29 Haziran 2011 Çarşamba
Rusya
geçen ay içerisinde bir arkadaşımla Rusya'ya gitmeye karar verdik. önce, aslında çok daha önceden almış olmam gereken, pasaport alma işini hallettim. internet sitesine girip ne gerekli ise ayarladım. üzerine bir de randevu aldım. gittiğimde gördüm kü aslında randevu diye birşey yokmuş, gidip eğer sıra yoksa hemen pasaport işlemlerini yapabiliyorsunuz. eğer ikinci bir şahıs teslim alacaksa onun kimlik numarası gerekiyor. hizmet her zaman olduğu gibi, polisten ne bekleyebilirsiniz ki. ama işlemler uzun sürmüyor. üç gün sonra evime ulaştı pasaport.
Etiketler:
Makale,
moskova,
rusya,
seyahat,
st. petersburg
27 Haziran 2011 Pazartesi
Hayvanlar, Kölelik ve Soykırım
İnsan uygarlığının her yerine yayılmış olan savaş, ırkçılık, terörizm, şiddet ve gaddarlık nereden geliyor? İnsanlar neden birbirini bu kadar düzenli bir tarzda sömürüp katlediyor? Türümüz neden şiddete bu kadar meyilli? Bu soruları cevaplamak için hayvanları sömürüp katletmemiz ve bunun insan uygarlığına olan etkisi üzerine düşünmemiz gerekiyor. Acaba birbirimizi böylesine baskı altına alıp öldürmemizin sebebi , hayvanları istismar edip katletmenin bizi başkalarının acıları ve ölümlerine karşı duyarsızlaştırması olabilir mi?
Hayvanların “evcilleştirilmesi” -keçilerin, koyunların, büyükbaş hayvanların ve diğer hayvanların sütleri, etleri, ve emekleri için 11 bin sene önce Yakın Doğu’da sömürülmeye başlaması- insan tarihini değiştirdi. Avcı toplayıcı toplumlarda insanlar ve hayvanlar arasında bir çeşit yakınlık vardı; hayvanları ya da yarı hayvan yarı insan yaratıkları insan ırkının yaratıcıları ya da ataları olarak resimleyen mitlerde ya da totemlerda bunu görebiliyorduk. Ancak insanlar Yakın Doğu çiftçileri ve sürü sahipleri hareketlerini, beslenmeleri, büyümelerini ve üreme biçimlerini kontrol etmek amacıyla hayvanları hadımlaştırmaya, zincirlemeye ve damgalamaya başlayınca sınırı aşmış oldular. Kendilerini yaptıkları zulümden uzak tutmak için rasyonalizasyon, inkar, küçük görme ve duygusal kopma gibi mekanizmaları hayata geçirdiler, süreç içerisinde daha katı ve daha gaddar oldular.
1917 yılında Sigmund Freud şu sözleri söyleyerek konuyu özetledi: "kültüre doğru ilerlerken, insan, hayvanlara karşı baskıcı bir konum elde etti. Ancak bu üstünlüğünden memnun olmadığı için kendi doğası ve onların doğası arasında bir uçurum yarattı. Onlarda akıl olduğunu reddetti, kendisinin ölümsüz bir ruhu olduğunu söyledi, kendisi ve hayvanlar alemindeki bağı yok etmesine izin veren ulvi bir kökten geldiğini iddia etti."
İnsanların kendi kontrolü altına giren hayvanlara davranış biçimini nitelendiren baskı, kontrol ve manipülasyon, aynı zamanda insanların birbirine davranma biçimi anlamında bir model oluşturdu. Hayvanların köleleştirilmesi/evcilleştirilmesi insan köleliğine giden yolu araladı. Karl Jacoby’nin söylediği gibi, kölelik "evcilleştirme sürecinin insanlara doğru genişletilmesi"ydi.
Kadim Mısır, Mezopotamya, Hindistan ve Çin’in nehir vadilerinde ortaya çıkan ilk uygarlıklarda hayvanların yiyecek, süt ve emeği için sömürülmesi yerleşmiş bir olguydu, bu uygarlıklar hayvanların sadece kendi çıkarları için var olduğu nosyonunu onaylıyorlardı. Bu durum insanların hayvanları hiçbir rahatsızlık duymadan kullanmasını, istismar etmesini ve öldürmesini mümkün kılıyordu. Ayrıca insanların diğer insanları; mesela esirleri, düşmanları, yabancıları ve farklı olan ya da kendilerinden hoşlanılmayan insanları da -o büyük uçurumun diğer tarafına koymalarını kolaylaştırıyordu, öteki tarafta bu insanlar "vahşi hayvan", "domuz", "maymun", "sıçan" ve "fare" olarak aşağılanıyordu. Öteki insanları hayvan olarak isimlendirmek her zaman tehditkar bir gelişme olmuştur, çünkü bu insanlar böylece aşağılanmaya, sömürülmeye ve öldürülmeye uygun hale getirilmişlerdir. Leo Kuper’in "Soykırım: 20. Yüzyıldaki Politik Kullanımı" adlı eserinde yazdığı gibi, "hayvanlar alemi insanlık çemberinden dışlanmak için her zaman verimli bir kaynak olmuştur."
Mezbahadan Ölüm Kampına
Hayvan sömürüsünün Soykırım (holokost) ile ilgisi köleliğe kıyasla daha belirsiz; ama gene de bir bağlantı söz konusu. 20. Yüzyıldaki etkisi, metaforik olarak söylemek gerekirse, bir Amerika mezbahasında başlayıp Auschwitz’de sona eren Henry Ford’u ele alalım.
"Hayatım ve İşim" adlı otobiyografisinde (1922) Ford montaj hattı üretimi ilhamını genç bir adamken Chicago’daki bir mezbahayı ziyareti sırasında edindiğini yazar: "Sanırım bu gördüğüm kayışlar hareket eden ilk kayışlardı. Montaj hattı fikri Chicago’daki mezbahadan geldi." Swift and Company yayın evi o dönemlerde iş bölümünün Ford’u çok etkilediğini yazıyordu: "öldürülen hayvanlar, hareket eden zincirden baş aşağı asılıyordu, bu zincir ya da konveyör işçiden işçiye geçiyor ve işçilerin her biri süreç içinde sadece tek bir işlem gerçekleştiriyordu". Hayvanların endüstriyel şekilde öldürülmesiyle insanların montaj hattı tarzda kitlesel şekilde öldürülmesi arasında sadece tek bir adım vardı. J. M. Coetzee’nin "Hayvanların Hayatları" adlı romanında anlatıcı Elizabeth Costello okurlara şöyle söyler: "Chicago yolu gösterdi bize; Naziler cesetleri işlemeyi Chicago mezbahalarından öğrendiler".
"Hayatım ve İşim" adlı otobiyografisinde (1922) Ford montaj hattı üretimi ilhamını genç bir adamken Chicago’daki bir mezbahayı ziyareti sırasında edindiğini yazar: "Sanırım bu gördüğüm kayışlar hareket eden ilk kayışlardı. Montaj hattı fikri Chicago’daki mezbahadan geldi." Swift and Company yayın evi o dönemlerde iş bölümünün Ford’u çok etkilediğini yazıyordu: "öldürülen hayvanlar, hareket eden zincirden baş aşağı asılıyordu, bu zincir ya da konveyör işçiden işçiye geçiyor ve işçilerin her biri süreç içinde sadece tek bir işlem gerçekleştiriyordu". Hayvanların endüstriyel şekilde öldürülmesiyle insanların montaj hattı tarzda kitlesel şekilde öldürülmesi arasında sadece tek bir adım vardı. J. M. Coetzee’nin "Hayvanların Hayatları" adlı romanında anlatıcı Elizabeth Costello okurlara şöyle söyler: "Chicago yolu gösterdi bize; Naziler cesetleri işlemeyi Chicago mezbahalarından öğrendiler".
Bir çok insan mezbahanın Amerikan endüstrisindeki merkezî rolünün farkında değildir. James Barrett, 1900’lü yılların başında Chicago’da bulunan büyük mezbaha işçileri hakkında yazdığı çalışmasında şöyle söylüyor: "tarihçiler seri üretim öncüleri adını bu işçilerden çaldılar; çünkü bugün rasyonalize çalışma organizasyonunu sembolize eden montaj hattı tekniğini geliştiren Henry Ford değil, Gustavus Swift ve Philip Armour’du".
İşçilerin Chicago’da hayvanları öldürüp parçalara ayırmasından çok etkilenen Henry Ford Avrupa’da insanların öldürülmesine kendi eşsiz katkısını da yapmış oldu. Almanların Yahudileri öldürmek için kullandığı montaj hattını geliştirmekle kalmadı, Holokost’un meydana gelmesine katkı sağlayan iğrenç bir Anti-Semitik kampanya da başlattı.
1920’li yılların başında Ford’un haftalık gazetesi "The Dearborn Independent", Avrupa’nın her bir yanında elden ele dolaşan, Anti-semitik içerikli, "Siyon Liderlerinin Protokelleri" adlı metne dayalı yazılar yayımladı. Ford "Uluslararası Yahudi" adında bir kitap bastırdı, içinde bir çok Avrupa diline tercüme edilmiş, çoğunlukla Anti-semitikler tarafından yazılmış yazılar vardı. Bu yazılar içerisinde en önemli yazarlardan biri Alman yayıncı Theodor Fritsch’di, Hitler’i ilk destekleyenlerden birisiydi Fritsch. İyi finanse edilmiş bir kampanya ve Ford ismi prestijiyle "Uluslararası Yahudi" hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük başarı yakaladı.
"Uluslararası Yahudi" en iyi Almanya’da başarlı oldu, kitap orada "Ebedi Yahudi" adıyla biliniyordu. Ford, Almanya’da çok popülerdi. Otobiyografisi satışa çıktığında ülkede en çok satan kitaplarda anında bir numaraya oturmuştu. 1920’lerin başında "Edebi Yahudi" Alman anti-semitizminin kutsal kitabı haline geldi, 1920 ve 1922 yılları arasında altı kez yeniden basıldı.
Ford’un kitabı Münih’te Hitler’in dikkatini çektikten sonra Hitler kitabın kısaltılmış bir versiyonunu Almanya’daki Yahudilere karşı kullanmak üzere Nazi propaganda savaşına dahil etti. 1923 yılında Chicago Tribune muhabiri Hitler’in Münih’teki organizasyonunun "Ford’un kitabını arabalar dolusu dağıttığını" yazıyordu. Aristokratik bir Alman babanın ve Amerikalı annenin oğlu ve Hitler Gençlik Hareketi’nin lideri olan Baldur von Schriach , savaş sonrası Nuremberg savaş suçları mahkemesinde 17 yaşında "Ebedi Yahudi" kitabını okududuktan sonra tutkulu bir anti-semitist olduğunu söyledi. "Bu kitabın Alman gençliğinin düşüncelerine nasıl etki ettiğini hayatta tahmin edemezsiniz. Genç kuşaklar başarı ve zenginlik sembolü olan Henry Ford gibilere gıptayla bakıyordu . Ford eğer Yahudiler suçludur diyorsa biz de doğal olarak ona inanıyorduk".
Hitler, Ford’a yoldaşı gibi davrandı ve Münih’teki ofisinde duvara onun gerçek boyutlara uygun bir portresini yerleştirdi. 1923 yılında Hitler Ford’un ABD’de başkan olabileceğini duyunca Amerikalı bir gazeteciye şöyle söyledi: "Keşke bazı şok taburlarımı Chicago’ya ve diğer büyük Amerikan şehirlerine göndersem ve ona seçimleri kazanması için yardımcı olsalar. Biz Henry Ford’a Amerika’da giderek büyüyen Faşist hareketin lideri gözüyle bakıyoruz. Onun Yahudi karşıtı yazılarını tercüme ettirdik. Almanya’da milyonlarca satıyor". Hitler, Ford’u "Kavgam" adlı eserinde övmüştür, tek Amerikalı isim Ford’dur. 1931’de Detroit News muhabiri Hitler’e duvarındaki Ford portresinin kendisine ne ifade ettiğini sorunca Hitler şu cevabı verdi: "Henry Ford benim ilham kaynağımdır".
Ford "Dearborn Independent" gazetesini 1927’de kapattı ve "Uluslararası Yahudi" kitabını piyasalardan çekmeyi kabul etti, ama "Uluslararası Yahudi" Avrupa ve Latin Amerika’da satmaya devam etti. Nazi Almanya’sında da "Ebedi Yahudi"nin etkisi hem güçlüydü hem de sürüp gidiyordu, Alman anti- semitikler 1930’lu yıllar boyunca kitabın reklamını yapıp dağıtmaya devam ettiler, kapağında çoğu kez Hitler ve Ford’un isimleri yanyana basılıyordu. 1933’ün sonu gelmeden Fritsch kitabı 29. kez bastı, her bir basımda önsözde Ford’un Amerika’ya ve dünyaya Yahudilere yönelik saldırıları sebebiyle teşekkür ettiği görülüyordu.
1938 yılında 75. doğum yılı münasebetiyle Amerika’da hayvanların verimli bir şekilde öldürülmesine ve vücutlarının parçalara ayrılmasına büyük hayranlık duyan Henry Ford, Alman Kartalı’nın Liyâkat Nişanı’nı kabul etti, bu nişan Nazi Almanya’sının bir yabancıya verebileceği en büyük hediyeydi (Mussolini bu nişanı alan 3 kişiden biriydi).
7 Ocak 1942’de, Japonların Pearl Harbor saldırısından tam bir ay sonra Ford, ırkçılık karşıtı çalışmalar yapan Anti-Defamation League’in başkanı Sigmund Livingston’a bir mektup yazarak Yahudilere ya da diğer ırklara ya da dini gruplara yönelik nefreti kınadığını açıkladı. O anda Doğu’daki Einsatzgruppen (Alman mobil öldürme timleri) çoktan yüz binlerce Yahudi kadını, erkeği çocuğu öldürmüştü, ve Kulmhof (Chelmno)’taki ilk Alman imha kampı kurulmuştu bile.
Hayvancılıktan Soykırıma
Nazi Almanya’sının Nihai Çözüm’üne bir diğer Amerikan katkısı -ırk ıslahı/öjenik- yine hayvan sömürüsü sonucunda ortaya çıkmıştır. Evcil hayvanların üretilmesi -en arzu edilen özellikleri taşıyan hayvanların üremesini sağlarken diğerlerinin hadım edilmesi ya da öldürülmesi- kendi nüfuslarını ileri düzeylere taşımak isteyen Amerikalı ve Alman ırk ıslahı gayretleri için bir model halini almıştı. Amerika zorunlu kısırlaştırmada ilk sıradaydı ama Nazi Almanyası arayı hemen kapadı, ardından ötenazi cinayetleri ve soykırım şeklinde yoluna devam etti.
İnsan nüfusunun kalıtsal niteliklerini geliştirme arzusunun başlangıcı Charles Darwin’in kuzeni İngiliz bilim adamı Francis Galton’a dayanıyor, 1860’lı yıllarda Galton meteorolojiden kalıtım çalışmalarına yöneldi ve 1881 yılında ırk ıslahı/öjeni terimi ilk kez kullandı. 19. Yüzyılın sonuna kadar katı genetil örüntülere dayalı kalıtım görüşüne dayalı varsayımlarla oluşturulan genetik kuramlar bilimsel düşünceyi hakimiyeti altına almıştı.
Amerika’daki ırk ıslahı hareketi 1903 yılında ABA’nın (Amerikan Üreme Birliği) kurulmasıyla başladı. ABA’nın 1905’teki ikinci toplantısında hayvanların ve bitkilerin selektif üretimi konusunda elde edilen büyük başarı konusunda ortaya konan bir dizi rapor, delegelerin aynı metodların neden insanlara da uygulanamayacağı konusunu sorgulamaya itti. 1906’da 3. ABA toplantısında "İnsan Irkı Islahı" ile ilgili bir komitenin kurulmasıyla beraber Amerika’daki ırk ıslahı hareketi de başlamış oldu.
Hareketin lideri , kümes hayvanları araştırmacısı Charles B. Davenport’du. Davenport, New York’taki "Irk Islahı Kayıt Ofisi" (ERO)'da yöneticiydi. Davenport ırk ıslahını "daha iyi üreme aracılığı ile insan ırkının geliştirilmesi bilimi" olarak tanımlıyordu, bir kadının bir gün bir erkeği artık biyolojik-soy tarihini bilmeden kabul etmeyeceğini düşünüyordu, aynen büyükbaş hayvan yetiştiricisi olan birisinin cinsini bilmeden buzağı almaması gibi. Davenport "tarihteki en ilerici devrimin, insan eşleşmelerinin at yetiştiriciliğinin daha üstünde bir yere çıkarılması halinde başarılabileceğini" düşünüyordu. Kısırlaştırma Amerika’da 1887’de başladı, Cincinnatti Sanatoryumu müfettişi suçluların kısırlaştırılmasını önerdi, bu hem bir cezaydı, hem de gelecek suçların önlenmesi amacı taşıyordu. Yetkililer erkek suçlulara çiftçilerin üremesini istemedikleri hayvanlara yaptıkları şeyin aynısını yapıyordu: hadım ediyordu. Hadım 1899 yılına dek, vasektominin daha pratik olduğu gerekçesiyle kabul edildiği tarihe dek tercih edilen metoddu.
İlk kısırlaştırma yasası 1907’de Indiana’da kabul edildi. 1930 yılına dek Amerikan eyaletlerinin yarısından fazlası suçluların ve mental rahatsızlığı olan erkeklerin kısırlaştırılmasını artık yasalaştırmıştı, California’da ülkede yaşanan zorunlu kısırlaştırmaların %60’ı gerçekleştiriyordu. 1930’lı yıllarda zorunlu kısırlaştırma ABD’de yaygınlık kazanmıştı, üniversite dekanları, mental sağlık çalışanları, okul müdürleri, din adamları da en güçlü destekçilerdi. ABD kendi topraklarında "defolu" insanlarını kısırlaştırmak isteyen diğer ülkeler için bir model halini aldı. Danimarka 1929’da kısırlaştırma yasasını kabul eden ilk ülke oldu, diğer Avrupa ülkeleri hızla onu takip ettiler.
Almanya’da kısırlaştırma yasası Naziler iktidara geldikten 6 ay sonra hayata geçirildi, ırk ıslahı kendi derin köklerini tıbbi ve bilimsel çevrelerde 1. Dünya Savaşı’ndan sonra sağlamlaştırdı. 1920 yılında saygı değer akademisyen Karl Binding –hukuk akademisyeni- ve Alfred Hoche -psikiyatri profesörü ve nöropatoloji uzmanı- önemli bir eser yayınladılar: "Die Freigabe der Vernichtung lebensunwerten Lebens : Değersiz Hayatların Yok Edilmesi Yetkisi". Kitapta Alman yasasının artık lebensunwert (yani yaşaması anlamsız) yatan hastaların, "amaçsız" hayatların, topluma ve akrabalarına yük olan insanların şefkatle öldürülmesine izin vermesi gerektiğini söylüyorlardı.1920’lerden ititbaren Rockfeller ve diğer Amerikan kuruluşları Almanya’da ırk ıslahı konusu için yoğun finansal destek sağladı. Naziler iktidara geldiğinde Alman üniversitelerinde "ırksal hijyen" konusunda 20’den fazla enstitü kurulmuştu. "Kalıtsal Olarak Hasta Soyları Engelleme Yasası" Nazi devleti tarafından 14 Temmuz 1933’te hayata geçirildi; yasa, devlet hastaneleri ve bakım evlerinde mental ve fiziksel hastalıklar sebebiyle yatan hastaların kısırlaştırılmasını zorunlu kılıyordu. O zamana dek ABD çoktan 15 binden fazla insanı kısırlaştırmıştı, bu insanların çoğu ya hapishanelerde ya da akıl hastanelerindeydi. Amerika’nın kısırlaştırma yasaları Hitler’i ve adamlarını çok etkiledi, Nazi Almanyası ırksal liderlik için ABD’ye bakıyordu. Hitler ABD’deki ırk ıslahı çalışmalarına özel ilgi gösteriyordu. "Büyük bir dikkatle bir çok Amerikan eyaletindeki yasaları inceledim, bu yasalarda ırk stoğuna hiçbir değer katmayacak ya da tersine doğrudan zarar verecek insanların üremesinin önlenmesi ile ilgili bilgiler bulunuyordu". Ancak, Nazi Almanyasının kısırlaştırma çabaları ABD’yi hızla geçti. Almanya’da Nazi rejimi sırasında kısırlaştırılan insan sayısının 300 binle 400 bin arasında değiştiği biliniyor.
Almanlar Amerika’nın göç yasalarından da etkileniyordu, bu yasa kalıtsal hastalıkları olan insanları engelliyor ve Nordik (İskandinavya) ülkelerden gelmeyen insanlara göç kısıtlaması getiriyordu. 1934 yılında Alman ırkı antropolojisi uzmanı Hans F. K. Gunther, Münih Üniversitesi’ndeki dinleyicilerine Amerika’daki göç yasalarının Nazi Almanyası için bir ilham kaynağı ve bir rehber olması gerektiğini söyledi. Alman ırkı bilim adamları Amerika’nın ırk ayrımcısı olup ırk karışımı karşıtı yasalarına büyük hayranlık duyuyordu. Aslında Nazi kuramcılar Alman ırk politikalarının Amerika’nın gerisinde kalmasından dolayı şikayetçiydi, bazı güney eyaletlerinde 1/32 oranında siyah atası olanların yasal olarak siyah kabul edildiğini, oysa Almanya’da eğer 1/8 oranında Yahudiyse o kişinin yasal olarak Aryan olarak kabul edildiğinin altını çizerek tepki gösteriyorlardı.
Amerikalılar Nazi ırk politikalarının en güçlü yabancı destekçisiydi. 1934 yılında Eugenic News (Irk Islahı Gazetesi) dünyada hiçbir ülkede ırk ıslahının Almanya’daki uygulamalı bilim kadar etkin olmadığını yazıyor ve Nazilerin kısırlaştırma yasasının tarihi bir ilerleme olarak övüyordu.
Amerikalı antropolog, psikolog, psikiyatristi ve genetik bilimciler Nazi Almanyasına giderek Nazi liderler ve bilim adamlarıyla toplantılar düzenlediler, ırksal hijyen enstitülerini, kamu sağlığı bölümlerini, kalıtımsal sağlık mahkemelerini ziyaret ettiler. Amerikalılar geri döndüğünde profesyonel dergi ve gazetelerde Alman kısırlaştırma programını öve öve bitiremediler.
Amerikalı Charles Davenport gibi, Nazi SS’inin başı ve Nihai Çözüm’ün baş mimarı olan Heinrich Himmler de ırk ıslahı öğrenimine hayvan üreticiliği ile başladı. Tavuk üretmek üzerine tarımsal çalışmaları ve deneyimi Himmler’i bütün davranışlar kalıtsal olduğu için –insan ya da hayvan- bir nüfusun geleceğine biçim vermenin en etkili yolunun istenen özelliklerin ön plana çıkarıldığı ve istenmeyen özelliklerin elimine edildiği üreme projelerini hayata geçirmek olduğu konusunda ikna etti. Himmler kısa bir süre sonra ırk ıslahı prensip ve metodlarını hiçbir Amerikalı ırk ıslahçısının yapamadığı şekilde uygulayabileceği bir pozisyona geldi.
Auschwitz’in komutanı ve çiftçilikten gelen bir diğer ırk ıslahı destekçisi olan Rudolf Hoss otobiyografisinde savaştan sonra Auschwitz’in büyük bir tarımsal araştırma merkezi yapılacağını yazar. "Orada her türden hayvan yetiştirilecekti" der; ancak 1941 yazında Heinrich Himmler, Rudolf Hoss’u Berlin’e çağırarak Avrupa Yahudilerinin kitlesel olarak yok edilmesi planlarını ona bildirdi, böylece bu emir sonucunda Auschwitz "tarihin bildiği en büyük insan mezbahasına" döndü. 1942 yazına dek Auschwitz artık geniş ve tam hizmet veren, insan ve hayvan popülasyonları geliştirilmesi için kurulmuş bir ırk ıslahı merkeziydi, büyükbaş hayvan üretim merkezleriyle beraber Yahudi, Çingene ve diğer "alt-insanlar"ın itlaf edildiği imha kamplarından oluşuyordu. Almanya’nın ırk ıslahı kampanyası 1939 yılında Hitler mental yönden hasta, duygusal olarak rahatsız, fiziksel olarak engelli ve o sözde Aryan üstünlüğü için bir utanç kaynağı olan Almanların sistematik olarak öldürülmesini istediği gizli emriyle yeni ve ölümcü bir aşamaya girmiş oldu.
Bir kez "defolu" çocuklar belirlenip kurumlara yatırıldıktan sonra doktorlar ve hemşireler ya onları aç bırakarak ölümlerine sebep oluyor ya da çocuklara ölümcül dozlarda luminal (yatıştırıcı), veronal (uyku hapları), morfin ve skopolamin (gözbebeği büyütücü zehirli alkaloid) veriyordu.
Operasyon T4 ya da sadece T4 diye bilinen “ötenazi” programı ile yetişkinler, içinde gaz odalarının bulunduğu özel imha merkezlerine gönderiliyordu. T4, resmi olarak 1941 yılı Ağustos ayında durdurulana dek 70,000-90,000 arası Alman öldürdü. 1942 yılında Alman psikiyatristleri son hastalarını da gaz odalarına gönderdikten sonra Amerika Psikiyatri Birliği dergisi zekâ geriliği olan çocukların (doğanın hataları) öldürülmesi gerektiğini savunan bir yazı yayınladı.
Amerika ve Almanya ırk ıslahının merkezinde yer alan hayvan üretimi ve itlafı, bir dizi T4 personeli çıkardı ortaya, bu personelden bazıları Polanya’ya giderek ölüm kamplarını yönetmekle görevlendirildi. T4 baş müdürü Victor Brack, Münih Teknik Üniversitesi’nden tarım diploması aldı, öte yandan engelli çocukların öldürülmesini koordine eden ofisin başındaki Hans Hefelmann tarım ekonomisinde doktora yapmıştı.
Avustralya’daki Hartheim ötenazi merkezinde 2 sene geçirmeden önce Bruno Bruckner, Linz mezbahasında kapı görevlisi olara çalışmıştı. Treblinka’daki sadist gardiyan Willi Mentz iki T4 imha merkezi olan Grafeneck ve Hadamar’daki ineklerden ve domuzlardan sorumluydu. Treblinka’nın son kumandanı Kurt Franz, SS’e katılmadan önce kasap olarak eğitim almıştı. Sobibor ölüm kampında görevlendirilmeden önce Hadamar’da imha fırınında çalışan Karl Frenzel de aslında kasaptı. Polanya’ya Yahudileri imha etmek için gönderilen Alman personel için hayvan sömürüsü ve hayvan öldürmede tecrübe sahibi olmanın mükemmel bir eğitim anlamına geldiği ortaya çıkıyordu.
Hayvan sömürüsü ve hayvanların öldürülmesi insanların kitlesel olarak öldürülmesi için bir emsal oluşturuyor, ve bunu daha mümkün kılıyor; çünkü bizi bizden farklı olan ötekilere empati, şefkat ve hürmetle yaklaşmamaya şartlandırıyor. Isaac Bashevis Singer, "hayvanları öldürmekle Hitler gibi gaz odaları yaratmak arasında sadece küçük bir adım var" diye yazmıştı. Aynı dönemlerde Alman Yahudi düşünür Theodor Adorno da benzeri bir şey söylüyordu: "Auschwitz, bir insan bir mezbahaya bakıp" ama onlar sadece hayvan" diye düşündüğü zaman başlar". Gerçekten de öyle.
Charles Patterson
"Eternal Treblinka" kitabının yazarıdır.
Etiketler:
Charles Patterson,
Hayvanlar Kölelik ve Soykırım,
Makale
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)