17 Aralık 2010 Cuma

Siyasal Eylemci Angela Davis'in İnsan ve Hayvan Özgürlüğü Arasındaki Bağ Üzerine Görüşleri

Angela Davis, daha çok ırk, cinsiyet ve sınıf gibi konular hakkında ilerici yaklaşımlarından ötürü gayet iyi bilinen biriyken, türlerle ilgili en az diğer meselelerdeki kadar ufuk açıcı görüşleri pek o kadar bilinmiyor. Bu önemli sosyalist akademisyenin hayvansal ürün tüketmediğini duymak o nedenle kimilerine şaşırtıcı gelecektir.


Davis RadioProject.org'dan ulaşabileceğiniz çevriyazıya göre 27. Siyahi Kadının Güçlendirilişi Konferansı'nda şunları dile getirmiş: “Çoğu zaman vegan olduğumu belirtmezdim ancak bu durum yavaş yavaş değişti. Artık bundan bahsetmenin tam zamanı çünkü veganlık devrimci anlayışın bir parçası – merhamete dayalı ilişki kurma yolları ararken, yalnızca insanlarla değil, bu gezegeni paylaştığımız diğer canlılarla da merhamete dayalı bir ilişki biçimi nasıl geliştirebiliriz sorusunu sormamız ve bunun için de kapitalist endüstriyel forma dayalı gıda üretimine meydan okumamız gerekiyor.”


Bu meydan okumaya hayvan sömürüsüne ilk elden tanık olmanın da dahil olduğunu belirten Davis “Bunun anlamı farkındalık sahibi olmaktır - şehirlerarası arası otomobil sürerken ya da Los Angeles’a giden otobandan geçerken tüm o çiftliklerdeki inekleri görmek demektir. Çoğu insan aslında yedikleri şeyin bir hayvan olduğu üzerine kafa yormaz. Bir biftek veya tavuk eti yediklerinde, bu hayvanların sırf insanlar onları tüketebilsin diye ne büyük acılar çektikleri akıllarının ucundan geçmez.”


Bu körlük ile meta formu arasında bir bağ olduğunu söyleyen Davis şöyle devam ediyor: “Tükettiğimiz gıdalarla eleştirel bir ilişki kuramıyor oluşumuz, dünyayı algılayışımızda meta formuna olan bağımlılığımızın ne denli ileri bir seviyeye geldiğini gösteriyor. Marx’ın gerçek nesnenin mübadele değeri dediği şeyin – bu nesnenin barındırdığı ilişkileri düşünmüyoruz - ve daha da önemlisi ister gıda ya da giysi, ister iPad’lerimiz veya bu tür bir kurumda eğitim vermek için edindiğimiz malzemeler olsun, bu nesnenin üretiminde neyin önem teşkil ettiğinin ötesine geçemiyoruz. Yaşadığımız çevreyi oluşturan tüm nesnelerin ardında, hem insan hem de insan olmayan hayvan ilişkilerini gözümüzde canlandırma alışkanlığı edinmeyi başarabilseydik eğer, bu gerçekten devrimci bir hareket olurdu.”


Konuşmanın Türkçesi:
“Bundan çok fazla bahsetmesem de bugün konuşacağım çünkü bu gerçekten çok önemli. Tüm o yediklerimiz çok ama çok büyük bir zulmü maskeliyor. Bu ülkede tavukların endüstriyel olarak korkunç koşullar altında üretildiğini aklımıza bir kez olsun bile getirmeden oturup bir tavuk parçası yiyebiliyor oluşumuz, kapitalizmin ve onun zihinlerimizi nasıl sömürgeleştirdiğinin işaretlerinden biri. Önümüzde metadan öte bir şey göremiyor oluşumuz, gündelik olarak kullandığımız metaların ardındaki ilişkileri anlamayı reddediyor olmamız. İşte yediklerimizle ilişkimiz aynen böyle.”


Davis salondaki izleyicilere “Food, Inc.” adlı filmi izlemelerini öneriyor ve şunu soruyor: “Salt kâr amacıyla üretilen ve çok büyük acılara neden olan bu yemekleri tüketmek nasıl bir şey?”


Davis konuya getirdiği yorumlarını insanlara ve hayvanlara yapılan muameleler arasında açık bir bağ kurarak noktalandırıyor: “Şimdilik şu kadarını belirteyim, bence hiyerarşinin en altında yer alan insanlara davranışımız ile hayvanlara uyguladığımız muamele arasında sıkı bir bağ var. Diğer insanlar üzerinde şiddet uygulayanların yöntemlerine bakarsanız, şiddetin hangi türünden zevk aldıklarını görmek için yöntemlerini sıklıkla hayvanlar üzerinde denemiş kişiler olduklarını göreceksiniz. O nedenle, bu meselenin daha pek çok farklı yönü var.”

13 Aralık 2010 Pazartesi

Feminist Olmak, Vegan Olmak Demektir

“Defalarca tekrar eden zor kullanarak gebe bırakma, acı dolu doğumlar, sonu gelmeyen süt sağmalar ve ağır kayıplardan sonra ruhları teslim olur, vücutları yıpranır, sütleri ise kurur. Doğada bir ineğin daha yetişkinlik çağına gireceği bir yaşta bir süt sığırının hayatı bitmiştir. Süt “üretimi”seviyesi düşünce hem o hem de diğer “harcanmış” inekler öldürülmek üzere kamyonlara bindirilir. Bunların bazıları gebedir. Hepsi ama hepsinden süt gelmektedir hâlâ. Ölüme doğru ite kaka götürülürler, öldürüldüklere yere sütleri damlar… Bütün süt endüstrisi işleri, ki buna organik de dahil, bir anneye bir insanın yapabileceği en kötüşeyi milyonlarca savunmasız dişiye yapmak için vardır. Süt ürünleri tüketicileri bu pratiğe paralarıyla destek veriyorlar.”

Peaceful Prairie Barınağı broşüründen...


Vegan olmayan bir feministin evini ziyaret ettiğimde bana çayın yanında inek sütü ikram etmek istedi. İşte o zaman süt ürünleri (ya da başka hayvan ürünleri) tüketmeye devam ettikçe gerçek bir feminist olmanın imkânsız olduğunu anladım; çünkü bütün hayvan endüstrisi dişi üretim sisteminin sömürüsü üzerine kurulu. Bu durum, feminist hareketin kadınların kendi bedenleri üzerinde kontrol hakkı olması için mücadele etmesine benzediği için feminist bir konu olarak kabul edilmeli.


Her cinsiyetten hayvanlar kurumlaşmış sömürüden dolayı acı çekiyor. Ancak türün dişisi çok daha uzun süreli bir ızdırap yaşıyor, buna mekanik ya da manuel iğfal şeklinde yapılan zorla suni dölleme döngüsü, memelerinin fiziksel anlamda istismar edilmesi, ve yavrularından tam anlamıyla koparılması gibi istismarlar dahil; bu deneyimlerin her biri, türü ne olursa olsun dişiler için duygusal anlamda gaddarlık dolu tecrübelerdir.


(Erkek üyeler de cinsel anlamda istismar edilir; endüstrinin hadım etme pratiği ile değil, sperm “donörleri” olarak da…). Boğaların “suni gebelik” için gerekli spermleri sağlamak için zorlandığını gösteren fotoğrafalar bulunuyor. Bunların her biri süt ürünleri tüketiminin bir parçasıdır. Tamamen sapkınlıktır, bütün hayvan kullanım biçimleri gibi). Hayvan endüstrisi bize sütünü verdiği için memnun olan “mutlu inek” fotoğraflarını servis ederek kâr üstüne kâr ediyor, bu arada istismar dolu prosedürleri gizlemeye devam ediyor. Endüstriyel çiftçilikle ilgili bütün bu gaddar pratiklerin tamamı gelenekten kaynaklanmıyor olsa bile, bütün türlerin dişi üretim sisteminin ekonomik bir kaynaktan olarak algılanması ciddi bir mesele.


Feminist harekettekiler, hayvan endüstrisinde inek ve domuzlara suni dölleme yapmak için kullanılan alete “tecavüz rafı” adını verildiğini bilmek ister belki. Küçük ölçekli çiftliklerde bile suni dölleme yapanlar, bir kolunu hayvanın rektumuna sokarak diğer kolla boynuna bastırıp hayvanı suni yolla dölleyerek, hayvanın vücudunu iğfal etmiş olurlar. İnanılmaz ama bu işi kadınlar bile yapıyor.
Kültürümüzün medenileşmemiş haline, insanların paralarıyla neyi desteklediğine inanamıyorum çoğu kez. Bir insanın ağlayan bir yavruyu sırf boğazını kısa bir süre kesmek için annesinden almasını akıl almıyor. Ancak süt ürünleri üretiminde kullanılan ineklerin buzağıları bu kaderi yaşıyor. Süt endüstrisinin kaçınılmaz bir yan ürünü olan erkek buzağılar genel olarak hem organik hem de organik olmayan çiftliklerde doğumdan kısa bir süre sonra annelerinden alınır ve çoğu kez dana eti olmak üzere satılırlar. Bazı ülkelerde erkek buzağılar doğum anında silahla vurularak öldürülür.


Zorla ayrılmalarının ardından hem anne hem de yavru travma yaşar . Eğer doğal olan yaşansaydı buzağılar bir yıl kadar annelerinden süt emeceklerdi. Eğer onlara şans tanınsaydı, anne inekler ve yavruları hayat boyu beraber kalacaklardı.


Her yıl yeniden gebe bırakıldığı, ve bir önceki gebeliği sebebiyle süt vermeye devam ettiği için, bir süt sığırı bir yandan gebeliğini sürdürürken bir yandan da 6-7 ay boyunca süt üretmeye devam eder. Bu, hem organik hem de free-range çiftlikler için geçerlidir. Bir buzağı aslında günde beş ya da altı kez süt içer, bu sebeple annesinin memesindeki maksimum süt miktarı her defasında 2 litre kadar olur. Ama modern mandıralarda bir inek günde yalnızca iki kez sağılır, böylece geri kalan süt memelerinde birikir; biriken süt sebebiyle hayvan 20 litreden fazla miktarda sütü taşımak zorunda kalır. Fena halde büyüyen memeler ineğin arka bacaklarında topallamaya yol açarken son derece ağrılı bir iltihap olan meme iltihabına da neden olur. Bu iğrenç varoluştan tek kurtuluşu ise gebeliğinin son 2 ayında sağılmadığı zaman yaşadığı rahatlıktır. Ardından dehşet veren döngü yeniden başlar.


Köstekler ve ayak kelepçeleri yavrulama sırasında zarar görmüş olan ineklerin arka bacaklarına bağlıdır, hayvanlar kendi istedikleri gibi duramazlar. Yaralanmış inekler çoğu kez acı çekmeye devam etmeleri için zorlanır, bu süre yedi ile sekiz ay arasında değiştir, artık süt üretim seviyeleri düştüğü zaman öldürülürler. İneklerin kelepçelenmiş fotoğraflarını görünce insanın aklına kölelik görüntüleri geliyor, ve hemen ardından aslında üretilen ve çiftlikte yetiştirilen hayvanların insan “efendileri” tarafından sahiplenilen ve kendilerine cansız nesneler gibi davranılan GERÇEK KÖLELER olduğu daha iyi anlaşılıyor.


Sömürülmesi ve cinsel olarak istismar edilmesi, fiziksel olarak yıkıma uğramasının bir sonucu olarak acı dolu hastalıklara maruz kalan süt sığırı artık hiç bir şey üretemediği bir noktaya geldiği an etinin yenmesi için öldürülür; normalde 20-25 senelik ömrünün beşinci senesinde gerçekleşir bu olay.
İnsanların doğa tarafından bir başka türün yavrularını beslemek için dizayn ettiği sütü çalması haksızlıktır. Açıkçası ben buzağılar için dizayn edilmiş olan inek sütünü birisinin neden içmek isteyebileceğini anlamıyorum. İnek sütü senede 200 kilo alması için gereken besinleri yavruya verir. İnek sütü insanın ihtiyaç duyduğundan daha fazla protein barındırır ve yavruların hemen büyümesi için gereken herşeyi temin eder. Doğa tarafından bizim için yaratılmamış olan ve hayvanlara böylesine büyük bir hürmetsizlik içeren bir şey nasıl olur da insanlar için sağlıklı olabilir?


İnsanların kuyruk koparma, boynuz kesme, damga basma, hadım etme, tecavüz rafı, indüklenmiş yavrulama, suni dölleme, acı giderici hiçbir ilacın bulunmadığı acı dolu prosedürler, embriyo transferi ve tek bir doğumda 3-6 arası yavru elde edilmesine neden olan hormon tedavileri, annenin doğum sonrası yavrudan koparılması, yavruların öldürülmesi gibi korkunç pratikler sonucunda elde edilen ürünleri tüketmeleri için hiçbir fiziksel ihtiyacı yoktur.
Artık süt, peynir, ve yumurta tüketiminde et tüketiminden çok daha fazla acı olduğuna dair bilgiler ediniliyor, bu yüzden etik sebeplerle vejetaryen olmayı seçmek mantıklı değildir. BÜTÜN hayvan ürünlerinden uzak durmak his ve duyguları olan canlılara minimum saygı göstermek için gereken etik duruşu sağlayabilir ancak.


Zulüm zulümdür. Şiddet şiddettir. Kurbanın hangi türden olduğunu bir anlamı yok. Benim baktığım yerden, hayvan hakları aktivisti olmak, vegan olmak demek. Kölelik karşıtı olmak, vegan olmak demek. Türcü olmamak, vegan olmak demek Çevreci olmak, vegan olmak demek. Sevgi dolu bir pasifist olmak, vegan olmak demektir. Etikten yana olmak, vegan olmak demektir. VE EVET-feminist olmak demek, vegan olmak demektir.


Angel Flinn