Bataille uç durumların ve ruh hallerinin yazarı. Kötülük konusu haliyle ilgisini çekiyor. Seçmeci bir düşünür aynı zamanda. Kötülük edebiyatının temel taşlarından biri olan Lautreamont'nun Maldoror'un Şarkıları adlı eserine Edebiyat ve Kötülük adlı kitabında yer vermeyişini şöyle açıklıyor: "Kitabın bütünselliğini gözönüne alarak fazla gelebileceğini düşündüm" (s.10). Ama her nedense kötülükle fazla bir ilgisi olmayan Proust'a bir bölüm ayrılmış kitapta. Onun gerçeğe, adalete olan aşkını ve sosyalizm anlayışını anlatıyor. Satır aralarında kötülüğü ararken öğreniyoruz ki, doymak bilmez bir zevk tutkunu olan Proust mevcut ahlak kurallarına uymamaktadır. Onun roman kahramanları olan kimi duygusal, doğal erdeme sahip kişiler şefkatli ruhlarından kaçıp hazzın insanlık dışı dünyasına ait oldukları yanılsamasına sığınmaktadırlar. Nietzscheci haz anlayışından etkilenen Bataille varolan ahlak kurallarıyla çatışan, hayatı olumlayan hazzı radikal bir konuma yerleştiriyor. Ama biz onyıllardır Batıda cinsel yasakların kalktığını, tüketim toplumunun bireyi hazzın peşinde koşmaya ittiğini biliyoruz.
Kitabın bir diğer bölümü Michelet'nin Büyücü adlı yapıtına ayrılmış. Michelet merak duygusuyla yolunu şaşırıp kötülüğün yollarına sürükleniyor. Ortaçağdaki büyücülüğün ve kara büyü ayinlerinin nasıl yer yer düzen karşıtı olduğunu anlatıyor. Bataille, Michelet'ye hakkını veriyor. Ne de olsa Michelet "kötülüğü en insani biçimde ele alan yazarlar" (s. 49) arasında ve kitabını yazarken onu yoldan çıkaran da kendi iç sıkıntısı.
William Blake de Bataille'ın beğendiği yazarlardan. Düzenli ve macerasız bir hayatı var ama içi kaynıyor. Bilinçaltı uçurumunun derinliklerine inip geri dönmeyi başarıyor. Cinsel özgürlükten yana. Şiirlerinde kaos, enerji, şehvet ve neşe var. Zaferden vazgeçenlerin silikliğini taşımıyor. Nietzsche gibi adam, üstelik delirmemiş.
Diğer bir bölüm Emily Bronte'nin Rüzgârlı Bayır kitabına ayrılmış. Bronte hayatında aşırı mutsuzluklar yaşamamış, ahlâki saflığı bozulmamış, içine kapalı, iyi, fedakâr bir kadın. Ama aşkı tanımamış. Kitabında toplumca onaylanmayan ve sonuçta taraflardan birinin kötülükle özdeşleştiği bir tutku ilişkisini anlatıyor. Romanın kahramanı Heathcliff'in isyanı kötülüğün iyiliğe karşı isyanıdır. Ama bu "bir bakıma İyi'nin de rüyasıdır" (s.18). Emily Bronte ahlâkı hiçe saymanın başlangıç noktası olan yüksek ahlâk alanına aittir.
Baudelaire ise kendi felaketini istemiştir. Hayatı boyunca işe yaramaz bir aylak olarak yaşamıştır. Ancak sahip olduğu içsel gerilimin yoğunluğu ve duyarlılığı onun erdemsizlik ve red kokan şiirine eşsiz bir tat vermiştir. Baudelaire bütün hayatını ölüme göre tasarlamış, kendini kapana kısılmış bir hayvan gibi görmüştür. Çöküş içinde yokluğun ortaya çıktığı, inatla başarısızlığa uğratılmış bir hayattır onunkisi. Güçsüzlük, üretken etkinliği reddetme, yararlı bir insan olmaya karşı çıkma Baudelaire'in özelliklerindendir. Ancak Bataille bütün bunların Baudelaire'in kişisel tercihi olduğunu iddia eden Sartre'ın görüşüne karşı çıkar. Bataille'a göre Baudelaire'in varolan iyiliği olumsuzlaması, kötülüğü, erotizmi öne çıkarması onun tanrısal sayılabilecek çıkar gütmeyen bir erdemliliğe olan eğilimiyle birarada varolmaktadır.
Genet, Bataille'ın prim vermediği yazarlar arasında. Genet hayatını bilinçli olarak kötülüğe adıyor. Genet toplumu değil fakat kendisini aşağılık olarak görmektedir. Aşağılık olma durumu ve acı çekme onu azizler gibi yalnız kılar. Genet bir taraftan da üst sınıfın değerlerine özlem duyar. Hükümdarlık onuru gibi saplantıları vardır, polis örgütünü över. Ölümü, cezayı ve yıkımı sever. Genet okuyucusuyla iletişim kurma niyetinden yoksundur, okuyucusunu dışlar, küçümser. Bütün bunlar iyi yürekli bir edebiyat adamı ve düşünür olan Bataille için çok fazladır ama bağışlayıcı yanı ağır basar: "Genet'nin kutsal olmak istediğini kabul ediyorum. Ondaki kötülük isteğinin çıkar kaygısını aştığını, kötülüğü ruhsal bir değere ulaşmak için istediğini ve hiçbir zaman yumuşamadığını da biliyorum" (s.161).
Kafka da Nietzsche'den etkilenmiş Battaille'ın kendini uzak hissettiği yazarlardandır: "Dava ve Şato'daki erotizm aşksız, arzusuz, güçsüz bir erotizmdir" (s.123). Bataille'a göre Kafka'nın yazıları şaşırtmak, yoldan çıkartmak, yolunu kaybetmek isteyen yazarın kendisine hitap etmektedir. Kafka hoşlanmadığı dünyadan kaçmak istemez, dışlanmış olarak yaşamak ister, mücadeleye, isyana karşıdır. Devrimcilikten, siyasetten uzaktır. Bataille'ın bu acımasız gözlemleri günümüzde Kafka'yı sol popüler bir söylem içinde değerlendiren eğilimlere karşı bir şüpheye sevketmesi açısından önem taşıyor.
Sade'ı anlattığı bölümde Bataille'ın ürktüğünü görüyoruz. Daha önce anlattığı yazarlar kötülüğü yüksek bir ideale, iyiliğe, ahlâka ulaşmada bir araç, bir aşama olarak görmüşlerdi. Sade ise sırf kötülük olsun diye kötülük yapıyor ve bunu yazıyor. "Sade'ın imgelemi bu kargaşa ve aşırılığı en kötü noktaya taşır. Duyarsız değilse insan Cent Vingt Journees'yi hasta düşmeden bitiremez" (s. 97). Sade'ın eserlerinde yok etme isteği vardır. Sadece kurbanları değil, yapıtın kendisini de. Kötülük Sade'ı eğlendirmektedir. Sade kendini insanlıktan uzaklaştırmış, kendini insanları yok etme olasılıklarının sıralamasını yapmaya adamıştır. Doğal cinsel zevke, hazza karşıdır. Sapkınlık, vicdansızlık, ahlâksızlık Sade'ın ilkeleridir. Kudurganlık ve esrime halleri yaşamakta, saygı gösterilen her şeye hakaret etmekte, temiz olan her şeyi kirletmektedir. Aşırılıkların yazarı Bataille bile bu kadarını kaldıramayacak, kendisini insanlık ailesinin kucağına atacaktır: "Aslında her birimiz onun hedefiyiz" (s. 97).
Bataille'ın İç Deney adlı kitabı "subjektif idealist" bir yapıt. Kitapta hiçbir sosyal referans yok. Bataille, Hegel'in objektif idealizmini eleştiriyor. Hegel bilgiden, çalışmadan, tasarıdan, tamamlanmamış insandan yanadır Bataille'a göre. Esrimeye karşıdır, "var olan, etkin, resmi dünya ile uyumlu ve dengede olan bir girişimin içine sığınmak zorunda kalmıştır" (s.130). Oysa Bataille gülmeden, şenlikten, esrimeden, şiirden yanadır. İç deney inançsız bir biçimde yaşanmalı ve bilgisizlik temeline dayanmalıdır. Kişi esrimeye veya kendinden geçişe ancak varoluşu dramlaştırarak ulaşabilir. "Dışsal araçları atmak gerekir. Dramatiklik, olumlu koşullar olan şu veya bu koşulların içinde olmak değildir... Sadece var olmaktır" (s. 33). İç deneyde insan kendi içine kapanmalı, sessizlik içinde kalmalıdır. Bataille'ın iç deneyi esrime yoluyla olabilirin ucuna yapılan bir yolculuktur. Bataille her türlü yaratının sona erdiği sınırın öbür tarafına geçme riskini üstlenmez. Bütün bilgisizlik ve esrime söylemine rağmen Bataille'ın içsel deneyi güvence altında bir "aşırılık yolculuğu"dur. Yokluğu göze almayan, başladığı yere dönebileceğinden emin, kendini seven, önemseyen bireyin yolculuğudur. Ayrıca gülme, şenlik gibi Nietzscheci temalar günümüzde iktidara karşı olma gibi bir boyut içermemektedir.
İç deneyi anlatmanın başka yolları da var. Beckett'in Adlandırılamayan adlı kitabı içinde gülmenin, esrimenin, yücelme duygusunun yer almadığı, acının, parçalanmışlığın, hiçliğin tüm anlatıya sindiği ama belli belirsiz bir umudun okuyucuya hissettirildiği, her bir kelimesi düşünülerek oluşturulmuş sıkı, mütevazı bir içsel yolculuk metnidir.
Kitabın bir diğer bölümü Michelet'nin Büyücü adlı yapıtına ayrılmış. Michelet merak duygusuyla yolunu şaşırıp kötülüğün yollarına sürükleniyor. Ortaçağdaki büyücülüğün ve kara büyü ayinlerinin nasıl yer yer düzen karşıtı olduğunu anlatıyor. Bataille, Michelet'ye hakkını veriyor. Ne de olsa Michelet "kötülüğü en insani biçimde ele alan yazarlar" (s. 49) arasında ve kitabını yazarken onu yoldan çıkaran da kendi iç sıkıntısı.
William Blake de Bataille'ın beğendiği yazarlardan. Düzenli ve macerasız bir hayatı var ama içi kaynıyor. Bilinçaltı uçurumunun derinliklerine inip geri dönmeyi başarıyor. Cinsel özgürlükten yana. Şiirlerinde kaos, enerji, şehvet ve neşe var. Zaferden vazgeçenlerin silikliğini taşımıyor. Nietzsche gibi adam, üstelik delirmemiş.
Diğer bir bölüm Emily Bronte'nin Rüzgârlı Bayır kitabına ayrılmış. Bronte hayatında aşırı mutsuzluklar yaşamamış, ahlâki saflığı bozulmamış, içine kapalı, iyi, fedakâr bir kadın. Ama aşkı tanımamış. Kitabında toplumca onaylanmayan ve sonuçta taraflardan birinin kötülükle özdeşleştiği bir tutku ilişkisini anlatıyor. Romanın kahramanı Heathcliff'in isyanı kötülüğün iyiliğe karşı isyanıdır. Ama bu "bir bakıma İyi'nin de rüyasıdır" (s.18). Emily Bronte ahlâkı hiçe saymanın başlangıç noktası olan yüksek ahlâk alanına aittir.
Baudelaire ise kendi felaketini istemiştir. Hayatı boyunca işe yaramaz bir aylak olarak yaşamıştır. Ancak sahip olduğu içsel gerilimin yoğunluğu ve duyarlılığı onun erdemsizlik ve red kokan şiirine eşsiz bir tat vermiştir. Baudelaire bütün hayatını ölüme göre tasarlamış, kendini kapana kısılmış bir hayvan gibi görmüştür. Çöküş içinde yokluğun ortaya çıktığı, inatla başarısızlığa uğratılmış bir hayattır onunkisi. Güçsüzlük, üretken etkinliği reddetme, yararlı bir insan olmaya karşı çıkma Baudelaire'in özelliklerindendir. Ancak Bataille bütün bunların Baudelaire'in kişisel tercihi olduğunu iddia eden Sartre'ın görüşüne karşı çıkar. Bataille'a göre Baudelaire'in varolan iyiliği olumsuzlaması, kötülüğü, erotizmi öne çıkarması onun tanrısal sayılabilecek çıkar gütmeyen bir erdemliliğe olan eğilimiyle birarada varolmaktadır.
Genet, Bataille'ın prim vermediği yazarlar arasında. Genet hayatını bilinçli olarak kötülüğe adıyor. Genet toplumu değil fakat kendisini aşağılık olarak görmektedir. Aşağılık olma durumu ve acı çekme onu azizler gibi yalnız kılar. Genet bir taraftan da üst sınıfın değerlerine özlem duyar. Hükümdarlık onuru gibi saplantıları vardır, polis örgütünü över. Ölümü, cezayı ve yıkımı sever. Genet okuyucusuyla iletişim kurma niyetinden yoksundur, okuyucusunu dışlar, küçümser. Bütün bunlar iyi yürekli bir edebiyat adamı ve düşünür olan Bataille için çok fazladır ama bağışlayıcı yanı ağır basar: "Genet'nin kutsal olmak istediğini kabul ediyorum. Ondaki kötülük isteğinin çıkar kaygısını aştığını, kötülüğü ruhsal bir değere ulaşmak için istediğini ve hiçbir zaman yumuşamadığını da biliyorum" (s.161).
Kafka da Nietzsche'den etkilenmiş Battaille'ın kendini uzak hissettiği yazarlardandır: "Dava ve Şato'daki erotizm aşksız, arzusuz, güçsüz bir erotizmdir" (s.123). Bataille'a göre Kafka'nın yazıları şaşırtmak, yoldan çıkartmak, yolunu kaybetmek isteyen yazarın kendisine hitap etmektedir. Kafka hoşlanmadığı dünyadan kaçmak istemez, dışlanmış olarak yaşamak ister, mücadeleye, isyana karşıdır. Devrimcilikten, siyasetten uzaktır. Bataille'ın bu acımasız gözlemleri günümüzde Kafka'yı sol popüler bir söylem içinde değerlendiren eğilimlere karşı bir şüpheye sevketmesi açısından önem taşıyor.
Sade'ı anlattığı bölümde Bataille'ın ürktüğünü görüyoruz. Daha önce anlattığı yazarlar kötülüğü yüksek bir ideale, iyiliğe, ahlâka ulaşmada bir araç, bir aşama olarak görmüşlerdi. Sade ise sırf kötülük olsun diye kötülük yapıyor ve bunu yazıyor. "Sade'ın imgelemi bu kargaşa ve aşırılığı en kötü noktaya taşır. Duyarsız değilse insan Cent Vingt Journees'yi hasta düşmeden bitiremez" (s. 97). Sade'ın eserlerinde yok etme isteği vardır. Sadece kurbanları değil, yapıtın kendisini de. Kötülük Sade'ı eğlendirmektedir. Sade kendini insanlıktan uzaklaştırmış, kendini insanları yok etme olasılıklarının sıralamasını yapmaya adamıştır. Doğal cinsel zevke, hazza karşıdır. Sapkınlık, vicdansızlık, ahlâksızlık Sade'ın ilkeleridir. Kudurganlık ve esrime halleri yaşamakta, saygı gösterilen her şeye hakaret etmekte, temiz olan her şeyi kirletmektedir. Aşırılıkların yazarı Bataille bile bu kadarını kaldıramayacak, kendisini insanlık ailesinin kucağına atacaktır: "Aslında her birimiz onun hedefiyiz" (s. 97).
Bataille'ın İç Deney adlı kitabı "subjektif idealist" bir yapıt. Kitapta hiçbir sosyal referans yok. Bataille, Hegel'in objektif idealizmini eleştiriyor. Hegel bilgiden, çalışmadan, tasarıdan, tamamlanmamış insandan yanadır Bataille'a göre. Esrimeye karşıdır, "var olan, etkin, resmi dünya ile uyumlu ve dengede olan bir girişimin içine sığınmak zorunda kalmıştır" (s.130). Oysa Bataille gülmeden, şenlikten, esrimeden, şiirden yanadır. İç deney inançsız bir biçimde yaşanmalı ve bilgisizlik temeline dayanmalıdır. Kişi esrimeye veya kendinden geçişe ancak varoluşu dramlaştırarak ulaşabilir. "Dışsal araçları atmak gerekir. Dramatiklik, olumlu koşullar olan şu veya bu koşulların içinde olmak değildir... Sadece var olmaktır" (s. 33). İç deneyde insan kendi içine kapanmalı, sessizlik içinde kalmalıdır. Bataille'ın iç deneyi esrime yoluyla olabilirin ucuna yapılan bir yolculuktur. Bataille her türlü yaratının sona erdiği sınırın öbür tarafına geçme riskini üstlenmez. Bütün bilgisizlik ve esrime söylemine rağmen Bataille'ın içsel deneyi güvence altında bir "aşırılık yolculuğu"dur. Yokluğu göze almayan, başladığı yere dönebileceğinden emin, kendini seven, önemseyen bireyin yolculuğudur. Ayrıca gülme, şenlik gibi Nietzscheci temalar günümüzde iktidara karşı olma gibi bir boyut içermemektedir.
İç deneyi anlatmanın başka yolları da var. Beckett'in Adlandırılamayan adlı kitabı içinde gülmenin, esrimenin, yücelme duygusunun yer almadığı, acının, parçalanmışlığın, hiçliğin tüm anlatıya sindiği ama belli belirsiz bir umudun okuyucuya hissettirildiği, her bir kelimesi düşünülerek oluşturulmuş sıkı, mütevazı bir içsel yolculuk metnidir.
Yaşar Çabuklu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder