Anarşizm yalnızca bir şey için çabalar: Birisi zor, gündelik mücadeleye girmek yoluyla doğadan ayrıcalıklar söküp almaya ihtiyaç duyduğu zaman, ortak bir çıkarı savunanların hepsi arasında ittifaklar oluşturmak ve insanların çıkarları farklılaştığında bireyler kesinlikle kendi takdirlerine göre hareket edeceklerdir ve bireyi herhangi bir bireyin zararlı eylemlerinden koruyacak olan da yine çeşitli konfederasyonların birliğidir. Bununla birlikte, bu konfederasyonların, oransız güce sahip olmasına karşı dikkatli olunmalıdır. Kendimize bu anlamda anarşist diyoruz: Biz yığının yararını savunuyoruz, çünkü derine kök salmış kültürel faktörlerin bir sonucu olarak (onları), zevkten ve otonomiden mahrum eden tüm şiddetten nefret ediyoruz.
Her şeyden önce, iktidarın aldatıcı damgasını basıp, ardında sadece tapınmanın uysal damgasını bırakan devasa imgeyi reddediyoruz. Uzun tarihsel duruşa sahip eğilmez kurumlardan bahsediyoruz özellikle, insanlar bu kurumların içine doğar ve ister makul ve yararlı olduğunu düşünsünler ister düşünmesinler, kendilerini bu kurumlara alıştırırlar. Bilhassa zorlayıcı devlet gücünün organları söz konusu olduğunda, birey nihai olarak bir tek seçime sahiptir: İtaat. Bunun tek gerekçesi ise daha önceki insanların, şimdi onların soyundan gelenlerin yaptığı gibi, boyun eğmiş olmalarıdır. Alternatif, kabul gören hayatın terra firma (kara)'sından radikal bir biçimde ayrılmaktır, çünkü bugün neredeyse devletin buyurgan ellerini uzatmamış olduğu tek bir köşe kalmamıştır... Şu an, insanlığın gerçek kurtuluşu, iyi niyetle yapılsa bile zorlama ve manevi vasilikte değil, özgürlükte yatmaktadır.
Devletin dayattığı köleliğin temelinde, kitlelerin köhne gelenekçilere duyduğu kör inanç ve geçmiş bir çağın başka artıklarıyla -her şeyden önce hanedanlar ve patriarkalar ile- pekiştirilen ayrıcalıklı özel servetin baskıcı sistemi yatmaktadır. Dünyanın hiçbir geleneği, sırtlarında bin yılın ağırlığı olanlar bile, bu kadar az kişinin toprak sahipliğinde ayni hak iddia edebilmesi geleneğini anarşistlerin önünde haklı çıkaramaz. Toprağın, cömert faaliyetinin meyvelerinin tadını çıkaranlar onun hasatında hiçbir gerçek role sahip değildir ama, onun zahmetini çeken hemcinslerinden onun kazancını esirgerler. Hiçbir dünyevi güç ya da yaygın önyargı muhtaç ve sefil olanların, onların olan, aralarındaki son ve en sefil olanın hakkı olan, üzerinde duracakları, dolaşacakları, dinlenecekleri ve çalışacakları şeyi adlandırmaları gerektiği kanısından anarşistleri caydırmayacaktır. Miras kalmış "hakların" ve ayrıcalığın nezaretinden (sadece yüksek duvarların ardına kapatılarak sağlama alınan bir nezaretten) kayıtsızca yararlanan, para çantalarına güvenen kişinin kesinlikle vereceği sadakalar vardır. Bu sadakalar baskıcı rejime ve onun -"içerideki düşmana" karşıymış gibi konuşlanan- silahlı piyadelerine ödenir -bunların süregiden gücü kitlelerin donuk sabrı ve sefih iradesiyle sağlama alınır. Tüm bu zaman zarfında -bizzat baskıcılarla aynı yeteneklere ve ihtiyaçlara sahip olan- büyük halk kitleleri sırtlarına giyecek giysi bulmak gibi ihtiyaçlar için üç beş kuruşla idare etmek zorundadırlar.
Ancak anarşistler, günümüzde ezilen insanların çoğunun kendilerini kurban olarak gördüğünü de iddia etmez. Bizim saflarımızda da durum böyle olabilir, en derin güdülerimizi açıklayacak doğru sözcüklerin şefkat ve sevgi olması zorunlu değildir. Beni harekete geçiren güç ise etrafımızı kuşatan insanlıktaki nefrette, insanlıktan çıkartılmış yığınların kederli varlığının kalıntıları üzerine neşeyle kendi mutluluklarını inşa eden zenginlerin kayıtsızlığına duyulan bir öfkede yatmakta. Ezilenlerin maruz kaldığı sefaletin ölçüsünü düşündüğümde öfkem zerre kadar dağılmamakta. Varlıklı olanlar ve olmayanlar analarının rahminde belirdiklerinde bir yumurtanın diğerinden ayırt edilemez olduğu kadar birbirlerinden farksızdır ve sonra, toplum dışına atılmışların arasında, zorluk ve zahmet içinde geçen sefil hayatlarının sonunda bu iskeletler, kendi akrabalarını onurla gömecek parayı zar zor bulurlar...
Hiçbir dilin, yurttaşlarımızı, iliklerine işlemiş günlük ağır işlerin dışına çıkmaya kışkırtmaya yetecek kadar yüksek ve kati olamayacağını iddia ediyoruz. Şimdiki ruhani ataletin aşkınlığı aracılığıyla, enerjik eylemin peşinde olan, engelleri parçalamayı ve tohumlarımız için yeni zemin hazırlamayı amaçlayan yeni bir toplumsal biçim teşvik edilmek zorundadır. Benim ondan anladığım kadarıyla eylemle propaganda budur. Diğer her şey ihtiras, umutsuzluk ya da büyük bir yanlış anlamadır. Bunun insanları öldürmekle hiçbir alakası yoktur; buna değil, büyük topluluklarca salınan üretken enerjilerle birlikte insan ruhunun ve iradesinin yenilenmesine saygı duyar.
Büyük ölçekli topluluklar diyorum. Çünkü anarşizmin bireycilik anlamına geldiği ve bu nedenle -bu şekilde yanlış anlaşıldığında- sosyalizme karşı olduğu, büyük bir yanılgıdır. Sosyalizm kesinlikle bizim için "üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılması"ndan oldukça farklı bir anlama gelmektedir. Bizim sosyalizmimiz kolektif mülkiyetten bahsetmez bile, çünkü onun arkasında bürokratik bir komplonun tahakkümünden başka bir şey saklanmamaktadır. Hayır, biz bunun yerine, Benedikt Friedlander'nın enfes ifadesini kullanırsak, "doğanın cömertliğinin sahipsizliğinden" bahsediyoruz. Bu, insanların gerçek çıkarlarını bir kere anladıktan sonra, Yeryüzünün bereketinden herkesin pay almasını temin edecek güçlü ittifaklar oluşturacağı anlamına gelir. [...]
Anarşist toplumda da güçlü örgütlenmelerin olacağını söylemekten hiçbir endişe duymuyorum, tıpkı halihazırda var olan bazı örgütlenmelerin Anarşizme "evrileceğinden" emin olduğum gibi... bununla, gerçek üreticilerin, yani işçilerin örgütlenmelerini kastediyorum... Elbette, işçi sınıfının o ya da bu ölçüde, onun üzerinden -maddi bir gereklilik meselesi olarak- İlahi Takdir tarafından günümüzün yönetici sınıfı rolünü kendisi için almak, proletarya diktatörlüğünün kurulmasına hiçbir şey dememek üzere çağrıldığı bir tarihsel gelişim hilesi kurgulamak kesinlikle aklımızdan geçmemekte. Sınıf mücadelesinin benim için bu anlama geldiğine açıklık getirmekte hiç tereddüt etmiyorum. Bir bireyin belli bir servet eşiğini geçtiğinde iflah olmaz bir sefil kesilip, yaklaşan toplumda herhangi bir yere layık olmayacağı görüşüne hiçbir şekilde katılmıyorum. Açıkçası, bir burjuva olarak doğmuş olmak, bir proleter olarak doğmuş olmaktan daha büyük bir skandal değildir. Bu konuda dahası, biz anarşistler, bizim perspektifimizin doğru olduğunu düşünen ve bu inancın sonuçlarına uyan bir hayat sürmeye istekli olan herkesi, sosyal sınıfının kökenine bakmaksızın, bir yoldaş olarak görmeye hazırız.
Ancak, gerçeği Anarşizmde gören kişi tüm zamanını kulüplerde ya da gelecekteki toplumda tabakların yıkanmasında ya da çizmelerin etkili temizlenmesinde kullanılacak yöntemin tartışıldığı toplantılarda harcamayacaktır kesinlikle. Bunun yerine bu kişi, kişisel cesareti ve hayattaki durumu el verdiği sürece, yaşam koşullarının adım adım gelişmesini talep edecektir şüphesiz. Akıl tek başına, ekonomik payındaki gelişimin, mevcut durumların dikte ettiği gibi, işçilerin etkili kitlesel eylemlerinin başarısıyla sıkı sıkıya bağlı kalmaya devam ettiğini söyler ona. Mal sahipleri ve güçlü olanlar, sefillerin mevcut koşullarını yukarıya çekmelerine izin veren araçları kendi ellerinde bulundurdukları sürece, örgütlü insanlar da paylarının kapsamlı bir şekilde ilerlemesi için meşru olan tüm yöntemlerle savaşacaklardır. Sınıf savaşını vaz etmiyoruz, ama koşullarında bir iyileşme olmasını arzulayan kişinin çoğu kez buna zorlandığını kabul ediyoruz. Bu modern kültürün yıkılması meselesi olmayıp, önceden adı konmuş ve bu vakte kadar masaya ve ziyafete katılmak için bir iştah edinmiş olanlardan oluşan büyük bir ordu meselesidir.
İşsizler ve mazlumlar bir yana, kafalarını suyun üstünde güç bela tutanlara devrimden ve gelecekteki cennetten bahsetmekle iyi hizmet edilmiş olmaz. İşte bu yüzdendir ki kayıtsız sınıf mücadelesi bugünün toplumunda yaşam durumlarını iyileştirmek için dayanışma kararlılığından ve mücadele enerjisinden başka bir müracaat yeri olmayanlar açısından doğallığını korumaya devam etmektedir. Toplumun daha aşağı sınıfları asla -yeni ve artan adaletsizliğin ışığında- herkese adil davranan ve bu yüzden "adaletli" ünvanını hak eden bir toplumun oluşması için çabalarken bir ateşkesi kabul edecek kadar aşağıya çekilmeyecektir.
Anarşistler politik bir partiyle uyuşmazlar, çünkü devlete karşı duyduğumuz horgörü onunla aynı zemine ayak basmamızı engeller, çünkü, biz özellikle pazarlıktan ve sıkı pazarlıktan nefret ederiz. Biz Anarşistler hatipler olmak isteriz: Bizim için ilk kural bir ruh devrimidir. Günümüzün elitleri halkımızın özlemlerini ve arzularını bastırırken, onların inatçılığının sonucu ne olabilir? Sorumluluktan vazgeçmiyoruz, daha doğrusu, gelecek nesillerin kendilerine yeniden saygı duymalarına yardım ettiğimiz için bize teşekkür edeceğinizden emin bir halde, bu sorumluluğu sessizce taşıyoruz. Sadece zaferimizin sonucunu görmemekle kalmayıp dahası yeni hayal kırıklıkları ve aksilikler -zulümden hiç bahsetmeyelim- yaşayacak olduğumuzun bilinci engellemeyecek bizleri. Buna rağmen, kendimizi ömürlük işimize ve aydınlanmayı toplumun bütün katmanlarına yaymaya adayacağız. Biz de Schopenhauer gibi düşünüyoruz: "Yaşam kısadır ama, ortaya çok az çıksa bile, gerçek uzun yaşar: Öyleyse doğruyu söyle!" Elbette çoğu kişi, bir parça dürüst ve yürekli çalışmanın ardından kendi gerçeğini adlandırabilir. Her kim ki bunun farklı bir gerçeği olanların şiddetle bastırılmasıyla birlikte "kendi Gerçeğini" dayatmak için talep edildiğine inanıyorsa isterse bu yoldan ayrılabilir. Anarşistler kendi yollarından gideceklerdir.
Gustav Landauer