17 Haziran 2011 Cuma

Biz Hepimiz Transseksüeliz

Bugün bir tür yapay yazgının boyunduruğu altında olan cinsel bedenin geçirdigi mutasyonu izlemek ilginç. Bu yapay yazgı: transseksüellik. Burada yapay yazgıdan kasıt doğal düzenden bir sapma değil. Cinsler arasındaki farklılığın simgesel düzenindeki mutasyonun yarattığı sonuç. Transseksüellik (yalnızca) anatomik cinsel dönüşüm anlamında değil, daha genel anlamda travesti, cinsel işaretlerin birbirine karışması ve önceki cinsel farklılık ilişkisine (oyununa) karşılık cinsel farksızlık ilişkisi (oyunu) anlamında.

Çifte anlamda: transseksüellik hem (cinsel kutupların) bir farksızlaşma oyunu hem de tatmine, hem de tatmin olarak sekse karşı bir kayıtsızlık biçimidir. Cinsel (cinsel kurtuluşun itici gücü olan) tatmine yöneliktir. Transseksüel (cinsel ötesi ç.n.) ise ister cinsiyet değiştirme anlamında anatomik, isterse dönmelere özgü giyim kuşam, morfoloji, davranış işaretleri oyunu olsun yapaylığa yöneliktir. Cerrahi ya da semiürjik bir operasyon, işaret ya da organ her halde bir protez söz konusudur. Bugün bedenin yazgısında protez haline gelmek varsa transseksüelliğin de cinsellik modeli haline gelmesi ve her yerde baştan çıkarma aracı olması mantığa uygundur.

Biz hepimiz transseksüeliz. Nasıl ki hepimiz fiilen biyolojik degişim öznesi isek aynı zamanda hepimiz fiilen transseksüeliz. Bu ise bir biyoloji sorunu bile değil. Biz hepimiz simgesel olarak transseksüeliz.

Şu Cicciolina'ya bir bakın. Seksin ve onun pornogrofik masumiyetinin bundan daha müthiş bir ete kemiğe bürünüşü düşünülebilir mi? Cicciolina, aerobik ile buz gibi bir estetiğin bakir meyvası, her türlü çekicilik ve cinsel zevkten arınmış, insan suretindeki adeleli bir otomat olan ve tam da yarattığı bu garip caydırıcılık dolayısıyla sentez bir idol haline getirilebilen Madonna'ya karşıt olarak gösterildi. Fakat, iyi düşünürsek, Cicciolina'nın kendisi de bir transseksüel degil mi? Uzun platin rengi saçlar, kepçe kalıbından dökülmüşe benzeyen gögüsler, bir şişme bebeğin ideal çizgileri, kurutulmuş bir çizgiroman ya da bilim kurgu erotizmi ve özellikle (hiçbir zaman sapkın ve çapkın olmayan) abartılı bir cinsel söylem, anahtar teslimi topyekün bir ihlal; pembe telefonların ideal kadını artı - yalnızca cinsclligin abartılı, etobur işaretlerini yaşadıklarını bildiğimiz transseksüel bir kadın ya da bir travesti hariç - bugün hiçbir kadının üstlenemeyeceği etobur bir erotik ideoloji. Cicciolina'da somutlanan etsel dış plazma bu noktada Madonna'nın yapay nitragliserini ya da Michael Jackson'un hünsa ve frankesteinvari çekiciligi ile buluşuyor. Bunlar hepsi değişim özneleri, dönme, erotik look'u (görünüm ç.n.) cinsol belirsizliğini gizleyen genetik yönden barok yaratıklar. Hepsi, ABD'nde dendiği gibi "gendcr benders"lar (cinsi belirsiz?).

Cinsel kurtuluş mitosu gerçekte pekçok biçim altında canlılığını sürdürmekle birlikte, düşsel dünyada egemen olan hünsa ve hermafrodit değişklikleriyle transseksüellik mitosu. Orji, arzu ve cinsel farklılıktan sonra şimdi de karmakarışık bir erotik uydurma bolluğu ve tüm debdebesi ile transseksüel özenti. Cinselliğin kendi anlaşılmazlık ve farksızlığının teatral abartısında yitip gittigi bir tür postmodern pornografi. Seks ve siyasetin aynı yıkıcı tasarının parçası oluşundan bu yana çok şeyler değişti: Bugün Cicciolina'nın İtalyan parlamentosuna milletvekili seçilmesi transseksüel (cinselötesi ç.n.) ve transpolitiğin (siyasalötesi ç.n.) aynı alaycı farksızlıkta buluşması sayesinde gerçekleşti. Yalnızca birkaç yıl öncesine kadar düşünülmesi bile olanaksız olan, bugün ise üzerinde hoş bir oydaşma sağlanan bu başarı yalnızca cinsel kültürün değil, siyasal kültürün de bir bütün olarak travestiye doğru kaydığını kanıtlıyor.

Seks işaretlerini aşırıya vardırmak cinsel bedenden, kuputlarını gizlice ayrıştırıp ve mizansenini abartmak yoluyla da arzudan kurtulma stratejisi. Bu strateji, farklılığı yasak yoluyla inadına derinleştiren bir zamanların malum baskı stratejisinden çok daha etkili. Bununla birlikte, ayrımsız hepimizi etkileyen bu stratejinin kimin yararına olduğunu anlamak mümkün değil. Bu travesti rejimi en yaygın biçimde kurumlarımızın da temeli haline geldi. Ona her yerde, siyasette, mimaride, kuramda, ideolojide ve hatta bilimde rastlayabilirsiniz. 

Hatta umutsuz kimlik ve farklılık anlayışımızda bile. Artık kendimize arşivlerde, bir hatıratta, bir geçmişte ne de bir tasarıda ya da bir gelecekte bir kimlik arama vaktimiz yok. Bize anlık bir bellek, apansız bir kavrama yeteneği, anında kendi kendini doğrulayacak bir reklam kimliği gerekli. Böylece bugün beden için aranan, organik bir denge durumu olan sağlık değil, bedenin geçici, hijyenik ve reklamla ilgili bir zindelik ifadesi olan formda olma. Bu ise, ideal olmaktan çok bir başarı (performans) ve dolayısıyla hastalığı da bir başarısızlık (karşı-performans) haline getiriyor. Moda ve görünüm açısından aranan artık güzellik ya da çekicilik değil, look.

Herkes kendine bir look arıyor. Kendi varlığımızı öne sürmek mümkün olmadığına göre (artık bakışmak yok, baştan çıkarma sona erdi!) geriye (var) olmak ne de hatta bakılmak kaygısından uzakta görüntü olarak davranmak kalıyor. Varım, buradayım değil, fakat görünüyorum görüntüyüm -look, look! bu narsisizm bile değil, sığ bir dışa dönüklük; herkesin kendi görünümünün emprezaryosu olmağa başladığı yalnız reklamlarda rastlanan bir saflılık.

Look, video görüntüsü gibi çok az belirgin bir tür minimal görüntü, modanın hala uyandırabildiği türden bir bakış ya da bir hayranlık bile uyandırmayan, özel bir anlamı olmayan düpedüz bir özel efekt, Mac Lahan'ın deyişiyle bir dokunsal görüntüdür. Look moda bile değil, modanın ötesinde ve onu aşan bir biçimdir. Bir farklılık mantığına bile boş verir, bir farklılık ilişkisini dışlar.

Farklı olduğuna inanmadan farklıyı oynar gibidir. Bu farksızlıktır. İnsanın kendi kendisi olması geçici, yarını olmayan bir performans, yapmacığa yer olmayan bir dünyada artık zevk vermeyen bir yapmacıkçılık halini alır... 

Transseksüel ve travestinin bu zaferi, geçmişe bakıldığında, önceki kuşakların sahip çıktıgı cinsel kurtuluşun üzerine tuhaf bir ışık tutuyor. Bu kurtuluş, dişinin (erkil o zamana dek daha ziyade erk alanında kaldığından) ve tatminin ayrıcalıklı olarak göklere çıkarılması yoluyla bedenin azami erotik değerinin üstün gelişi olmadıgı gibi, belki de cinslerin birbiri içine geçmesi yolunda bir ara evreden başka bir şey değildi. Belki de cinsel devrimin kendisi transseksüelliğe giden yolda belirleyici bir aşamadan öte bir şey değildi. Temelde her devrimin sorunsal yazgısı da buradadır. Cinsel arzu üzerindeki her türlü sınırı ortadan kaldıran cinsel devrim temel bir soruyu da getirir: Ben bir erkek mi yoksa bir kadın mı yım? (Psikanaliz de bu cinsel tersyüz oluşa en azından katkıda bulundu.) Tüm diğer devrimlerin ilkörneği olan siyasal ve toplumsal devrime gelince, insana özgürlüğünü ve kendi iradesini kullanma olanağını vermekle onu, acımasız bir mantık uyarınca kendi kendine -önceden hiç bilinmeyen bir sorun olan- kendi iradesinin nerede başlayıp nerede bittiği, aslında ne istediği ve kendisinden neler bekleyebileceğini sorgulamaya yöneltmiş olmalıdır. Her devrimin paradoksal sonucu aynı zamanda belirsizlik, tedirginlik ve karışıklığın başlangıcı olması. Ama bunun yanı sıra devrim tercih, çoğulluk, demokrasi gibi başka zevklerin de kaynağı.

Ne var ki, cinselliktc bir demokrasi ilkesi yoktur. Bu hiçbir şey demek değildir. Orji geçtikten sonra cinsel kurtuluşun sonucu herkesin kendi cinsinin (gender), türsel ve cinsel kimliğinin arayışı içine girmesidir. Üstelik bu arayışta, işaretlerin dolaşımı ve zevklerin çokluğu dikkate alınırsa, yanıtların
sayısının gitgide azaldığı görülür. Böylelikle hepimiz, çok ustalıklı biçimde transseksüel olup çıktık. Tıpkı, gizlice siyasal ötesi (transpolitik) yaratıklar yani, en karşıt ideolojilere bel bağlamış, onları özümsemiş ve dışlamış, siyasal bakımdan farksız ve farksızlaşmış, hünsa ve hermafrodit, artık yalnızca maske takan ve belki de farkına bile varmadan, kafaca siyaset dönmesi haline gelmiş yaratıklar olduğumuz gibi.

Bakıyoruz, aynı anda başka alanlarda egemen olan nedir? Siyasal (siyasal ötesi) biçim olarak terörizm, patolojik biçim olarak aids ve kanser, cinsel ve genelde estetik biçim olarak da transseksüel ve travesti. Bugün aklımızı çelen yalnızca bu biçimler. Ne cinsel devrim, ne siyasal tartışma, ne kalp ve damar hastalıkları ile iş kazaları ve hatta ne de konvansiyonel savaş (bu arada savaşla ilgili durum mutlu bir rastlantı oluşturuyor: Bugün birçok savaş artık hiç kimsenin ilgisini çekmeyeceğinden yapılmama durumunda) toplu halde insanIarın ilgisini çekmiyor. Gerçek fantazmalar başka yerde. Her üçü de bir işleyiş ilkesinin bozulmasından ve bundan kaynaklanan sonuçların birbiri içine geçmesi ile oluşan bu üç biçimde. Bunların her biri -terörizm, travesti, aids, siyasal, cinsel ya da genetik ilişkinin aşırılaşması aynı zamanda da siyasal ve cinsel olanın kurallarındaki bir yetersizlik ve bozulmaya denk düşüyor.

Bunların her biri, tüm modern medyalar, enformasyon, iletişim viral ( virüsten kaynaklanan ç.n.) bir güce sahip ve bulaşıcı olduğundan görüntüterin keskinliği ile katlanarak çoğalan viral, çekici ve farksız biçimler. Bugün, bedenler ve kafaların işaret ve görüntülerden radyasyon aldığı bir kültürde yaşıyoruz.

Eğer bu kültür en güzel meyvalarını veriyorsa, aynı zamanda da en öldürücü virüsleri de ortaya çıkarması hiç şaşırtıcı olmuyor. Bedenlerin nükleer kirlenmesi Hiroşima'da başladı. Ama bulaşıcı biçimde medyalar, görüntüler, işaretler, programlar ve şebekelerin yaydığı radyasyonla aralıksız sürüyor.


Jean Baudrillard
Liberation, 14 Ekim 1987
Çeviren: Serhan Ada

13 Haziran 2011 Pazartesi

Erkekliğin Vegan Hali

PETA’nın “Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu” kampanyasının, hayvan eti yerine sevgilinizin etini koyun, hayvanları köleleştirmek yerine kadınları köleleştirin diyen alt metini gözardı etmek çok zor.

Et yemek pek çok diyetin doğal parçası olarak algılanırken, tarihsel olarak süregiden bir yeme biçimi olarak gözlemlenir. Carol Adams (2010) 'Etin Cinsel Politikası' (The Sexual Politics of Meat) adlı çalışmasında etoburluk ve toplumsal cinsiyet normları üzerine düşünme biçimleri geliştirir[i]. Et yemenin basit ve doğal bir olgu olmadığı, aksine eril kültüre maddesel, ideolojik ve sembolik pek çok bakımdan sıkı sıkıya bağlı olduğunu ileri sürer.

Bu bağlamda ataerkil toplumlarda et yemek maskülenetinin toplumsal olarak icra ediliği bir mite dönüşmüştür. Bu mit et yemeyi güçlü olmanın ve güçlü kalmanın koşulu olarak görür. Bir başka değişle et yemek ve eril gücün sağlanması ve korunması arasında önemli bir bağlantı vardır. Bu duruma eleştirel açıdan yaklaşan bazı feminist araştırmacılar, yeme alışkanlıklarının toplumsal cinsiyeti oluşturan önemli bir unsur olduğunu savunurak feminizm ve vejetaryanlık arasındaki tarihsel bağa dikkat çeker (bkz. Donovan 1990; Adams 1991; Adams 2010)[ii].

Feminist bakış açısına göre ataerkil toplumlarda kadına yönelik şiddetin kaynağı doğaya hükmetme arzusunun bir uzantısıdır. Birinci dalga feminizmden itibaren insan ve doğa arasındaki bütünsel bağa dikkat çekilerek uyum ve barışın hakim olduğu bir dünya düzeni tahayyül edilmiştir. Vejeteryanlık bu düzenin kurulmasında, insan ve doğa arasındaki hiyerarşiyi sorgulayan bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Feminizmin ortaya çıktığı 18. yüzyıldan itibaren vejeteryanlık ve/veya hayvan haklarının korunması feminist söylemin parçası olmuştur (Donovan 1990).


PETA: 'Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu' 

1980 yılında Amerika'da kurulan ve uluslararası platformda etkin olan PETA dünyanın en büyük hayvan hakları koruyucusu örgütü olarak biliniyor[iii].

Kar amacı gütmeyen kuruluş bugüne kadar yaptıkları yankı uyandıran eylemlerle medyanın gündemine hayvan haklarıyla ilgili birçok konuyu taşıdı. "Hayvanların varoluş sebebi insanlara besin ve giyecek sağlamak, denek olmak ya da insanları eğlendirmek değildir" sloganıyla yola çıkan örgüt, örneğin hayvanların denek olarak kullanılmalarına karşı labaratuvarları basarak birçok hayvanı serbest bıraktı veya kürk giyenlerin üzerine kırmızı boya atarak dikkat çekti.

Grubun en güncel kampanyası ise internet üzerinden duyurdukları "Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu"[iv] isimli kampanya. Amacı özellikle genç erkekleri veganlığa, yani hiç bir hayvansal ürün kullanmadan beslenmeye teşvik etmek. Ancak kampanya veganlığı yazının başında belirttiğim feminist bağlamından tamamen çıkartarak, erkeklerin cinsel güçlerini gösterdekleri bir alan ortaya koyuyor.

Et, sanayileşmiş toplumlardan avcı topluluklara kadar neredeyse evrensel bir erkeklik sembolüdür ve et yemenin erkekliği güçlendirdiğine inanılır. Fasulye ve benzeri bakliyatın ete alternatif bir protein kaynağı olabileceği bilinirken pek çok kültürde erkeklerin erkekliğe atfedilen işleri yapmak (çalışmak, aileyi korumak, soyun devamını sağlamak, savaşmak gibi) için gerekli gücü elde edebilmelerinin yolunun et yemekten geçtiğine olan inanç devam ediyor. Kadınların ise böyle bir ihtiyacı kaydedilmiyor. Stanford'un belirttiği gibi vejeteryan bir halterci ya da futbolcu fikri pek çoğumuza inanılmaz gelecektir (Stanford 1999)[v].

Tüm bu yargılardan ve mitlerden yola çıkan PETA işte bu söylemi bir yönüyle tersine çevirerek et yemek ve erillik ilişkisini sebze yemek ve erillik olarak yorumlamak yolunu seçiyor.


Havuçla beslenerek de "erkek" olabilmek

2012 yılında vegan diyet kampanyası için yayınladıkları on kısa film ile etçil mağara adamlarını aratmayacak bir otçul erkek tipi çizerek havuç ile beslenerek de 'erkek' olunabileceğini ispatlamaya çalışıyor.

Kampanyanın ana filmi, 14 Şubat Sevgililer Günü'nde dolaşıma girdi. Film çıplak bedeninin üzerine montunu giymiş genç bir kadının sokakta tek başına yürüyen görüntüsü ile başlıyor. Boynunda boyunluk olan kadının acı içinde olduğu yüzünden okunuyor. Bir eliyle montunun önünü kapatmaya çalışırken diğer eliyle de torba taşıyor. Kamera kadını ağır ağır merdivenleri çıkarkan arkadan gösteriyor ve kadının kilotla olduğunu görüyoruz.

Tüm bu görsel dil ile ev içi şiddete veya tecavüze uğramış bir kadınla karşı karşıya olduğumuz izlenimi veriliyor. Tam o sırada dış ses bu genç kadını bize tanıyor: "Bu, Jessica. 'Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu' sendromundan muzdarip. Yani erkek arkadaşının vegan olduktan sonra birdenbire porno yıldızına dönüşmesiyle acılar içinde.[vi]"

Bu tanıtımın ardından eve giren Jessica yataklarının yapışık olduğu duvarın önünde duran erkek arkadaşına içi havuç ile dolu olan torbayı veriyor. Duvar Jessica gibi perişan olmuş, üzerinde oyuklar var. Çektiği acıya rağmen gülümsemeye başlayan Jessica'nın tekrar sevişmek istemesini ifade etmesiyle video bitiyor.

İçerdiği seks ve şiddet diskurundan dolayı sadece internet üzerinden dolaşıma sokulan kampanya yukarıda bahsettiğim film ile birlikte on videodan oluşuyor. Videolar erkek arkadaşlarının cinsel gücünün ne denli vahşi boyutlara ulaştığını ve kendilerini nasıl 'perişan' ettiğini anlatan sekiz kadının, bir gey erkeğin, ve kendisi vegan olduktan sonra nasıl da seks makinasına dönüştüğünü anlatan bir erkeğin anlatılarına odaklanıyor. Bunların yanı sıra kampanyanın web sitesinde sessizce çığlık atma ve seks sırasında yaralanmayı azaltmaya yarayacak bir takım püf noktalar tavsiye ediliyor.


Ataerkil anlayışın veganlık propogansadında kullanılması

Kampanya direktörü Lindsay Rajt, New York Times gazetesiyle yaptığı söyleşide bu filmlerle yüzlerde gülümseme yaratacaklarını söylüyor. "Bizim yapmaya çalıştığımız insanlara eğer sevgilileri vegan olurlarsa başlarına matrak şeylerin gelecebileceğini öğütlemek. O kadar çok güçle karşılaşacaklar ki canlarına okunacak." Haber aynı zamanda Rajt'ın filmlerin erkeklere çok ciddi bir sağlık mesajını verdiğini, hayvansal ürünlerde bulunan kolestrolün erkeklerde cinsel gücü azaldttığını söylediğini de belirtiyor[vii].

Kampanyayı yapanlar canları acıyarak ve sakatlanmış bedenlerini göstererek konuşan kadınların durumdan pek de sikayetçi olmadıklarını ima etmelerinin kadına yönelik şiddet açısından bir sorun yaratmadığına ikna olmuş görünüyor. Ne de olsa erkek arkadaşlarının seks makinasına dönüşmesini her kadın ister...

Seksin iki yetişkin insan arasında karşılıklı bir etkileşim temeline dayalı olması yerine bir tarafın (erkek) diğer tarafı (kadın) fiziksel/cinsel gücüyle yerlere yeksan ederek sakatlayacak şekilde ona sahip olması olarak yorumlayan ataerkil anlayışın veganlık propagandasında da kullanılması, hayatlarının büyük kısmını hayvan haklarına, vejeteryanlığa/veganlığa adamış feministlere karşı yapılan büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Adeta hayvan eti yerine sevgilinizin etini koyun, hayvanları köleleştirmek yerine kadınları köleleştirin diyen alt metini gözardı etmek çok zor.

PETA vegan erkek arkadaş kampanyası ile et yemeyen erkeklerin de en az et yiyenler kadar 'erkek/eril' olduklarını ispatlamaya çalışırken ataerkil normların tek bir taşını bile yerinden oynatmayarak gerçek erkek olmayı, partnerini cinsel gücüyle sakatlamak ile eşitliyor.

Ataerkilliğin ve eril gücün kadınlar tarafından içsellestirilerek erkek arkadaşlarını, kocalarını, babalarını kendilerinde olmayan fallusa dolaylı yoldan da olsa sahip olmak arzusunda olduğu varsayımıyla adeta kadınların bu güç gösterisi karşısında memnuniyetsiz olamayacağı gibi bir sonuca varılıyor.

Eviçi şiddet davalarında "sayın yargıç, niyetim eşimi incitmek değildi. Bir süredir veganım ve tofu ve sebzeler cinsel gücümü hatırısayılır derecede arttırdı ve biraz kontrolden çıktım. Evet, eşime fazla yüklendim ve sakatlanmasına neden oldum ama her seferinde geri dönünce düşündüm ki o da bundan zevk alıyor" gibi savunmalar duymaya başlarsak şaşırmamalıyız. Hayvanlara uygulanan şiddeti eleştirerek vegan/vejeteryan olmayı güya ahlaki bir duruş olarak ortaya koyan bir kampanyanın, her nasılsa kadına yönelik şiddeti bu kadar övünülesi bir durum haline getirmesi de PETA'nın açmazlarından biri olsa gerek.


Billur Dokur & İrem İnceoğlu
07 Nisan 2012


[i] Adams, C. J. (2010) The Sexual Politics of Meat 20th Anniversary Edition,New York: Continuum International Publishing Group.

[ii] Adams, C. J. (1991) "Ecofeminism and the Eating of Animals", Hypatia, Vol. 6 (1), pp. 125-145. Donovan, J. (1990) "Animal Rights and Feminist Theory", Signs, Vol. 15 (2), pp. 350-375.

[iii] http://www.peta.org/

[iv] Boyfriend Went Vegan and Knocked the Bottom Out of Me (BWVKBOM)http://www.bwvaktboom.com

[v] Stanford, C.B. (1999) "Meat's Patriarchy" in The hunting apes: meat eating and the origins of human behaviour, New Jersey: Princeton University Press.

[vi] This is Jessica. She suffers from BWVAKTBOOM, 'Boyfriend Went Vegan and Knocked the Bottom Out of Me,' a painful condition that occurs when boyfriends go vegan and can suddenly bring it like a tantric porn star."

[vii] http://articles.nydailynews.com/2012-02-14/news/31060903_1_peta-ad-anti-milk-new-ad, erişim Mart 2012.