İşte bu yüzden bu yeni teknolojilerin devrimci bir şekilde kullanılması imkânsız. Yanlış anlama, savaşın olası devrimci kullanımı hakkındaki eski yanlış anlamaya benziyor, pek çok tanınmış anarşist Birinci Dünya Savaşı patladığında bu yanlış anlamaya kurban gitmişti. Savaşın devrimci bir şekilde kullanılması imkânsızdır, çünkü savaş her zaman bir ölüm aracıdır. Yeni teknolojilerin devrimci bir şekilde kullanılması imkânsızdır, çünkü yeni teknolojiler hep ölüm araçları olacaktır. Yani bize kalan tek şey onları yok etmek… saldırmak, şimdi, gelecekte değil, proje tamamlandığı zaman değil, kendilerini aldatanlar bundan vazgeçtiği zaman değil, şimdi sabote etmek, şimdi saldırmak. Ulaştığımız sonuç bu. Başlangıçta söylediğimizin açığa kavuşturulduğu nokta, yıkıcı saldırı noktası. İşte bu noktada teori uygulama ile birleşiyor ve sanayi sonrası kapitalizmin analizi kapitalizme saldırının aracı oluyor. İsyancı ve devrimci anarşizm için bir araç oluyor ve bu sayede insanın dikkatini kapitalizmin yeniden yapılandırılması projesini mümkün kılan şeylere –insanlara ve nesnelere- ve kimin sorumluluklarının açık olduğuna çekiyor.
Bugün, her zamankinden de çok, eşitsizliğin köküne saldırmak demek bilginin eşitsiz olarak dağıtılmasını mümkün kılan şeylere doğrudan saldırmak demek ve bunun sebebi, ilk defa, gerçekliğin kendisinin bilgisi olması, ilk defa kapitalizm bilgi oldu. Bilginin ayrıntılandığı merkezler, örneğin üniversiteler, bir zamanlar belirli ihtiyaçlar için danışılan tecrit edilmiş yerlerken, bugün kapitalist yeniden yapılanmanın merkezindeler. Bu yüzden, bilginin dağıtılması gerçekten mümkün. Bunun acil bir sorun olduğu konusunda ısrar ediyorum, çünkü gördüğünüz zaman farkı kavramanız mümkün. Ama aralarında hiçbir iletişim olmayan iki farklı bilgi türü arasında –dâhil edilmiş olanların bilgisi ile dışlanmış olanların bilgisi arasında- net bir ayrım olduğunda, artık çok geç olacak. Eğitim kalitesinin düşürülmesi projesini düşünün. Bir zamanlar bilgi edinme için bir araç olan kitlesel eğitimin son yirmi sene içinde bir niteliksizleştirme aracına dönüşmesini düşünün. Bilginin düzeyi düşürüldü, ama sınırlı ve imtiyazlı bir azınlık başka bilgileri edinmeye, Kapital tarafından organize edilmiş özel master dereceleri edinmeye devam ediyor.
Bana göre bu da saldırı aciliyetini ve ihtiyacını gösteriyor. Saldırı, evet. Ama körlemesine değil. Çaresiz, mantıksız saldırı değil. Tasarlanmış, devrimci saldırı, anlamak ve eyleme geçmek üzere gözler iri iri açılmış şekilde. Örneğin, kapitalin var olduğu, zaman ve uzamda gerçekleştirildiği durumların hepsi birbiriyle aynı değil. Bazı bağlamlarda isyan başka yöntemlerden daha ileri bir yöntem, ama yine de kitlesel mücadelelerin uluslararası alanda gerçekleşmesi oldukça mümkün. Mevcut mücadelelere müdahale etmek hala mümkün, yani yerel olsa bile, özel bir sorundan doğan belirli hedefleri içine alan mücadelelere. Bunlara ikincil derecede önem atfedilmemeli. Bu tür mücadeleler de kapitalizmin evrensel projesine zarar verir ve bizim onlara müdahalemiz bir direnç unsuru olarak düşünülebilir, sınıfsal yapının kırılmasını frenleyebilir. Bu akşam burada olan yoldaşların çoğunun bu tür şeyler yaşadıklarını, belirli mücadelelere doğrudan katıldıklarını biliyorum.
Bu yüzden yeni araçlar icat etmeliyiz. Bu araçlar, ticaret sendikalarının ya da parti önderliklerinin aracılığı olmadan mücadelelerin gerçekliğini etkileme kapasitesine sahip olmalı. Sınırlı olsa bile açık hedefler önermeli, evrensel değil özel hedefler, kendileri içinde devrimci olmayan hedefler. Belirli hedeflere işaret etmeliyiz, çünkü insanların çocuklarını beslemesi gerek. Herkesin evrensel anarşizm adına kendini feda etmesini bekleyemeyiz. O zaman, anarşist olarak bizim varlığımız insanları kendi çıkarları uğruna mücadele etmeye yöneltme görevini görür, çünkü bu hedeflere ancak doğrudan otonom mücadeleler aracılığı ile ulaşılabilir ve bir kez hedefe ulaşınca, çekirdek solar ve kaybolur. Sonra yoldaşlar farklı koşullar altında yeniden başlar.
Hangi yoldaşlardan bahsediyoruz? Hangi anarşistlerden bahsediyoruz? Çoğumuz anarşistiz, ama kaçımız gerçek, somut eylemlere hazırız? Bugün burada olan kaç kişi meselenin eşiğinde duruyor ve şöyle diyor: mücadelede varız, projemizi öneriyoruz, sonra işçiler, sömürülenler dilediklerini yapıyor. Bizim işimiz bitti. Vicdanımız rahat. Temel olarak, anarşistin işi propaganda değilse ne? Anarşistler olarak, tüm sosyal sorunların çözümünü biliyoruz. Bu yüzden kendimizi sorunun sonuçlarının acısını çeken insanlara sunuyoruz. Çözümümüzü öneriyoruz, sonra eve gidiyoruz. Hayır, bu tür anarşizm sonsuza dek ortadan kaybolmak üzeredir. Kalan son mumyalar tarihe aittir. Yoldaşlar mücadelelerin sorumluluğunu doğrudan ve kişisel olarak kendi üstlerine almalıdırlar, çünkü sömürülenlerin mücadele etmesi gereken hedef ve genellikle mücadele etmedikleri hedef ortak bir hedeftir, çünkü biz de onlar kadar sömürülüyoruz. Biz ayrıcalıklı değiliz. İki farklı dünyada yaşamıyoruz. Onların (sözde kitlelerin) bizden önce saldırmasını gerektirecek ciddi bir sebep yok. Onların yerine bizim saldırmamız gerektiğini neden hissedelim, bunu da göremiyorum. Kuşkusuz ideal olan kitle mücadelesidir. Ama kapitalist yeniden yapılandırmanın karşısında, anarşistler sorumlu hissediyorlar ve kişisel olarak, doğrudan, kitle mücadelesinin işaretlerini beklemeden saldırmaya karar veriyorlar. Çünkü kitle mücadelesi asla gerçekleşmeyebilir. İşte yıkıcı eylem burada gerçekleşiyor. Çember işte burada kapanıyor. Ne bekliyoruz ki?
Sonuç, bireysel yıkım eylemleri. Ama burada önemli bir itiraz geliyor: insan bir bilgisayarı paramparça etmekle ne kazanır? Bu teknoloji sorununu çözer mi? Bu soru, önemli bir soru, sosyal sabotaj hipotezi üzerinde çalışırken gelmişti bize. Şöyle deniyordu: bir direği yok etmekle ne sonuç elde edilir? Her şeyden önce, sabotaj sorusu teknolojinin uç noktalarında değil iletişim ağına yöneltilmeli. Yani teknolojinin ülkeye nasıl dağıtıldığını bilme sorununa geri dönüyoruz ve bir anlığına konudan ayrılmama izin verirseniz, burada ortaya çıkan ciddi bir soruna işaret etmek istiyorum. Kendime “ciddi sorun” terimini kullanma izni veriyorum, çünkü belirli bir insana saldırarak gizli, silahlı bir organizasyonun ne yaptığını düşündüğü ile teknolojik bir gerçekliğe saldırarak anarşist isyancı bir yapının ne yaptığını düşündüğü arasında bir karşılaştırma yapıldı ve sonuç olarak aralarında fazla fark olmadığı iddia edildi. Ama bir fark var, hem de önemli bir fark. Ama bu insanlar ile nesneler arasındaki fark değil. Çok daha önemli bir fark, çünkü gizli, silahlı bir organizasyonun hedefleri merkezcilik hatasını içeriyor. Kişiye saldırırken, organizasyon Kapital’in merkezine saldırdığına inanıyor. Bu tür bir hata anarşist isyancı organizasyonda imkânsızdır, çünkü o teknolojik bir gerçekleşmeye (ya da bu gerçekleşmeden sorumlu kişiye) saldırdığı zaman, bir Kapitalizm merkezine saldırmadığının tamamen farkındadır. Seksenlerin ilk yarısında, İtalya’daki nükleer tesisler aleyhine dev kitle mücadeleleri yapıldı. Bunların en önemlilerinden biri, Comiso’daki füze üssüne karşı olanıydı. Bu bağlamda base nuclei kavramını fark ettik. Üç sene boyunca yerel halkın yanında mücadele ettik. Bu bir kitle mücadelesiydi ve muhtelif sebeplerden dolayı üssün inşasını engelleyemedik. Ama bizim düşündüğümüz tek mücadele türü değil bu, yalnızca isyancı anarşistler olarak katılabileceğimiz olası mücadelelerden biri, olası pek çok aracı mücadelelerden biri. Bir başka yönde, takip eden senelerde İtalya’da elektrik üretim tesisleri ile ilgili yapılara dört yüzden fazla saldırı düzenlendi. Kömürle işletilen elektrik üretim tesislerine sabotaj düzenlendi, yüksek voltajlı direkler yıkıldı ve bunların bazıları bütün bir bölgeye güç sağlayan dev direklerdi. Bu mücadelelerin bazıları kitle mücadelelerine dönüştü; bazı sabotaj projelerine kitle müdahalesi oldu, bazılarına olmadı. Kırsal alanda, karanlık bir gece, ismi bilinmeyen yoldaşlar bir direği patlatıyordu. Bu tür saldırılar tüm ülkeye yayıldı ve bana göre iki ana niteliği vardı: Sermayeye karşı kolayca gerçekleşen bir saldırı türü oluşturuyorlardı ve bunu yaparken çok yıkıcı teknoloji kullanmıyorlardı ve ikinci olarak, kolaylıkla taklit edilebiliyorlardı. Herkes gece bir yürüyüşe çıkabilir. Sağlıklıdır da. Yani anarşistler pasif kalıp kitlelerin uyanmasını beklememişler, kendileri bir şey yapmayı düşünmüşlerdir. Hakkında bilgimiz olan dört yüz saldırıya ek olarak, dört yüz eylemin daha yapılmış olması mümkündür; Devlet bu eylemleri gizliyor, çünkü onlardan korkuyor. Tüm ülkeye kılcal damarlar gibi yayılan bir sabotaj salgınını kontrol altına almak imkânsız olurdu.
Dünyadaki hiçbir ordu bu tür eylemleri kontrol etmeyi başaramaz. Bildiğimiz kadarıyla, bilinen dört yüz saldırı ile bağlantılı olarak tek bir yoldaş bile tutuklanmadı.
Burada konuyu toparlamak istiyorum, çünkü yeterince çok konuştuğumu düşünüyorum. Bizim isyancı seçimimiz anarşisttir. Karakterimize bağlı bir seçim, yüreğimizden gelen bir seçim olmaya ek olarak, mantığın seçimi, analitik düşüncenin bir sonucu olduğunu da söyleyebiliriz. Bugünkü global kapitalist yeniden yapılanma hakkında bildiklerimiz, hemen, yıkıcı müdahaleden başka anarşistlere açık yol olmadığını göstermektedir bizlere. İşte bu yüzden isyancıyız ve her tür ideolojiye ve gevezeliğe karşıyız. İşte bu yüzden anarşizm ideolojisine ve anarşizm hakkındaki bunca gevezeliğe karşıyız. Meyhane sohbetleri zamanı sona erdi. Düşman bu büyük salonun hemen dışında, herkesin görebileceği bir yerde. Bu yalnızca ona saldırma meselesi. İsyancı anarşist yoldaşların zamanlamayı ve yöntemi nasıl seçeceklerini bildiğinden eminim, çünkü bu düşmanın yok edilmesi sayesinde, yoldaşlar, anarşiyi gerçekleştirmek mümkün olacak.
Alfredo Bonanno
Bugün, her zamankinden de çok, eşitsizliğin köküne saldırmak demek bilginin eşitsiz olarak dağıtılmasını mümkün kılan şeylere doğrudan saldırmak demek ve bunun sebebi, ilk defa, gerçekliğin kendisinin bilgisi olması, ilk defa kapitalizm bilgi oldu. Bilginin ayrıntılandığı merkezler, örneğin üniversiteler, bir zamanlar belirli ihtiyaçlar için danışılan tecrit edilmiş yerlerken, bugün kapitalist yeniden yapılanmanın merkezindeler. Bu yüzden, bilginin dağıtılması gerçekten mümkün. Bunun acil bir sorun olduğu konusunda ısrar ediyorum, çünkü gördüğünüz zaman farkı kavramanız mümkün. Ama aralarında hiçbir iletişim olmayan iki farklı bilgi türü arasında –dâhil edilmiş olanların bilgisi ile dışlanmış olanların bilgisi arasında- net bir ayrım olduğunda, artık çok geç olacak. Eğitim kalitesinin düşürülmesi projesini düşünün. Bir zamanlar bilgi edinme için bir araç olan kitlesel eğitimin son yirmi sene içinde bir niteliksizleştirme aracına dönüşmesini düşünün. Bilginin düzeyi düşürüldü, ama sınırlı ve imtiyazlı bir azınlık başka bilgileri edinmeye, Kapital tarafından organize edilmiş özel master dereceleri edinmeye devam ediyor.
Bana göre bu da saldırı aciliyetini ve ihtiyacını gösteriyor. Saldırı, evet. Ama körlemesine değil. Çaresiz, mantıksız saldırı değil. Tasarlanmış, devrimci saldırı, anlamak ve eyleme geçmek üzere gözler iri iri açılmış şekilde. Örneğin, kapitalin var olduğu, zaman ve uzamda gerçekleştirildiği durumların hepsi birbiriyle aynı değil. Bazı bağlamlarda isyan başka yöntemlerden daha ileri bir yöntem, ama yine de kitlesel mücadelelerin uluslararası alanda gerçekleşmesi oldukça mümkün. Mevcut mücadelelere müdahale etmek hala mümkün, yani yerel olsa bile, özel bir sorundan doğan belirli hedefleri içine alan mücadelelere. Bunlara ikincil derecede önem atfedilmemeli. Bu tür mücadeleler de kapitalizmin evrensel projesine zarar verir ve bizim onlara müdahalemiz bir direnç unsuru olarak düşünülebilir, sınıfsal yapının kırılmasını frenleyebilir. Bu akşam burada olan yoldaşların çoğunun bu tür şeyler yaşadıklarını, belirli mücadelelere doğrudan katıldıklarını biliyorum.
Bu yüzden yeni araçlar icat etmeliyiz. Bu araçlar, ticaret sendikalarının ya da parti önderliklerinin aracılığı olmadan mücadelelerin gerçekliğini etkileme kapasitesine sahip olmalı. Sınırlı olsa bile açık hedefler önermeli, evrensel değil özel hedefler, kendileri içinde devrimci olmayan hedefler. Belirli hedeflere işaret etmeliyiz, çünkü insanların çocuklarını beslemesi gerek. Herkesin evrensel anarşizm adına kendini feda etmesini bekleyemeyiz. O zaman, anarşist olarak bizim varlığımız insanları kendi çıkarları uğruna mücadele etmeye yöneltme görevini görür, çünkü bu hedeflere ancak doğrudan otonom mücadeleler aracılığı ile ulaşılabilir ve bir kez hedefe ulaşınca, çekirdek solar ve kaybolur. Sonra yoldaşlar farklı koşullar altında yeniden başlar.
Hangi yoldaşlardan bahsediyoruz? Hangi anarşistlerden bahsediyoruz? Çoğumuz anarşistiz, ama kaçımız gerçek, somut eylemlere hazırız? Bugün burada olan kaç kişi meselenin eşiğinde duruyor ve şöyle diyor: mücadelede varız, projemizi öneriyoruz, sonra işçiler, sömürülenler dilediklerini yapıyor. Bizim işimiz bitti. Vicdanımız rahat. Temel olarak, anarşistin işi propaganda değilse ne? Anarşistler olarak, tüm sosyal sorunların çözümünü biliyoruz. Bu yüzden kendimizi sorunun sonuçlarının acısını çeken insanlara sunuyoruz. Çözümümüzü öneriyoruz, sonra eve gidiyoruz. Hayır, bu tür anarşizm sonsuza dek ortadan kaybolmak üzeredir. Kalan son mumyalar tarihe aittir. Yoldaşlar mücadelelerin sorumluluğunu doğrudan ve kişisel olarak kendi üstlerine almalıdırlar, çünkü sömürülenlerin mücadele etmesi gereken hedef ve genellikle mücadele etmedikleri hedef ortak bir hedeftir, çünkü biz de onlar kadar sömürülüyoruz. Biz ayrıcalıklı değiliz. İki farklı dünyada yaşamıyoruz. Onların (sözde kitlelerin) bizden önce saldırmasını gerektirecek ciddi bir sebep yok. Onların yerine bizim saldırmamız gerektiğini neden hissedelim, bunu da göremiyorum. Kuşkusuz ideal olan kitle mücadelesidir. Ama kapitalist yeniden yapılandırmanın karşısında, anarşistler sorumlu hissediyorlar ve kişisel olarak, doğrudan, kitle mücadelesinin işaretlerini beklemeden saldırmaya karar veriyorlar. Çünkü kitle mücadelesi asla gerçekleşmeyebilir. İşte yıkıcı eylem burada gerçekleşiyor. Çember işte burada kapanıyor. Ne bekliyoruz ki?
Sonuç, bireysel yıkım eylemleri. Ama burada önemli bir itiraz geliyor: insan bir bilgisayarı paramparça etmekle ne kazanır? Bu teknoloji sorununu çözer mi? Bu soru, önemli bir soru, sosyal sabotaj hipotezi üzerinde çalışırken gelmişti bize. Şöyle deniyordu: bir direği yok etmekle ne sonuç elde edilir? Her şeyden önce, sabotaj sorusu teknolojinin uç noktalarında değil iletişim ağına yöneltilmeli. Yani teknolojinin ülkeye nasıl dağıtıldığını bilme sorununa geri dönüyoruz ve bir anlığına konudan ayrılmama izin verirseniz, burada ortaya çıkan ciddi bir soruna işaret etmek istiyorum. Kendime “ciddi sorun” terimini kullanma izni veriyorum, çünkü belirli bir insana saldırarak gizli, silahlı bir organizasyonun ne yaptığını düşündüğü ile teknolojik bir gerçekliğe saldırarak anarşist isyancı bir yapının ne yaptığını düşündüğü arasında bir karşılaştırma yapıldı ve sonuç olarak aralarında fazla fark olmadığı iddia edildi. Ama bir fark var, hem de önemli bir fark. Ama bu insanlar ile nesneler arasındaki fark değil. Çok daha önemli bir fark, çünkü gizli, silahlı bir organizasyonun hedefleri merkezcilik hatasını içeriyor. Kişiye saldırırken, organizasyon Kapital’in merkezine saldırdığına inanıyor. Bu tür bir hata anarşist isyancı organizasyonda imkânsızdır, çünkü o teknolojik bir gerçekleşmeye (ya da bu gerçekleşmeden sorumlu kişiye) saldırdığı zaman, bir Kapitalizm merkezine saldırmadığının tamamen farkındadır. Seksenlerin ilk yarısında, İtalya’daki nükleer tesisler aleyhine dev kitle mücadeleleri yapıldı. Bunların en önemlilerinden biri, Comiso’daki füze üssüne karşı olanıydı. Bu bağlamda base nuclei kavramını fark ettik. Üç sene boyunca yerel halkın yanında mücadele ettik. Bu bir kitle mücadelesiydi ve muhtelif sebeplerden dolayı üssün inşasını engelleyemedik. Ama bizim düşündüğümüz tek mücadele türü değil bu, yalnızca isyancı anarşistler olarak katılabileceğimiz olası mücadelelerden biri, olası pek çok aracı mücadelelerden biri. Bir başka yönde, takip eden senelerde İtalya’da elektrik üretim tesisleri ile ilgili yapılara dört yüzden fazla saldırı düzenlendi. Kömürle işletilen elektrik üretim tesislerine sabotaj düzenlendi, yüksek voltajlı direkler yıkıldı ve bunların bazıları bütün bir bölgeye güç sağlayan dev direklerdi. Bu mücadelelerin bazıları kitle mücadelelerine dönüştü; bazı sabotaj projelerine kitle müdahalesi oldu, bazılarına olmadı. Kırsal alanda, karanlık bir gece, ismi bilinmeyen yoldaşlar bir direği patlatıyordu. Bu tür saldırılar tüm ülkeye yayıldı ve bana göre iki ana niteliği vardı: Sermayeye karşı kolayca gerçekleşen bir saldırı türü oluşturuyorlardı ve bunu yaparken çok yıkıcı teknoloji kullanmıyorlardı ve ikinci olarak, kolaylıkla taklit edilebiliyorlardı. Herkes gece bir yürüyüşe çıkabilir. Sağlıklıdır da. Yani anarşistler pasif kalıp kitlelerin uyanmasını beklememişler, kendileri bir şey yapmayı düşünmüşlerdir. Hakkında bilgimiz olan dört yüz saldırıya ek olarak, dört yüz eylemin daha yapılmış olması mümkündür; Devlet bu eylemleri gizliyor, çünkü onlardan korkuyor. Tüm ülkeye kılcal damarlar gibi yayılan bir sabotaj salgınını kontrol altına almak imkânsız olurdu.
Dünyadaki hiçbir ordu bu tür eylemleri kontrol etmeyi başaramaz. Bildiğimiz kadarıyla, bilinen dört yüz saldırı ile bağlantılı olarak tek bir yoldaş bile tutuklanmadı.
Burada konuyu toparlamak istiyorum, çünkü yeterince çok konuştuğumu düşünüyorum. Bizim isyancı seçimimiz anarşisttir. Karakterimize bağlı bir seçim, yüreğimizden gelen bir seçim olmaya ek olarak, mantığın seçimi, analitik düşüncenin bir sonucu olduğunu da söyleyebiliriz. Bugünkü global kapitalist yeniden yapılanma hakkında bildiklerimiz, hemen, yıkıcı müdahaleden başka anarşistlere açık yol olmadığını göstermektedir bizlere. İşte bu yüzden isyancıyız ve her tür ideolojiye ve gevezeliğe karşıyız. İşte bu yüzden anarşizm ideolojisine ve anarşizm hakkındaki bunca gevezeliğe karşıyız. Meyhane sohbetleri zamanı sona erdi. Düşman bu büyük salonun hemen dışında, herkesin görebileceği bir yerde. Bu yalnızca ona saldırma meselesi. İsyancı anarşist yoldaşların zamanlamayı ve yöntemi nasıl seçeceklerini bildiğinden eminim, çünkü bu düşmanın yok edilmesi sayesinde, yoldaşlar, anarşiyi gerçekleştirmek mümkün olacak.
Alfredo Bonanno
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder