Roland Barthes geçen hafta öldüğünde altmış dört yaşındaydı, ama yazarlık mesleği bu yaşın düşündüreceğinden daha gençti, çünkü Barthes ilk kitabını yayınladığında otuz yedisine varmıştı. Bu geç başlangıcın ardından pek çok kitap, pek çok konu geldi. İnsana her konuda fikirler üretebileceği duygusunu veriyordu Barthes. Bir sigara kutusunun karşısına oturdu mu, bir, iki, derken pek çok fikir sökün ederdi aklına-küçük bir deneme. Bilgi meselesi değildi bu (ele aldığı konulardan bazıları hakkında fazla birşey biliyor olamazdı); daha çok bir uyanıklık, bir kez dikkatin akışına girdi mi, bir konu üzerine düşünülebileceklerin hızla yazıya geçirilmesi meselesiydi. Her zaman görüngüleri yakalayabileceği ince bir sınıflandırmalar ağı vardı onun. Gençliğinde üniversitede bir tiyatro grubu kurmuş, oyun eleştirileri yazmıştı. Yazarlık mesleğini var gücüyle uygulamaya başladığında, tiyatrodan artakalan birşey, görünümlere olan derin bir sevgi, yapıtlarını renklendirdi. Fikirleri duyumsayışı her zaman dramatürjikti: fikirler başka fikirlerle yarışma içindeydi hep. Kendi içine kapalı Fransız entellektüel sahnesine atılarak geleneksel düşmana· karşı savaş açtı: Flaubert'in "edinilmiş fikirler" dediği ve "burjuva" düşünce tarzı diye bilinen şeye; Marksistler'in sahte bilinç nosyonuyla, Sartrecılar'ın da kötü inanç nosyonuyla suçladıkları, klasik edebiyat eğitimi görmüş Barthes'ınsa doxa (güncel görüş) yaftasını yapıştıracağı şeye karşı.
Savaştan sonraki yıllarda Barthes, Sartre'ın ahlakçı sorunlarının gölgesinde, edebiyatın ne olduğuna ilişkin manifestolar (Yazmanın Sıfır Derecesi) ve burjuva kavminin putları üzerine nükteli portrelerle
(Mitolojiler'de toplanan makaleler) yazarlığa başladı. Barthes'ın bütün yazıları polemiklidir. Ama onun mizacındaki en derin dürtü, savaşkanlık değildi. Kutlayıcılıktı. Barthes'ın anlamsızlık, duygusuzluk, ikiyüzlülük karşısında hemen kabarmaya hazır, her şeyin içyüzünü sergilemeye yönelik saldırganlığı yavaş yavaş yatıştı -giderek övgüler yağdırmaya, tutkularını paylaşmaya yöneldi. Kutlamaların, zihnin en içten oyunlarının sınıflandırılmasında uzman oldu.
Onu büyüleyen şey, zihinsel sınıflandırmalardı. Bu nedenle Sade, Fourier, Loyola adlı saldırgan kitabını yazdı; kitapta bu üç kişiyi gözüpek fantezi savunucuları, _kendi saplantılarının sapiantılı sınıflandırıcıları olarak yanyana koyar; onları karşılaştırılmaz kılan öz le ilgili tüm sorunları bir kalemde silip atar. Zevkleri açısından Barthes (Paris'te Robbe-Grillet ve Philippe Sollers gibi edebiyatta modernizmin tanrıianna yantutar biçimde koruyuculuk yapmış olmasına karşın) modernci değildi, ama uygulamada modernciydi. Demek istediğim, sorumsuz, şakacı ve biçimciydi-edebiyatı, edebiyattan söz ederken yapıyordu. Bir yapıtta onu heyecaniandıran şey, yapıtın savundukları, içerdiği saldırı sistemleriydi. Sapıklıkla ilgilenmeyi kendine görev edinmişti (sapıklığın özgürleştirici olduğuna inanan o modası geçmiş görüşten yanaydı).
Yazdığı her şeyi ilginçti-canlı, hızlı, yoğun, keskindi. Kitaplarının çoğu denemelerden oluşur. (Bunun istisnalarından biri, yazarlığının ilk yıllarında Racine üzerine yazdığı polemikli bir kitaptı. Akademik gerekleri yerine getirmek için yazdığı, moda reklamcılığının göstergebilimini konu alan alışılmadık açıklık ve uzunluktaki bu kitap, birkaç usta denemenin özünü taşıyordu.) Gençlik yapıtı sayılacak hiçbir şey üretmedi; zarif, kılı kırk yaran ses ta başından beri mevcuttu. Ama ritmi son on yılda ivme kazandı; her yıl, ya da iki yılda bir yeni bir kitap ortaya çıkıyordu. Düşünceleriyse daha hızlıydı. Son kitaplarında, deneme biçimi de parçalandı -denemecinin "Ben"iyle ilgili suskunluğu delindi. Yazılarına bir not defterinin özgürlükleriyle tehlikeleri karıştı. S/Z'de, Balzac'ın kısa bir romanını, sebatkar bir hünerle cilalayıp metinleştirerek yeniden yarattı. Ayrıca Sade, Fourier, Layola'ya yaptığı Borgesvari gözkamaştırıcı ekler; özyaşamöyküsüyle ilgili yazılarında, metinle fotoğraflar, metinle yarı-gizli göndermeler arasındaki alışverişin kurmaca-ötesi kargaşası; iki ay önce yayımlanan, fotoğrafla ilgili son kitabında, yanılsamayı kutlayışı vardı.
Barthes fotoğrafın, o keskin kaydedicinin getirdiği büyülenmeye karşı özellikle duyarlıydı. Roland Barthes Roland Barthes'ı Anlatıyor kitabı için seçtiği fotoğraflardan belki de en etkileyici olanı, gürbüz bir çocuğu, on yaşındaki Barthes'ı, genç annesinin kucağında, ona sarılırken gösterendir (Barthes bu fotoğrafa, "Sevgi Arama" adını vermişti). Barthes'ın, gerçeklikle -ve onun için aynı §ey demek olan yazmayla- bir aşk ili§kisi vardı. Her konuda yazıyordu; şu ya da bu konuda bir§ey yazması için kendisine ısrar edildiğinde, yazabileceği kadar çoğunu kabul ediyordu; konuların kendisini ba§tan çıkarmasını istiyordu, çoğu zaman da böyle oluyordu. (Giderek konusu ba§tan çıkarma oldu.) Bütün yazarlar gibi a§ırı çalı§maktan, çok fazla talebi kar§ılamaya uğra§maktan, yeti§ememekten yakınıyordu -ama aslında o, benim tanıdığım en disiplinli, en güvenilir, en iştahlandırıcı yazarlardan biriydi. Kendisiyle yapılan birçok mülakata zaman ayırabiliyordu, hepsi
de dolu, entellektüel açıdan yaratıcıydı bunların.
Bir okur olarak kılı kırk yarardı, ama doymak bilmez değildi. Okuduğu hemen her §ey üzerine yazardı; bu yüzden eğer hakkında yazı yazmamışsa, o §eyi okumadığını varsayabilirdiniz. Çoğu Fransız entellektüeli gibi o da kozmopolit değildi (buna bir istisna, onun sevgili Gide'i olmuştu). İyi bildiği hiçbir yabancı dil yoktu; yabancı edebiyatı, çeviri olarak bile, pek izlemezdi. Onu etkilemiş gibi görünen tek yabancı edebiyat, Alman edebiyatıydı: Brecht ilk döneminde ona güçlü bir esin kaynağı olmu§tu; son zamanlarda, Bir Aşk Söylemi'nde temkinli bir biçimde aktardığı hüzün, onu Genç Werther'in Acıları'na ve lidlere yöneltmişti. Barthes, okumaya, yazmasını engelleyecek ölçüde
kapılacak kadar meraklı değildi.
Ünlü olmaktan çok ho§lanıyordu; bundan sonsuz, gerçek bir haz duyuyordu; Fransa'da son yıllarda sık sık televizyonda görünüyordu ve Bir Aşk Söylemi en çok satılan kitaplar arasına girmi§ti. Gene de Barthes, eline ne zaman bir dergi ya da gazete alsa, içinde kendi adına rastlamanın ne garip bir duygu olduğundan bahsederdi. Mahremiyet duygusunu, te§hircilik biçiminde dı§a vuruyordu. Kendisiyle ilgili yazılarında kendisinden, kurmaca gözüyle bakıyormu§çasına, üçüncü tekil şahısla söz ediyordu. Daha sonraki yapıtlarında kendini çok daha titiz bir biçimde, ama her zaman kurgusal olarak ortaya koyduğu görülür (kendisiyle ilgili anlattığı hiçbir küçük öykü, ardısıra bir fikir getirmiyorsa, yer almaz yazılarında); ayrıca ki§isel ya§amıyla ilgili hafif dü§ünce yoğunla§maları vardı; yayınladığı son makale, günce tutmak üzerineydi. Barthes'ın bütün yapıtları, son derece karışık bir kendini-tanımlama girişimidir.
Bıkıp usanmadan, ustaca kendini inceleyen bu yazarın dikkatinden hiçbir şey kaçmıyordu: örneğin hoşlandığı yiyecekler, renkler, kokular, nasıl okuduğu. Paris'te yaptığı bir konuşmada aktardığı gözlemine göre, dikkatli okurlar iki gruba ayrılıyordu: kitapları okurken altını çizenler ve çizmeyenler. Kendisinin ikinci gruptan olduğunu söylemişti: üzerine yazı yazmayı düşündüğü kitaplara hiçbir işaret koymaz, canalıcı bölümleri kartlara aktarırmış. Bu tercihin nedeni üzerine geliştirdiği kuramı unuttum; o yüzden burada kendim bir kurarn önereceğim. Ben, kitap işaretlemekten kaçınmasını onun aynı zamanda resim çizmesine ve ciddiyetle sürdürdüğü bu çizimierin bir tür yazı olmasına bağlıyorum. Onun çekici bulduğu görsel sanat, dil alanından geliyordu, aslında yazının bir çeşitlemesiydi; Erte'nin insan şekillerinden oluşan alfabesi hakkında, Requichot'nun ve Twombly'nin kaligrafik resimleri üzerine denemeler yazdı. Barthes'ın bu tercihi, o ölü eğretilemeyi, eser "vücuda getirmek"i hatırlatıyor - insan sevdiği bir "vücut"u karalamaz!
Ahlakçılığa karşı mizacı gereği duyduğu nefret, son yıllarda giderek daha da açığa çıktı. Birkaç onyıl, doğru düşünen tarafa (yani, sol kanada) sadakatle bağlı kaldıktan sonra, 1974'te o zamanın Maocular'ı
olan bazı yakın arkada§ları ve edebiyattaki yandaşlarıyla Çin'e gittiğinde, içindeki estet ortaya çıktı; dönüşünde yazdığı topu topu üç sayfa tutan yazıda ahlakçılıktan hoşlanmadığını, cinsiyetsizlik ve kültürel tekdüzelikten de sıkıldığını ifade etti. Barthes'ın yapıtları, Wilde'ın ve Valery'ninkilere birlikte, estet olmanın adını yücelten yapıtlardır. Son yazılarının çoğunda, duyuların zekasını ve duyumların anlatıldığı metinleri kutlar. Duyumları savunurken, zihne hiçbir zaman ihanet etmemiştir. Barthes, duyumsal ve zihinsel uyanıklık arasındaki karışıtlık konusunda hiçbir Romantik kilşeye yer vermemiştir.
Yapıtları, altedilen ya da yadsınan hüzün üzerinedir. Barthes, her şeyin bir sistem -bir söylem, bir sınıflandırmalar dizisi- olarak ele alınabileceğine karar vermişti. Herşey bir sistem olduğuna göre, her şey altedilebilirdi. Ama Barthes, sonunda sistemlerden usandı. Zihni çok işlek, çok hırslı, tehlikeye atılmaya çok hevesliydi. Son yıllarında, üretkenliği eskiye oranla arttıkça, daha endişeli, daha kolay incinir oldu. Kendisi hakkındaki gözlemine göre, her zaman «büyük bir sistemin (Marx, Sartre, Brecht, göstergebilim, Metin) koruyucu kalkanı altında başarıyla çall§mıştı. Bugün ona, daha açıkta, daha korunmasız yazıyormuş gibi geliyor...» Kendini, destek aldığı ustalardan ve büyük fikirlerden arındırdı. (Buna, «İnsan, birşey söyleyebilmek için başka metinlerden destek almalıdır,» diye açıklama getiriyordu); sonunda yalnızca kendi gölgesinde kalabilmek için. Kendi kendisinin Büyük Yazar'ı oldu. 1977'de, onun yapıtlarına adanmış yedi günlük bir kongrenin bütün oturumlarına hiç aksatmadan katıldı - yorumlar, hafif saplamalar yaparak, büyük bir zevk alarak. Kendisi üzerine yazdığı kurgusal yapıtın bir eleştirisini yayınladı. (Barthes, Barthes Barthes'ı Anlatıyor'u Anlatıyor). Kendinden oluşan sürünün çobanı oldu.
Barthes, adını koyamadığı azaplar çektiğini, güvensizlik duygusuna kapıldığını itiraf etmişti-büyük bir serüvenin eşiğinde olduğu yolunda teselli edici bir imayla birlikte. Bir buçuk yıl önce New York'
tayken, kalabalığın önünde neredeyse ürkek bir cesaretle roman yazma niyetinde olduğunu açıklamıştı. Robbe-Grillet'nin bir süre için çağdaş edebiyatın merkezi gibi görünmesini sağlayan bir eleştirmenden beklenecek - roman olmayacaktı bu; en harika kitapları - Roland Barthes, Roland Barthes'ı Anlatıyor ve Bir Aşk Söylemi - Rilke'nin Malte Laurids Brigge'nin Notları kitabıyla başlayan ve kurmacayı, deneme türünde kurguyu ve özyaşamöyküsünü, çizgisel anıatı biçiminde değil de, çizgisel not defteri biçiminde birleştiren modernci kurmacanın doruklannı oluşturan bu yazardan beklenecek bir roman da olmayacaktı. Yoo, modernci bir roman değil, «gerçek» bir roman olacak, diyordu. Proust'unkiler gibi.
Özel konuşmalarında akademik mevkiini -College de France'ta 1977'den beri tuttuğu kürsüyü- kendini bu romana adamak için terketme özleminden, öğretim üyeliğini bıraktığı zaman maddi güçlük çekeceği yolunda (aslında dayanaksız) endişelerinden söz ediyordu. Annesinin iki yıl önce ölmesi, ona büyük bir darbe olmuştu. Barthes, Proust'un, Yitik Zamanın Peşinde'ye ancak annesinin ölümünden sonra başlayabildiğini söylüyordu. Bu kahredici acıda bir güç kaynağı bulmayı umudetmesi, tam Barthes'a özgü bir niteliktir.
Nasıl kendisi hakkında bazen üçüncü. tekil şahıs kullanarak yazıyorduysa, çoğu zaman gene kendisinden yaşı belli olmayan biri gibi söz ederdi; geleceğinden çok daha genç biriymişcesine, ki bir anlamda öyleydi, bahsederdi. Büyüklük özlemi içindeydi; gene de ( Roland Barthes, Roland Barthes'ı Anlatıyor'da söylediği gibi) her zaman «"kendi başına bırakıldığında" olduğu o eski şeye, o önemsiz şeye doğru gerileme» tehdidi altında hissediyordu kendini. Barthes'ın mizacında ve zihninin bıkıp usanmaz inceliğinde Henry James'i hatırlatan bir şeyler vardı. Onda, fikirlerin dramatürjisi, duyguların dramatürjisine boyun eğiyordu; Barthes'ın en derinden ilgi duyduğu şeyler, neredeyse dile getirilemez olanlardı. Hırsı, Jamesvari bir pathas taşıyordu; tıpkı kendisi hakkında duyduğu kuşk.ular gibi. Gerçekten büyük bir roman yazabilseydi, bu herhalde Proust'un yapıtlarından çok, James'ın son dönem yapıtıarına benzerdi.
Yaşını tahmin etmek güçtü. Daha doğrusu, sanki yaşı yok gibiydi - nitekim, yaşamının kronolojisi de çarpıktı. Zamanının çoğunu genç insanlarla geçirmesine karşın, gençliğe ya .da onların çağdaş rahatlığına öykünmezdi. Ama hareketlerinin yavaş, giysilerinin bir profesöre yakışır olmasına karşın, yaşlı da görünmezdi. Dinlenmeyi bilen bir vücudu vardı: Garcia Marquez'in de belirttiği gibi, bir yazar dinlenmeyi bilmelidir. Barthes, çok çalışkandı, gene de zevklerine düşkündü. Kendi hazzına zaman ayırma konusunda yoğun ama sistemli bir dikkati vardı. Gençliğinde uzun yıllarını hasta (veremli) olarak geçirmişti; insan onun, vücuduna görece geç kavuştuğu izlenimine kapılıyordu - tıpkı zihnine, üretkenliğine de geç kavuşması gibi. Yurt dışında (Fas, Japonya) kösnül serüvenler yaşadı; onun cinsel zevklerine ve büyük ününe sahibolan bir erkeğin talep edebileceği önemli cinsel ayrıcalıkları yavaş yavaş, hatta biraz gecikerek kazandı. Çocuksu bir havası vardı: dalgınlığı, tombul vücudu, yumuşak sesi, güzel cildi ve kendine yoğunlaşması. Öğrencilerle kahvelere takılınaktan hoşlanırdı; barlara, diskolara götürülsün isterdi -ama cinsel etkileşimler bir yana, size gösterdiği ilgi, sizin ona gösterdiğiniz ilgiyle sınırlıydı. (Son görüşmemizde, «Ah, Susan. Toujours fidele,» diyerek,
sevgiyle karşılamıştı beni. Sadıktım, sadığım.)
Okumanın bir mutluluk biçimi, bir coşku biçimi olduğunda, Borges'in de yaptığı gibi direnmesi, çocuksu bir yanını açığa vuruyordu. Bu ısrarda pek de masum olmayan bir şey, yetişkin cinsel farfaralığının keskin ucu vardı. Sonsuz kendine atıfta bulunma yetisiyle, haz arayışlarına duyuların keşfini de kattı. Bu ikisi özdeşti : jouissance (Fransızca'da hem zevk hem de «gelme» anlamını taşıyan sözcük) olarak okuma, metnin verdiği haz. Bu da onun tipik bir özelliğiydi. Bir zihin şehvetperesti olarak büyük bir uzlaştırıcıydı. Trajik olan onu duygulandırmazdı. Olumsuzlukların olumlu yanlarını bulurdu her zaman. Modern kültür ele§tirisinin değişmeyen temalarını dile getirse de, kafasını felaketiere takan biri değildi. Yapıtlarında, kıyamet günü, uygarlığın çöküşü, barbarlığın kaçınılmazlığı gibi tablolar çıkmaz karşımıza. Ağıt bile yakılmaz. Barthes, beğenilerinin çoğunda eski kafalı olduğundan, daha eski bir burjuva düzeninin adabına ve okumuşluğuna özlem duyardı. Ama kendisini modern olanla uzlaştıracak pek çok şey bulurdu.
Son derece kibar, biraz ayakları yerden kesik, yumuşak bir insandı - şiddetten nefret ederdi. Güzel gözleri vardı: Hep hüzünlü gözler. Hazdan bu kadar çok söz etmesinde hüzünlü bir yan vardı; Bir Aşk
Söylemi çok hüzünlü bir kitaptır. Ama Barthes, vecdi tatınıştı ve bunu kutlamak istiyordu. Yaşama büyük bir aşk d uyardı (ölümü yadsırdı); söylediğine göre, yazılmamış romanının amacı, yaşamı övmek, yaşamaktan duyduğu şükranı dile getirmekti. O ciddi haz arama işinde, zihninin harika oyunlarında, her zaman alttan alta bir pathos hissedilirdi -şimdi, onun vaktinden önce gelen, öldürücü ölümüyle daha da keskinleşen bir pathos.
Susan Sontag
Under the Sign of Saturn, Vintage Books, New York, Ekim 1981
Çevirenler : Müge Gürsoy, Yurdanur Salman
Savaştan sonraki yıllarda Barthes, Sartre'ın ahlakçı sorunlarının gölgesinde, edebiyatın ne olduğuna ilişkin manifestolar (Yazmanın Sıfır Derecesi) ve burjuva kavminin putları üzerine nükteli portrelerle
(Mitolojiler'de toplanan makaleler) yazarlığa başladı. Barthes'ın bütün yazıları polemiklidir. Ama onun mizacındaki en derin dürtü, savaşkanlık değildi. Kutlayıcılıktı. Barthes'ın anlamsızlık, duygusuzluk, ikiyüzlülük karşısında hemen kabarmaya hazır, her şeyin içyüzünü sergilemeye yönelik saldırganlığı yavaş yavaş yatıştı -giderek övgüler yağdırmaya, tutkularını paylaşmaya yöneldi. Kutlamaların, zihnin en içten oyunlarının sınıflandırılmasında uzman oldu.
Onu büyüleyen şey, zihinsel sınıflandırmalardı. Bu nedenle Sade, Fourier, Loyola adlı saldırgan kitabını yazdı; kitapta bu üç kişiyi gözüpek fantezi savunucuları, _kendi saplantılarının sapiantılı sınıflandırıcıları olarak yanyana koyar; onları karşılaştırılmaz kılan öz le ilgili tüm sorunları bir kalemde silip atar. Zevkleri açısından Barthes (Paris'te Robbe-Grillet ve Philippe Sollers gibi edebiyatta modernizmin tanrıianna yantutar biçimde koruyuculuk yapmış olmasına karşın) modernci değildi, ama uygulamada modernciydi. Demek istediğim, sorumsuz, şakacı ve biçimciydi-edebiyatı, edebiyattan söz ederken yapıyordu. Bir yapıtta onu heyecaniandıran şey, yapıtın savundukları, içerdiği saldırı sistemleriydi. Sapıklıkla ilgilenmeyi kendine görev edinmişti (sapıklığın özgürleştirici olduğuna inanan o modası geçmiş görüşten yanaydı).
Yazdığı her şeyi ilginçti-canlı, hızlı, yoğun, keskindi. Kitaplarının çoğu denemelerden oluşur. (Bunun istisnalarından biri, yazarlığının ilk yıllarında Racine üzerine yazdığı polemikli bir kitaptı. Akademik gerekleri yerine getirmek için yazdığı, moda reklamcılığının göstergebilimini konu alan alışılmadık açıklık ve uzunluktaki bu kitap, birkaç usta denemenin özünü taşıyordu.) Gençlik yapıtı sayılacak hiçbir şey üretmedi; zarif, kılı kırk yaran ses ta başından beri mevcuttu. Ama ritmi son on yılda ivme kazandı; her yıl, ya da iki yılda bir yeni bir kitap ortaya çıkıyordu. Düşünceleriyse daha hızlıydı. Son kitaplarında, deneme biçimi de parçalandı -denemecinin "Ben"iyle ilgili suskunluğu delindi. Yazılarına bir not defterinin özgürlükleriyle tehlikeleri karıştı. S/Z'de, Balzac'ın kısa bir romanını, sebatkar bir hünerle cilalayıp metinleştirerek yeniden yarattı. Ayrıca Sade, Fourier, Layola'ya yaptığı Borgesvari gözkamaştırıcı ekler; özyaşamöyküsüyle ilgili yazılarında, metinle fotoğraflar, metinle yarı-gizli göndermeler arasındaki alışverişin kurmaca-ötesi kargaşası; iki ay önce yayımlanan, fotoğrafla ilgili son kitabında, yanılsamayı kutlayışı vardı.
Barthes fotoğrafın, o keskin kaydedicinin getirdiği büyülenmeye karşı özellikle duyarlıydı. Roland Barthes Roland Barthes'ı Anlatıyor kitabı için seçtiği fotoğraflardan belki de en etkileyici olanı, gürbüz bir çocuğu, on yaşındaki Barthes'ı, genç annesinin kucağında, ona sarılırken gösterendir (Barthes bu fotoğrafa, "Sevgi Arama" adını vermişti). Barthes'ın, gerçeklikle -ve onun için aynı §ey demek olan yazmayla- bir aşk ili§kisi vardı. Her konuda yazıyordu; şu ya da bu konuda bir§ey yazması için kendisine ısrar edildiğinde, yazabileceği kadar çoğunu kabul ediyordu; konuların kendisini ba§tan çıkarmasını istiyordu, çoğu zaman da böyle oluyordu. (Giderek konusu ba§tan çıkarma oldu.) Bütün yazarlar gibi a§ırı çalı§maktan, çok fazla talebi kar§ılamaya uğra§maktan, yeti§ememekten yakınıyordu -ama aslında o, benim tanıdığım en disiplinli, en güvenilir, en iştahlandırıcı yazarlardan biriydi. Kendisiyle yapılan birçok mülakata zaman ayırabiliyordu, hepsi
de dolu, entellektüel açıdan yaratıcıydı bunların.
Bir okur olarak kılı kırk yarardı, ama doymak bilmez değildi. Okuduğu hemen her §ey üzerine yazardı; bu yüzden eğer hakkında yazı yazmamışsa, o §eyi okumadığını varsayabilirdiniz. Çoğu Fransız entellektüeli gibi o da kozmopolit değildi (buna bir istisna, onun sevgili Gide'i olmuştu). İyi bildiği hiçbir yabancı dil yoktu; yabancı edebiyatı, çeviri olarak bile, pek izlemezdi. Onu etkilemiş gibi görünen tek yabancı edebiyat, Alman edebiyatıydı: Brecht ilk döneminde ona güçlü bir esin kaynağı olmu§tu; son zamanlarda, Bir Aşk Söylemi'nde temkinli bir biçimde aktardığı hüzün, onu Genç Werther'in Acıları'na ve lidlere yöneltmişti. Barthes, okumaya, yazmasını engelleyecek ölçüde
kapılacak kadar meraklı değildi.
Ünlü olmaktan çok ho§lanıyordu; bundan sonsuz, gerçek bir haz duyuyordu; Fransa'da son yıllarda sık sık televizyonda görünüyordu ve Bir Aşk Söylemi en çok satılan kitaplar arasına girmi§ti. Gene de Barthes, eline ne zaman bir dergi ya da gazete alsa, içinde kendi adına rastlamanın ne garip bir duygu olduğundan bahsederdi. Mahremiyet duygusunu, te§hircilik biçiminde dı§a vuruyordu. Kendisiyle ilgili yazılarında kendisinden, kurmaca gözüyle bakıyormu§çasına, üçüncü tekil şahısla söz ediyordu. Daha sonraki yapıtlarında kendini çok daha titiz bir biçimde, ama her zaman kurgusal olarak ortaya koyduğu görülür (kendisiyle ilgili anlattığı hiçbir küçük öykü, ardısıra bir fikir getirmiyorsa, yer almaz yazılarında); ayrıca ki§isel ya§amıyla ilgili hafif dü§ünce yoğunla§maları vardı; yayınladığı son makale, günce tutmak üzerineydi. Barthes'ın bütün yapıtları, son derece karışık bir kendini-tanımlama girişimidir.
Bıkıp usanmadan, ustaca kendini inceleyen bu yazarın dikkatinden hiçbir şey kaçmıyordu: örneğin hoşlandığı yiyecekler, renkler, kokular, nasıl okuduğu. Paris'te yaptığı bir konuşmada aktardığı gözlemine göre, dikkatli okurlar iki gruba ayrılıyordu: kitapları okurken altını çizenler ve çizmeyenler. Kendisinin ikinci gruptan olduğunu söylemişti: üzerine yazı yazmayı düşündüğü kitaplara hiçbir işaret koymaz, canalıcı bölümleri kartlara aktarırmış. Bu tercihin nedeni üzerine geliştirdiği kuramı unuttum; o yüzden burada kendim bir kurarn önereceğim. Ben, kitap işaretlemekten kaçınmasını onun aynı zamanda resim çizmesine ve ciddiyetle sürdürdüğü bu çizimierin bir tür yazı olmasına bağlıyorum. Onun çekici bulduğu görsel sanat, dil alanından geliyordu, aslında yazının bir çeşitlemesiydi; Erte'nin insan şekillerinden oluşan alfabesi hakkında, Requichot'nun ve Twombly'nin kaligrafik resimleri üzerine denemeler yazdı. Barthes'ın bu tercihi, o ölü eğretilemeyi, eser "vücuda getirmek"i hatırlatıyor - insan sevdiği bir "vücut"u karalamaz!
Ahlakçılığa karşı mizacı gereği duyduğu nefret, son yıllarda giderek daha da açığa çıktı. Birkaç onyıl, doğru düşünen tarafa (yani, sol kanada) sadakatle bağlı kaldıktan sonra, 1974'te o zamanın Maocular'ı
olan bazı yakın arkada§ları ve edebiyattaki yandaşlarıyla Çin'e gittiğinde, içindeki estet ortaya çıktı; dönüşünde yazdığı topu topu üç sayfa tutan yazıda ahlakçılıktan hoşlanmadığını, cinsiyetsizlik ve kültürel tekdüzelikten de sıkıldığını ifade etti. Barthes'ın yapıtları, Wilde'ın ve Valery'ninkilere birlikte, estet olmanın adını yücelten yapıtlardır. Son yazılarının çoğunda, duyuların zekasını ve duyumların anlatıldığı metinleri kutlar. Duyumları savunurken, zihne hiçbir zaman ihanet etmemiştir. Barthes, duyumsal ve zihinsel uyanıklık arasındaki karışıtlık konusunda hiçbir Romantik kilşeye yer vermemiştir.
Yapıtları, altedilen ya da yadsınan hüzün üzerinedir. Barthes, her şeyin bir sistem -bir söylem, bir sınıflandırmalar dizisi- olarak ele alınabileceğine karar vermişti. Herşey bir sistem olduğuna göre, her şey altedilebilirdi. Ama Barthes, sonunda sistemlerden usandı. Zihni çok işlek, çok hırslı, tehlikeye atılmaya çok hevesliydi. Son yıllarında, üretkenliği eskiye oranla arttıkça, daha endişeli, daha kolay incinir oldu. Kendisi hakkındaki gözlemine göre, her zaman «büyük bir sistemin (Marx, Sartre, Brecht, göstergebilim, Metin) koruyucu kalkanı altında başarıyla çall§mıştı. Bugün ona, daha açıkta, daha korunmasız yazıyormuş gibi geliyor...» Kendini, destek aldığı ustalardan ve büyük fikirlerden arındırdı. (Buna, «İnsan, birşey söyleyebilmek için başka metinlerden destek almalıdır,» diye açıklama getiriyordu); sonunda yalnızca kendi gölgesinde kalabilmek için. Kendi kendisinin Büyük Yazar'ı oldu. 1977'de, onun yapıtlarına adanmış yedi günlük bir kongrenin bütün oturumlarına hiç aksatmadan katıldı - yorumlar, hafif saplamalar yaparak, büyük bir zevk alarak. Kendisi üzerine yazdığı kurgusal yapıtın bir eleştirisini yayınladı. (Barthes, Barthes Barthes'ı Anlatıyor'u Anlatıyor). Kendinden oluşan sürünün çobanı oldu.
Barthes, adını koyamadığı azaplar çektiğini, güvensizlik duygusuna kapıldığını itiraf etmişti-büyük bir serüvenin eşiğinde olduğu yolunda teselli edici bir imayla birlikte. Bir buçuk yıl önce New York'
tayken, kalabalığın önünde neredeyse ürkek bir cesaretle roman yazma niyetinde olduğunu açıklamıştı. Robbe-Grillet'nin bir süre için çağdaş edebiyatın merkezi gibi görünmesini sağlayan bir eleştirmenden beklenecek - roman olmayacaktı bu; en harika kitapları - Roland Barthes, Roland Barthes'ı Anlatıyor ve Bir Aşk Söylemi - Rilke'nin Malte Laurids Brigge'nin Notları kitabıyla başlayan ve kurmacayı, deneme türünde kurguyu ve özyaşamöyküsünü, çizgisel anıatı biçiminde değil de, çizgisel not defteri biçiminde birleştiren modernci kurmacanın doruklannı oluşturan bu yazardan beklenecek bir roman da olmayacaktı. Yoo, modernci bir roman değil, «gerçek» bir roman olacak, diyordu. Proust'unkiler gibi.
Özel konuşmalarında akademik mevkiini -College de France'ta 1977'den beri tuttuğu kürsüyü- kendini bu romana adamak için terketme özleminden, öğretim üyeliğini bıraktığı zaman maddi güçlük çekeceği yolunda (aslında dayanaksız) endişelerinden söz ediyordu. Annesinin iki yıl önce ölmesi, ona büyük bir darbe olmuştu. Barthes, Proust'un, Yitik Zamanın Peşinde'ye ancak annesinin ölümünden sonra başlayabildiğini söylüyordu. Bu kahredici acıda bir güç kaynağı bulmayı umudetmesi, tam Barthes'a özgü bir niteliktir.
Nasıl kendisi hakkında bazen üçüncü. tekil şahıs kullanarak yazıyorduysa, çoğu zaman gene kendisinden yaşı belli olmayan biri gibi söz ederdi; geleceğinden çok daha genç biriymişcesine, ki bir anlamda öyleydi, bahsederdi. Büyüklük özlemi içindeydi; gene de ( Roland Barthes, Roland Barthes'ı Anlatıyor'da söylediği gibi) her zaman «"kendi başına bırakıldığında" olduğu o eski şeye, o önemsiz şeye doğru gerileme» tehdidi altında hissediyordu kendini. Barthes'ın mizacında ve zihninin bıkıp usanmaz inceliğinde Henry James'i hatırlatan bir şeyler vardı. Onda, fikirlerin dramatürjisi, duyguların dramatürjisine boyun eğiyordu; Barthes'ın en derinden ilgi duyduğu şeyler, neredeyse dile getirilemez olanlardı. Hırsı, Jamesvari bir pathas taşıyordu; tıpkı kendisi hakkında duyduğu kuşk.ular gibi. Gerçekten büyük bir roman yazabilseydi, bu herhalde Proust'un yapıtlarından çok, James'ın son dönem yapıtıarına benzerdi.
Yaşını tahmin etmek güçtü. Daha doğrusu, sanki yaşı yok gibiydi - nitekim, yaşamının kronolojisi de çarpıktı. Zamanının çoğunu genç insanlarla geçirmesine karşın, gençliğe ya .da onların çağdaş rahatlığına öykünmezdi. Ama hareketlerinin yavaş, giysilerinin bir profesöre yakışır olmasına karşın, yaşlı da görünmezdi. Dinlenmeyi bilen bir vücudu vardı: Garcia Marquez'in de belirttiği gibi, bir yazar dinlenmeyi bilmelidir. Barthes, çok çalışkandı, gene de zevklerine düşkündü. Kendi hazzına zaman ayırma konusunda yoğun ama sistemli bir dikkati vardı. Gençliğinde uzun yıllarını hasta (veremli) olarak geçirmişti; insan onun, vücuduna görece geç kavuştuğu izlenimine kapılıyordu - tıpkı zihnine, üretkenliğine de geç kavuşması gibi. Yurt dışında (Fas, Japonya) kösnül serüvenler yaşadı; onun cinsel zevklerine ve büyük ününe sahibolan bir erkeğin talep edebileceği önemli cinsel ayrıcalıkları yavaş yavaş, hatta biraz gecikerek kazandı. Çocuksu bir havası vardı: dalgınlığı, tombul vücudu, yumuşak sesi, güzel cildi ve kendine yoğunlaşması. Öğrencilerle kahvelere takılınaktan hoşlanırdı; barlara, diskolara götürülsün isterdi -ama cinsel etkileşimler bir yana, size gösterdiği ilgi, sizin ona gösterdiğiniz ilgiyle sınırlıydı. (Son görüşmemizde, «Ah, Susan. Toujours fidele,» diyerek,
sevgiyle karşılamıştı beni. Sadıktım, sadığım.)
Okumanın bir mutluluk biçimi, bir coşku biçimi olduğunda, Borges'in de yaptığı gibi direnmesi, çocuksu bir yanını açığa vuruyordu. Bu ısrarda pek de masum olmayan bir şey, yetişkin cinsel farfaralığının keskin ucu vardı. Sonsuz kendine atıfta bulunma yetisiyle, haz arayışlarına duyuların keşfini de kattı. Bu ikisi özdeşti : jouissance (Fransızca'da hem zevk hem de «gelme» anlamını taşıyan sözcük) olarak okuma, metnin verdiği haz. Bu da onun tipik bir özelliğiydi. Bir zihin şehvetperesti olarak büyük bir uzlaştırıcıydı. Trajik olan onu duygulandırmazdı. Olumsuzlukların olumlu yanlarını bulurdu her zaman. Modern kültür ele§tirisinin değişmeyen temalarını dile getirse de, kafasını felaketiere takan biri değildi. Yapıtlarında, kıyamet günü, uygarlığın çöküşü, barbarlığın kaçınılmazlığı gibi tablolar çıkmaz karşımıza. Ağıt bile yakılmaz. Barthes, beğenilerinin çoğunda eski kafalı olduğundan, daha eski bir burjuva düzeninin adabına ve okumuşluğuna özlem duyardı. Ama kendisini modern olanla uzlaştıracak pek çok şey bulurdu.
Son derece kibar, biraz ayakları yerden kesik, yumuşak bir insandı - şiddetten nefret ederdi. Güzel gözleri vardı: Hep hüzünlü gözler. Hazdan bu kadar çok söz etmesinde hüzünlü bir yan vardı; Bir Aşk
Söylemi çok hüzünlü bir kitaptır. Ama Barthes, vecdi tatınıştı ve bunu kutlamak istiyordu. Yaşama büyük bir aşk d uyardı (ölümü yadsırdı); söylediğine göre, yazılmamış romanının amacı, yaşamı övmek, yaşamaktan duyduğu şükranı dile getirmekti. O ciddi haz arama işinde, zihninin harika oyunlarında, her zaman alttan alta bir pathos hissedilirdi -şimdi, onun vaktinden önce gelen, öldürücü ölümüyle daha da keskinleşen bir pathos.
Susan Sontag
Under the Sign of Saturn, Vintage Books, New York, Ekim 1981
Çevirenler : Müge Gürsoy, Yurdanur Salman