“Ben kediye kedi derim.”
Boileau
II
Neyi nasıl üreteceğimize dair devrimci sorunla hepimiz ilgiliyiz, ama kimse üretimin devrimci bir sorun olduğuna işaret etmez. Kapitalist sömürünün kökünde üretim varsa, üretim tarzını değiştirmek yalnızca sömürü tarzını değiştirecektir.
Kızıla boyamış olsanız da kedi kedidir.
Üreten kutsaldır. Çekin ellerinizi! Onun fedakârlığını devrim adına kutsayın ve les jeux sont faits.
“Peki ne yiyeceğiz?” diye sorar endişeli insanlar. “Ekmek ve bağcık,” der gerçekçi, tek gözü tencerenin, diğeri silahının üzerinde. “Fikirler,” diye bildirir her şeyi karıştıran idealist, bir gözü hayaller kitabında, diğeri insan türünün üzerinde.
Üretime dokunan herkesin işi bitiktir.
Kapitalizm ve onunla savaşanlar üretenin cesedinin üzerinde yan yana otururlar, ama üretim sürmelidir.
Politik ekonomi eleştirisi (üretimin tüm faydalarının zevkini çıkaranlar tarafından gerçekleştirilen) en az çabayla üretim tarzının rasyonalizasyonudur. Başka herkes, sömürülenler, hiçbir şeyin eksik olmamasına özen göstermelidirler. Aksi halde nasıl yaşayabiliriz ki?
Işığa çıktığı zaman karanlığın oğlu hiçbir şey göremez, tıpkı karanlıkta el yordamı ile ilerlerken olduğu gibi. Neşe onu kör eder. Onu öldürür. Bu yüzden neşenin bir halüsinasyon olduğunu söyler ve neşeyi kınar.
Gevşek, şişman burjuva bolluk içinde aylaklık eder. Bu yüzden zevk almak günahtır. Bu, burjuva ile aynı duyguları yaşamak ve üreten proletaryaya ihanet etmek demektir.
Hiç değil. Burjuva, sömürü sürecini sürdürmek için her çareye başvurur. O da stres altındadır ve asla neşe için zaman bulamaz. Onun gezileri yeni yatırım fırsatlarıdır, aşıkları rakipler hakkında bilgi aldığı casuslardır.
Üretim tanrısı en sadık müritlerini bile öldürür. Kafalarını kopartır ve fışkıran yalnızca bir pislik seli olur.
Lanetli aç kişi, dalkavuk sürüsü eşliğinde gezen zengini gördüğünde intikam duyguları besler. Her şeyden önce düşman yok edilmelidir. Ama ganimeti saklayın. Servet yok edilmemelidir, kullanılmalıdır. Ne olduğu, ne biçim aldığı ya da ne tür iş sağladığı önemli değildir. Önemli olan, onu o sırada her kimin elindeyse ondan almak, böylece herkesin ona ulaşabilmesini sağlamaktır.
Herkesin mi? Elbette, herkesin.
Peki bu nasıl olacak?
Devrimci şiddet ile.
İyi yanıt. Ama gerçekten de, canımız sıkılana kadar kelle uçurduktan sonra ne yapacağız? Artık, mumla arasak bile daha fazla toprak sahibi bulamadığımız zaman ne yapacağız?
O zaman devrim hüküm sürüyor olacak. İhtiyaçlarına göre herkese ve olanaklarına göre herkesten. Alakayı gör yoldaş. Burada muhasebe kokusu var. Üretim ve tüketimden bahsediyoruz. Her şey hâlâ üretim boyutunda. Aritmetik, kendini güvende hissetmeni sağlıyor. İki kere iki dört eder. Bu “gerçeğe” kim karşı çıkabilir? Dünyaya sayılar hükmediyor. Şimdiye dek etmişlerse, neden gelecekte de etmesinler?
Hepimizin somut ve sağlam bir şeye ihtiyacı var. Bizi boğmaya başlayan dürtüleri durdurmak için duvar inşa edecek taşlar. Hepimizin nesnelliğe ihtiyacı var. Patron cüzdanı üzerine yemin ediyor, köylü küreği üzerine, devrimci silahı üzerine. Bir gıdım eleştiriye izin ver, tüm iskele yıkılsın.
Ağır nesnelliği içinde, gündelik dünya bizi koşullar ve üretir. Hepimiz gündelik bayağılığın çocuklarıyız. Devrim gibi “ciddi şeyler”den bahsederken bile gözlerimiz hâlâ takvime dikilmiş. Patron devrimden korkar, çünkü devrim onu servetinden yoksun bırakacaktır, köylü bir parça toprak bulacak, devrimci teorisini sınayacaktır.
Eğer sorun bu şartlarda görülüyorsa, cüzdan, toprak ve devrimci teori arasında fark yoktur. Bunların hepsi oldukça hayali nesnelerdir, yalnızca insanin hayal gücünün aynaları.
Yalnızca mücadele gerçektir.
Patronu köylüden ayırır ve köylü ile devrimci arasında bir bağ kurar.
Üretimin aldığı organizasyon biçimleri hayali bireysel kimliği saklayacak ideolojik aygıtlardır. Bu kimlik hayali ekonomik değer kavramına yansıtılır. Kanun kendi yorumunu belirler. Tüketicilikte olduğu gibi, kanunu kısmen patronlar kontrol eder. Psikolojik savaş teknolojisi ve mutlak baskı, insanin ürettiği ölçüde insan olduğu fikrini güçlendirmeye katkıda bulunur.
Kanunun diğer kısımları değiştirilebilir. Devrimci dönüşüme uğrayamazlar, ama zaman zaman düzeltilirler. Örneğin, seneler önceki lüks tüketimin yerini alan kitle tüketimini düşünün.
Sonra, kendi kendini kontrol eden üretim idaresi gibi daha rafine biçimler gelmiştir. Sömürü kanununun bir başka unsuru.
Vesaire, vesaire, vesaire. Benim adıma, benim hayatımı organize etmeye karar veren hiç kimse benim yoldaşım olamaz. İnsanin üretmesi, aksi halde insan olarak tüm kimliğimizi yitireceğimiz ve “vahşi, yabanıl doğamız” tarafından alt edileceğimiz bahanesi ile bunu haklı göstermeye çalışırlarsa, insan-doğa ilişkisinin aydınlanmış marksist burjuvazinin bir ürünü olduğu yanıtını veririz. Neden kılıcı yabaya dönüştürmek istediler? Neden insan hep kendini doğadan ayırmak için çaba harcamalı?
Alfredo Bonanno
Boileau
II
Neyi nasıl üreteceğimize dair devrimci sorunla hepimiz ilgiliyiz, ama kimse üretimin devrimci bir sorun olduğuna işaret etmez. Kapitalist sömürünün kökünde üretim varsa, üretim tarzını değiştirmek yalnızca sömürü tarzını değiştirecektir.
Kızıla boyamış olsanız da kedi kedidir.
Üreten kutsaldır. Çekin ellerinizi! Onun fedakârlığını devrim adına kutsayın ve les jeux sont faits.
“Peki ne yiyeceğiz?” diye sorar endişeli insanlar. “Ekmek ve bağcık,” der gerçekçi, tek gözü tencerenin, diğeri silahının üzerinde. “Fikirler,” diye bildirir her şeyi karıştıran idealist, bir gözü hayaller kitabında, diğeri insan türünün üzerinde.
Üretime dokunan herkesin işi bitiktir.
Kapitalizm ve onunla savaşanlar üretenin cesedinin üzerinde yan yana otururlar, ama üretim sürmelidir.
Politik ekonomi eleştirisi (üretimin tüm faydalarının zevkini çıkaranlar tarafından gerçekleştirilen) en az çabayla üretim tarzının rasyonalizasyonudur. Başka herkes, sömürülenler, hiçbir şeyin eksik olmamasına özen göstermelidirler. Aksi halde nasıl yaşayabiliriz ki?
Işığa çıktığı zaman karanlığın oğlu hiçbir şey göremez, tıpkı karanlıkta el yordamı ile ilerlerken olduğu gibi. Neşe onu kör eder. Onu öldürür. Bu yüzden neşenin bir halüsinasyon olduğunu söyler ve neşeyi kınar.
Gevşek, şişman burjuva bolluk içinde aylaklık eder. Bu yüzden zevk almak günahtır. Bu, burjuva ile aynı duyguları yaşamak ve üreten proletaryaya ihanet etmek demektir.
Hiç değil. Burjuva, sömürü sürecini sürdürmek için her çareye başvurur. O da stres altındadır ve asla neşe için zaman bulamaz. Onun gezileri yeni yatırım fırsatlarıdır, aşıkları rakipler hakkında bilgi aldığı casuslardır.
Üretim tanrısı en sadık müritlerini bile öldürür. Kafalarını kopartır ve fışkıran yalnızca bir pislik seli olur.
Lanetli aç kişi, dalkavuk sürüsü eşliğinde gezen zengini gördüğünde intikam duyguları besler. Her şeyden önce düşman yok edilmelidir. Ama ganimeti saklayın. Servet yok edilmemelidir, kullanılmalıdır. Ne olduğu, ne biçim aldığı ya da ne tür iş sağladığı önemli değildir. Önemli olan, onu o sırada her kimin elindeyse ondan almak, böylece herkesin ona ulaşabilmesini sağlamaktır.
Herkesin mi? Elbette, herkesin.
Peki bu nasıl olacak?
Devrimci şiddet ile.
İyi yanıt. Ama gerçekten de, canımız sıkılana kadar kelle uçurduktan sonra ne yapacağız? Artık, mumla arasak bile daha fazla toprak sahibi bulamadığımız zaman ne yapacağız?
O zaman devrim hüküm sürüyor olacak. İhtiyaçlarına göre herkese ve olanaklarına göre herkesten. Alakayı gör yoldaş. Burada muhasebe kokusu var. Üretim ve tüketimden bahsediyoruz. Her şey hâlâ üretim boyutunda. Aritmetik, kendini güvende hissetmeni sağlıyor. İki kere iki dört eder. Bu “gerçeğe” kim karşı çıkabilir? Dünyaya sayılar hükmediyor. Şimdiye dek etmişlerse, neden gelecekte de etmesinler?
Hepimizin somut ve sağlam bir şeye ihtiyacı var. Bizi boğmaya başlayan dürtüleri durdurmak için duvar inşa edecek taşlar. Hepimizin nesnelliğe ihtiyacı var. Patron cüzdanı üzerine yemin ediyor, köylü küreği üzerine, devrimci silahı üzerine. Bir gıdım eleştiriye izin ver, tüm iskele yıkılsın.
Ağır nesnelliği içinde, gündelik dünya bizi koşullar ve üretir. Hepimiz gündelik bayağılığın çocuklarıyız. Devrim gibi “ciddi şeyler”den bahsederken bile gözlerimiz hâlâ takvime dikilmiş. Patron devrimden korkar, çünkü devrim onu servetinden yoksun bırakacaktır, köylü bir parça toprak bulacak, devrimci teorisini sınayacaktır.
Eğer sorun bu şartlarda görülüyorsa, cüzdan, toprak ve devrimci teori arasında fark yoktur. Bunların hepsi oldukça hayali nesnelerdir, yalnızca insanin hayal gücünün aynaları.
Yalnızca mücadele gerçektir.
Patronu köylüden ayırır ve köylü ile devrimci arasında bir bağ kurar.
Üretimin aldığı organizasyon biçimleri hayali bireysel kimliği saklayacak ideolojik aygıtlardır. Bu kimlik hayali ekonomik değer kavramına yansıtılır. Kanun kendi yorumunu belirler. Tüketicilikte olduğu gibi, kanunu kısmen patronlar kontrol eder. Psikolojik savaş teknolojisi ve mutlak baskı, insanin ürettiği ölçüde insan olduğu fikrini güçlendirmeye katkıda bulunur.
Kanunun diğer kısımları değiştirilebilir. Devrimci dönüşüme uğrayamazlar, ama zaman zaman düzeltilirler. Örneğin, seneler önceki lüks tüketimin yerini alan kitle tüketimini düşünün.
Sonra, kendi kendini kontrol eden üretim idaresi gibi daha rafine biçimler gelmiştir. Sömürü kanununun bir başka unsuru.
Vesaire, vesaire, vesaire. Benim adıma, benim hayatımı organize etmeye karar veren hiç kimse benim yoldaşım olamaz. İnsanin üretmesi, aksi halde insan olarak tüm kimliğimizi yitireceğimiz ve “vahşi, yabanıl doğamız” tarafından alt edileceğimiz bahanesi ile bunu haklı göstermeye çalışırlarsa, insan-doğa ilişkisinin aydınlanmış marksist burjuvazinin bir ürünü olduğu yanıtını veririz. Neden kılıcı yabaya dönüştürmek istediler? Neden insan hep kendini doğadan ayırmak için çaba harcamalı?
Alfredo Bonanno