18 Şubat 2015 Çarşamba

Günler Geçiyor

Günler geçiyor… Sabah uyandım, yataktan kalkmaz çok zordu. Gece yatmadan Funda kombiyi kısmış. Evin içi buz gibi, ben de yatakta terlemişim. Şöyle bir dönüp Funda’ya baktım. Benim telefon sesimden artık rahatsız olmuyor. Alışmış, birbirimize alışmışız. İki insanın birbirine alışması için ne kadar geçmesi gerekir. Şimdi uyanık olsaydı, birbirimizi ısıtırdık. Günler geçiyor… Eskiden olsa kaldırırdım. Şimdi ise rahatsız etmek istemiyorum. Birlikte olmamız sanki bir rahatsızlıkmış gibi. Zamanın bu kadar hızlı, yavaş ve anlaşılmaz bir şekilde hareket ediyor olması artık başımı döndürüyor. Etrafımdaki her şeye karşı duyarsızlaştırıyor beni. Aslında insan bulunduğu durum ne olursa olsun değişiklik istiyor. Bir sonraki durumun ne getireceğini bilmemekse kişiyi çok rahatsız ediyor. Cesur insanla korkak insan arasındaki asıl farkta bu galiba; arkasında ne olduğunu bilmediğin kapıyı açabilmek. Zaman geçiyor… Herhalde bir saat geçmiştir diye bakıyorum saate beş dakika olmuş. Yavaşça Funda’dan ve yorganın bana ait kısmından sıyrılarak yatakta düzeliyorum. Çok soğuk. Elimi yatağın hemen yanındaki komodine uzatıp çorabımı alıyorum. Biraz da olsa ısınırım belki diye. Elimi yüzümü yıkayınca artık uyandım diyebilirim. Sırf sabah rahat rahat kahvemi içebilmek için bu kadar erken kalkıyorum. Şu kahve keyfimde olmasa sanki hayat hiç çekilmez olacakmış gibi hissediyorum. Oysa hayat zaten çekilmez. İçinde yaşadığın ufak mutluluklar, eğer biraz yaşam aptalıysan, hayattan keyif almana yetiyor. Ama bir kere uyandıysan artık uyumak imkansız. Şimdi bende tam bu durumdayım; elimi yüzümü yıkadım, kahvemi içtim, klasik nescafe gold iki şekerli, üzerimi değiştirdim, hazırım ama daha hiç kendimi hazır hissetmedim, şu kapıdan çıkarken. Daha hava karanlık. Her gün aynı yokuşu çık, daha kötü bir ulaşım yöntemine ulaşabilmek için. Yıllar geçiyor… Bu iğrenç yokuşu neredeyse 5 yıldır çıkıyorum. İnsan her şeye alışıyor derler ya, yok, yokuş çıkmaya alışmıyor. İnsan bu zor işi başarınca bir şey yapabildiğini ya da ne iş olsa yapabileceğini sanabilir. Oysa daha gün yeni başlıyor ve insanın canını sıkan en küçük problem karşımda büyüyen şu yokuş. Böyle büyük bir şehirde yaşıyor olmanın benim gibi modern insan için avantajları çok fazla ama eğer ne bu avantajları kullanamıyorsan bir de üzerine sanki bu avantajlara daha çok çalışırsan ulaşabilecekmiş gibi bir yanılgı içindeysen bu hayatın anlamı ne. Sürekli çalışıp hayata dair bir şey elde edemezken, çalışmayıp yine, bu sefer para yüzünden, hayata dair güzelliklere ulaşamıyorsan, ulaşamıyorsak bu işkenceyi insanlar niye çekiyor. Bunları düşününce sinirlenmeye başlıyorum ve öfke bende adrenalin düzeyini arttırıyor. Adrenalin yokuş hızlı hızl çıkmamı sağlıyor. Kendime geldiğimde biraz sakinliyorum, yokuşu çıkmışım. Şimdi toplu taşıma ile işe gidebilirsem ne mutlu bana. Her gün işe gidip gelirken neredeyse dört saatim yolda geçiyor. Kalabalık bir şehirde yalnız olmak ve birilerini bulmak bir ilişki kurmak için çaresizce çırpınıyorum. Şimdi hayatımda birisi var ve bu sefer de yalnız kalamadığıma sıkılıyorum. İnsanlar diyerek suçu paylaşmak istiyorum ama biliyorum ki iki yüzlü olan benim. Karamsar kelimesinin karşılığında ne yazıyor acaba gerçekçi yazıyor mudur? Ben aslında karamsar olmadığımı düşünüyorum. Kendimi gerçekçi olarak tanımlayabilirim ama gerçekler neden hep acı, berbat. İş başı yapıyorum ama ne işin benden ne de benim işten haberim var. Neden buradayım bu iş benim işim bile değil. Ne bir yetkinliğim, ne eğitimim, ne de kişisel bir bilgim, çabam var. Doğrusu kendi işim dışında bu işi yapmakta istemiyorum. Ama biliyorum ki aslında sahip olmadığım ama öyle olduğu duygusu için yaşadığım şeylerin sebebi bu iş olduğu için vazgeçemiyorum da. Beş para etmez hayatımdan, evimde benim için aslında değeri olmayan ıvır zıvırdan ve en önemlisi de Funda’dan nasıl vazgeçebilirim ki. Bir gün bende mutlu olacağım diye bu hayatı, bu ilişkiyi, bu işi daha ne kadar devam ettirebilirim. Ne kadar devam ettirmeliyim. Etrafımdaki insanlara bakınca da bir ümit göremiyorum. Yaşlısı, genci, yeni işe başlayanı, uzun süredir çalışanı, işçisi, müdürü herkes mutsuz. Mutlu insan çok az. Hatta mutluluk çok az. Bunlar sürekli kafamın içindeyken, kendimi işe veriyorum. Bir umut belki kafam dağılır, rahatlarım diye. Şimdi yine biraz daha iyiyim. Yaşım ilerleyince olgunlaştım herhalde. Daha gençken bu fikirler ben de sadece öfkeye yol açar ve keskin sirke küpüne zarar verirdi. Şimdi en azından daha kabullenilmiş durum olarak yaklaşıyorum. Öğrenilmiş çaresizlik. Büyük ihtimalle bu akşam şehir dışına çıkacağım. Şehir dışına çıkmak hoşuma gidiyor. Özellikle insandan uzak yerler. Hava değişimi iyi geliyor. Hem de şehir dışındayken parada harcamıyorum. Bir nevi meditasyon, arınma gibi. Modern hayatın nimetlerinden uzak olmak. İnsan kalabalığından uzak olmak manevi temizlenme hissi veriyor. Bir süre tüketmemek hatta üretmek (en azından öyleymiş gibi yapıyorum) insana huzur veriyor. Kimsenin üretmediği bir toplumda insanlar huzuru tüketmekte arıyor ve gelinen nokta sadece kendine değil tüm topluma ve tüm çevreye zarar veriyorsun. İşin daha da kötüsü bir süre sonra bunun farkında olarak bunu yapmaya devam ediyorsun. Bile bile lades. Çaresiz insanın gelebileceği en son nokta. Bende şu anda aynen bunu yapıyorum. Kendimi ne kadar düzene teslim edersem o kadar düzenin dışına çıkmam zorlaşıyor. Bu sayede hayatımı devam ettiriyorum. Acaba birisiyle konuşsam kafamı toplayabilir miyim? Kimle konuşsam? Telefonumu çıkartıyorum ve arkadaşlardan birini arıyorum. Biraz konuşmak, dertleşmek için, eminim o benden bende ondan daha dertliyizdir. Profesyonel psikolojik destek alamayınca arkadaş arkadaşın psikoloğu oluyor. Bir süre daha delirmeden devam etmene yardımcı oluyor, arkadaşların. Konuşmak iyi geliyor. Binadan çıkıp biraz hava alıyorum ve de çikolata. Hayatta insanı gerçekten, özellikle ihtiyaç olduğunda, mutlu eden tek şey. Kaldığım yerden bilgisayarımın başına geçiyorum. Şimdi biraz daha iyiyim. Bir bunalım krizi daha atlatıldı. Günler geçiyor… Hayatım bir şekilde devam edecek. Pencereden dışarı baktığımda çok güzel bir kar yağışı var. Karı her zaman çok sevmişimdir. Bana huzur verir. Böyle bir şehri bile güzel gösterebiliyor. Hemen masamdan kalkıp kendime bir kahve koyuyorum ve bu güzel görüntüyü izleyeceğim. Günler geçerken…