24 Aralık 2008 Çarşamba

100101101011

Bugün biraz canım sıkkın ama güzel şeyler yazabileceğimi düşünüyorum. Bu aralar biraz geçmişe dönüş yaşamak istiyorum. Anılarımı canlandıracağım. Bugüne en hoşuma giden anılarımdan birini ayırdım. Bundan tam 10 yıl önce 1998-99 eğitim öğretim yılı. Üzerinden cidden uzun bir zaman geçmiş. Kuleli'nin bence en güzel yılı 2. senemiz. Artık resmen abiyiz. Okula gelişim muhteşem olmuştu. Yazın güzel bir İzmir tatili yapmış denize doymuştum. Sonrasında Ankara'da da bol bol spor yapmıştım. TSK spor tesislerine gitmiş orada da yeni arkadaşlarla tanışmıştım. Güzel olmuştu hem spor yapıyor ardında çıkıp eğleniyorduk, tabi Ankara'da ne kadar eğlenilirse. Hatırlayabildiğim en düşük kiloya düşmüştüm. Tamı tamına 69 kiloydum. 100 adet şınav çekebiliyordum. Barfiks falan hak getire. Ne olmuştum be 2. sınıfa hazırdım kısaca. 2. sınıf çok güzel başladı. Artık daha güçlüydüm, daha otoriterdim, daha askerdim, daha bilgiliydim ve daha hazırdım. Erkektik artık sesim bile daha kalın çıkıyordu, güneşte de iyi kavruldum ve esmer güzeli oldum. O zamanlar yüzümde daha tüy bile yok. Ben öğretim yılının başından aslında bahsetmeyeceğim. Benim hikayem baharda, mayısta. Biz delikanlıların kanının kaynadığı bir zamanda. 16-17 yaşında tam 400 tane erkek çocuğu, daha tehlikeli ne olabilir ki. İşin kötü tarafı bunlardan bazıları, benim gibi, hiç korkmuyor ve hiç çekinmiyorlar. Sen çıkıpta bu çocuklara içkiyi yasaklayabilir misin? Eğlenmeyi yasaklayabilir misin? Onlarda biliyorlardı bunu ve bizi sürekli uyarıyorlardı. Yapmamamız için değil, yakalanmamamız için. Mayıs ayı gelince Kuleli'de dersler önemini yitirir ve kamp hazırlıkları başlardı yani öğrencilik biter askerlik başlardı. Bu bizim işimize gelirdi, kamp öncesi bir şekilde kafamızı dinlerdik. Sürekli dersler iptal olur ve kamp için tüfek teslimi yapılır, yeni kamuflajlar verilir, yeni postallar verilir, 1 nolular sürekli hazır çünkü her an ihtiyaçlarımızı giderelim diye günlük izne çıkabiliyoruz. Genç bir erkeğin en önemli ihtiyacı ne olabilir herhalde sevgilisine veda etmek olabilir. Mayısta bahardan dolayı mıdır bilinmez tabur telefonları da hiç susmaz. "Ahmet, Zeynep seni aradı, saat 17'de tekrar arayacakmış." diyaloglar genelde böyle olurdu. Bizim zamanımızda daha cep telefonu liselilere kadar düşmemişti. Bir iki arkadaşımızda vardı, oooooooooo. Ve işin en eğlenceli kısmı gece firarları ve içki içmek. Neredeyse her gece firar ediyorduk. Çılgınca içip yatakhanede gırgır şamata yapıyorduk. Sabah sınıf subayımız bizi içtimaya çıkarmış ve kampla ilgili konuşmuştu. Konuşmanın sonunda konu firar olayına geldi ve bizi özellikle bu konuyla ilgili sert bir şeklide uyardı. Peki bu bizi ne kadar etkiledi. Galiba bir kulağımızdan girdi, diğerinden çıktı. Rutin günlük işlerimizi askeri eğitimimizi yaptık ve gece kimleri çıkacağını kararlaştırdık. Şimdi biraz okulun fiziki durumu ve binaların konumu hakkında bilgi vereyim. Kuleli her ne kadar tarihi ana bina düz bir zemin üzerinde olsada tamamen dik bir yokuştur, dik bir tepeye yaslanmış durumdadır. Kuleli'de kapıdan girişte o efsanevi tabela ben hep farklı düşünmüştüm ama yokuşun başında "şoför yokuşu 1. vitesle çık" uyarısı yer alır. Yokuş muhtemelen 70 derece falan dikti. Törenden sonra orayı çıkarken zaten taburun tüm düzeni dağılır ve bir de bunun için azar işitirdik. S şeklinde bir yokuş. Yokuşun sol tarafında dimdik yükselen Hazırlık binası yer alır. Bizim eğitim binamız yokuşun sonunda bir düzlükte yer alırdı. Binamız birbirlerine büyük bir açıyla bağlı iki ayrı binadan oluşurdu. Binaların açısında içtima alanımız yer alırdı. Yokuşa sola doğru devam ettiğimizde bizim binamızın tam karşısında revir yer alır. İlerleyince hazırlık binasının arkasında ki içtima alanı görülür. İçtima alanının tam sonunda da hazırlık sınıfının koğuşları yer alır. Koğuşların hemen solundan ara bir yol vardır, aşağı tarihi ana binaya inen bir merdiven. Bizim binanın yanından yokuş yukarı doğru devam eder ve bizim harikulade koğuşlarımız 50 metre kadar yukarıda tüm ihtişamıyla yükselir. Tam 3 katlı bir bina. Normalde her koğuşta 12 kişi kalır, 6 tane ranza bulunur. Ben biraz şanslıydım. Bizim koğuş 3. katta son koğuştu ve 5 ranza bulunuyordu. Biz biraz daha rahattık. Bizim koğuş diğer binalardan ayrı olarak yokuşa paralel ama bizim eğitim binasına dik durumdaydı. Yani koğuşun ve eğitim binasının tam arkasında bizim futbol ve basketbol sahamız yer alırdı. Devamında bizim kartal tepe, diğer adı firar tepe, dediğimiz üzerinde askerin nöbet tutmadığı bir nöbet kulesi olan tepemiz mevcuttu. Özellikle eğer birisi geçecek olursa ses çıkarsın diye tepeye çakıl dökülmüştü. Peki bu bizi durdurur mu? Gece olup son yoklama alınmış ve koğuşlara geçmiştik. Şimdi bir yoklamada koğuşlarda alınacak aşağıda ki nöbetçi subay uyuyunca bizimkiler bize haber verecekti. Tahminen 10-15 kişi çıkacaktık dışarı. Bizim grupta benle birlikte bir kişi daha deneyimliydi. Daha önce çıkmıştık yani. Önce sivil kıyafetlerimizi giyindik. Bize dışarıdan sipariş verecek arkadaşlar koğuşa geldi ve ne istiyorlarsa söylediler. Yanımıza büyük bir sırt çantası aldık. Subay uyumuştu. 3 kafile halinde çıkacaktık. Her kafilede 1 cep telefonu olacak ve o şekilde iletişime geçecektik. İlk biz çıkmaya karar verdik. Basket potalarının arkasından duvarın üstüne çıkan bir merdiven vardı oradan duvara çıktık. Bundan sonra bir süre dik yürüyemeyecektik. Çünkü okulun dışarı ile arasında ki duvara spotlar çevrili olduğu için orası gündüz gibi aydınlık oluyordu. Ancak tam duvara bitişik uzun çalılar sayesinde biz biraz alçak sürünme yaparak duvarı takip edebiliyorduk. Duvarı takip ettiğimizde duvarın bitişinde tel örgü başlıyordu ve tam bu noktada tel hasar görmüş olduğu için teli kaldırıp çıkıyorduk. İşte özgürlük, işte sivil hayat, çıkmayı başarmıştık ve hiç sorun yoktu. Okulun üst tarafında vahdettinin köşkü vardı. Biz onun altından köy evlerine benzeyen evlerin arasından aşağıya yola doğru inmeye başladık. Sıkıldım devamı sonra artık...

Hiç yorum yok: