9 Ağustos 2010 Pazartesi

Sendikalist Yöntemlerin Eleştirisi IV Sonuç

Devrimden Sonra Sendikalist Örgütlenmeler

Sendikalist örgütün sınırlılıklarının mutlak kanıtı ve asıl tehlikesi devrim sonrası aşamadaki varlığının etkilerinde görülebilir. Eğer devrimi sağlayacak olay bir parti tarafından idare ediliyorsa veya kitleyi arkasından sürükleyebilen fakat bütün kendiliğinden eylemliliğini boğan bir azınlığın askeri eylemiyle gerçekleştiriliyorsa, sendikalist örgütün tek eylemliliği her şeyi devrimci partiye teslim ederek işçileri sömürücü sınıfın ellerine bırakmak olacaktır.

Eğer gerçekleşen devrim son derece bürokratik bir olay şeklindeyse –Macaristan konseylerinde olduğu gibi sadece bir devlet kriziyse-, sendikalist örgütler doğrudan devlet haline gelirler. Sendikalar, kitlenin kendi mutlak kurtuluşuna giden her türlü özgün ve kendiliğinden girişimini bastırarak üretimin devletin eline kolayca geçişini garantilerler.

Eğer işçiler Rusya, Almanya ve İtalya’da olduğu gibi inisiyatifi kendiliğinden ele geçirir ve kendi taban örgütlerini -kendi konseylerini- kurarlarsa, sömürü yapılarına savaş ilan ederlerse, sendikalist yapılar devletin yanına geçerler ve (olabildiğine az zararla) sonraki normale dönme ve merkezileşme evresine geçişin pazarlığını yaparlar. Rusya’da Stalinizmin ilk ortaya çıkış dönemine benzer bir merkezileşme evresinde, sendikalar partiden önce gerilerler.

Bazıları, bunların anarşist değil komünist ve sosyal demokrat sendikalar olduklarını söyleyeceklerdir: “anarşist yoldaşların bu şekilde davranması imkânsızdır” ve biz de bunda hemfikir oluruz, bu imkânsızdır… Fakat olur! Anarşist yoldaşların hükümete katılması, anarko-sendikalistlerin hükümetin bir parçası olmaya niyetlenmeleri olanaksızdır, fakat bu gerçekleşir. Anarşist örgütlerin anarşist gazeteleri yasaklaması imkânsızdır, fakat bu gerçekleşir. Anarşizm insanları yaratmaz, insanlar anarşizmi yaratır.

Anarko-sendikalist örgütler açısından yapılacak en mantıklı iş, dar bir sendikalist mantığa düşülmesinin engellenmesi için kendi kendilerini feshetmeleri olacaktır, bu gerçekleşecek olsaydı çözümlememiz anlamsız olurdu.

Bunun devrimden önce olması imkânsızdır, fakat devrimden hemen sonra gerçekleştirilebilir. Bir yandan da kendilerine göre en mantıklı olanı yapmaya devam ettikleri takdirde, bu dünyadaki diğer bütün sendikalist yapılar gibi davranmış olacaklar ve içlerindeki anarşist yoldaşları da ateş ve barutu yan yana getirmeye çalışan ölümcül ideolojik sıçramalar yapmaya zorlayacaklar.

Devrim sonrasında ekonomiyi belirleyecek şeyin ne olacağını tahmin etmek kesinlikle imkânsız. En fazla öneme sahip olaylar, nihai kriz anlarında ortaya çıkacaktır. Daha az öneme sahip ama yine de belirleyici olan olaylar, büyük tahminler yürütmek dışında yapılabilecek her analitik girişimi imkânsız hale getirerek sistem içinde kalırlar. Detaylı bir program çizmek imkânsızdır ama bazı şeyler açıkça görülebilir. Devlet kontrolünün mevcudiyeti olumsuzdur. Toplumsal koşullar üzerinde belirleyici bir rol oynamaktan kendini alamaz, çünkü ekonomiyi planlı bir şekilde kurar. Diğer bir yandan devrim sonrası ekonomi, üretim ve dağıtımın, -aynı zamanda tüketiciler olan- üreticilerin yatay anlaşmaları yoluyla sağlandığı doğal bir ekonomi olmalıdır.

Sendikalist yapıların devrim sonrası bir ekonomideki üretimde ne kadar önemli bir rolleri olduğunu görmek zor değildir. Merkezileşmiş güçle arabuluculuk yapmaya devam edebilirler, böylesi bir merkezileşmiş gücün olmadığı yerde ise ezeli görevleri olan arabuluculuğu devam ettirmek adına kendileri bir merkez yaratabilirler. Kapitalist ekonominin hüküm sürdüğü bir rejimdeki nesnel karşı devrimci rolleri komünist bir rejim altında etkin bir karşı devrimci role evirilecektir.

Bazı yoldaşlar sendikalist yapının bir “kamu hizmeti” gibi görünmesi gerektiğine dair bir sonuca vardılar: “Aslında proletaryanın sadece ufak bir kesimi kapitalizm tarafından dayatılan ‘üret, tüket, yabancılaş’ döngüsünün farkına varır, ama bu ufak kesim de sendikalar vasıtasıyla kapitalizm tarafından ele geçirilir.” Bu fikir bazı genç arkadaşlar tarafından tekrar düşünülmeye başladı.

“Sendikayı yok edemeyiz fakat sendikanın içinde de çalışmak istemiyoruz. Hiçbir zaman devrimci olmamış bir yapıyı devrimcileştirmeye çalışmaktansa sadece sömürülenlerin kendilerinin sendikaları “alt üst etmesini” umabiliriz, ondan sonra devrime uygun bir araç yaratmaya çalışırız” Corale


Sonuç
Corale yoldaşın fikirlerinin tamamına katılmıyoruz. Sendikaları alt üst edecek bir proje, ufak talepler ve ihtiyaçlar perspektifi ile uyumlu olmayan yıkıcı bir zihniyeti gerektirir. Enerjimizi –zaten bu tip bir enerjimiz yok- böylesi bir perspektife koymak ayrılıkçılık olacaktır ve bizlere işçi örgütü problemine dair sağlıklı bir bakış sunmaz. Sendikaların radikal bir eleştirisini yapıp bu eleştiriyi aynı şekilde devrimci ve anarko-sendikalizme de getirirsek daha çabuk ve daha iyi sonuçlar elde edebiliriz. Olası bir alternatif sunulduğunda işçiler sendikanın sınırlılıklarına dair daha bilinçli olacaklardır: Bu alternatif, bu kamu hizmetini kendi kaderiyle baş başa bırakıp kendini mevcut üretim yapılarına karşı mücadeleye adamış ufak özerk taban örgütlenmeleri yaratılmasıdır.

Bu gruplar üretim çekirdeği şeklini kabul etmiş olmalılardır. Bunun başka alternatifi yoktur. İşçi, makinelerin ve fabrikanın bir parçasıdır. Kapitalist sömürü zalimce işçiyi kendi kişiliğine neredeyse tamamen yabancılaşmaya mahkûm etmeye devam edecektir, bu şimdiki gelişmiş teknoloji çağında hala geçerlidir. Fabrika dışına bir kez çıktığında, işçi artık zavallı yorgun bir adamdır; sadece yatağına gider ve uyur. Savaşçı potansiyeli tamamen kurutulmuştur. Onu devrimci bir “kuluçka dönemi” içine çekmek taktiksel olduğu kadar psikolojik bir hatadır da aynı zamanda. Bunu ancak, oldukça duyarlı bir azınlık büyük sınırlılıklarla gerçekleştirebilir. Bu nedenle, sabitlenmiş bir noktadan hareket edip bir eylem çizgisi belirleyen bütün örgütler –sözde anarşist olanları bile-, hızlı bir yozlaşmayla karşı karşıyadır. Fabrika, tarla, okul, konut alanları gibi devrimin asıl gerçekleşeceği alanları olduğundan, sömürünün genel koşulları ve her bir alandaki özel koşulları buralardaki deneyimlerle tahlil edilebilir. Bütün bunlar, farklı bölgeler arasındaki, bütünleşik alanlar içindeki (mesela devlet) veya devletler arasındaki ilişkiler hakkında periyodik çözümlemeler yapmayı gerektirir. Ama bu tek başına işçilerin alternatif örgütlenme biçimleri bulmaları için yeterli değildir.

İşçi bunun “devrimci” bir zorunluluk olduğunun değil de; doğal bir zorunluluk olduğunun farkına varmak zorundadır. Bunun kendi hayatta kalma olasılığının ta kendisine bağlı bir zorunluluk olduğunun, onu daha fazla çaba harcamakla, sonraları çok daha rahat bir konuma ulaşmak için ıstırap dahi çekmekle yükümlü kılan, sadece kendisini değil herkesi yükümlü kılan bir zorunluluk olduğunun bilincine varmak zorundadır. Devrimci söylem hemen hemen hiçbir zaman işçiye doğrudan hitap etmez. Sendikaların bu kadar başarılı olmasının nedeni budur; işçilere onların acil ihtiyaçları ve her şeyden önce onları en çok ilgilendiren şey olan “çalıştıkları iş” üzerinden ulaşırlar. İşçinin sendikaya bağlanmasının nedeni fabrika içinde ona belirli miktarda sağlanan güvenlik değildir, bunun nedeni sendikanın kendi sektöründeki işçileri, kendisinin doyurucu bir şekilde konuşabildiği ve aralarında kendisini yetkin hissettiği, kendisiyle aynı problemleri sahiplenen işçileri bir araya getirmesidir. Bu önemsiz bir birlik değildir, iş bölümünün doğrudan bir sonucudur ve bir günde dağıtılacak bir şey değildir. İşçiyi kendi ortamından çekip almak ve onu, anlaşılmayan bir dille saatlerce anlatılan muğlâk iddiaları dinlemeye zorlamak, neredeyse kaçınılmaz olarak işçinin yeni ve farklı olana dair herhangi bir açılımı reddetmesine ve çalıştığı yerin gürültüsünü veya evdeki çocukların patırtısını tercih etmesine neden olur.

İşçi, devrim olgusunu ekonominin gerçekliğinde yaşamalı. Bir sendika veya sendikalist örgütle, tabandaki otonom gruplar arasındaki fark, ideolojik bir bakış açısının filtresi vasıtasıyla anlaşılamaz. Ancak ekonomik ilişkilerin maddi seviyesinde anlaşılabilir. Bu bakımdan, yukarıdaki ‘işçileri sendikadan koparmak için uğraşılmasına’ veya ‘işçiye, bütün sendikaların sınırlılıklarını ve onların bir kamu hizmetinden ibaret oldukları gerçeğini göstermek için sendikanın dağıtılmasına’ çaba harcanması gerektiğini söyleyen önermelerde bir “garanti unsuru” vardır.

Ekonomik sistem, onu kontrol eden, yönlendiren veya ulaşılması gerekli amaçların ne olduğuna karar veren baskıcı bir yapı olmaksızın örgütlenebilir. İşçi bunu çok iyi anlar. Bir fabrikanın nasıl yapılandırıldığını ve bu engelin nasıl aşılacağını tam olarak bilir, ekonomiyi kendi çıkarına uygun olarak yürütmeyi de başaracaktır. Bu engelin sarsılmasının fabrika, okul, tarla ve toplumun tümünün içinde ve dışındaki ilişkilerde bir dönüşüm anlamına geleceğini bilir. İşçi için, “proletarya yönetimi” kavramı her şeyin ötesinde üretimin yönetimi anlamına gelmektedir. Kapitalist yönetim veya devlet yönetimi ise buna zıt olarak küçük kapitalist gruplar, parti bürokratları veya yöneticiler adına üretimin sömürülmesi anlamına gelir. Bu yüzden de bu perspektifte ürün üzerindeki kontrol, üretim sürecine ilişkin kararlar, yapılması gereken tercihler, vb. meseleler eksiktir. Dağıtım da üretimle bağlantılıdır. İşçi, bir insanın üretime kişisel katılımıyla sağladığı üretim miktarı arasında basit bir ilişki kurulabileceğini, aynı şeyi üreten işyerlerinde uyumu sağlayan sektörler arasında anlaşmalar örülebileceğini bilir. Bu ilişkinin, kendisine elde edilen ürünlerin dağıtımı hakkını vereceğini de bilir. Bu sebep-sonuç ilişkisi teknik olarak karmaşıktır, fakat işçinin hayalinde canlı bir şekilde durmaktadır. Yapılması gereken şey ise, bu düzeneğin komünist bir ekonomi yoluyla gelebileceğini, “gerçek” ihtiyaçlarının aslında neler olduğunu ve kendi potansiyeline bağlı olarak “faydalı” üretime nasıl katılımcı olabileceğini işçiye anlatmaktır.

Bu bakış açısından, sendikaya veya sendikalist bir yapıya alternatif olabilecek örgüt şekli oldukça basit bir hale gelir. Hatta iş yerleri ile teknik bilginin fethedilmesini ve bu bilginin değiş tokuşu ve geliştirilmesini olanaklı hale getiren sektörler arasındaki teması sağlamak anlamında bir doğrudan mücadele programı tasarlamak, tabanda özerk olarak örgütlenmiş işçiler olmaksızın imkânsızdır. Bütün bu stratejiyi-programı sendika filtresinden geçirmek, bu fikirler başlangıçta ne kadar saf olurlarsa olsunlar, tabanın bu bilgileri çarpık, ulaşılması gereken hedeflerle uyumsuz bir biçimde algılamasına neden olacaktır.

Bugünün ilk gereksinimi taban tarafından örgütlenen doğrudan mücadeledir; üretim merkezlerine saldıran ufak işçi gruplarıdır. Bu, giderek detaylanan bilginin elde edilmesi ve sermayenin toplumsallaştırılmasına geçme kararının alınmasını (yani devrimi) izleyecek mücadelenin göstereceği ilerideki gelişmeler ile uyumlu bir eylemlilik olacaktır. Emek ve ürün arasındaki ilişkinin koşullarını belirleyecek olanlar işçiler olacaktır. Bunu yaptıktan sonra işçilerin kapitalisti ya da herhangi bir başka iktidarı dayatan her türlü örgütü reddetmekten ve üretim çekirdeklerinin inşası yolunda ilerlemekten başka bir çaresi kalmaz. Bu üretim çekirdeklerinin mücadele döneminin sonuna, yani sömürünün nihai yok edilişine kadar varlığını sürdürebilecek kadar sağlam olmasına çalışırlar.

Meseleyi daha basit bir şekilde koymak gerekirse, üretici ve ürün arasındaki ilişkinin devrim projesinin temelini oluşturduğu düşünüldüğünde, bu ilişkinin eşitlikçi (herkese ihtiyacı kadar, herkesten yeteneğine göre) olması gerektiği açıktır. Tabandan yönetilmeli, basit ve kolay olmalıdır (ihtiyaçları yapay bir şekilde arttıran pazar mekanizmasının lağvedilmesi).

Özerk bir mücadele örgütü için savaşmak aynı zamanda özerk bir üretim örgütü için savaşmak demektir. Bunların arasında niceliksel bir ayrım yapmak mümkün değildir. Bir bakıma, her hangi bir zaman diliminde dahi böyle bir ayrım imkânsızdır. İşçiler kendi özerk üretim çekirdeklerini örgütledikleri zaman, sendikalist örgüt veya partiden daha farklı bir yol izlemiş olurlar. Böyle yaparak, sadece mücadele araçlarının seçimi değil, ulaşılması gereken hedeflerin seçimi konusunda ve sadece mücadele değil, üretimin amaçları hakkında da yönetimi ele almak adına kararlı bir adım atmış olurlar.

Devrim sırasında var olan geleneksel anlamda güçlü bir sendikalist örgüt veya parti, proletaryanın olgunlaşmamış olduğunun ilan edilmesi sonucunu doğurur ve bunun da sonucu birisinin –sendikalist veya parti başkanı- onlar adına karar vermesinin gerekli olduğu düşüncesidir. Kurtuluş için bir yapının gerekliliği tabana dayatılır. Sendikalistlerin veya partilerin toplantıları hep aynı bürokratlar veya uzmanlar tarafından yürütülür. İşçilerin akıllarına yatmayan her şey sonunda biter. Buna karşı çıkacak tüm anarşist yoldaşlar, İspanya’da hükümete girme kararı alındığı veya kolektifler için mücadele kararının alındığı zamanı hatırlasınlar. Bu nedenle, tabandaki çekirdeklerin yürürlükteki ana işlevleri şunlar olmalıdır:

1) Mücadele. Sınıf ruhunun doğduğu ve geliştiği alan mücadele alanıdır. Mücadele sırasında partilerin ve sendikaların da gerçek niyetleri açığa çıkar. Doğrudan eylem yöntemleri gelişir: sabotaj, devamsızlık eylemi, öz yönetim girişimleri, ürünlere zarar verilmesi, vs.

2) Örgütlenme. Örgütlenme, düşmanla yüzleşme ve onun durumunu doğrulama ihtiyaçlarından doğar. Zaman ve mekâna göre büyük farklılıklar gösterebilir ama esasen üretim sürecindeki ortak çıkarlar temelinde kurulur. Her bir çekirdek farklı toplumsal, ekonomik ve politik tabanda fakat üretim gerçekliğinin koyduğu sınırlar çerçevesinde büyür. Bütünsel bir yapıya sabit bir referans sağlayan şey, örgütlenmenin bu niteliğidir.

3) Bilgi. Bilgi, üretim ilişkilerinin kademeli olarak tersine çevrilmesi, iş bölümünün ıslahı ve üretimin sabotajı yollarıyla görülen etkilerin ve sınırlılıkların çözümlenmesiyle elde edilmelidir. Böylece bilginin elde edilişi, somut ekonomi ve üretim boyutu içinde politik bir bilincin oluşumuna dönüşür.

Fakat bu problemler buradaki amacımızın dışına çıkıyor ve çok daha derin çözümlemeler gerektiriyor. Şimdilik okuyucuya önerdiklerimiz bunlardır.


Alfredo Bonanno


Kısaltmalar
C.G.I.L.: Confederazione Generale italiana del Lavoro (İtalya Genel İşçiler Federasyonu), Sosyalist bir azınlıkla Komünist Parti’nin hakim olduğu sol kanat sendika.
C.I.S.L.: Confederation Italiana Sindacati Lavoratori (İtalyan İşçi Sendikaları Konfederasyonu), Hıristiyan Demokratlar’ ın hakim olduğu sendika.
U.I.L.: Unione Italiana Lavoratore (İtalyan İşçi Sendikası), en büyük üç federasyonun en küçüğü, sosyalistler hakim.
C.I.S.N.A.L.: C.G.I.L., C.I.S.L. ve U.I.L.’ den sonra 4. büyük konfederasyon. Neo-faşist nasyonal sağ kanat partisi M.S.I. ile alenen yakınlık ilan eden sendika.
C.G.T.: Confederation Generale du Travail (Genel İş Sendikası), Fransa, geniş ve bazı bakımlardan apolitik spektrumlu bir kitlesi var, fakat Stalinist bir önderliğin elinde.
D.G.B.: Deutscher Gewerkschaftsbund (Alman Sendikaları Konfederasyonu), çatısı altında 16 sendika var. Sendikaya bağlı olanlar iş koluna değil fabrikaya göre örgütleniyorlar. Hıristiyan Demokratlara sempatileri var ama apolitik birlik çağrısındalar.
S.A.C.: Sveriges Arbetares Centralorganisation (İsveç anarşist devrimci eğilim). Sendika 1910 yılında kuruldu.