Küresel boyutta bir korporatokrasi oluşturmayı başaran şirketlerin ortaya çıkardıkları yapının ayırt edici özelliği, tipik elitist refleksleri küresel çapta uygulamaktan ibaret. Normal şartlar altında memnuniyetle karşılanabilecek olan küreselleşmeye şüpheyle yaklaşılıyor olmasının nedeni de zaten bu.
Ancak bu durum, gerçekten serbest olan piyasa koşullarının hakim olduğu bir sistem içerisinde gelir dağılımının eşit olacağı anlamına gelmiyor elbette. Sözgelimi, sadece tarıma dayalı üretim yapan kimi ülkelerin zenginleşmesinin diğer ülkelere oranla çok (ama çok) daha uzun bir zaman alacak olması elbette doğal. Ancak bir ülkenin zenginleşmesinin zor olması başka şeydir, gerek anlamsız kanuni engellerle, gerekse doğrudan kandırılarak kasten fakir bırakılması başka. Son yıllarda daha sık gündeme gelen dünya kahve ticareti ile ilgili oyunlar, spesifik olarak da Etiyopya'da hükümetin ülkenin dünyaca ünlü kimi yöresel kahvelerinin isim haklarını tescil ettirmek istediğinde Starbucks'ın bunu engellemesi, bu duruma iyi bir örnek olabilir. Tipik bir Starbucks müşterisinin bir bardak kahve için (yaklaşık) 3 dolar öderken, Starbucks'ın, bu kahveyi satın aldığı Etiyopyalı çiftçiye sadece 3 sent ödeme yaptığını ve bu durumun değişmemesi için gayriahlaki girişimlerde bulunduğunu nazara veren çeşitli gruplar, milyonlarca insanın kahve çiftçiliği ile geçindiği son derece fakir bir ülke olan Etiyopya'nın kendi ürünlerinin isim hakkını tescil etmesinin engellenmesini protesto etmişlerdi.
Bu tür bürokratik oyunlar elbette sadece kahve ticareti için geçerli değil. Dahası, oynanan oyunlar her zaman bu kadar 'masum' da değil. Gerek silah satmak, gerek fakir bırakmak, gerekse kontrol altına almak amacıyla dünyanın çeşitli bölgelerinde istikrarsızlığı körükleyen kimi tehlikeli oyunlar bu çerçevede değerlendirilebilir. Ancak kapitalist ve elitist uygulamalar karşılaştırıldığında dikkat çeken nokta, elitizmin çok daha ayrımcı ve düzenleyici olması. Zira kapitalizm, altın standardı gibi objektif değerleri üstün tutup devletlerin fiktif uygulamalarına karşı çıkarken, elitizm (eğer menfaatler öyle icap ettiriyorsa) kağıt para kullanımında herhangi bir mahzur görmüyor. Kapitalizm, tarım da dahil olmak üzere hiçbir sektörü sübvanse etmeyip ve ithalatın önüne herhangi bir engel koymazken, elitizm (dahilde alım gücünün ve refahın azalmasını istemediğinden ötürü) 'seçici-korumacı' olmayı tercih ediyor. Kapitalizm; sosyal güvenlik, işsizlik, asgari ücret gibi konularda şu ya da bu yönde politika belirlemeyip herşeyi piyasaya bırakırken, elitizm dengeyi kendisi oluşturmak istiyor ve herhangi bir sosyal patlamanın kurulu düzeni bozacağı düşüncesiyle, sosyal güvenlik ve asgari ücret gibi konularda en azından minimum seviyede önlem almayı doğru buluyor.
Bu çerçevede, işsizlik konusundaki denge bilhassa önemli. Zira işsizliğin artması sadece sosyal patlama potansiyelinin artması değil, 'maaş esirlerinin' geçici olarak azat edilmesi anlamına da geliyor - ki bu da, teknik anlamda bir tür 'atıl kapasite' sorunu yaşanması demek. İşsizliğin %4 gibi tehlikeli düzeylerin altına inmeye başlaması durumunda ise, (artacak emek maliyetleri nedeniyle) yığınların 'maaş esiri' olmaktan çıkarak yüksek maliyetli bir yük haline gelebilmeleri söz konusu. Bu nedenle elitizmin, işsizlik oranının mümkün olduğunca belli bir aralıkta seyretmesini tercih etmesi doğal.
Emek piyasasını dengeleme konusunun önemli olması, göçmenlik (yeni köle ithali) söz konusu olduğunda da elitizmi korumacı bir tavrı benimsemek zorunda bırakıyor. Sürekli değiştirilebilen göçmenlik kotalarının cari ücret hadlerini istenen noktaya getirebilme adına çok iyi bir araç olacağı da muhakkak. Dahildeki alım gücü ve refahın yüksek göçle tehlikeye atılmasının istenmediği durumlarda yatırımı yurt dışına götürmek de her zaman bir opsiyon durumda. Ancak kapitalizmin bu konuya bakışı da son derece farklı. Zira, 'birlikte çalışmak' ya da 'işçi işveren ilişkisine girmek' isteyen iki hür insana sırf başka ülkelerde yaşıyorlar diye engel olmak kapitalist prensiplerle açıklanamaz.
Bütün bu örneklerden anlaşılabileceği gibi, elitizmin üstlendiği düzenleyici roller arasında çoğunluk adına olumlu görünenlerin hepsinin asıl amacı, efendilerin iktidarının bekası adına kölelerin de baki olmasının gerekmesidir. Ancak çoğunluk adına olumsuz tesiri olan uygulamaların, sistem adına da işlevleri aynı yönde olacaktır. Zira piyasa şayet 'istenen' bir dengeye gelmişse, sistemin sağlıklı işleyişi adına 'işsiz bir piyon' da 'en az iş sahibi bir piyon' kadar fonksiyoneldir.
Bu noktada, realpolitik gereği kapitalizmin hiçbir zaman prensiplerine sadık kalamayacağı ve zamanla elitizme varılmasının kaçınılmaz olduğu, ya da elitlerin her zaman herşeyi kontrol altında tutmalarının mümkün olamayacağı yönünde farklı argümanlar da ileri sürülebilir - ki bu tür argümanların her biri, incelenmeyi hak eden muteber yaklaşımlar içerir. Ancak şu aşamada, ayrıca ele alınması gereken bu soruların her zaman grinin farklı tonlarında cereyan eden uygulamalardan hareket ettiği, buna karşılık siyah ve beyaz olarak tanımlanmak durumunda olan prensiplerin uygulamadaki aksaklıklarla yargılanamayacağı, yapılması gerekenin işlevsellik adına çözüm arayışında bulunmak olduğu söylenebilir.
Yurt içinde, kendi prensiplerine bağlı olup hiçbir aktöre imtiyaz tanımayan bir serbest piyasa ekonomisinin var olabilmesinin yolu, bu konudaki bilgi, duyarlılık, hassasiyet ve hepsinden önemlisi şeffaflığın azami düzeyde olmasından ve serbest piyasa değerlerinin iyice özümsenmiş olmasından geçiyor. Günümüzün gelişmiş ülkeleri korporatokrasiye karşı önlem alma adına seçim kampanyası finansmanı gibi konulara haddinden fazla kafa yoruyor ve asıl odaklanılması gereken noktaları ciddi bir şekilde ıskalıyorlar.
Uluslararası alanda sömürünün sona ermesi ise, günümüz şartları altında ancak uluslararası kuruluşlar kanalıyla mümkün olabilir. Ancak yine günümüz şartları gereği bu opsiyonun işlevsel olması pek mümkün değil. Bu nedenle de küreselleşme, öyle görünüyor ki, dünya nüfusunun önemli bir kısmına en azından bir süre daha acı getirmeye devam edecek.
Serdar Kaya
Ancak bu durum, gerçekten serbest olan piyasa koşullarının hakim olduğu bir sistem içerisinde gelir dağılımının eşit olacağı anlamına gelmiyor elbette. Sözgelimi, sadece tarıma dayalı üretim yapan kimi ülkelerin zenginleşmesinin diğer ülkelere oranla çok (ama çok) daha uzun bir zaman alacak olması elbette doğal. Ancak bir ülkenin zenginleşmesinin zor olması başka şeydir, gerek anlamsız kanuni engellerle, gerekse doğrudan kandırılarak kasten fakir bırakılması başka. Son yıllarda daha sık gündeme gelen dünya kahve ticareti ile ilgili oyunlar, spesifik olarak da Etiyopya'da hükümetin ülkenin dünyaca ünlü kimi yöresel kahvelerinin isim haklarını tescil ettirmek istediğinde Starbucks'ın bunu engellemesi, bu duruma iyi bir örnek olabilir. Tipik bir Starbucks müşterisinin bir bardak kahve için (yaklaşık) 3 dolar öderken, Starbucks'ın, bu kahveyi satın aldığı Etiyopyalı çiftçiye sadece 3 sent ödeme yaptığını ve bu durumun değişmemesi için gayriahlaki girişimlerde bulunduğunu nazara veren çeşitli gruplar, milyonlarca insanın kahve çiftçiliği ile geçindiği son derece fakir bir ülke olan Etiyopya'nın kendi ürünlerinin isim hakkını tescil etmesinin engellenmesini protesto etmişlerdi.
Bu tür bürokratik oyunlar elbette sadece kahve ticareti için geçerli değil. Dahası, oynanan oyunlar her zaman bu kadar 'masum' da değil. Gerek silah satmak, gerek fakir bırakmak, gerekse kontrol altına almak amacıyla dünyanın çeşitli bölgelerinde istikrarsızlığı körükleyen kimi tehlikeli oyunlar bu çerçevede değerlendirilebilir. Ancak kapitalist ve elitist uygulamalar karşılaştırıldığında dikkat çeken nokta, elitizmin çok daha ayrımcı ve düzenleyici olması. Zira kapitalizm, altın standardı gibi objektif değerleri üstün tutup devletlerin fiktif uygulamalarına karşı çıkarken, elitizm (eğer menfaatler öyle icap ettiriyorsa) kağıt para kullanımında herhangi bir mahzur görmüyor. Kapitalizm, tarım da dahil olmak üzere hiçbir sektörü sübvanse etmeyip ve ithalatın önüne herhangi bir engel koymazken, elitizm (dahilde alım gücünün ve refahın azalmasını istemediğinden ötürü) 'seçici-korumacı' olmayı tercih ediyor. Kapitalizm; sosyal güvenlik, işsizlik, asgari ücret gibi konularda şu ya da bu yönde politika belirlemeyip herşeyi piyasaya bırakırken, elitizm dengeyi kendisi oluşturmak istiyor ve herhangi bir sosyal patlamanın kurulu düzeni bozacağı düşüncesiyle, sosyal güvenlik ve asgari ücret gibi konularda en azından minimum seviyede önlem almayı doğru buluyor.
Bu çerçevede, işsizlik konusundaki denge bilhassa önemli. Zira işsizliğin artması sadece sosyal patlama potansiyelinin artması değil, 'maaş esirlerinin' geçici olarak azat edilmesi anlamına da geliyor - ki bu da, teknik anlamda bir tür 'atıl kapasite' sorunu yaşanması demek. İşsizliğin %4 gibi tehlikeli düzeylerin altına inmeye başlaması durumunda ise, (artacak emek maliyetleri nedeniyle) yığınların 'maaş esiri' olmaktan çıkarak yüksek maliyetli bir yük haline gelebilmeleri söz konusu. Bu nedenle elitizmin, işsizlik oranının mümkün olduğunca belli bir aralıkta seyretmesini tercih etmesi doğal.
Emek piyasasını dengeleme konusunun önemli olması, göçmenlik (yeni köle ithali) söz konusu olduğunda da elitizmi korumacı bir tavrı benimsemek zorunda bırakıyor. Sürekli değiştirilebilen göçmenlik kotalarının cari ücret hadlerini istenen noktaya getirebilme adına çok iyi bir araç olacağı da muhakkak. Dahildeki alım gücü ve refahın yüksek göçle tehlikeye atılmasının istenmediği durumlarda yatırımı yurt dışına götürmek de her zaman bir opsiyon durumda. Ancak kapitalizmin bu konuya bakışı da son derece farklı. Zira, 'birlikte çalışmak' ya da 'işçi işveren ilişkisine girmek' isteyen iki hür insana sırf başka ülkelerde yaşıyorlar diye engel olmak kapitalist prensiplerle açıklanamaz.
Bütün bu örneklerden anlaşılabileceği gibi, elitizmin üstlendiği düzenleyici roller arasında çoğunluk adına olumlu görünenlerin hepsinin asıl amacı, efendilerin iktidarının bekası adına kölelerin de baki olmasının gerekmesidir. Ancak çoğunluk adına olumsuz tesiri olan uygulamaların, sistem adına da işlevleri aynı yönde olacaktır. Zira piyasa şayet 'istenen' bir dengeye gelmişse, sistemin sağlıklı işleyişi adına 'işsiz bir piyon' da 'en az iş sahibi bir piyon' kadar fonksiyoneldir.
Bu noktada, realpolitik gereği kapitalizmin hiçbir zaman prensiplerine sadık kalamayacağı ve zamanla elitizme varılmasının kaçınılmaz olduğu, ya da elitlerin her zaman herşeyi kontrol altında tutmalarının mümkün olamayacağı yönünde farklı argümanlar da ileri sürülebilir - ki bu tür argümanların her biri, incelenmeyi hak eden muteber yaklaşımlar içerir. Ancak şu aşamada, ayrıca ele alınması gereken bu soruların her zaman grinin farklı tonlarında cereyan eden uygulamalardan hareket ettiği, buna karşılık siyah ve beyaz olarak tanımlanmak durumunda olan prensiplerin uygulamadaki aksaklıklarla yargılanamayacağı, yapılması gerekenin işlevsellik adına çözüm arayışında bulunmak olduğu söylenebilir.
Yurt içinde, kendi prensiplerine bağlı olup hiçbir aktöre imtiyaz tanımayan bir serbest piyasa ekonomisinin var olabilmesinin yolu, bu konudaki bilgi, duyarlılık, hassasiyet ve hepsinden önemlisi şeffaflığın azami düzeyde olmasından ve serbest piyasa değerlerinin iyice özümsenmiş olmasından geçiyor. Günümüzün gelişmiş ülkeleri korporatokrasiye karşı önlem alma adına seçim kampanyası finansmanı gibi konulara haddinden fazla kafa yoruyor ve asıl odaklanılması gereken noktaları ciddi bir şekilde ıskalıyorlar.
Uluslararası alanda sömürünün sona ermesi ise, günümüz şartları altında ancak uluslararası kuruluşlar kanalıyla mümkün olabilir. Ancak yine günümüz şartları gereği bu opsiyonun işlevsel olması pek mümkün değil. Bu nedenle de küreselleşme, öyle görünüyor ki, dünya nüfusunun önemli bir kısmına en azından bir süre daha acı getirmeye devam edecek.
Serdar Kaya