Silahların “reddi” anti-militarizmde içkindir. Ancak bu kavram özümsenmekte ve hiçbir zaman derinliğine girilmemektedir.
Kesin bir nesne olan silah, kuşkusuz bir kurum (silahsız olduklarında bir anlamı olmayacak olan) olarak sadece ordunun temel araçlarından birisi değildir, aynı zamanda da askeri zihniyetin (silah kullanımının neden olduğu bir dizi otoriter sakatlıktan türemiş olan) dayandığı şeydir.
Böyledir. Ordular her zaman silahlıydılar ve tamamen sabit, katı emir düzeyindeki hiyerarşik bir örgütlenme biçimini yaratmıştır çünkü silahların kullanımı - ya da en azından olduğuna inanılan - sabittir ve kati kurallara itaat etmek zorundadır. 'Silahlı' birey farklı hisseder, daha saldırgan ve (görünürde) hayal kırıklıklarının üstesinden daha kolay gelir, böylelikle aynı zamanda zorba ve ödlek olmayı bırakır.
Ancak militarizm, kendi fikri dâhilinde bile, silahların en iyi kullanımını gerçekleştiremez. Akla uygun kullanımlarını hem ulusal hem de uluslararası olarak değişken bir dengenin politik ve sosyal bağlamı içerisine yerleştirmek zorundadır. Hâlihazırda, silahların sadece militaristik amaçlarla kullanımı düşünülemez. Bu, silahları taşıyanları, kendi patronları ve silah üreticileri ile birlikte, sadece kendi kullanımlarını değil, olumsuz anlamda üretimlerini ve mükemmelleştirmelerini içeren savunma ideolojisini geliştirmelerine neden olur.
Anti-militaristler kendilerini basit ilkelerin deklarasyonlarıyla sınırladıklarında, silahlar biraz sembolik kalır, yani yıkımın ve ölümün soyut sembolleri olarak kalırlar. Öte yandan, şayet anti-militarizm somut bir şekilde ilerliyorsa ve maddi anlamda özgürlüğün yolunu açmayı düşünüyorsa, o halde kendisini silahların sembolik bir reddiyle kısıtlayamaz, probleme daha derinden dokunmalıdır.
Aslında, silahlar, nesneler olarak, nereden bakıldığına göre farklı olarak değerlendirilirler. Bu, her şey için geçerlidir ve silahlar istisna değildir. Bu rölativist bir anlayış değil, basit materyalist bir ilkedir. Silahlar durağan nesneler olarak var olmazlar. Belirli bir perspektif içerisinde kullanılan (veya kullanılmayı bekleyen) silahlar hareket içinde var olurlar. Üzerinde düşünürsek bu her şey için böyledir. Bir şeyleri, sanki soyut kavramlarmış gibi kendi tarihsel ve maddi bağlamından kopuk tasavvur etme eğilimindeyiz. Ama eğer öyle olsaydı, her şey manasız olurdu. Silahlar konusunda yapmayı tercih ettiğimiz gibi konuyu sadece acizliğe indirgemiş olurduk. Esasen şeyler her zaman hareket halindeki şeylerdir. Şeylerin ardında her zaman birey vardır, eyleyen, planlayan, amaçlara erişmek için araç kullanan bireyler.
Soyut bir silah (izole bir nesne olarak alırsak) olarak böyle bir şey yoktur, bu nedenle. Var olan şey ordunun harekât için kendi projelerinde kullandığı silahlardır. Bunlar, vatan savunmasının, düzenin sağlanmasının, kafirlerin bozguna uğratılmasının, toprağın zaptının vs. araçları olarak belirlenmiş spesifik bir atamadır. Asker o nedenle, silah kullandığında dışa vurduğu geniş bir ideolojiler donanımının veya değer modellerinin iyeliği içindedir. Ateş ettiğinde, şartlara göre kendisini vatanın koruyucusu, sosyal düzenin sağlayıcısı, kâfirlerin bozguna uğratıcısı, sosyal alanın düzenleyicisi, vs. hisseder.
Rolü ne kadar ham cellatlara tekabül ederse, o kadar fazla ideolojinin fabrikatörlerinin ve kapitalist düzenin insafındadır, taşıdığı silahlar o kadar baskı ve ölümün kör araçları haline gelir. Bunlardan feragat etse bile, onları halen ölümün araçları olarak nitelendiren genel bir çerçeve içerisindeki nesneler olacaklardır.
Şimdi, eğer proje farklıysa, eylemin amacı farklıysa, silahın anlamı değişir. Bir araç olarak, silah mutlak bir serbestlikle hasara ve yıkıma neden olmasının (silah nesnesini diğer nesnelerden ayırt eden şey) mümkün olduğu bir nesne olarak sınırları asla aklanamaz. Bizler amacın - kurtuluş, devrim, anarşi veya diğer özgürleştirici, eşitlikçi hayaller - araçları meşrulaştırdığını söylemeye çalışıyoruz, ancak bu silahları eylemdeki farklı nesnelere dönüştürebilir. Ve eylemdeki bu farklı nesne ayrıca, bir silah olarak tüm etkilerine rağmen anti-militarist mücadelenin bir parçası olabilir.
Kurtuluş projesinde, silahların ardında yatan kendi yöneticilerimizden kurtulma ve sorumlu oldukları zararın bedelini ödetme arzusu yatar. Sömürülenlerin sömürücülerine karşı bir sınıf öfkesi vardır, onurlarına yönelik gerçekleştirilen saldırıdan sürekli acı çekenlerin ve bundan sorumlu olanları tamamen yok etmek isteyenlerin somut maddi farklılığı vardır.
Bu, düzen ve vatanın savunması hakkındaki ideolojik gevezelikten temelden farklıdır.
Kesin bir nesne olan silah, kuşkusuz bir kurum (silahsız olduklarında bir anlamı olmayacak olan) olarak sadece ordunun temel araçlarından birisi değildir, aynı zamanda da askeri zihniyetin (silah kullanımının neden olduğu bir dizi otoriter sakatlıktan türemiş olan) dayandığı şeydir.
Böyledir. Ordular her zaman silahlıydılar ve tamamen sabit, katı emir düzeyindeki hiyerarşik bir örgütlenme biçimini yaratmıştır çünkü silahların kullanımı - ya da en azından olduğuna inanılan - sabittir ve kati kurallara itaat etmek zorundadır. 'Silahlı' birey farklı hisseder, daha saldırgan ve (görünürde) hayal kırıklıklarının üstesinden daha kolay gelir, böylelikle aynı zamanda zorba ve ödlek olmayı bırakır.
Ancak militarizm, kendi fikri dâhilinde bile, silahların en iyi kullanımını gerçekleştiremez. Akla uygun kullanımlarını hem ulusal hem de uluslararası olarak değişken bir dengenin politik ve sosyal bağlamı içerisine yerleştirmek zorundadır. Hâlihazırda, silahların sadece militaristik amaçlarla kullanımı düşünülemez. Bu, silahları taşıyanları, kendi patronları ve silah üreticileri ile birlikte, sadece kendi kullanımlarını değil, olumsuz anlamda üretimlerini ve mükemmelleştirmelerini içeren savunma ideolojisini geliştirmelerine neden olur.
Anti-militaristler kendilerini basit ilkelerin deklarasyonlarıyla sınırladıklarında, silahlar biraz sembolik kalır, yani yıkımın ve ölümün soyut sembolleri olarak kalırlar. Öte yandan, şayet anti-militarizm somut bir şekilde ilerliyorsa ve maddi anlamda özgürlüğün yolunu açmayı düşünüyorsa, o halde kendisini silahların sembolik bir reddiyle kısıtlayamaz, probleme daha derinden dokunmalıdır.
Aslında, silahlar, nesneler olarak, nereden bakıldığına göre farklı olarak değerlendirilirler. Bu, her şey için geçerlidir ve silahlar istisna değildir. Bu rölativist bir anlayış değil, basit materyalist bir ilkedir. Silahlar durağan nesneler olarak var olmazlar. Belirli bir perspektif içerisinde kullanılan (veya kullanılmayı bekleyen) silahlar hareket içinde var olurlar. Üzerinde düşünürsek bu her şey için böyledir. Bir şeyleri, sanki soyut kavramlarmış gibi kendi tarihsel ve maddi bağlamından kopuk tasavvur etme eğilimindeyiz. Ama eğer öyle olsaydı, her şey manasız olurdu. Silahlar konusunda yapmayı tercih ettiğimiz gibi konuyu sadece acizliğe indirgemiş olurduk. Esasen şeyler her zaman hareket halindeki şeylerdir. Şeylerin ardında her zaman birey vardır, eyleyen, planlayan, amaçlara erişmek için araç kullanan bireyler.
Soyut bir silah (izole bir nesne olarak alırsak) olarak böyle bir şey yoktur, bu nedenle. Var olan şey ordunun harekât için kendi projelerinde kullandığı silahlardır. Bunlar, vatan savunmasının, düzenin sağlanmasının, kafirlerin bozguna uğratılmasının, toprağın zaptının vs. araçları olarak belirlenmiş spesifik bir atamadır. Asker o nedenle, silah kullandığında dışa vurduğu geniş bir ideolojiler donanımının veya değer modellerinin iyeliği içindedir. Ateş ettiğinde, şartlara göre kendisini vatanın koruyucusu, sosyal düzenin sağlayıcısı, kâfirlerin bozguna uğratıcısı, sosyal alanın düzenleyicisi, vs. hisseder.
Rolü ne kadar ham cellatlara tekabül ederse, o kadar fazla ideolojinin fabrikatörlerinin ve kapitalist düzenin insafındadır, taşıdığı silahlar o kadar baskı ve ölümün kör araçları haline gelir. Bunlardan feragat etse bile, onları halen ölümün araçları olarak nitelendiren genel bir çerçeve içerisindeki nesneler olacaklardır.
Şimdi, eğer proje farklıysa, eylemin amacı farklıysa, silahın anlamı değişir. Bir araç olarak, silah mutlak bir serbestlikle hasara ve yıkıma neden olmasının (silah nesnesini diğer nesnelerden ayırt eden şey) mümkün olduğu bir nesne olarak sınırları asla aklanamaz. Bizler amacın - kurtuluş, devrim, anarşi veya diğer özgürleştirici, eşitlikçi hayaller - araçları meşrulaştırdığını söylemeye çalışıyoruz, ancak bu silahları eylemdeki farklı nesnelere dönüştürebilir. Ve eylemdeki bu farklı nesne ayrıca, bir silah olarak tüm etkilerine rağmen anti-militarist mücadelenin bir parçası olabilir.
Kurtuluş projesinde, silahların ardında yatan kendi yöneticilerimizden kurtulma ve sorumlu oldukları zararın bedelini ödetme arzusu yatar. Sömürülenlerin sömürücülerine karşı bir sınıf öfkesi vardır, onurlarına yönelik gerçekleştirilen saldırıdan sürekli acı çekenlerin ve bundan sorumlu olanları tamamen yok etmek isteyenlerin somut maddi farklılığı vardır.
Bu, düzen ve vatanın savunması hakkındaki ideolojik gevezelikten temelden farklıdır.
Alfredo Bonanno