Sendikalist
örgütün sınırlılıklarının mutlak kanıtı ve asıl tehlikesi
devrim sonrası aşamadaki varlığının etkilerinde görülebilir.
Eğer devrimi sağlayacak olay bir parti tarafından idare ediliyorsa
veya kitleyi arkasından sürükleyebilen fakat bütün kendiliğinden
eylemliliğini boğan bir azınlığın askeri eylemiyle
gerçekleştiriliyorsa, sendikalist örgütün tek eylemliliği her
şeyi devrimci partiye teslim ederek işçileri sömürücü sınıfın
ellerine bırakmak olacaktır.
Eğer
gerçekleşen devrim son derece bürokratik bir olay şeklindeyse
–Macaristan konseylerinde olduğu gibi sadece bir devlet kriziyse-,
sendikalist örgütler doğrudan devlet haline gelirler. Sendikalar,
kitlenin kendi mutlak kurtuluşuna giden her türlü özgün ve
kendiliğinden girişimini bastırarak üretimin devletin eline
kolayca geçişini garantilerler.
Eğer
işçiler Rusya, Almanya ve İtalya’da olduğu gibi inisiyatifi
kendiliğinden ele geçirir ve kendi taban örgütlerini -kendi
konseylerini- kurarlarsa, sömürü yapılarına savaş ilan
ederlerse, sendikalist yapılar devletin yanına geçerler ve
(olabildiğine az zararla) sonraki normale dönme ve merkezileşme
evresine geçişin pazarlığını yaparlar. Rusya’da Stalinizmin
ilk ortaya çıkış dönemine benzer bir merkezileşme evresinde,
sendikalar partiden önce gerilerler.
Bazıları,
bunların anarşist değil komünist ve sosyal demokrat sendikalar
olduklarını söyleyeceklerdir: “anarşist yoldaşların bu
şekilde davranması imkânsızdır” ve biz de bunda hemfikir
oluruz, bu imkânsızdır… Fakat olur! Anarşist yoldaşların
hükümete katılması, anarko-sendikalistlerin hükümetin bir
parçası olmaya niyetlenmeleri olanaksızdır, fakat bu gerçekleşir.
Anarşist örgütlerin anarşist gazeteleri yasaklaması imkânsızdır,
fakat bu gerçekleşir. Anarşizm insanları yaratmaz, insanlar
anarşizmi yaratır.
Anarko-sendikalist
örgütler açısından yapılacak en mantıklı iş, dar bir
sendikalist mantığa düşülmesinin engellenmesi için kendi
kendilerini feshetmeleri olacaktır, bu gerçekleşecek olsaydı
çözümlememiz anlamsız olurdu.
Bunun
devrimden önce olması imkânsızdır, fakat devrimden hemen sonra
gerçekleştirilebilir. Bir yandan da kendilerine göre en mantıklı
olanı yapmaya devam ettikleri takdirde, bu dünyadaki diğer bütün
sendikalist yapılar gibi davranmış olacaklar ve içlerindeki
anarşist yoldaşları da ateş ve barutu yan yana getirmeye çalışan
ölümcül ideolojik sıçramalar yapmaya zorlayacaklar.
Devrim
sonrasında ekonomiyi belirleyecek şeyin ne olacağını tahmin
etmek kesinlikle imkânsız. En fazla öneme sahip olaylar, nihai
kriz anlarında ortaya çıkacaktır. Daha az öneme sahip ama yine
de belirleyici olan olaylar, büyük tahminler yürütmek dışında
yapılabilecek her analitik girişimi imkânsız hale getirerek
sistem içinde kalırlar. Detaylı bir program çizmek imkânsızdır
ama bazı şeyler açıkça görülebilir. Devlet kontrolünün
mevcudiyeti olumsuzdur. Toplumsal koşullar üzerinde belirleyici bir
rol oynamaktan kendini alamaz, çünkü ekonomiyi planlı bir şekilde
kurar. Diğer bir yandan devrim sonrası ekonomi, üretim ve
dağıtımın, -aynı zamanda tüketiciler olan- üreticilerin yatay
anlaşmaları yoluyla sağlandığı doğal bir ekonomi olmalıdır.
Sendikalist
yapıların devrim sonrası bir ekonomideki üretimde ne kadar önemli
bir rolleri olduğunu görmek zor değildir. Merkezileşmiş güçle
arabuluculuk yapmaya devam edebilirler, böylesi bir merkezileşmiş
gücün olmadığı yerde ise ezeli görevleri olan arabuluculuğu
devam ettirmek adına kendileri bir merkez yaratabilirler. Kapitalist
ekonominin hüküm sürdüğü bir rejimdeki nesnel karşı devrimci
rolleri komünist bir rejim altında etkin bir karşı devrimci role
evirilecektir.
Bazı
yoldaşlar sendikalist yapının bir “kamu hizmeti” gibi
görünmesi gerektiğine dair bir sonuca vardılar: “Aslında
proletaryanın sadece ufak bir kesimi kapitalizm tarafından
dayatılan ‘üret, tüket, yabancılaş’ döngüsünün farkına
varır, ama bu ufak kesim de sendikalar vasıtasıyla kapitalizm
tarafından ele geçirilir.” Bu fikir bazı genç arkadaşlar
tarafından tekrar düşünülmeye başladı.
“Sendikayı
yok edemeyiz fakat sendikanın içinde de çalışmak istemiyoruz.
Hiçbir zaman devrimci olmamış bir yapıyı devrimcileştirmeye
çalışmaktansa sadece sömürülenlerin kendilerinin sendikaları
“alt üst etmesini” umabiliriz, ondan sonra devrime uygun bir
araç yaratmaya çalışırız” Corale
Sonuç
Corale
yoldaşın fikirlerinin tamamına katılmıyoruz. Sendikaları alt
üst edecek bir proje, ufak talepler ve ihtiyaçlar perspektifi ile
uyumlu olmayan yıkıcı bir zihniyeti gerektirir. Enerjimizi –zaten
bu tip bir enerjimiz yok- böylesi bir perspektife koymak
ayrılıkçılık olacaktır ve bizlere işçi örgütü problemine
dair sağlıklı bir bakış sunmaz. Sendikaların radikal bir
eleştirisini yapıp bu eleştiriyi aynı şekilde devrimci ve
anarko-sendikalizme de getirirsek daha çabuk ve daha iyi sonuçlar
elde edebiliriz. Olası bir alternatif sunulduğunda işçiler
sendikanın sınırlılıklarına dair daha bilinçli olacaklardır:
Bu alternatif, bu kamu hizmetini kendi kaderiyle baş başa bırakıp
kendini mevcut üretim yapılarına karşı mücadeleye adamış ufak
özerk taban örgütlenmeleri yaratılmasıdır.
Bu
gruplar üretim çekirdeği şeklini kabul etmiş olmalılardır.
Bunun başka alternatifi yoktur. İşçi, makinelerin ve fabrikanın
bir parçasıdır. Kapitalist sömürü zalimce işçiyi kendi
kişiliğine neredeyse tamamen yabancılaşmaya mahkûm etmeye devam
edecektir, bu şimdiki gelişmiş teknoloji çağında hala
geçerlidir. Fabrika dışına bir kez çıktığında, işçi artık
zavallı yorgun bir adamdır; sadece yatağına gider ve uyur.
Savaşçı potansiyeli tamamen kurutulmuştur. Onu devrimci bir
“kuluçka dönemi” içine çekmek taktiksel olduğu kadar
psikolojik bir hatadır da aynı zamanda. Bunu ancak, oldukça
duyarlı bir azınlık büyük sınırlılıklarla
gerçekleştirebilir. Bu nedenle, sabitlenmiş bir noktadan hareket
edip bir eylem çizgisi belirleyen bütün örgütler –sözde
anarşist olanları bile-, hızlı bir yozlaşmayla karşı
karşıyadır. Fabrika, tarla, okul, konut alanları gibi devrimin
asıl gerçekleşeceği alanları olduğundan, sömürünün genel
koşulları ve her bir alandaki özel koşulları buralardaki
deneyimlerle tahlil edilebilir. Bütün bunlar, farklı bölgeler
arasındaki, bütünleşik alanlar içindeki (mesela devlet) veya
devletler arasındaki ilişkiler hakkında periyodik çözümlemeler
yapmayı gerektirir. Ama bu tek başına işçilerin alternatif
örgütlenme biçimleri bulmaları için yeterli değildir.
İşçi
bunun “devrimci” bir zorunluluk olduğunun değil de; doğal bir
zorunluluk olduğunun farkına varmak zorundadır. Bunun kendi
hayatta kalma olasılığının ta kendisine bağlı bir zorunluluk
olduğunun, onu daha fazla çaba harcamakla, sonraları çok daha
rahat bir konuma ulaşmak için ıstırap dahi çekmekle yükümlü
kılan, sadece kendisini değil herkesi yükümlü kılan bir
zorunluluk olduğunun bilincine varmak zorundadır. Devrimci söylem
hemen hemen hiçbir zaman işçiye doğrudan hitap etmez.
Sendikaların bu kadar başarılı olmasının nedeni budur; işçilere
onların acil ihtiyaçları ve her şeyden önce onları en çok
ilgilendiren şey olan “çalıştıkları iş” üzerinden
ulaşırlar. İşçinin sendikaya bağlanmasının nedeni fabrika
içinde ona belirli miktarda sağlanan güvenlik değildir, bunun
nedeni sendikanın kendi sektöründeki işçileri, kendisinin
doyurucu bir şekilde konuşabildiği ve aralarında kendisini yetkin
hissettiği, kendisiyle aynı problemleri sahiplenen işçileri bir
araya getirmesidir. Bu önemsiz bir birlik değildir, iş bölümünün
doğrudan bir sonucudur ve bir günde dağıtılacak bir şey
değildir. İşçiyi kendi ortamından çekip almak ve onu,
anlaşılmayan bir dille saatlerce anlatılan muğlâk iddiaları
dinlemeye zorlamak, neredeyse kaçınılmaz olarak işçinin yeni ve
farklı olana dair herhangi bir açılımı reddetmesine ve çalıştığı
yerin gürültüsünü veya evdeki çocukların patırtısını
tercih etmesine neden olur.
İşçi,
devrim olgusunu ekonominin gerçekliğinde yaşamalı. Bir sendika
veya sendikalist örgütle, tabandaki otonom gruplar arasındaki
fark, ideolojik bir bakış açısının filtresi vasıtasıyla
anlaşılamaz. Ancak ekonomik ilişkilerin maddi seviyesinde
anlaşılabilir. Bu bakımdan, yukarıdaki ‘işçileri sendikadan
koparmak için uğraşılmasına’ veya ‘işçiye, bütün
sendikaların sınırlılıklarını ve onların bir kamu hizmetinden
ibaret oldukları gerçeğini göstermek için sendikanın
dağıtılmasına’ çaba harcanması gerektiğini söyleyen
önermelerde bir “garanti unsuru” vardır.
Ekonomik
sistem, onu kontrol eden, yönlendiren veya ulaşılması gerekli
amaçların ne olduğuna karar veren baskıcı bir yapı olmaksızın
örgütlenebilir. İşçi bunu çok iyi anlar. Bir fabrikanın nasıl
yapılandırıldığını ve bu engelin nasıl aşılacağını tam
olarak bilir, ekonomiyi kendi çıkarına uygun olarak yürütmeyi de
başaracaktır. Bu engelin sarsılmasının fabrika, okul, tarla ve
toplumun tümünün içinde ve dışındaki ilişkilerde bir dönüşüm
anlamına geleceğini bilir. İşçi için, “proletarya yönetimi”
kavramı her şeyin ötesinde üretimin yönetimi anlamına
gelmektedir. Kapitalist yönetim veya devlet yönetimi ise buna zıt
olarak küçük kapitalist gruplar, parti bürokratları veya
yöneticiler adına üretimin sömürülmesi anlamına gelir. Bu
yüzden de bu perspektifte ürün üzerindeki kontrol, üretim
sürecine ilişkin kararlar, yapılması gereken tercihler, vb.
meseleler eksiktir. Dağıtım da üretimle bağlantılıdır. İşçi,
bir insanın üretime kişisel katılımıyla sağladığı üretim
miktarı arasında basit bir ilişki kurulabileceğini, aynı şeyi
üreten işyerlerinde uyumu sağlayan sektörler arasında anlaşmalar
örülebileceğini bilir. Bu ilişkinin, kendisine elde edilen
ürünlerin dağıtımı hakkını vereceğini de bilir. Bu
sebep-sonuç ilişkisi teknik olarak karmaşıktır, fakat işçinin
hayalinde canlı bir şekilde durmaktadır. Yapılması gereken şey
ise, bu düzeneğin komünist bir ekonomi yoluyla gelebileceğini,
“gerçek” ihtiyaçlarının aslında neler olduğunu ve kendi
potansiyeline bağlı olarak “faydalı” üretime nasıl katılımcı
olabileceğini işçiye anlatmaktır.
Bu
bakış açısından, sendikaya veya sendikalist bir yapıya
alternatif olabilecek örgüt şekli oldukça basit bir hale gelir.
Hatta iş yerleri ile teknik bilginin fethedilmesini ve bu bilginin
değiş tokuşu ve geliştirilmesini olanaklı hale getiren sektörler
arasındaki teması sağlamak anlamında bir doğrudan mücadele
programı tasarlamak, tabanda özerk olarak örgütlenmiş işçiler
olmaksızın imkânsızdır. Bütün bu stratejiyi-programı sendika
filtresinden geçirmek, bu fikirler başlangıçta ne kadar saf
olurlarsa olsunlar, tabanın bu bilgileri çarpık, ulaşılması
gereken hedeflerle uyumsuz bir biçimde algılamasına neden
olacaktır.
Bugünün
ilk gereksinimi taban tarafından örgütlenen doğrudan mücadeledir;
üretim merkezlerine saldıran ufak işçi gruplarıdır. Bu, giderek
detaylanan bilginin elde edilmesi ve sermayenin
toplumsallaştırılmasına geçme kararının alınmasını (yani
devrimi) izleyecek mücadelenin göstereceği ilerideki gelişmeler
ile uyumlu bir eylemlilik olacaktır. Emek ve ürün arasındaki
ilişkinin koşullarını belirleyecek olanlar işçiler olacaktır.
Bunu yaptıktan sonra işçilerin kapitalisti ya da herhangi bir
başka iktidarı dayatan her türlü örgütü reddetmekten ve üretim
çekirdeklerinin inşası yolunda ilerlemekten başka bir çaresi
kalmaz. Bu üretim çekirdeklerinin mücadele döneminin sonuna, yani
sömürünün nihai yok edilişine kadar varlığını sürdürebilecek
kadar sağlam olmasına çalışırlar.
Meseleyi
daha basit bir şekilde koymak gerekirse, üretici ve ürün
arasındaki ilişkinin devrim projesinin temelini oluşturduğu
düşünüldüğünde, bu ilişkinin eşitlikçi (herkese ihtiyacı
kadar, herkesten yeteneğine göre) olması gerektiği açıktır.
Tabandan yönetilmeli, basit ve kolay olmalıdır (ihtiyaçları
yapay bir şekilde arttıran pazar mekanizmasının lağvedilmesi).
Özerk
bir mücadele örgütü için savaşmak aynı zamanda özerk bir
üretim örgütü için savaşmak demektir. Bunların arasında
niceliksel bir ayrım yapmak mümkün değildir. Bir bakıma, her
hangi bir zaman diliminde dahi böyle bir ayrım imkânsızdır.
İşçiler kendi özerk üretim çekirdeklerini örgütledikleri
zaman, sendikalist örgüt veya partiden daha farklı bir yol izlemiş
olurlar. Böyle yaparak, sadece mücadele araçlarının seçimi
değil, ulaşılması gereken hedeflerin seçimi konusunda ve sadece
mücadele değil, üretimin amaçları hakkında da yönetimi ele
almak adına kararlı bir adım atmış olurlar.
Devrim
sırasında var olan geleneksel anlamda güçlü bir sendikalist
örgüt veya parti, proletaryanın olgunlaşmamış olduğunun ilan
edilmesi sonucunu doğurur ve bunun da sonucu birisinin –sendikalist
veya parti başkanı- onlar adına karar vermesinin gerekli olduğu
düşüncesidir. Kurtuluş için bir yapının gerekliliği tabana
dayatılır. Sendikalistlerin veya partilerin toplantıları hep aynı
bürokratlar veya uzmanlar tarafından yürütülür. İşçilerin
akıllarına yatmayan her şey sonunda biter. Buna karşı çıkacak
tüm anarşist yoldaşlar, İspanya’da hükümete girme kararı
alındığı veya kolektifler için mücadele kararının alındığı
zamanı hatırlasınlar. Bu nedenle, tabandaki çekirdeklerin
yürürlükteki ana işlevleri şunlar olmalıdır:
1)
Mücadele. Sınıf ruhunun doğduğu ve geliştiği alan
mücadele alanıdır. Mücadele sırasında partilerin ve
sendikaların da gerçek niyetleri açığa çıkar. Doğrudan eylem
yöntemleri gelişir: sabotaj, devamsızlık eylemi, öz yönetim
girişimleri, ürünlere zarar verilmesi, vs.
2)
Örgütlenme. Örgütlenme, düşmanla yüzleşme ve onun
durumunu doğrulama ihtiyaçlarından doğar. Zaman ve mekâna göre
büyük farklılıklar gösterebilir ama esasen üretim sürecindeki
ortak çıkarlar temelinde kurulur. Her bir çekirdek farklı
toplumsal, ekonomik ve politik tabanda fakat üretim gerçekliğinin
koyduğu sınırlar çerçevesinde büyür. Bütünsel bir yapıya
sabit bir referans sağlayan şey, örgütlenmenin bu niteliğidir.
3)
Bilgi. Bilgi, üretim ilişkilerinin kademeli olarak tersine
çevrilmesi, iş bölümünün ıslahı ve üretimin sabotajı
yollarıyla görülen etkilerin ve sınırlılıkların
çözümlenmesiyle elde edilmelidir. Böylece bilginin elde edilişi,
somut ekonomi ve üretim boyutu içinde politik bir bilincin
oluşumuna dönüşür.
Fakat
bu problemler buradaki amacımızın dışına çıkıyor ve çok
daha derin çözümlemeler gerektiriyor. Şimdilik okuyucuya
önerdiklerimiz bunlardır.
Alfredo
Bonanno
Kısaltmalar
C.G.I.L.:
Confederazione Generale italiana del Lavoro (İtalya Genel İşçiler
Federasyonu), Sosyalist bir azınlıkla Komünist Parti’nin hakim
olduğu sol kanat sendika.
C.I.S.L.:
Confederation Italiana Sindacati Lavoratori (İtalyan İşçi
Sendikaları Konfederasyonu), Hıristiyan Demokratlar’ ın hakim
olduğu sendika.
U.I.L.:
Unione Italiana Lavoratore (İtalyan İşçi Sendikası), en büyük
üç federasyonun en küçüğü, sosyalistler hakim.
C.I.S.N.A.L.:
C.G.I.L., C.I.S.L. ve U.I.L.’ den sonra 4. büyük konfederasyon.
Neo-faşist nasyonal sağ kanat partisi M.S.I. ile alenen yakınlık
ilan eden sendika.
C.G.T.:
Confederation Generale du Travail (Genel İş Sendikası), Fransa,
geniş ve bazı bakımlardan apolitik spektrumlu bir kitlesi var,
fakat Stalinist bir önderliğin elinde.
D.G.B.:
Deutscher Gewerkschaftsbund (Alman Sendikaları Konfederasyonu),
çatısı altında 16 sendika var. Sendikaya bağlı olanlar iş
koluna değil fabrikaya göre örgütleniyorlar. Hıristiyan
Demokratlara sempatileri var ama apolitik birlik çağrısındalar.
S.A.C.:
Sveriges Arbetares Centralorganisation (İsveç anarşist devrimci
eğilim). Sendika 1910 yılında kuruldu.