Altkültür kavramı toplumdaki ana kültürden farklı ve genelde muhalif hareket ve akımları tanımlamak için kullanılıyor. Bu durumda altkültürlerin tarih boyunca varolduğu düşünülebilir. Bununla birlikte modern anlamda altkültürlerin kapitalizmin bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Tüm toplumsal dokuya nüfuz eden bir ana kültürün oluşması ulusal pazarı, dili, devleti gerekli kılıyor. Bireyselleşmenin gelişmesiyle birlikte özel hayat alanı önem kazanıyor, farklı çıkarlar ve kimlikler şekilleniyor. Sonuçta altkültürlerin gelişmesi toplum hayatı üzerinde egemenlik kuran hâkim bir kültürün gelişmesiyle paralellik gösteriyor.
19. yüzyılda burjuva kültürü henüz tüm toplum üzerinde egemenlik kuramıyor. Bunun gerçekleşmesi için 20. yüzyılın tektipleştirici kitle kültürünü beklemek gerekiyor, ikinci Dünya Savaşı öncesi kitle kültürünün arkasında büyük ölçekli endüstriyel üretim, başta devlet olmak üzere merkezi ve hiyerarşik kurumsal yapılar ve henüz çok farklılaşmamış bir özel hayat alanı var. Altkültürlerin patlama yapması kültürün artık tüketim bazında tanımlandığı ikinci Dünya Savaşı sonrasının tüketim toplumuna denk geliyor. 1970’lerin ortalarına kadar uzanan bir dönemde altkültürler ekonomik temelde modern aşamasından post-modern aşamasına geçen kapitalizmin aynı geçişi kültürel planda da gerçekleştirmesi sürecinde kendilerine özgü ifade biçimleriyle yer alıyorlar.
İkinci Dünya Savaşı bitiminde Batı toplumlarında merkezi, disipliner, kısıtlayıcı, tek tip bir yaşantıyı baskıcı bir biçimde empoze eden yapılanmalar ağırlığını hissettiriyor. Bu durum tüketimi, kültürü, özel hayat alanlarını çeşitlendirip farklılaştırmak, tüm toplumsal konumları esnetip piyasanın içine çekmek isteyen post-modern tüketim kapitalizminin önünde bir engel oluşturuyor. Tarihte de görüldüğü üzere muhalif hareketler ve akımlar politik ve kültürel esneme sürecine ister istemez katılıyorlar. Ancak eskiden olduğu gibi toplumsal devrimlerle ya da işçi sınıfı hareketiyle bağlantılı, merkezi, büyük politikanın etkisi altındaki grupların, çevrelerin eylemleriyle gerçekleşmiyor yeni yumuşama. 1950 sonrasında Batıdaki işçi sınıfı sisteme asimile olduğu için artık toplumu dönüştürücü bir dinamiği içinde barındırmıyor. 1950’lerde, 1960’larda ortaya çıkan yeni sosyal hareketler özel hayat alanlarından yola çıkan bir mikro politika temelinde kapitalizmin katı kurumsal yapılarını zorlayıp esnetiyorlar. Feminizm, ekoloji hareketi, gay hareketi, anti-militarist hareketler vb. merkezi-otoriter yapıları politik denilebilecek bir düzeyde esnetirken varolan toplumsal değerlerden farklılıklarını öne çıkaran altkültür hareketleri de kültürel düzeyde benzer bir basınç yaratıyorlar sistem üzerinde.
1950 sonrası dönem geleneksel işçi sınıfı kültürünün ve değerlerinin ciddi bir biçimde çözüldüğü, erozyona uğradığı bir dönem. Bu durum işçi kökenli altkültürleri doğal olarak etkiliyor. İşçi gettolarından gelen Teddy Boylar sadelik, dürüstlük gibi değerleri vurgulayarak işçi sınıfının hayatının kendi iç bütünlüğünü koruduğu eski dönemlere duydukları özlemi dile getiriyorlar. Öte yandan geleneksel işçi sınıfını kafalarında mitleştiren Skinheadler saldırgan, bağnaz, lümpen davranışlar sergiliyorlar. Yaşamdaki çözülmeyi eski işçi sınıfı imgesini mutlaklaştırarak aşmaya çalışan yukarıdaki gruplardan farklı olarak 1960’ ların alt sınıf züppeleri olan İngiliz "cool"u Modlar ve Hipsterler bir tekinsizlik taşısa da derli toplu, temiz giyimleriyle işçi sınıfı içindeki sınıf atlama eğilimini temsil ediyorlar.
Çözülmekte ve asimile olmakta olan işçi sınıfının ancak geçmişiyle altkültürlere esin verebildiği bir dönemde Siyah kültür yeni bir muhalif dinamik olarak altkültürleri etkiliyor. Beat kuşağının yazarı Kerouac Siyahlara hayran. İncil’in Siyah Karayibli ezilenlerin diliyle yorumlanmasına dayalı Rastafaryanizm İngiltere’deki Beyaz gençliği de etkiliyor. Reggae İngiltere’ye göç eden Jamaikalı göçmenlerin ötesinde geniş bir Beyaz altkültür gençlik kitlesi içinde de yankı buluyor. Daha sonraları yabancı düşmanı haline gelen Skinheadler bile başlarda Siyahların yaşamından etkileniyorlar, Karayibli göçmen gençlerin giysilerini ve argosunu benimsiyorlar. Ancak 1960ların sonundan itibaren Beyaz ve Siyah altkültürler arasındaki yakınlık sona eriyor ve ilişkiler sertleşmeye başlıyor. Skinheadler ve Teddy Boylar Siyahlara saldırmaya başlıyor. Siyahlar da kendi içlerine kapanıp Beyaz gençliği dışlıyorlar. 1970lerde işçi sınıfı kültürünün çökmesiyle birlikte Skinheadlerin ayaklarının altındaki zemin kayıyor ve maçoluk, şovenizm ve şiddet temelinde ana kültüre yakınlaşmaya başlıyorlar.
Aynı süreç içinde Beyaz altkültürler sisteme asimile olmaya başlıyorlar. Kolej kampüslerinde hayat bulan orta sınıf kökenli bohem Hipiler 1968’de bir "intihar ayini" düzenleyerek sonlarını ilan ediyorlar. Evcilleştirme süreci 1970’ler boyunca hızlanarak devam ediyor, kültür endüstrisi muhalif rock kültürleri kendi potasında eritiyor. Glam Rock ve benzeri akımlar tüketim toplumunun beğenilerine hitap eden müzikler yapmaya başlıyorlar. Bu arada ana kültür de önemli değişikliklere uğruyor. Geleneksel kültür ve yüksek kültürün zayıflamasına paralel olarak farklılıkları ticarileştirilmiş biçimlerde içine almaya hazır, esnek bir tüketim kültürü oluşuyor. Yeni post-modern kültür eski modern kültüre ait ana kültür - altkültür karşıtlığını ortadan kaldırıyor. Bu gelişmenin politik alandaki karşılığı ise mikro politika - makro politika karşıtlığının ortadan kalkması. Sonuçta kültür ve politika bir farklılaştırılma süreci içinde bireysel (tüketimsel) alanlara yöneliyor. "Post-modern demokratik devrime", "post-modern kültürel devrim" eşlik ediyor. Modern kapitalizmde kitlelerin zorlamalarına karşı direnen merkezi, dışlayıcı, otoriter siyasal ve kültürel yapı post-modern toplumda altkültürel/siyasal talepleri tüketim alanına yönlendirip asimile eden, kültürel farklılıkları tüketimin ve ürünlerin farklılaştırılması yoluyla ticari bir kazanç aracına dönüştüren esnek bir yapıya dönüşüyor.
Modern kapitalist toplumda kişilik, sınıf ve cinsiyet rolleri az çok sabitti. Kadın/erkek, akıl/duygu vb. karşıtlıklar gündelik hayata damgasını vuruyordu. 1950 sonrasında aidiyetlerin ve kesinliklerin aşındığını görüyoruz. Post-modern kapitalizm başta sınıfsal konumlar olmak üzere tüm oturmuş kodları zorluyor. Altkültürler bu gelişmeye karşı değişik tepkiler veriyorlar. Skinhead’ler erkek ve milliyetçi bir işçi sınıfı kimliğine sıkı sıkıya sarılıyorlar. Proleter kökenli İngiliz punk’ı ise geleneksel cinsiyet rollerini benimseyen işçi sınıfı ideolojisinden kopuyor. Punk’lar giyimleri ve makyajlarıyla erkek ve kadın arasındaki sınırları zorluyorlar. Cinsel kimliklerdeki bu belirsizliğe sado-mazoşist çağrışımlar yapan "sapkın" bir cinsellik görüntüsü eşlik ediyor. Aidiyetten ve angajmandan uzak duran Punk, bütünlüklü bir kişiliğe ve konuma da karşı çıkıyor; maskeyi, makyajı, giysiyi, kimliksizliği, boşluğu, konumsuzluğu dile getirmek için kullanıyor. Hipiler özgür, rahat, içten gelen davranışların öne çıktığı alternatif bir kişilik yapısı sergiliyorlardı. Punk’lar ise kaskatı duruşlarıyla, dilsizlikleriyle, bir robotun hareketlerini andıran dans biçimleriyle her türlü doğallığı dışlayan bir otomat görüntüsü sergiliyorlar.
Punk’ın dışavurumcu biçimlerle, objelerle, jestlerle sadizmi sergilemesi tesadüfi değil. Marquis de Sade, Aydınlanma düşüncesini negatif olanın, şiddetin, "sapkın" cinselliğin aracılığıyla aşırı ucuna kadar götürmüştü. Punk ise post-modern toplumun içinde barındırdığı eğilimleri yine olumsuz taraftan sonuna kadar zorluyor. Geleceği tüketilecek bir meta olarak bugünün bir parçası haline getiren post-modernizmden farklı olarak Punk "no future" (gelecek yok) sloganıyla bu tür bir geleceği reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda bugünü de hiçleştiriyor. 1970’lerin ortasındaki İngiltere’deki ekonomik kriz, işsizlik ve çöküş atmosferi de Punk’ın çözülmeyi dramatize etmesine zemin hazırlıyor. "Nowhere" sloganının da açığa vurduğu gibi Punk’ lar gidecek bir yerleri olmayan, bu dünyada sürgün hayatı yaşayan zombiler. Kirli soytarı giysileri, deli gömlekleri, çökmüş avurtlar, sövgüden oluşan bir dil, kamusal alanlarda sergilenen kusma, tükürme, işeme ve diğer tiksindirici davranışlar Punk’ın çöküşe, düzensizliğe, karmaşaya, kaosa, anarşiye davetiye çıkaran söyleminin öğelerini oluşturuyorlar. Çöp torbalarıyla, palyaço kıyafetleriyle, zincirlerle post-modern tüketim toplumunun neden olduğu esaret ve yoksulluk ironik bir biçimde dışa vuruluyor.
Punk eski endüstriyel toplumun ve onun ürettiği geleneksel anlam biçimlerinin yıkılışını eğlenceli bir gösteriyle, karnavalesk bir biçimde kutluyor, işte post-modern tüketim kapitalizminin evcilleştirici, ticarileştirici müdahalesi/manipülasyonu da tam bu noktada gerçekleşiyor. Punk metalara, objelere yeni kullanımlar, çelişkili, karşıt anlamlar kazandırmak, özellikle kullanılmış, yararsız, "junk" nesneleri eleştirel, muhalif bir bağlama yerleştirmek isterken post-modern kapitalizm bu "lüzumsuz" objeleri kitlesel olarak üreterek onları yeni endüstrilerin, butiklerin, antik pazarların konusu haline getiriyor. Buradan yola çıkılarak altkültürler sisteme karşı doğrudan politik bir muhalefet yürütmedikleri için suçlanıp mahkûm edilebilir mi? Buna olumlu olarak cevap vermek zor. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem kapitalizme karşı makro politik muhalefetin iflas ettiği bir dönem olmuştur. Mikro politik hareketlerin ve yeni sosyal hareketlerin yükselişi ve düşüşü ile altkültürel hareketlerin yükselişi ve düşüşü ise hemen hemen aynı trendler çevresinde, 1960’larda ve 1970’lerde gerçekleşmiştir. Makro politik muhalefeti artık imkânsız kılan süreç mikro politikanın ve altkültürel muhalefetin bir süre için öne çıkmasına daha sonra ise zayıflamasına neden olan süreçtir. Büyük politik muhalefetin savunucularının altpolitikanın/kültürün alternatif pratiklerini küçümsemesinin artık bir önemi kalmadığına göre yeni minör karışımları elde etmek için gerçekleştirilecek simya deneylerine karşı çıkmak için bir neden var mı?
Yaşar Çabuklu
19. yüzyılda burjuva kültürü henüz tüm toplum üzerinde egemenlik kuramıyor. Bunun gerçekleşmesi için 20. yüzyılın tektipleştirici kitle kültürünü beklemek gerekiyor, ikinci Dünya Savaşı öncesi kitle kültürünün arkasında büyük ölçekli endüstriyel üretim, başta devlet olmak üzere merkezi ve hiyerarşik kurumsal yapılar ve henüz çok farklılaşmamış bir özel hayat alanı var. Altkültürlerin patlama yapması kültürün artık tüketim bazında tanımlandığı ikinci Dünya Savaşı sonrasının tüketim toplumuna denk geliyor. 1970’lerin ortalarına kadar uzanan bir dönemde altkültürler ekonomik temelde modern aşamasından post-modern aşamasına geçen kapitalizmin aynı geçişi kültürel planda da gerçekleştirmesi sürecinde kendilerine özgü ifade biçimleriyle yer alıyorlar.
İkinci Dünya Savaşı bitiminde Batı toplumlarında merkezi, disipliner, kısıtlayıcı, tek tip bir yaşantıyı baskıcı bir biçimde empoze eden yapılanmalar ağırlığını hissettiriyor. Bu durum tüketimi, kültürü, özel hayat alanlarını çeşitlendirip farklılaştırmak, tüm toplumsal konumları esnetip piyasanın içine çekmek isteyen post-modern tüketim kapitalizminin önünde bir engel oluşturuyor. Tarihte de görüldüğü üzere muhalif hareketler ve akımlar politik ve kültürel esneme sürecine ister istemez katılıyorlar. Ancak eskiden olduğu gibi toplumsal devrimlerle ya da işçi sınıfı hareketiyle bağlantılı, merkezi, büyük politikanın etkisi altındaki grupların, çevrelerin eylemleriyle gerçekleşmiyor yeni yumuşama. 1950 sonrasında Batıdaki işçi sınıfı sisteme asimile olduğu için artık toplumu dönüştürücü bir dinamiği içinde barındırmıyor. 1950’lerde, 1960’larda ortaya çıkan yeni sosyal hareketler özel hayat alanlarından yola çıkan bir mikro politika temelinde kapitalizmin katı kurumsal yapılarını zorlayıp esnetiyorlar. Feminizm, ekoloji hareketi, gay hareketi, anti-militarist hareketler vb. merkezi-otoriter yapıları politik denilebilecek bir düzeyde esnetirken varolan toplumsal değerlerden farklılıklarını öne çıkaran altkültür hareketleri de kültürel düzeyde benzer bir basınç yaratıyorlar sistem üzerinde.
1950 sonrası dönem geleneksel işçi sınıfı kültürünün ve değerlerinin ciddi bir biçimde çözüldüğü, erozyona uğradığı bir dönem. Bu durum işçi kökenli altkültürleri doğal olarak etkiliyor. İşçi gettolarından gelen Teddy Boylar sadelik, dürüstlük gibi değerleri vurgulayarak işçi sınıfının hayatının kendi iç bütünlüğünü koruduğu eski dönemlere duydukları özlemi dile getiriyorlar. Öte yandan geleneksel işçi sınıfını kafalarında mitleştiren Skinheadler saldırgan, bağnaz, lümpen davranışlar sergiliyorlar. Yaşamdaki çözülmeyi eski işçi sınıfı imgesini mutlaklaştırarak aşmaya çalışan yukarıdaki gruplardan farklı olarak 1960’ ların alt sınıf züppeleri olan İngiliz "cool"u Modlar ve Hipsterler bir tekinsizlik taşısa da derli toplu, temiz giyimleriyle işçi sınıfı içindeki sınıf atlama eğilimini temsil ediyorlar.
Çözülmekte ve asimile olmakta olan işçi sınıfının ancak geçmişiyle altkültürlere esin verebildiği bir dönemde Siyah kültür yeni bir muhalif dinamik olarak altkültürleri etkiliyor. Beat kuşağının yazarı Kerouac Siyahlara hayran. İncil’in Siyah Karayibli ezilenlerin diliyle yorumlanmasına dayalı Rastafaryanizm İngiltere’deki Beyaz gençliği de etkiliyor. Reggae İngiltere’ye göç eden Jamaikalı göçmenlerin ötesinde geniş bir Beyaz altkültür gençlik kitlesi içinde de yankı buluyor. Daha sonraları yabancı düşmanı haline gelen Skinheadler bile başlarda Siyahların yaşamından etkileniyorlar, Karayibli göçmen gençlerin giysilerini ve argosunu benimsiyorlar. Ancak 1960ların sonundan itibaren Beyaz ve Siyah altkültürler arasındaki yakınlık sona eriyor ve ilişkiler sertleşmeye başlıyor. Skinheadler ve Teddy Boylar Siyahlara saldırmaya başlıyor. Siyahlar da kendi içlerine kapanıp Beyaz gençliği dışlıyorlar. 1970lerde işçi sınıfı kültürünün çökmesiyle birlikte Skinheadlerin ayaklarının altındaki zemin kayıyor ve maçoluk, şovenizm ve şiddet temelinde ana kültüre yakınlaşmaya başlıyorlar.
Aynı süreç içinde Beyaz altkültürler sisteme asimile olmaya başlıyorlar. Kolej kampüslerinde hayat bulan orta sınıf kökenli bohem Hipiler 1968’de bir "intihar ayini" düzenleyerek sonlarını ilan ediyorlar. Evcilleştirme süreci 1970’ler boyunca hızlanarak devam ediyor, kültür endüstrisi muhalif rock kültürleri kendi potasında eritiyor. Glam Rock ve benzeri akımlar tüketim toplumunun beğenilerine hitap eden müzikler yapmaya başlıyorlar. Bu arada ana kültür de önemli değişikliklere uğruyor. Geleneksel kültür ve yüksek kültürün zayıflamasına paralel olarak farklılıkları ticarileştirilmiş biçimlerde içine almaya hazır, esnek bir tüketim kültürü oluşuyor. Yeni post-modern kültür eski modern kültüre ait ana kültür - altkültür karşıtlığını ortadan kaldırıyor. Bu gelişmenin politik alandaki karşılığı ise mikro politika - makro politika karşıtlığının ortadan kalkması. Sonuçta kültür ve politika bir farklılaştırılma süreci içinde bireysel (tüketimsel) alanlara yöneliyor. "Post-modern demokratik devrime", "post-modern kültürel devrim" eşlik ediyor. Modern kapitalizmde kitlelerin zorlamalarına karşı direnen merkezi, dışlayıcı, otoriter siyasal ve kültürel yapı post-modern toplumda altkültürel/siyasal talepleri tüketim alanına yönlendirip asimile eden, kültürel farklılıkları tüketimin ve ürünlerin farklılaştırılması yoluyla ticari bir kazanç aracına dönüştüren esnek bir yapıya dönüşüyor.
Modern kapitalist toplumda kişilik, sınıf ve cinsiyet rolleri az çok sabitti. Kadın/erkek, akıl/duygu vb. karşıtlıklar gündelik hayata damgasını vuruyordu. 1950 sonrasında aidiyetlerin ve kesinliklerin aşındığını görüyoruz. Post-modern kapitalizm başta sınıfsal konumlar olmak üzere tüm oturmuş kodları zorluyor. Altkültürler bu gelişmeye karşı değişik tepkiler veriyorlar. Skinhead’ler erkek ve milliyetçi bir işçi sınıfı kimliğine sıkı sıkıya sarılıyorlar. Proleter kökenli İngiliz punk’ı ise geleneksel cinsiyet rollerini benimseyen işçi sınıfı ideolojisinden kopuyor. Punk’lar giyimleri ve makyajlarıyla erkek ve kadın arasındaki sınırları zorluyorlar. Cinsel kimliklerdeki bu belirsizliğe sado-mazoşist çağrışımlar yapan "sapkın" bir cinsellik görüntüsü eşlik ediyor. Aidiyetten ve angajmandan uzak duran Punk, bütünlüklü bir kişiliğe ve konuma da karşı çıkıyor; maskeyi, makyajı, giysiyi, kimliksizliği, boşluğu, konumsuzluğu dile getirmek için kullanıyor. Hipiler özgür, rahat, içten gelen davranışların öne çıktığı alternatif bir kişilik yapısı sergiliyorlardı. Punk’lar ise kaskatı duruşlarıyla, dilsizlikleriyle, bir robotun hareketlerini andıran dans biçimleriyle her türlü doğallığı dışlayan bir otomat görüntüsü sergiliyorlar.
Punk’ın dışavurumcu biçimlerle, objelerle, jestlerle sadizmi sergilemesi tesadüfi değil. Marquis de Sade, Aydınlanma düşüncesini negatif olanın, şiddetin, "sapkın" cinselliğin aracılığıyla aşırı ucuna kadar götürmüştü. Punk ise post-modern toplumun içinde barındırdığı eğilimleri yine olumsuz taraftan sonuna kadar zorluyor. Geleceği tüketilecek bir meta olarak bugünün bir parçası haline getiren post-modernizmden farklı olarak Punk "no future" (gelecek yok) sloganıyla bu tür bir geleceği reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda bugünü de hiçleştiriyor. 1970’lerin ortasındaki İngiltere’deki ekonomik kriz, işsizlik ve çöküş atmosferi de Punk’ın çözülmeyi dramatize etmesine zemin hazırlıyor. "Nowhere" sloganının da açığa vurduğu gibi Punk’ lar gidecek bir yerleri olmayan, bu dünyada sürgün hayatı yaşayan zombiler. Kirli soytarı giysileri, deli gömlekleri, çökmüş avurtlar, sövgüden oluşan bir dil, kamusal alanlarda sergilenen kusma, tükürme, işeme ve diğer tiksindirici davranışlar Punk’ın çöküşe, düzensizliğe, karmaşaya, kaosa, anarşiye davetiye çıkaran söyleminin öğelerini oluşturuyorlar. Çöp torbalarıyla, palyaço kıyafetleriyle, zincirlerle post-modern tüketim toplumunun neden olduğu esaret ve yoksulluk ironik bir biçimde dışa vuruluyor.
Punk eski endüstriyel toplumun ve onun ürettiği geleneksel anlam biçimlerinin yıkılışını eğlenceli bir gösteriyle, karnavalesk bir biçimde kutluyor, işte post-modern tüketim kapitalizminin evcilleştirici, ticarileştirici müdahalesi/manipülasyonu da tam bu noktada gerçekleşiyor. Punk metalara, objelere yeni kullanımlar, çelişkili, karşıt anlamlar kazandırmak, özellikle kullanılmış, yararsız, "junk" nesneleri eleştirel, muhalif bir bağlama yerleştirmek isterken post-modern kapitalizm bu "lüzumsuz" objeleri kitlesel olarak üreterek onları yeni endüstrilerin, butiklerin, antik pazarların konusu haline getiriyor. Buradan yola çıkılarak altkültürler sisteme karşı doğrudan politik bir muhalefet yürütmedikleri için suçlanıp mahkûm edilebilir mi? Buna olumlu olarak cevap vermek zor. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem kapitalizme karşı makro politik muhalefetin iflas ettiği bir dönem olmuştur. Mikro politik hareketlerin ve yeni sosyal hareketlerin yükselişi ve düşüşü ile altkültürel hareketlerin yükselişi ve düşüşü ise hemen hemen aynı trendler çevresinde, 1960’larda ve 1970’lerde gerçekleşmiştir. Makro politik muhalefeti artık imkânsız kılan süreç mikro politikanın ve altkültürel muhalefetin bir süre için öne çıkmasına daha sonra ise zayıflamasına neden olan süreçtir. Büyük politik muhalefetin savunucularının altpolitikanın/kültürün alternatif pratiklerini küçümsemesinin artık bir önemi kalmadığına göre yeni minör karışımları elde etmek için gerçekleştirilecek simya deneylerine karşı çıkmak için bir neden var mı?
Yaşar Çabuklu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder