26 Temmuz 2010 Pazartesi

Sendikalist Yöntemlerin Eleştirisi II

Devrimci Sendikalizmin Sınırlamaları

1880’ler civarında sendikalist eğilimler içersindeki bazı akımlar az ya da çok anarşist esinli olarak görülebilir:

a) (Blanquici tipte) bir otoriterizmin kuvvetlendirilerek Bounganist deneyimde olduğu gibi bir uzlaşmaya ulaşması

b) Brousse’nin önderlik ettiği günümüzde Book Federasyonu dışında çöküşte olan ‘reformist’ bir eğilim

c) Bourse de Travail’i yaratan anarko-sendikalist eğilim (en güçlüsü)

d) Bir öncekiyle karışık olan, belki daha politik, şiddetli, isyan amaçlı olan devrimci sendikalist eğilim


Devrimci sendikalizmin teorisyeni, belki biraz gönülsüzce, Sorel’di. Genel grev; İlerleme, Eşitlik ve Özgürlük mitlerinin yerini alacak bir mit olarak kullanılmalıdır: Devrimle kesişecek bir son hamle. Tersine sınırlı grev “devrimci bir uygulama” olarak görülmeye başlar. Devrimci elit, bu uygulamayı kitleleri Devlet’e karşı ayaklandırmak, taleplerle başlayarak aşamalı olarak sendikalist modelden esinlenmiş yeni bir toplumun inşası için kullanır.


Devrimci sendikalizmin devamlı referans noktası olan Amiens Beyannamesi ile başlayalım. 1906’da 834’e karşı 8 oy ile kabul edilmişti. Bu, onun içerdiği ilkelerin hem devrimciler hem de reformistler tarafından onaylanacak kadar muğlak olduğunu (ve halen böyle olmaya devam ettiğini) gösterir. Monatte diyor ki: “Çoğunluğun tercihi değildi, tüm hareket tarafından kabul edilmişti.”


Bu metinde hem sendikal apolitizmin hem de patronlara karşı ücretli emeğin kaldırılması için verilecek mücadelenin ilkeleri belirlendi.


"Kongre bu beyannameyi, ekonomik terimler üzerinden kapitalist sınıfın işçi sınıfına karşı hem maddi hem manevi tüm sömürü ve baskı biçimlerine karşı muhalefet eden işçilerin mücadelesinin bir ifadesi olarak görür."



Kongrenin teorik konumu şu noktalardan oluşur:
Daha iyi şartlar için verilen gündelik mücadelede sendika emek güçlerinin koordinasyonunu ve çalışma saatlerinde düşüş, ücret artışı gibi kısa vadeli iyileştirmelerle işçilerin esenliğinde bir artışı hedefler.


Fakat bu gereklilik sendikalizmin çalışmasının bir parçasıdır: Bu ancak sermayenin kamulaştırılmasıyla gelebilecek bütüncül özgürleşme için bir hazırlıktır. Bu genel greve bir eylem tarzı olarak ihtiyaç duyar ve bugün direniş grupları biçimindeki sendikal örgütün yarın üretim ve dağıtım gruplarına, geleceğin toplumsal örgütlenmesinin temeli olacağına inanır.


Sonuç olarak bireysel üyeler göz önüne alınırsa kongre onlara kendi felsefi ve siyasal görüşlerine uygun gördükleri her tür mücadeleye katılma özgürlüğü tanır, yeter ki bunları sendikalist organizmaya taşımasınlar.


Sendika, insanın insanı sömürüsünün, özel mülkiyetin ve ücret sisteminin yok edilmesiyle işçinin bütüncül kurtuluşunu hedefler.” - Amiens Beyannamesi, 1906


Ne var ki gerçek biraz daha farklıydı. Örneğin konfederal ofisin bir üyesi olan Delesalle şöyle dedi:

“Amiens Beyannamesi sadece konfederal ofisin görüşüdür ve oradan çıkmadır. Anarko-sendikalistleri (Pouget, Griffuelhes) ve reformistleri (Niel), Guesdist’e karşı bileştirmiştir.”


“Adını çok duyduğumuz bu beyanname bir kafe terasta hazırlanmış ve sendikalist hareket içerisinde üstüne fazla tartışma yaşanmamıştır.” (Corale. Capitalisme-Syndicalisme, meme combate)


Anarşist sendikalizmin temel bir öğesi, apolitik olmanın (politik partilerle ilişki bağlamında) ve sendikalist örgütün kendiliğindenciliğinin bir sonucu olarak doğrudan eylem kavramıydı. Hatalar bu son kısımda bulunabilir. Sendikal örgüt, tıpkı partiler gibi (adlarında “devrimci” kelimesi geçse bile) kendisini kitlenin kendiliğindenliğinde temellendiremez. Benzer şekilde sendikal örgüt parti politikalarının zikzaklarından uzun süre ayrı kalamaz ve er ya da geç onun baskısını hissedecektir. Son olarak sendikalist örgüt yapısının görüşünde doğrudan eylem sorunu taban guruplarının bir mücadele aracından onu sendikanın enstrümanı haline getirmeye evirilecektir. Bu Sorelci genel grev mitinin, siyasal bir kavramı emekçi mücadelesi alanına taşımanın önemiydi. Bu alandan kaynaklanan her şey taban tarafından (doğrudan eylem, kendiliğindenlik, üretici örgütleri) ya da sendika tarafından (delegeler, komiteler, resmi talepler, pazarlık, genel greve kadar dağınık grevler) karşılanabilir. Fark esaslıdır.


Devrimci sendikalizmin temel hatası Griffuelhes’un sözlerinde açıkça görülür: “Doğrudan eylem günden güne büyüyen bir pratiktir. Sonuç olarak gelişiminin bir aşamasında ona artık doğrudan eylem demek mümkün olmayacaktır; o bizim genel grev olarak adlandırdığımız ve toplumsal devrimle sonuçlanacak yaygın infilaka dönüşecektir”. Benzer şekilde Aristide Briand: “..devrim? …alternatif? ..analoji? Eğilim, devrimi genel grevle tanımlamaktır. Bu, çalışmanın evrensel ve eşzamanlı olarak durdurulması yoluyla barışçıl ve ani çökertme mitidir.” 1888’de Bouscat Kongresi’nde greve ve genel grevden devrime giden yola dair çeşitli kararlar alındı: “Sınırlı grev sadece yerel bir ajitasyon aracı olabilir. Sadece genel grev, her tür işin tamamen durdurulması, ya da devrim işçileri özgürleşmeye taşıyabilir.”


Eski formülü takiben çıkan savlar açıktır. Artık alternatif değil, benzetme; şiddetli parçalanma (Griffuelhes gibi anarşistlerin durumunda) ya da barışçıl geçiş (Briand gibi reformistler için), arada fark yoktur. Bu bakış açısında sendikalizm kendinde bir amaca dönüşür. Pouget gibi anarşizm ile sendikalizm arasında bir ayrım yapabilen pek çok anarşist militan bilmeden veya istemeden sendikalist olduklarında bu ayrımı yapamaz hale gelirler.


Bizce anarşistler sendikanın ya da sendikalist örgütün yıkımı için çağrı yapmanın gerekli olmadığını fark etmelidir, ama bundan onunla yoldaşları devrime hazırlamak için çalışabilecekleri gibi kolaycı bir sonucu çıkarmamalıdırlar. Nitel sıçrama radikaldir ve nicel sapmalara yer açmaz. Bu manada faşizm ve sendikaların ona karşı çıkamama tecrübesinden geçen Malatesta daha doğru bir yöndedir:


“Sendika doğası gereği reformisttir… Sendika toplumsal devrimci ya da anarşist bir programla ortaya çıkabilir ve genelde de böyle olur. Fakat programa bağlılık onun güçsüz ve zayıf bir propaganda grubu olduğu sürece geçerlidir. Ne kadar fazla işçi çeker ve güçlenirse, boş bir formüle dönüşen ilk programını koruyabilme şansı o kadar düşer.” (1925) “İşçi hareketinin kendi başına ve doğası gereği devrime yol açacağına inanmak büyük ve ölümcül bir hatadır. Sendikaların hem içersinde hem de dışarısında anarşizmin bütüncül gerçekleşmesi ve yozlaşmanın ve gericiliğin mikroplarını temizlemek için kavga verecek gerçekten anarşist örgütlere ihtiyaç vardır.” (1927)


Dediğimiz gibi sendikalizmde yozlaşmadan bahsetmeyi bir hata olarak görüyoruz. Genelde eski militanların eleştirileri bu yöne sahiptir; üretim ilişkilerinin sendikalist yapı içersinde devrimci tartışmalara imkân verdiği daha iyi zamanları hatırlarlar ve o zamanı ekonomik gücün akılcılaştığı ve sendikalizmde bir çöküşe yol açtığı günümüzle karşılaştırırlar.


“CGT reformizme gömülmüştür, hükümetin tekerindeki bir dişli olmuştur ve devrime sırtını dönmüştür. İşçiler bir zaman kapitalist rejimi kızdıran liderlerini onlarla yan yana görürler. Bizim için Amiens Beyannamesi’nin önemi oradaki sendikalizm kavramımızdı: devrimin her şeyi yapabilen ve devrimden sonraki günde her şeyi organize edebilecek olan büyük zanaatkârı. “ (Monatte)


Eleştiri gelişmiştir, ama yanılsama devam etmektedir. Bugün Fransız Anarşist Federasyonu’ndaki reformistler de benzer bir savı öne sürmektedirler:


“Anarşistler için bu bir uzlaşma ya da siyasal manevra, hatta mevziler elde etme sorunu değildir. Anarşist federasyondaki sendikalistler bunu söyleyen tek kişiler olsalar dahi söylemelidirler ki sendikacılık tehlikeli bir yöne ilerlemektedir ve ilkeler ve tarihin ve ekonominin günümüzdeki evrimi ışığında emek hareketindeki iki büyük eğilimden Amiens Beyannamesi’nin dediği gibi “ücretli emek sisteminin yıkımı”nı hedefleyen devrimci tarafı savunmaktadırlar. ”(M. Joyeux)


Bize göre etkili militan devrimciler yaratmanın tek yolu faal olarak emekçi tabandan başlayan mücadele yöntemleri inşa etmektir. Bu aynı zamanda sendikal örgütler içerisinde ‘anarşist’ faaliyetin karşılaştığı zorlukları ve nesnel kısıtlamaları göstermektir. Sendikalizmin işçileri sorunlarını anlamaya sevk eden büyük halk üniversitesi olduğu ya da bu artık gerçek değilse de tüm çabaların bunu sağlamayı hedeflemesi gerektiği doğrudur. Fakat bu yanılsama geçmişte bir parça doğruluk taşısa dahi günümüz sorunları karşısında oldukça gereksizdir.


İşlevsel olarak reformist ve devrimci sendikalist ideolojiler birdir. Her şeyden önce sendikalist yapının korunması için mücadele ederler. Tersi durumda sorun ortaya çıkmaz bile. Reformistler sınırlı kazanımlar (ücretler ve düzenlemeler) için mücadele ederler, çünkü bu üretim araçlarının ilerici sosyalizasyonuna doğru ilerleyecektir. Devrimciler sınırlı kazanımlar (ücretler ve düzenlemeler) için mücadele ederler, çünkü bu bir devrim okulu olur ve grev devrimle özdeşleşmiş olan çalışmanın genel durduruluşuna bir hazırlık (bir idman) olur. Gerçekte her ikisi de sınırlı kazanımlar için mücadele ederler ve bunu çok keskin, az çok piramitsel ve özü kendisini bir örgüt olarak sürdürebilmek olan kendi kurallarına sahip bir örgütte gerçekleştirmeye çalışırlar.


“Sendikalizm mevcut sistemin sınırlarına hapsolmuşken işçi sınıfı kapitalizmin ötesine bakmaya çalışmalıdır.” (Pannekoek)


Bu “öteye bakış”ın neyi kapsadığını ilerde göreceğiz. İşçi konseylerinin teorisyeni sendikal örgütün reformist doğasını açıkça görmüş olması ve devrimci potansiyeller ve benzeri iddialar hakkında hiçbir yanılsaması olmaması önemlidir.


“Liderler ya da her şeyi bilen kadrolar yerine biz inisiyatifler önererek bireyin gelişimini teşvik edecek, bu inisiyatiflerin eşgüdümüne yardımcı olacak ve bu sayede şimdiye dek şüphelenilmeyen kuvvetleri harekete geçirecek ‘siyasal animatörler’ kavramını öneriyoruz.” (Ouvrier face aux appareils)


Fakat bu sendikadan ya da sendikalist örgütten doğmaz. Bu siyasal figür şimdi ayrıcalıklı bir delege ya da maaşlı bir bürokrat olmuş sendika ajitatöründen oldukça farklıdır. İnsandaki ya da sosyal figürdeki değişimlere emek hareketindeki eylemin sonuçlarındaki değişim eşlik etmiştir. Açıkça bu eylemci işçilerin ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmelidir. Kendilerini, kendisini belirleyen, önceden var olmayan sorunlar yaratan ya da var olanları büyüten bir faaliyet olarak kuramazlar. Ayrıca doğrudan eylem dinamiği işçilerin gerçekliğini sendikanın ‘kutsadığı’ yönden farklı bir yöne doğru çevirir.


“Ben her şeyden önce bir anarşistim, sonra bir sendikalist, ama bence kendisini önce sendikalist, sonra anarşist olarak gören pek çok insan var. Burada büyük bir fark var. Sendikalizm kültü en az devlet kültü kadar zararlıdır: Bugün vardır ve her gün büyümektedir. İnsanlar sanki kutsallıklar olmaksızın yaşayamamaktadır; birini öldürür öldürmez diğeri doğar.” F. Domela Nienwenhuis



Anarko-sendikalizmin Sınırları

Aynı argüman kısmen anarko-sendikalizm için de geçerli olabilir. Burada, sendikalizme dair kökenlerini Uluslararası İşçi Birliği’nde (I. Enternasyonal) Bakunin’in ilkelerinden alan anarşist bir yaklaşımımız var. Yine de bu yaklaşımın, ister devrimci sendikalist, ister otoriter komünist veya sosyal demokrat reformist olsun, bütün sendikalar ve sendikalist örgütlerde var olan bazı eksiklikleri var. Anarko-sendikalizm eğer Malatesta’nın uygun bir şekilde gösterdiği gibi bir “araç” olmanın ötesine geçerse ya revizyonist (bkz. İsveç örneği) ya da otoriter olma (bkz. İspanya) riskini almış olur–bu sendikalizmin taşıdığı bir risktir, anarşizmin değil. Ciddi yanlış anlaşılmalara mahal vermeden önce bu sorunu netleştirelim. Anarko-sendikalizm devrimin, sadece toplumu geleceğe hazırlayan kendi ekonomik örgütlerinde örgütlenen emekçi kitleler tarafından gerçekleştirilebileceğinin gayet iyi farkındadır. Bu sadece bu örgütler politik partilerden ayrı durduğu sürece, hatta “sadece aparlamenterist değil aynı zamanda ilkesel olarak anti-parlamenteristlerse”(Lehning) gerçekleşebilir.


“Her kim ki hem özel hem de devlet kapitalizmine karşıdır, başka türlü bir toplumsal gerçeklik ve ekonomik örgütlenme yoluyla buna da karşı çıkmalıdır. Ve bu ancak iş yerleri, fabrikalar, vs. içindeki örgütlenmelerde bir araya gelip gruplaşan üreticiler tarafından gerçekleştirilebilir. Üretim araçlarını ele geçirmek ve ekonomik hayatın tamamını ekonomik bir birlik temelinde örgütlemek amacıyla bir araya gelmelidirler.” Lehning


Bu üretici örgütleri üreticilerin kendi elleri altında olmalıdır. Böylece kendi seçtikleri ve belirledikleri eylemliliklerinin önüne geçilemeyecektir. Eğer dikkatlice bakacak olursak bunun sendikalizmde, hatta anarko-sendikalizmde bile mümkün olmadığını anlarız. İsveç veya (sınırlı olmakla beraber) İspanya örneklerindeki sözde “yozlaşma” içinde bu gerçekleşmemiştir. Gerçekleşmesi mümkün değildir çünkü işçilerin temel çıkarlarının ne olduğunu belirleyen işçilerin kendileri değil, hedefleri ve çıkarları belirleme kapasitesindeki mevcut sendikalist önderliktir, anarko-sendikalizm olsa bile bu böyledir.


Unutmamamız gerekir ki sendikalizm üreticilerin oluşumudur, bu nedenle hayli ekonomik bir içeriğe sahiptir. Fakat aynı zamanda sadece kişisel seviyede olsa da oldukça politize olmuş insanlar tarafından idare edilen bir oluşumdur. Anarko-sendikalist bir örgüt söz konusu olduğunda, örgütün üyeleri anarşist olacaklardır, bu nedenle sendikanın “yönetimindekiler” yöneticilerin ayrıcalıklarını ret edeceklerdir. Bu durumda örgüt ya bölünür, ya da kendi ortak ekonomik ve devrimci çıkarlarından ayrı duran bir merkezi hatta sahip olma zorunluluğu olmaksızın tabandan yönetilen bir dizi inisiyatif şeklinde tekrar ortaya çıkmak üzere yok olur. Ama bu durumda artık anarko-sendikalizm kavramının dışına çıkmış oluruz. Yukarıda bahsedilen olasılıklardan ikincisi yapının varlığını ekonomik bakış açısından bağımsız olarak ele alır. İşçilerin (ekonomik olsun olmasın) çıkarlarını savunmayı amaçlar ama her şeyin ötesinde, ne kadar çok üyesi varsa ve ne kadar büyükse o kadar var olur ve anlamlı olur. Aynı durum anarko-sendikalist yapı içinde çalışan insanlar için de söylenebilir. “Onların fikirleri işçi sınıfının üyelerinin ya da tümünün tarihsel olarak belirlenmiş ve ekonomik çıkarlarından türememiştir, bir bakıma bunlardan daha geniştir ve bunlardan özerktir. Bütünlüklü bir (anarşist ya da liberter) dünya tasarımları mevcuttur ve bu kafalarındaki bu tasarım gerçekleştirecekleri eylemlerin, yapacakları politik ya da ekonomik tercihlerin, spesifik sorulara verecekleri cevapların belirleyicisi olacaktır”.


Bir fabrika işgali meselesinin tartışıldığını düşünelim. İşçilerin acil çıkarları –bir bakıma bugünlerde İtalya’da olduğu gibi- en azından maaşlarını alabilmeye devam etmeleridir. Bu, iş ahlakının biraz olsun sorgulanmadığı sınırlı bir çıkardır. Sendikalist yoldaşların kapitalist bir sistem altında fabrika öz yönetiminin ne anlama geldiği konusunda net fikirleri olabilir. Onlar bu şekilde bir şeyleri göstermiş olacaklarını düşünüyorlar. Politik anlamda, sadece belirli sayıdaki insanların maaşlarının ödenmeye devam edilmesinden, daha değerli bir şeyi göstermek istiyor olabilirler. Fakat yine de bu, bize göre belirli amaçların ve rastlantısal çıkarların “ötesine” hiçbir zaman geçemez. Hareketin bir bütün olarak genişlemesine bir ihtimal yol açabilir; ama bu sendikalist önderliğin tercihlerinin, işçilerin (sınırlarının belirlenmesi zor olan) çıkarlarından başka yönlere doğru kaydırılması için bir bahane değildir. Kısaca toparlamak gerekirse, ancak sınırlı sayıda yoldaşın ekonomik taleplerin ötesine geçen problemler hakkında net fikirleri olacağını (ki bunlar çoğunlukla zahmetli çözümlemeler gerektirirler) ve bu yoldaşların (en iyi ihtimalle anarşistler ve/veya bireyler) kendi fikirlerinin zaferi için dövüşmekten başka bir şey yapamayacaklarını aklımızda tutarak şundan emin oluyoruz: Bu olay sendikalist bir yapının içinde cereyan ederse kaçınılmaz olarak ya uzlaşmacılığa ya da otoriterliğe varır.


Hiçbir yapının var olmadığı, daha hazırlıklı yoldaşların çıkarlarını açıkça tanımlamış olan ve (dışarıdan yoldaşların müdahaleleriyle desteklenen koordineli eylemler gerçekleştirerek) onları elde etmelerini sağlayacak araçlara sahip bir grup üretici adına konuştuğu durumda ise, her şey olabilir. Burada hiç kimse varlığını sürdürmek ve kendini savunmak zorunda olan bir örgüt adına konuşuyor olmayacaktır.


İsveç’teki anarko-sendikalist revizyonizme bakalım. İsveç, diğer İskandinavya ülkeleri gibi (Norveç, Danimarka, Hollanda) görünüşte bir “garantili refah” ideolojisinin hüküm sürdüğü bir ülkedir. Devlet kendisini toplumun refahından sorunlu sayar. Bu sistemin daha rasyonel bir şekli Avustralya ve Yeni Zelanda’da da mevcuttur. Anarko-sendikalist örgüt S.A.C. (Sveriges Arbetaren Centralorganisation – İsveç İşçi Örgütü ç.n.) oldukça popülerdir ve sınıfı temsil oranı yüksektir. Sendikalist taktiklerin devletçi revizyonizm yönündeki değişiminin nasıl gerçekleştiğini bir görelim.


“İnsanlar burada özel bir durumun yaratılmış olduğunun farkındadırlar. Çünkü doğumdan ölüme kadar güvenlikte oldukları olgusu, insanları barikatlarda savaşılmasını ve var olan toplumsal düzenin top yekûn yıkımını savunan devrim peygamberlerini dinlemekten ve ciddiye almaktan alıkoymuştur. Anarko-sendikalistler olarak kendi deneyimlerimizden hareketle, sadece İsveç için geçerli olduğunu düşündüğümüz kimi sonuçlara vardık. Eğer S.A.C. isyancı propagandayı bıraktıysa ve artık diğer tüm toplumsal güçleri yıkmayı hedefleyen bir ajitasyon yürütmek istemiyorsa, bunun nedeni bu ülkede başka bir yönde ilerlemenin imkansız olmasıdır. İnsanlar barışçı bir çizgideler ve eğer biz onları devrimci eyleme yönlendirmeye çalışırsak kendimizi komik duruma düşürmüş oluruz ve kötü tepkiler alırız. İsveç gibi barışçıl bir toplumda şiddet eylemi savunusu yapsaydık, porselen dükkânındaki fil konumuna düşerdik.” E. Aevdisson


Dönüşümün sonu! Başka alternatif yok. Bu sırada İsveç işçi sınıfının tabanı çalışmayı yok etmenin bir yolunu arıyor, bütünüyle boş zaman talep ediyor ve insanları önlerine konulan yola devam etmeye zorlayarak ve kendi yapmak istedikleri şeyleri seçmelerini engelleyerek onlara kolektif refahı dayatan bir devletin yıkımını istiyor. Fakirlikten bile daha kötü bir acı ve karanlık içindeki işçi tabanı (intiharları ve diğer olguları unutmayalım), savaşmaları gereken iktidar yapısına uygun bir yöntem arıyorlar ve “isyan” deyince kalın kafalı anarko-sendikalist liderlerin aklına hala “porselen dükkânındaki filin” hali geliyor.


Durum açık: Bir yapının bulunduğu durumlarda işçilerin ekonomik çıkarları ile işçilerin yöneticilerinin ya da sendikalist temsilcilerin görüşleri arasında sık sık (gelin biz her zaman diyelim) bir kırılma baş gösteriyor. Dahası bu temsilcilerin görüşleri sakat olmakla kalmayıp, işçiler için tehlikeli bir noktaya evriliyor ve ayrıca komik denecek kadar zamanın gerisinde bir yerde kalakalmış oluyor.


Alfredo M. Bonanno