı yani öğrencilik biter askerlik başlardı. Bu bizim işimize gelirdi, kamp öncesi bir şekilde kafamızı dinlerdik. Sürekli dersler iptal olur ve kamp için tüfek teslimi yapılır, yeni kamuflajlar verilir, yeni postallar verilir, 1 nolular sürekli hazır çünkü her an ihtiyaçlarımızı giderelim diye günlük izne çıkabiliyoruz. Genç bir erkeğin en önemli ihtiyacı ne olabilir herhalde sevgilisine veda etmek olabilir. Mayısta bahardan dolayı mıdır bilinmez tabur telefonları da hiç susmaz. "Ahmet, Zeynep seni aradı, saat 17'de tekrar arayacakmış." diyaloglar genelde böyle olurdu. Bizim zamanımızda daha cep telefonu liselilere kadar düşmemişti. Bir iki arkadaşımızda vardı, oooooooooo. Ve işin en eğlenceli kısmı gece firarları ve içki içmek. Neredeyse her gece firar ediyorduk. Çılgınca içip yatakhanede gırgır şamata yapıyorduk. Sabah sınıf subayımız bizi içtimaya çıkarmış ve kampla ilgili konuşmuştu. Konuşmanın sonunda konu firar olayına geldi ve bizi özellikle bu konuyla ilgili sert bir şeklide uyardı. Peki bu bizi ne kadar etkiledi. Galiba bir kulağımızdan girdi, diğerinden çıktı. Rutin günlük işlerimizi askeri eğitimimizi yaptık ve gece kimleri çıkacağını kararlaştırdık. Şimdi biraz okulun fiziki durumu ve binaların konumu hakkında bilgi vereyim. Kuleli her ne kadar tarihi ana bina düz bir zemin üzerinde olsada tamamen dik bir yokuştur, dik bir tepeye yaslanmış durumdadır. Kuleli'de kapıdan girişte o efsanevi tabela ben hep farklı düşünmüştüm ama yokuşun başında "şoför yokuşu 1. vitesle çık" uyarısı yer alır. Yokuş muhtemelen 70 derece falan dikti. Törenden sonra orayı çıkarken zaten taburun tüm düzeni dağılır ve bir de bunun için azar işitirdik. S şeklinde bir yokuş. Yokuşun sol tarafında dimdik yükselen Hazırlık binası yer alır. Bizim eğitim binamız yokuşun sonunda bir düzlükte yer alırdı. Binamız birbirlerine büyük bir açıyla bağlı iki ayrı binadan oluşurdu. Binaların açısında içtima alanımız yer alırdı. Yokuşa sola doğru devam ettiğimizde bizim binamızın tam karşısında revir yer alır. İlerleyince hazırlık binasının arkasında ki içtima alanı görülür. İçtima alanının tam sonunda da hazırlık sınıfının koğuşları yer alır. Koğuşların hemen solundan ara bir yol vardır, aşağı tarihi ana binaya inen bir merdiven. Bizim binanın yanından yokuş yukarı doğru devam eder ve bizim harikulade koğuşlarımız 50 metre kadar yukarıda tüm ihtişamıyla yükselir. Tam 3 katlı bir bina. Normalde her koğuşta 12 kişi kalır, 6 tane ranza bulunur. Ben biraz şanslıydım. Bizim koğuş 3. katta son koğuştu ve 5 ranza bulunuyordu. Biz biraz daha rahattık. Bizim koğuş diğer binalardan ayrı olarak yokuşa paralel ama bizim eğitim binasına dik durumdaydı. Yani koğuşun ve eğitim binasının tam arkasında bizim futbol ve basketbol sahamız yer alırdı. Devamında bizim kartal tepe, diğer adı firar tepe, dediğimiz üzerinde askerin nöbet tutmadığı bir nöbet kulesi olan tepemiz mevcuttu. Özellikle eğer birisi geçecek olursa ses çıkarsın diye tepeye çakıl dökülmüştü. Peki bu bizi durdurur mu? Gece olup son yoklama alınmış ve koğuşlara geçmiştik. Şimdi bir yoklamada koğuşlarda alınacak aşağıda ki nöbetçi subay uyuyunca bizimkiler bize haber verecekti. Tahminen 10-15 kişi çıkacaktık dışarı. Bizim grupta benle birlikte bir kişi daha deneyimliydi. Daha önce çıkmıştık yani. Önce sivil kıyafetlerimizi giyindik. Bize dışarıdan sipariş verecek arkadaşlar koğuşa geldi ve ne istiyorlarsa söylediler. Yanımıza büyük bir sırt çantası aldık. Subay uyumuştu. 3 kafile halinde çıkacaktık. Her kafilede 1 cep telefonu olacak ve o şekilde iletişime geçecektik. İlk biz çıkmaya karar verdik. Basket potalarının arkasından duvarın üstüne çıkan bir merdiven vardı oradan duvara çıktık. Bundan sonra bir süre dik yürüyemeyecektik. Çünkü okulun dışarı ile arasında ki duvara spotlar çevrili olduğu için orası gündüz gibi aydınlık oluyordu. Ancak tam duvara bitişik uzun çalılar sayesinde biz biraz alçak sürünme yaparak duvarı takip edebiliyorduk. Duvarı takip ettiğimizde duvarın bitişinde tel örgü başlıyordu ve tam bu noktada tel hasar görmüş olduğu için teli kaldırıp çıkıyorduk. İşte özgürlük, işte sivil hayat, çıkmayı başarmıştık ve hiç sorun yoktu. Okulun üst tarafında vahdettinin köşkü vardı. Biz onun altından köy evlerine benzeyen evlerin arasından aşağıya yola doğru inmeye başladık. Sıkıldım devamı sonra artık...
23 Aralık 2008 Salı
100100000111
Dün Taksim'e çıktım. Eskisi gibi gezdik, içtik, yeni elemanları gördük. İyi oldu anlayacağın. Sabah biraz tembellik yaptım ve geç kalktım. Öğleden sonra turnuva maçımız vardı. Evde kimse yoktu yine. Şu annemim cumartesileri çalışmasına hala alışamadım. Bilgisayarın karşısına geçtim. Red Alert 3 inmiş, kurdum ve çalıştırdım. Oyuna dalmışım, az kalsın maça geç kalacaktım. Hemen hazırlanıp, çıktım. Öyle saçma sapan biryer ki aslında çok yakın olmasına rağmen gitmem neredeyse 50-60 dakika sürüyor. Sonuçta İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışıyor. 3 araç değiştirdim. Neyse maça yetiştim, geç kalmadım. Keşke gitmeseymişim. Bundan önceki 2 maçta olduğu gibi yine farklı yenildik. Eğer maçtan sonra birlikte takılabilseydik değerdi ama ben böyle birşey anlamadım. Öylesine 3 maç yapmış olduk. Çıkışta arkadaşları gönderdim bende tramvayla eve döndüm. Aslında üzerimde yorgunluk ve üşengeçlik vardı ama bizimkileri aradım buluşalım dedim. Eve uğradım biraz oturdum. Her zaman olduğu gibi elektrikler kesildi. Zaten anlamıyorum sanki dünyanın en iyi hizmetini alıyormuş gibi elektriğe en yüksek ücreti ödüyoruz ama en kötü hizmeti alıyoruz. İstanbul 2 gündür rüzgarın etkisinde bu arada. İnanır mısın Karaköy İskelesi göz göre göre battı, sulara gömüldü. Kimbilir kaç yıldır orada olan iskele biraz rüzgar esince gitti. Vapur seferlerini durdurmuşlar. Ben pek haberleri takip etmiyordum, biraz uzak kalmışım olaylara. Hep başkalarından aldım haberleri. Tam evden çıkacağım dehşet bir yağmur başladı. Ben de şu yeni aldığım montu giyemiyorum diye üzülüyordum. Dün giyebildim. Test ettim ve onayladım. Ne güzel sıcacık tuttu, o havada hem de. Tüm yağmuru ve rüzgarı Taksim'e gelmeden yedim. Taksim'e çıktığımda yağmur dinmişti. Önce Dorock'a geçtim. Bizimkiler beni orada bekliyordu. İçerisi tıklım tıklım doluydu. Çok kötü bir köşeye sıkışmak zorunda kaldık. Dorock'ın karanlık ortamı hep hoşuma gitmiştir. Caravan günlerimizden kalma herhalde kendime daha yakın hissediyorum. İlk açıldığında Dorock yani eski Alman Biraevi çok renkli diskovari bir mekandı. Hiç havaya girememiştim. Farkına vardıkları için hemen iç tasarımda düzenleme yaptılar. Caravandan farklı olarak artık canlı müziğe ağırlık vermeye başladılar. Ben şahsen sinevizyonu daha başarılı buluyorum çünkü çok fazla kaliteli grup yok piyasada. Bir Murder King vardı. Onlarda zaten bir ara kendi mekanlarını açtı, Sin City diye. Bizde otomatik olarak oraya takıldık zaten bizim elemanlardan biri işletiyordu iyi oldu. Bol bol votkalı bira içmiştik. Kafalar hep güzeldi. O çok sevdiğim arkadaşım yüzünden birgün başıma ne geldi bak. 2 sene önce yıllık iznimi erken şubatta aldım. Tam sömestr tatiline denk getirdim. Bizimkiler hemen bana el koydular tam 16 gün eve hiç uğramadım, daha doğrusu yurda. Paso gezdik Taksim'deydik. Çılgınlar gibi içiyorduk. Neden bilmiyorum ama o aralar maaşım yetiyor artıyordu da. Bir akşam yine bizimkilerden biriyle Sin City'e gitmiştik. Murder King güzel çalıyordu. Kafaları sallıyori biralarımızı içiyorduk. Bizim tayfadan birileri sürekli yanımıza geliyor biraz takılıyoruz ve gidiyorlardı. Herşey güzeldi. İşin asıl güzel tarafı yan tarafımızda 2 güzel kız vardı. Ufak tefek sarışın ve alternatif veya punk takılan 2 güzel kız. Bizde onlarla tanılmaya çalışıyorduk ki onlar geldi bizim yanımıza. Gerçekten iyiydi, muhabbet. Tabi biz bira içiyoruz ama arkadaş bir getiriyor fıçı bardağın yarısı votka. Biz insanız sonuçta ne kadar dayanabiliriz ki. Kızlar yanımızda sızmış kalmışız biz arkadaşla. Eleman anlatıyor, biz sızınca kızlar tam 2 saat bizim başımızda beklemişler. Tabi biz yaşam belirtisi göstermeyince saat 3 gibi kaçmışlar. Biz de saat 4 gibi uyandık. Elemanı elimden zor aldılar. Rezilliğe bak. Nereden şimdi aklıma geldiyse bak gülüyorum acınacak halime. Oysa şimdi Sin City diye biryer yok. Dün Murder King'i yine Dorock'ta dinledik. Ondan önce başka bir grup vardı, Megadeth çalmaya çalışıyorlardı. Parça zaten hızlı sen Dave Mustaine misin ki parçayı çalmak bitti birde onu 3 kat hızlandırmaya çalışıyorsun. Şimdi herkes de yorumcu olmuş derler. Ben metal müzik bilgimin dar olduğunun farkındayım ama kulaklarım iyidir. Birşey kötüyse yapacak fazla birşey yok. Aslında Dorock adına başarılı insanlar daha az acı duymak için daha çok içiyor. Oradan çıkışta Tezgah'a geçtik yine bizim elemanlar vardı orada da ama şaşırdım. Normalde cumartesileri tıka basa dolu olan mekan boştu. Orada birer bira içtik çok fazla takılmadık. Çıkışta Katharsis'e gittik görülecek başka elemanlar vardı. Ne çok eleman varmış. Katharsis resmen bitmiş hiçbir şey yoktu. Her ne kadar eskiden de hoşlanmasam üzüldüm. Ben her mekanın iş yapmasından yanayım. Orada hiç durmadık girdik, merhaba, güle güle. Kemancı'ya geçtik, tabi yeni Kemancı. Nerede o eski Kemancı. Orada bizim bir barmen vardı onu ziyaret ettik. Adam süper, barmen dediğin öyle olacak. Onu izlemek bile insana çok şey öğretir. Biraz takıldık. Kemancı da ilginç bir şekilde boştu. Çıktığımızda saat 3:30 geçmişti. Acıkmıştık ve klasik Marmara Büfe'ye geçtik. İnsan içince iyi acıkıyor. Sağlam bir karnımızı doyurduk. Çıkışta yine Dorock'a geçtik bu sefer kapatmaya. Orada arkadaştan ayrıldım. Dolmuşuma bindim. 5 dakikada Paşa'daydım. Eve girdiğimde bi saate bakayım dedim, keşke bakmasaydım, saat 5. Yorulmuşum. Biraz bilgisayarın karşısına geçtim. Sıkıldım ve yattım. Kafamı yastığa koyduğumda çoktan uyumuştum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)