Bireyci felsefenin önde gelen temsilcilerinden olan Nietzsche Batıda post-yapısalcı ve kısmen de post-modern düşünceye esin kaynağı oluşturdu. Liberalizme karşıydı Nietzsche, orta sınıfın değerlerini, ahlakını, yönetimini eleştiriyordu. Sadece burjuva demokrasisi değildi karşı çıktığı, kitleye, "sürüye" de ağır eleştiriler yöneltiyordu. Avrupa'nın ehlileşmiş kültürlü insanlarını küçümsüyor, Batı uygarlığına yeniden hayatiyet kazandıracak bir tür barbarlığı öneriyordu. Sokrates'in ahlakına karşı neşeyi, sevinci, diyonizyak gülüşü, bedenin ve ruhun şenliğini savunuyordu. Pozitivizme, bilimsel determinizme, objektivizme karşı çıkıyor, açık havada yürürken yapılan bir felsefeyi, yaşamı evetleyen bir arzuyu, şarkı ve dansı ön plana çıkarıyordu. Var olanın yıkımı ve yeni değerlerin yaratılması gerekmekteydi. Bu yolda düşünce aktif ve olumlayıcı bir rol oynamalıydı. Bir olumlama kaynağı olan güç istenci oluş ve çoklukta ifadesini bulan bir ebedî dönüş içinde dünyayı değiştirecekti. Gilles Deleuze, Nietzsche et la philosophie (Nietzsche ve Felsefe) adlı kitabında Nietzsche'deki oluşun dünyasının farkın, akışın, çokluğun, şansın ve kaosun dünyası olduğunu söylemekteydi. Deleuze'e göre Nietzsche'deki aktif güç istenci diğer güçler üzerinde etkide bulunurken kendileri de dönüşen, diğerlerine geçen başkalaşım güçlerini ifade etmekteydi. Nietzsche'nin düşüncesi göçebe düşünceydi, her şeyi kodlayan merkezî imparatorluk bürokrasisiyle çatışan, sınırlarda yaşayan göçebe toplulukların oluşturduğu savaş makinesinin düşüncedeki karşılığıydı. Nietzsche'nin metni bir dışsallık alanınca kuşatılan, dışarıdan gelen bir devinimle harekete geçen yoğunlukların göçebeliği idi.
Öte yandan Nietzsche köleleri, güçsüzleri, ezilen kitleleri sevmiyordu. Ona göre ezilenler yönetenlere haset beslemekte, güç istencinden yönetenlerin iktidarını reddedip kendi iktidarlarını kurmayı anlamaktaydı. Nietzsche Batı uygarlığının tarihini olumsuz güç istencinin, dekadansın, varlıktan ve yaşamdan tiksinmeyi amaç haline getiren nihilizmin bir zaferi olarak görmekteydi. Nihilizmin aşılması ise olumlu güç istenci ve üst insanın varlığını gerektiriyordu. Yönetenle yönetilen arasındaki hiyerarşik bir ilişkiyi veri kabul eden Nietzshe bir yönetici kastın gerekli olduğunu söylüyordu. Diğer taraftan Nietzsche'nin düşüncesini sahiplenen Deleuze'den farklı olarak Pierre Klossowski Nietzsche ve Kısır Döngü adlı kitabında Nietzsche'nin yapıtındaki benin bir karşılıklılık temelinde oluşmadığını, kendinde çoğalan, kendiyle aynı kalan bir ben olduğunu, Nietzsche'nin başka bir bilinçle ilişki içinde kendini var eden bir bilinç anlayışından uzak olduğunu söyleyecekti. Gerçekten de Nietzsche ötekinin en önemli temsilcisi olan kadını dışlamakta, aşağılamaktaydı. Ona göre kadına hakikatten daha yabancı, zıt ve düşmanca bir şey yoktu; kadının en büyük sanatı yalandı; kadın güçlüleri zayıflatmakta, dekadant kişilerle işbirliği içinde fesat üretmekteydi.
Nietzsche'nin Deniz Aşığı kitabının yazarı Fransız feminist ve psikanalist Irigaray kitaplarında Batı kültürünün söylemlerini yapıbozumcu bir yaklaşımla yeniden değerlendiriyor. Irigaray'a göre söylemlerin, kültür sistemlerinin dışında toplumsal bir hakikat yoktur. Batıdaki felsefî söylemin iktidarı kadınsal olanın tabi kılınması, bastırılması ya da olumsuzlanması üzerine temellenmektedir. Felsefenin hep gizli tutulan öznesi aslında eril bir öznedir, kadınsal olanı eril olana, ötekini ve farklıyı aynı (eril) olana indirgeme iktidarına sahip bir öznedir. Batı felsefesinde arzunun yapısı erildir. Bu arzu ötekini mücadele edilmesi ve yenilmesi gereken bir nesne olarak görür. Farklı olan aynı olanla bir karşıtlık ilişkisi içinde ele alınır. Erkekler arasındaki iktidar ilişkisi kadınsalın, ötekiliğin olumsuzlanması temelinde şekillenir. Teoride efendi-köle mücadelesi olarak adlandırılan mücadele aslında erkekler arasında cereyan eden, kadınların özne konumuna sahip olmadıkları bir mücadeledir. Erkek diğer metalar gibi metalaştırdığı kadın bedenini de eril bir narsisizmin nesnesi haline getirmiştir. Erkek hem kendiyle hem de diğer erkeklerle ilişkisinde bir dolayıma ihtiyaç duyar. Kadın bu değiş tokuşun, geçişin, aktarımın bir aracı olarak, olumsuzlanan bir aracı olarak var olur. Irigaray kadınların bir dolaysızlık içinde yaşadıklarını söyler. Erkek dünyasına ait olan özne-nesne bölünmesi kadının dünyasına uzaktır. Irigaray aynılık ve tekilliğe dayalı eril bedenin iktidarına karşı farklılık ve çokkatlılığı içeren kadınsal bir beden yaklaşımını ön plana çıkarır. Eril teorik söylemin tek anlamlı hakikat iddiasını çürütmek üzere bu söylemi yeniden değerlendirmeye, deşifre etmeye girişir; eril iktidar sistemini bu yolla taciz etmeye, kadının elinden haksız olarak alınanı ona tekrar iade etmeye çalışır.
Irigaray kadınsal olana yakın bulduğu suya özel bir önem verir. Irigaray'a göre eril öznenin bakışı ve görmesi kadın bedeninin bastırılmasını beraberinde getirir. Eril bakış kadın bedenini nesneleştirir, anlamını sabitleştirir. Irigaray "Akışkanların Mekaniği" adlı denemesinde eril görmenin içerdiği katılık ve hareketsizliğin karşısında temasın hareketini ve akışkanlığını savunur. Böylece özne ile nesne arasındaki sabit ilişki ve karşıtlık sarsıntıya uğrar. Su özneler arasındaki açık seçik sınırları bulanıklaştırır, benliklerin sonsuz mübadelesine, olumsuzlama içermeyen, öznesiz ve nesnesiz bir arzunun oluşabilmesine imkân tanır. Akış ve hareketin, içsel-dışsal karşıtlığının ortadan kalkmasının ifadesi olan suyun başı sonu yoktur. Irigaray sabit sınırları olmayan bedeni sabit yatakları olmayan akıntılara benzetir.
Irigaray Nietzsche'nin Deniz Aşığı adlı kitabında Nietzsche'yle fiktif bir konuşma yaparak ondaki su korkusunun izlerini araştırır. Nietzsche denizde onun eril isteğine ve gücüne karşı direnen bir eylem tehlikesi görür. Nietzsche'nin dünyası sıcak, kurak, ışıklı, sağlam temelli bir yerdir. Nietzsche hep yükseklerde, doruklarda durur. Irigaray Nietzsche'ye sağlam bir yerin bulunmadığını, yükselenin uzaklaştığını ve kötülüğe yaklaştığını söyler. Irigaray'a göre yüksekliğin getirdiği eril güven, sertlik ve coşku her zaman çöküş riskini içinde taşır.
Senin mutluluğun bu tabii ki - ateşle oynamak. Ve fırında pişen metalden daha sert olmak. Ama hiç esnek olmayan genellikle kırılır. Ve çözülme zamanı gelir, dalgaların içinde paslanır. (s. 56)
Irigaray güç ve tahakküm ilişkilerine bağlı olarak zirve ile dip arasında gidip gelen eril gerginliğin karşısına mutluluğunu denize, suya emanet eden kadının sürekli esrik halini çıkarır. İhtişamın, hijyenik güneşin, otoriter bilgeliğin hâkim olduğu eril dünya kadını boğan bir dünyadır aynı zamanda.
Ve parıltılı saraylarından çok yosunların kuytusunda yaşamayı yeğlerim... Ve güneşinin parıltısında temiz ve kibar biri gibi kalacağıma tüm denizlerle ve yağmurla tekrar tekrar ıslat beni. Ve senin yaşlı bilge sözlerindense sabah çiyini içeceğim. (s. 84)
Farklılıktan, oluştan, çokluktan, değişimden söz edilmesine karşın Nietzsche'nin düşüncesi eril iktidar söylemine paralel olarak ötekine, ezilenlere, güçsüzlere, dışlanmışlara, kovulanlara karşı bir antipati içerir. "Senin ölçülerinin ulaşamadığı yerdedir terk edilmişlerin, kadınların yeri." (s. 58) Nietzsche ötekinin üzerine basarak, onun mutluluğunu çalarak daha yükseklere tırmanmayı amaçlamaktadır; ötekini kendi maddesine indirgeyerek sindirmek istemekte, onu kendi ritmine zorlamakta, onun farklılığını ve çeşitliliğini kendi döngüsüne tabi kılmaya çalışmaktadır. Nietzsche ötekinin kimliğini ve dilini bilmemekte, onu olası bir düşman olarak kurgulamakta, onda (özellikle de kadında) direnişini kırmak zorunda olduğu bir özün savunmaya yönelik gizinden başka bir şey görmemektedir.
Çünkü ötekinde değişiyorsun. Öteki oluyorsun ve geri dönüşü yok bunun. Senin oluşumunu harekete geçirmek, farklı biçimlerde biçimini bozmak ya da bozmamak ona düşüyor. Ona geçişin bedeninde bir iz bırakır. Senden ebediyen kaçan. (s. 98)
Nietzsche kadını kendi aynası, yankısı olarak görmek ister, bakışıyla kadını kendi imgelerine, yanılsamalarına indirgemeye çalışır, ondan kendi varlığını olumlamasını talep eder. Kadın Nietzsche'nin kendi kendisiyle olan ilişkisinde sesli bir aracı, onun ağzıyla kulağı arasındaki sürekliliktir. Nietzsche kadına farklı bir konuşma hakkı vermez, kadının onun varlığının labirentlerini keşfetmesi ihtimali Nietzsche'yi korkutur. Nietzsche keyfine göre kadını almak ya da atmak ister.
Ama senin oyunun değil mi bu? Dışarının sürekli içeri taşınması? Ve senin atılabileceğin hiçbir dışarının olmaması? O zaman benim çığlığım senin çağrının işaretinden başka bir şey değil. Ama artık sana dönmek istemiyorum. İçine girer girmez kusacaksın beni. Ve ben senin varlığındaki bu gidiş-gelişlerden çok deniz diplerini araştırmaktan hoşlanıyorum. (s. 21)
Erkek egemen toplumda nesnel kültür eril etkinliğin bir ürünü olarak görünür. Bu kültürün içerdiği diğer metalar gibi metalaştırılmış kadın bedeni de bir niceliğin, ölçülebilirliğin, bölünebilirliğin konusu haline gelir. "Bedenim sizin çizdiğiniz sınırlarla bölünmüş halde. Sizin yüklediğiniz özel aidiyetlerle." (s. 11) Nietzsche gücünü, bütünlüğünü kendinden farklı olanı araçsallaştıran, nesneleştiren eril ortak dil söylencesinden almaktadır. Nietzsche'nin şükransız sevinci, neşesi kendi konumunu birlik ve bütünlük içinde gören güç sahibinin ruh halinin yansımasıdır.
Merkezde, bölünmemiş yerde dans ediyorsun. İşte senin egemenliğin. (s. 65)
Ve ben senin yüklerini taşıyor olmasaydım kendi vaktime doğru daha hafif adımlarla gidecektim. Ve senin kötülüğünü taşıyor olmasaydım eğer, nasıl dans ederdim! (s. 37)
Eril mülkiyetçi benlik yapısı kendi ayrıcalıklı konumunu korumak için ötekini ıslah edilmesi gereken bir farklılık olarak görür. Öteki egemen söylem tarafından tanımlanır ve sistemle bir hiyerarşi ilişkisi içine sokularak kodlanır. Eril arzunun hareketi ötekiyle eşitsiz bir ilişkiyi gerektirir, çünkü farklı olanı aynı olana dönüştürmek üzere yola çıkar. Eril benliğin Nietzsche'ci "güçler fiziği"nden, mülkiyetçilikten, narsisizmden uzaklaşması bu benliğin "demokratikleşmesi" yolundaki asgari koşullardır. Ötekini canlı tutan, farklılığın riskini omuzlayabilen, benliğe geri dönme kaygısı taşımaksızın başkasına uzanıp giden, onun arzusunda kaybolmayı özleyen, kendindeki ötekiyi arayan bir arzunun oluşturulması bu bağlamda önem kazanır. Irigaray'ın Nietzsche'yle konuşması yer yer sertleşen tonuna karşın eril özneye bu yolda getirilen çok sayıda öneriyle doludur.
Ötekinin mutluluğunu kendin için en müthiş sarhoşluk gibi tatmayı istememen, işte senin talihsizliğin. (s. 25)
Eğer biri ve öteki eylemlerinin farklılığı içinde birleşmezlerse biri ötekinde, ne kendini ne ötekini hiç fark etmeyerek uçuruma düşme tehlikesine düşer. (s. 54)
Ben" ve "sen" arasında yeniden bir geçiş, hayatı ve ölümü paylaşma olmasını istiyorum. Seni sende bırakmak istemiyorum. Seni daha fazla ben yapmak istiyorum. (s. 29)
Öte yandan Nietzsche köleleri, güçsüzleri, ezilen kitleleri sevmiyordu. Ona göre ezilenler yönetenlere haset beslemekte, güç istencinden yönetenlerin iktidarını reddedip kendi iktidarlarını kurmayı anlamaktaydı. Nietzsche Batı uygarlığının tarihini olumsuz güç istencinin, dekadansın, varlıktan ve yaşamdan tiksinmeyi amaç haline getiren nihilizmin bir zaferi olarak görmekteydi. Nihilizmin aşılması ise olumlu güç istenci ve üst insanın varlığını gerektiriyordu. Yönetenle yönetilen arasındaki hiyerarşik bir ilişkiyi veri kabul eden Nietzshe bir yönetici kastın gerekli olduğunu söylüyordu. Diğer taraftan Nietzsche'nin düşüncesini sahiplenen Deleuze'den farklı olarak Pierre Klossowski Nietzsche ve Kısır Döngü adlı kitabında Nietzsche'nin yapıtındaki benin bir karşılıklılık temelinde oluşmadığını, kendinde çoğalan, kendiyle aynı kalan bir ben olduğunu, Nietzsche'nin başka bir bilinçle ilişki içinde kendini var eden bir bilinç anlayışından uzak olduğunu söyleyecekti. Gerçekten de Nietzsche ötekinin en önemli temsilcisi olan kadını dışlamakta, aşağılamaktaydı. Ona göre kadına hakikatten daha yabancı, zıt ve düşmanca bir şey yoktu; kadının en büyük sanatı yalandı; kadın güçlüleri zayıflatmakta, dekadant kişilerle işbirliği içinde fesat üretmekteydi.
Nietzsche'nin Deniz Aşığı kitabının yazarı Fransız feminist ve psikanalist Irigaray kitaplarında Batı kültürünün söylemlerini yapıbozumcu bir yaklaşımla yeniden değerlendiriyor. Irigaray'a göre söylemlerin, kültür sistemlerinin dışında toplumsal bir hakikat yoktur. Batıdaki felsefî söylemin iktidarı kadınsal olanın tabi kılınması, bastırılması ya da olumsuzlanması üzerine temellenmektedir. Felsefenin hep gizli tutulan öznesi aslında eril bir öznedir, kadınsal olanı eril olana, ötekini ve farklıyı aynı (eril) olana indirgeme iktidarına sahip bir öznedir. Batı felsefesinde arzunun yapısı erildir. Bu arzu ötekini mücadele edilmesi ve yenilmesi gereken bir nesne olarak görür. Farklı olan aynı olanla bir karşıtlık ilişkisi içinde ele alınır. Erkekler arasındaki iktidar ilişkisi kadınsalın, ötekiliğin olumsuzlanması temelinde şekillenir. Teoride efendi-köle mücadelesi olarak adlandırılan mücadele aslında erkekler arasında cereyan eden, kadınların özne konumuna sahip olmadıkları bir mücadeledir. Erkek diğer metalar gibi metalaştırdığı kadın bedenini de eril bir narsisizmin nesnesi haline getirmiştir. Erkek hem kendiyle hem de diğer erkeklerle ilişkisinde bir dolayıma ihtiyaç duyar. Kadın bu değiş tokuşun, geçişin, aktarımın bir aracı olarak, olumsuzlanan bir aracı olarak var olur. Irigaray kadınların bir dolaysızlık içinde yaşadıklarını söyler. Erkek dünyasına ait olan özne-nesne bölünmesi kadının dünyasına uzaktır. Irigaray aynılık ve tekilliğe dayalı eril bedenin iktidarına karşı farklılık ve çokkatlılığı içeren kadınsal bir beden yaklaşımını ön plana çıkarır. Eril teorik söylemin tek anlamlı hakikat iddiasını çürütmek üzere bu söylemi yeniden değerlendirmeye, deşifre etmeye girişir; eril iktidar sistemini bu yolla taciz etmeye, kadının elinden haksız olarak alınanı ona tekrar iade etmeye çalışır.
Irigaray kadınsal olana yakın bulduğu suya özel bir önem verir. Irigaray'a göre eril öznenin bakışı ve görmesi kadın bedeninin bastırılmasını beraberinde getirir. Eril bakış kadın bedenini nesneleştirir, anlamını sabitleştirir. Irigaray "Akışkanların Mekaniği" adlı denemesinde eril görmenin içerdiği katılık ve hareketsizliğin karşısında temasın hareketini ve akışkanlığını savunur. Böylece özne ile nesne arasındaki sabit ilişki ve karşıtlık sarsıntıya uğrar. Su özneler arasındaki açık seçik sınırları bulanıklaştırır, benliklerin sonsuz mübadelesine, olumsuzlama içermeyen, öznesiz ve nesnesiz bir arzunun oluşabilmesine imkân tanır. Akış ve hareketin, içsel-dışsal karşıtlığının ortadan kalkmasının ifadesi olan suyun başı sonu yoktur. Irigaray sabit sınırları olmayan bedeni sabit yatakları olmayan akıntılara benzetir.
Irigaray Nietzsche'nin Deniz Aşığı adlı kitabında Nietzsche'yle fiktif bir konuşma yaparak ondaki su korkusunun izlerini araştırır. Nietzsche denizde onun eril isteğine ve gücüne karşı direnen bir eylem tehlikesi görür. Nietzsche'nin dünyası sıcak, kurak, ışıklı, sağlam temelli bir yerdir. Nietzsche hep yükseklerde, doruklarda durur. Irigaray Nietzsche'ye sağlam bir yerin bulunmadığını, yükselenin uzaklaştığını ve kötülüğe yaklaştığını söyler. Irigaray'a göre yüksekliğin getirdiği eril güven, sertlik ve coşku her zaman çöküş riskini içinde taşır.
Senin mutluluğun bu tabii ki - ateşle oynamak. Ve fırında pişen metalden daha sert olmak. Ama hiç esnek olmayan genellikle kırılır. Ve çözülme zamanı gelir, dalgaların içinde paslanır. (s. 56)
Irigaray güç ve tahakküm ilişkilerine bağlı olarak zirve ile dip arasında gidip gelen eril gerginliğin karşısına mutluluğunu denize, suya emanet eden kadının sürekli esrik halini çıkarır. İhtişamın, hijyenik güneşin, otoriter bilgeliğin hâkim olduğu eril dünya kadını boğan bir dünyadır aynı zamanda.
Ve parıltılı saraylarından çok yosunların kuytusunda yaşamayı yeğlerim... Ve güneşinin parıltısında temiz ve kibar biri gibi kalacağıma tüm denizlerle ve yağmurla tekrar tekrar ıslat beni. Ve senin yaşlı bilge sözlerindense sabah çiyini içeceğim. (s. 84)
Farklılıktan, oluştan, çokluktan, değişimden söz edilmesine karşın Nietzsche'nin düşüncesi eril iktidar söylemine paralel olarak ötekine, ezilenlere, güçsüzlere, dışlanmışlara, kovulanlara karşı bir antipati içerir. "Senin ölçülerinin ulaşamadığı yerdedir terk edilmişlerin, kadınların yeri." (s. 58) Nietzsche ötekinin üzerine basarak, onun mutluluğunu çalarak daha yükseklere tırmanmayı amaçlamaktadır; ötekini kendi maddesine indirgeyerek sindirmek istemekte, onu kendi ritmine zorlamakta, onun farklılığını ve çeşitliliğini kendi döngüsüne tabi kılmaya çalışmaktadır. Nietzsche ötekinin kimliğini ve dilini bilmemekte, onu olası bir düşman olarak kurgulamakta, onda (özellikle de kadında) direnişini kırmak zorunda olduğu bir özün savunmaya yönelik gizinden başka bir şey görmemektedir.
Çünkü ötekinde değişiyorsun. Öteki oluyorsun ve geri dönüşü yok bunun. Senin oluşumunu harekete geçirmek, farklı biçimlerde biçimini bozmak ya da bozmamak ona düşüyor. Ona geçişin bedeninde bir iz bırakır. Senden ebediyen kaçan. (s. 98)
Nietzsche kadını kendi aynası, yankısı olarak görmek ister, bakışıyla kadını kendi imgelerine, yanılsamalarına indirgemeye çalışır, ondan kendi varlığını olumlamasını talep eder. Kadın Nietzsche'nin kendi kendisiyle olan ilişkisinde sesli bir aracı, onun ağzıyla kulağı arasındaki sürekliliktir. Nietzsche kadına farklı bir konuşma hakkı vermez, kadının onun varlığının labirentlerini keşfetmesi ihtimali Nietzsche'yi korkutur. Nietzsche keyfine göre kadını almak ya da atmak ister.
Ama senin oyunun değil mi bu? Dışarının sürekli içeri taşınması? Ve senin atılabileceğin hiçbir dışarının olmaması? O zaman benim çığlığım senin çağrının işaretinden başka bir şey değil. Ama artık sana dönmek istemiyorum. İçine girer girmez kusacaksın beni. Ve ben senin varlığındaki bu gidiş-gelişlerden çok deniz diplerini araştırmaktan hoşlanıyorum. (s. 21)
Erkek egemen toplumda nesnel kültür eril etkinliğin bir ürünü olarak görünür. Bu kültürün içerdiği diğer metalar gibi metalaştırılmış kadın bedeni de bir niceliğin, ölçülebilirliğin, bölünebilirliğin konusu haline gelir. "Bedenim sizin çizdiğiniz sınırlarla bölünmüş halde. Sizin yüklediğiniz özel aidiyetlerle." (s. 11) Nietzsche gücünü, bütünlüğünü kendinden farklı olanı araçsallaştıran, nesneleştiren eril ortak dil söylencesinden almaktadır. Nietzsche'nin şükransız sevinci, neşesi kendi konumunu birlik ve bütünlük içinde gören güç sahibinin ruh halinin yansımasıdır.
Merkezde, bölünmemiş yerde dans ediyorsun. İşte senin egemenliğin. (s. 65)
Ve ben senin yüklerini taşıyor olmasaydım kendi vaktime doğru daha hafif adımlarla gidecektim. Ve senin kötülüğünü taşıyor olmasaydım eğer, nasıl dans ederdim! (s. 37)
Eril mülkiyetçi benlik yapısı kendi ayrıcalıklı konumunu korumak için ötekini ıslah edilmesi gereken bir farklılık olarak görür. Öteki egemen söylem tarafından tanımlanır ve sistemle bir hiyerarşi ilişkisi içine sokularak kodlanır. Eril arzunun hareketi ötekiyle eşitsiz bir ilişkiyi gerektirir, çünkü farklı olanı aynı olana dönüştürmek üzere yola çıkar. Eril benliğin Nietzsche'ci "güçler fiziği"nden, mülkiyetçilikten, narsisizmden uzaklaşması bu benliğin "demokratikleşmesi" yolundaki asgari koşullardır. Ötekini canlı tutan, farklılığın riskini omuzlayabilen, benliğe geri dönme kaygısı taşımaksızın başkasına uzanıp giden, onun arzusunda kaybolmayı özleyen, kendindeki ötekiyi arayan bir arzunun oluşturulması bu bağlamda önem kazanır. Irigaray'ın Nietzsche'yle konuşması yer yer sertleşen tonuna karşın eril özneye bu yolda getirilen çok sayıda öneriyle doludur.
Ötekinin mutluluğunu kendin için en müthiş sarhoşluk gibi tatmayı istememen, işte senin talihsizliğin. (s. 25)
Eğer biri ve öteki eylemlerinin farklılığı içinde birleşmezlerse biri ötekinde, ne kendini ne ötekini hiç fark etmeyerek uçuruma düşme tehlikesine düşer. (s. 54)
Ben" ve "sen" arasında yeniden bir geçiş, hayatı ve ölümü paylaşma olmasını istiyorum. Seni sende bırakmak istemiyorum. Seni daha fazla ben yapmak istiyorum. (s. 29)
Yaşar Çabuklu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder