"Hayal gücü yokluğu modellere ihtiyaç duyar; tam manasıyla onlara güvenir ve yalnızca onlar sayesinde yaşar."
Kuzey Amerika'da hiçbir anarşist hareketin olmadığını iddia etmek kolaydır. Bu iddia kişiyi o hareketin doğasını ve insanların hareket içindeki rollerini incelemekten kurtarır. Ama yayınlar, kitabevleri, anarşist evler, işgal evleri şebekesi ve bunları devlet karşıtı perspektiflere bağlayan yazılar kuşkusuz mevcut. İsyan sembolleri, ritüelleri ve ıvır zıvırlarıyla dolu bir altkültür olarak kristalleşiyor bunlar. Peki, bir altkültür arzuladıkları hayatları yaşayabilecek özgür bireyler yaratabilir mi? Anarşist altkültür açıkça yapıyor bunu. Bu makalede bunun nedenlerini ortaya koymayı umuyorum.
Anarşist altkültür belli ki isyankâr etkinlik, tarihsel araştırma, toplumsal analiz (teori), yaratıcı oyun ve benin özgürleşmesi arayışlarını ihtiva ediyor. Ama bunlar toplumu anlamayı hedefleyen ve kendi yaşamlarımızı yaratabilmemizin olanaklarını açacak entegre bir praksis olarak var olmuyorlar, ama daha çok toplumsal kurallar olarak, zaman zaman üst üste çakışan, ama çoğunlukla ayrı duran özellikle kendi kendilerini ve yarattıkları altkültürü korumak işlevi gören bir praksisler bütünü olarak var oluyorlar. Bu altkültür de daha sonra, onları yaratıyor.
Siyaseten doğrucu militanlar altkültürdeki radikal eylemi domine ediyorlar. Toplumsal analiz ihtiyacını reddediyorlar. Sonuçta, meseleler çoktan sol liberaller tarafından ortaya konmuştur; -feminizm, gay kurtuluşu, ırkçılık karşıtlığı, hayvanların kurtuluşu, ekoloji, sosyalizm, savaş karşıtlığı- buna bir tutam da devlet karşıtlığı da eklediniz mi tamamdır. İşte size anarşizm! Ha, öyle değil mi?
Kimsenin anarşist kimliklerinden kuşku duymayacağını garantilemek için, anarşist militanlar gösterilerde en çok bağıran olurlar, birkaç bayrak yakarlar ve aynasızlarla, faşistlerle ve RCP'lilerle (Devrimci Komünist Parti) her karşılaştıkları yerde dövüşmeye hazır olurlar. Yapmayacakları şey faaliyetlerini ya da militan olarak rollerini analiz etmektir; toplumun gerçekten altını mı oyuyorlar yoksa sadece sadık muhalefet rolünü mü oynuyorlar, gösteri toplumunun gösterisi içindeki rollerini oynayarak toplumu mu güçlendiriyorlar, bunu anlamaya çalışmaktır. Analiz yapmayı reddedişleri kendi kendilerini kandırmalarıyla, anarşizme döndürülmesi gereken bir kitle hareketinin bir parçası olduklarına inanmalarıyla sonuçlanıyor.
Hâlbuki bu kıtada böyle bir kitle hareketi yok ve militanların faaliyetleri anarşist altkültürdeki yerlerini sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramayan muhalefet ritüelleri içinde geçiyor. Anarşist tarihçiler genelde profesörler, yayıncılar ve kitabevi idarecileri, anarşist tarihle ilgili bilgilerin ulaşılabilirliğini sürdürmekle ilgileniyorlar. Bu insanların çoğu iyi niyetli, ama tarihlerine eleştirel analiz uygulamakta başarısız oluyorlar. Anarşist tarihsel materyalin büyük kısmı mitoloji, kahramanlar, şehitler ve taklit edilecek modeller yaratmak amacına hizmet ediyor gibi.
Ama tüm bu modeller geçici anarşist durumlardan fazlasını yaratmaya yardım etmiyorlar. Bu, en azından, otoriteler tarafından ezildiklerine dair basit iddianın ötesinde, neden ve nasıl başarısız olduklarını soruşturmaya yol açıyor. Böyle bir analizin eksikliği, anarşist tarihi bugünün otorite karşıtı mücadeleleri için büyük anlamda yararsız kıldı, ana akım anarşist tarih toplum için neyse anarşist altkültür de ona döner, yani şeylerin mevcut düzenini ayakta tutan bir mite… Kimi otorite karşıtı teorisyenler toplumun en temel ayaklarına saldırdılar, evcilleştirilmemizdeki rollerini gösterdiler. Teorisyenlerin bu tür şeyleri araştırmaları kimilerinin "anarşist" etiketini de bir kenara bırakmasına neden oldu, otoriteyi reddedişleriyle ve yazıları ve arkadaşları vasıtasıyla altkültürlerle kurdukları bağ uyarınca altkültür içindeki rollerini de sürdürdüler. Ve düşünsel araştırmalarının tüm derinliğinin sonucu olarak ortaya çıkan belirli bir çalışmayı reddetme, büyük mağazalardan hırsızlık yapma ve küçük çaplı vandallıklar pratiklerinin özeti gibiydi.
Eleştirilerinde açığa çıkardıkları tahakkümün tümüne karşı isyanlarını ifade etmenin pratik yollarını aramadıkları için, bu eleştiriler radikal teori olarak keskinliklerini yitiriyorlar ve daha çok felsefeye benziyorlar. Artık etkin bir isyanın aracı olmayan düşünceleri bunun yerine anarşist düşüncenin zihinsel sınırını tanımlayan bir araca, herhangi bir alanın yeterince radikal olup olmadığını anlamaya yarayan bir araca dönüyor. Bu şekilde, anarşist altkültür içinde aydının rolü de sürer gider. Yaratıcı oyun da altkültür içinde özelleşmiştir. Sanatın yerini herkesin oynadığı kendiliğinden, yaratıcı, özgür oyunun alması çağrısını yapan eleştiriyi unutarak, posta sanatçıları, performans sanatçıları ve "karşı-sanatçılar" sanat kategorisini kendileri için talep ettiler, kendiliğindenliği ve özgürlüğü yıktılar ve faaliyetlerinin çoğu -festivaller, vahşi şiir okuma günleri, doğaçlamaya dayanan gürültü müziği gösterileri ve etkileşimli tiyatrolar- çok eğlenceli olabilir ve bu anlamda katılmaya değer, ama sanat adıyla çerçeveye oturtulduğunda, yıkıcı ısırıkları cansızlaşıyor demektir. Yaratıcılığa kıymet biçerken, bu sanatçılar "yaratıcı olmayı" eğlenmekten daha önemli hale getirdiler ve sanat yaratımı sırasında bir şeylerin kullanılıyor olabileceğine dair eleştirilerini azalttılar. Yaratıcı süreç rekupere edilerek sanat işleri yapan üretici bir emek formuna büründürülmüştür. Detournement eylemleri posta sanatı şovlarında gösteriye dönüştüler.
Yıkıcılık toplum tarafından sanat olarak rekupere edildi. Sanatın toplumsal ve kültürel bir kategori olduğunu yok sayarak, anarşik sanatçılar sanatın kültüre karşı muhalefet ettiğini iddia ederler, ama faaliyetleri onlar için anarşist altkültür içinde kültürel işçi rolünü yaratır. Situasyonistler devrimci praksisin terapatik olmaya ihtiyaç duyduğunu söylediklerinde, kimi Kuzey Amerikalı anarşistlerin buna ve birkaç tam hazmedilmemiş situasyonist fikirlerle birlikte new age psikoterapilerine bağlanmanın yollarını bulacakları konusunda elbette hiçbir fikirleri yoktu -fakat yani, bu Yankeeler (ve Kanadalılar) kuşkusuz yaratıcı tipler, öyle değil mi?
New age terapileri anarşist altkültüre büyük ölçüde feminist, gay kurtuluşu ve benzeri hareketler üzerinden geldi. Bu terapileri uygulamak için verilen sebepler kendi kendini keşfetme ve öz kurtuluştu. Ama tüm psikoterapiler -hümanist ve “üçüncü güç” psikologlarınınkiler dahil- insanları topluma entegre etmek için geliştirilmişti. Feministler, gay kurtuluşçuları ve benzeri gruplar terapatik teknikleri kullanmaya başladıklarında, bireylerin dünyayı görüp hakkında eylem yapabilecekleri ortak bir çevreye entegre olmalarına yardım etti. Anarko-terapistler bu tür pratikleri meditasyon, oyun terapisi, destek ve ayrı mekanlar için uyguladılar. Meditasyon gerçekten içkinin veya uyuşturucunun fiziksel zararlarına uğramadan başvurulabilecek bir kaçış biçimidir.
Gündelik yaşamın sıkıntılarını hafifletir, kaldırılamayacak kadar ağır olmalarını engeller. Bu şekilde, faydalı da olabilir, ama kişinin kendi kendini özgürleştirmesine faydası olmaz.
Terapi olarak oyun, sanat olarak oyun gibi, yıkıcı keskinliğini yitirmiştir. Parametreleri tanımlanmıştır, güvenli bir yer haline gelir, istimi salınmıştır, taşıdığı bütün risklerle gerçek bir kopuş olmaktan uzaklaşmıştır. Otoriteye ya da iş ahlakına meydan okumaz, çünkü oynadığı oyun güvenli bir biçimde üretici yararlılığın çerçevesine oturtulmuştur ve düzenli bir çerçeve içinde olsa otoriteye meydan okuyabilecek kaotik enerjiyi açığa çıkarır. Destek grubu terapisi kendi kendini aldatmanın özellikle sinsi bir biçimidir. Bir grup insan paylaştıkları varsayılan ortak bir sorun, yük ya da baskı hakkında konuşmak üzere bir araya gelirler. Bu pratik anında sorunu gündelik hayatın evreninden çekip alır, bireysel ilişkilerden ve belirli koşullardan kopartır ve ideolojik bir çerçeveye oturabileceği "bizim ortak sıkıntımız" evrenine taşır.
Destek grupları grubun çalışmasını şekillendirecek belirli bir amaç etrafında toplanırlar (başka türlü zaten neden oluşturulsunlar ki?), sonuçlar da grup ideolojisinin çerçevesine sıkıştıracak biçimde çıkartılır.
Ayrı mekânların (kadınlara özel, gaylere özel, vs.) yaratımı da dışarıdan hiçbir öğenin girememesini garanti ederek destek grubu terapisinin en kötü eğilimlerini güçlendiriyor. Anarşistler bu pratiğin otoriter yanlarını ve saklı bağnazlığını görmezden geliyor, ezilen grupların pratiği olduğu için hoş görüyorlar. Tüm bu terapatik formlar insanları gündelik hayat deneyimlerinden ayırıyor ve onları belirli bir toplumsal ve ideolojik çerçeveye entegre olmaya hazırlanabilecekleri ayrı bir "terapatik" âleme yerleştiriyorlar.
Anarko-terapistler söz konusu olduğunda, anarşist altkültürün çerçevesi ve bu çerçevede oynayacakları rol söz konusu oluyor. Benim anarşist altkültürde tanıştığım insanların çoğu samimi insanlardır. Gerçekten otoriteye saldırmak ve onu yıkmak isterler.
Ama onlar da toplumun bir üretimidirler, kendilerine ve arzularına güvenmeme ve bilinmeyenden korkma eğitimi almışlardır.
Kendileri uyarlayabilecekleri roller de içeren bir altkültür bulunca hazır rollere soyunmayı çok daha kolay bulurlar. İsyancı çevrenin bir parçası olduklarını bilmek rahatlatıcıdır, topluma karşı kendileri için karanlıkta yaşamanın riskini gerçekten üstlenmeye yeğdir bu. Ve bu "anarşist" roller bir toplumsal yapıya ve dünyayla ilişki kurma biçimine oturur ve geniş olarak bakıldığında anarşist altkültürün özüne eşittirler ki bu da ayrı bir araştırma konusudur.
"Rıhtımlar, kesinlikler ve sistemlerin beğenisi oluşturmak bir anakronizm olmaz mı?"
Anarşist altkültürün yapısı büyük ölçüde yayın projelerinin, kitabevlerinin, kolektif yaşam stüdyolarının ve radikal aktivizmin etrafında odaklanmıştır. Bu projeler ve onları yürütme yöntemleri altkültürü yeniden üreterek anarşist "sosyal yardım" yöntemlerini yaratırlar.
Yarattıkları şey pek çok açıdan evanjelik dini bir şekli andırır. Anarşist altkültür öğelerini oluşturan projelerin çoğu konsensüsle karar alma süreçleri aracılığıyla kolektif olarak yürütülür. Çok azı arkadaşların yardımlarıyla yürüyen tekil bireylerin projeleridir. (Ancak altkültürün saçaklarında neredeyse tümü bireysel projeler olan çok sayıda broşür projesi yer alır.)
Konsensüsün eleştirisini daha sonraya bırakıyorum. Şimdilik, şunu söylemekle yetinelim, konsensüs süreci bireysel iradenin bir bütün olarak grup iradesine boyun eğdirilmesini ve anında eyleme geçmenin toplantılara ve karar alma süreçlerine boyun eğdirilmesini gerektirir. Niteliği gereği muhafazakâr bir eğilmedir bu, çünkü sadece herkes katılırsa değiştirilebilecek politikalar yaratır. Bireylerin tabii olduğu görünmez bir otoritedir, dâhil oldukları projeyi ya da anarşist altkültürü sorgulama imkânlarını sınırlar.
Anarşistlerin büyük çoğunluğu tek başlarına veya sevgilileriyle yaşarlar. Ama, bazen basitçe daha ekonomik olacağı gerekçesiyle (en az illüzyon içeren gerekçe budur), daha sıklıkla yaşayan bir destek grubu durumu yaratmak için, ortak bir projede daha kolay yer alabilmek ya da "teoriyi pratiğe geçirebilmek" için, anarşistlerin çoğu kolektif yaşamın ayarlanmasını daha iyi bir seçenek olarak görür.
Destek gruplarını daha önce ele aldığım için burada sadece şunu ekleyeceğim: Bir destek grubunun içinde yaşamak destek grubu terapisinin bütün izole edici ve ideolojik yönlerini abartma eğilimini yansıtır.
Bir kolektif yaşama durumu elbette ortak bir projeyi paylaşmanın finansal sorunlardan insanları projeyi tartışmak için bir araya getirmeye kadar pek çok yönünü kolaylaştırabilir.
Ayrıca projenin izole edici olma, kendi kendini besleme, gerekli eleştirel girdiyi kaybetme ihtimalini arttırır. Ama esas bu yaşayan durumlarda "teoriyi pratiğe geçirdiğini" iddia edenlerdir kendi kendini kandırmanın en yüksek seviyesini pratiğe geçirenler.
Topluca yaşama durumları yeni ilişki kurmanın yeni biçimlerini araştırmak için birer temel olabilirdi, ama bu tür durumların yarı-kalıcılığı toplumsal rollerin ve yapıların yaratılmasına meyleder ve yeni araştırmalar benim tanıdığım ev sakinlerinin peşinde oldukları şey kesinlikle değil.
Teoriyle pratik arasındaki "teoriyi pratiğe geçirmek" deyişinin ima ettiği ayrım bu beraber yaşama durumlarının görece aynılığında açıkça görülür.
Anarşistlerin çoğu insanların birbiriyle ilişkiye geçme biçimlerini yönetmesi gereken belirli prensiplerin olduğuna inanırlar. Kendi yaşama kolektiflerinde, toprak işgallerinde ve squatlarında, prensiplerine göre yaşamaya girişirler. Ortak yaşama durumları teorik-pratik araştırmalar değildir, daha çok, bireylerin önceden tasarlanmış bir toplumsal yapıya itaat etmeleridir. Anarşist ev izole edici bir durum olduğundan, dünyanın orta yerinde bir tür alternatif gerçeklik sunduğunda bu prensipler bu durumlarda test edilmez.
Anarşist squatlar istisna olmak üzere -bunlar, hiç değilse, mülk sahiplerine ve mülkiyetin otoritesine bir meydan okuma sunarlar- bu evler dışsal otoritelere diğer herkes gibi davranır, kiralarını (ya da gayrı mülk vergilerini) ve faturalarını öderler ve çalışırlar ya da refah biriktirirler. Bu evler toplumun altını oymak için çok az şey yaparlar eğer herhangi bir şey yapıyorlarsa, ama insanlar için, isyankârlık duygularını koruyabilecekleri ve altkültürün onlara bu duyguyu ifade edebilecekleri bir güvenli yer vereceği içinde yaşayabilecekleri bir yapı sunarlar.
Anarşist altkültürün tarihi, teorisi ve bilgisi için ana kaynaklar çeşitli yayın projeleri (periyodikler dâhil) ve kitabevleridir. Bir noktaya kadar, bu projeler kapitalist sisteme bağlanmak zorunda kalırlar ve çok ender olarak devrimci nitelik taşırlar. Grup projesi olduklarında, genelde konsensüsle yürütülürler, küçük bir işletmeyi yürütmek veya bir dergi veya bir kitap çıkarmak için uzun, sıkıcı toplantılara katlanmakta anarşistçe bir yan olduğuna dair absürt varsayıma dayanır bu konsensüsler. Ama bu projelerin beni gerçekten rahatsız eden yanı anarşist altkültürdeki düşünce çerçevesini nasıl yıkacağımıza dair ve yabancılaşmanın ve tahakkümün doğasını araştırmak ve tartışmak için bir provokasyon olmak yerine bu düşünce çerçevesini tanımlamanın araçları haline gelme eğilimi taşımaları.
Büyük ölçüde bu provokasyon noksanlığı yapılan yayınlarda mevcuttur. Anarşist yayınların çoğu, gerek kitaplar gerekse dergiler, eski anarşist yazıların eleştirel olmayan yeniden basımlarından oluşur, solcu görüşleri içine bir tutam devlet karşıtlığı ekleyip yeniden tartışır vadesi geçmiş anarşist fikirleri eleştirmeksizin çağa uyarlarlar. Bu tür metinler bir anarşist olmanın ne demek olduğuna dair belirli bir standartları ve modelleri sorgulamadan güçlendirir. Bir meydan okumayı temsil eden yazılar dahi çok ender olarak harekete geçirici radikal praksisin parçası olabilecek türde zeki eleştirel tartışmaları uyandırıyormuş gibidir. Daha çok, genelde standartların, modellerin kaynağı, isyanın parametrelerini tanımlamanın yolları olarak kabul görürler. Bu kısmen, basılı materyalin doğasından gelir, düşüncenin veya tartışmanın canlı, akıcı doğasıyla uyumlu olmayan bir kalıcılığı vardır yazının. Okurların çoğu basılı materyallerin arkasındaki düşünce akışlarını görmekte zorluk çekerler.
Feral Faun
Kuzey Amerika'da hiçbir anarşist hareketin olmadığını iddia etmek kolaydır. Bu iddia kişiyi o hareketin doğasını ve insanların hareket içindeki rollerini incelemekten kurtarır. Ama yayınlar, kitabevleri, anarşist evler, işgal evleri şebekesi ve bunları devlet karşıtı perspektiflere bağlayan yazılar kuşkusuz mevcut. İsyan sembolleri, ritüelleri ve ıvır zıvırlarıyla dolu bir altkültür olarak kristalleşiyor bunlar. Peki, bir altkültür arzuladıkları hayatları yaşayabilecek özgür bireyler yaratabilir mi? Anarşist altkültür açıkça yapıyor bunu. Bu makalede bunun nedenlerini ortaya koymayı umuyorum.
Anarşist altkültür belli ki isyankâr etkinlik, tarihsel araştırma, toplumsal analiz (teori), yaratıcı oyun ve benin özgürleşmesi arayışlarını ihtiva ediyor. Ama bunlar toplumu anlamayı hedefleyen ve kendi yaşamlarımızı yaratabilmemizin olanaklarını açacak entegre bir praksis olarak var olmuyorlar, ama daha çok toplumsal kurallar olarak, zaman zaman üst üste çakışan, ama çoğunlukla ayrı duran özellikle kendi kendilerini ve yarattıkları altkültürü korumak işlevi gören bir praksisler bütünü olarak var oluyorlar. Bu altkültür de daha sonra, onları yaratıyor.
Siyaseten doğrucu militanlar altkültürdeki radikal eylemi domine ediyorlar. Toplumsal analiz ihtiyacını reddediyorlar. Sonuçta, meseleler çoktan sol liberaller tarafından ortaya konmuştur; -feminizm, gay kurtuluşu, ırkçılık karşıtlığı, hayvanların kurtuluşu, ekoloji, sosyalizm, savaş karşıtlığı- buna bir tutam da devlet karşıtlığı da eklediniz mi tamamdır. İşte size anarşizm! Ha, öyle değil mi?
Kimsenin anarşist kimliklerinden kuşku duymayacağını garantilemek için, anarşist militanlar gösterilerde en çok bağıran olurlar, birkaç bayrak yakarlar ve aynasızlarla, faşistlerle ve RCP'lilerle (Devrimci Komünist Parti) her karşılaştıkları yerde dövüşmeye hazır olurlar. Yapmayacakları şey faaliyetlerini ya da militan olarak rollerini analiz etmektir; toplumun gerçekten altını mı oyuyorlar yoksa sadece sadık muhalefet rolünü mü oynuyorlar, gösteri toplumunun gösterisi içindeki rollerini oynayarak toplumu mu güçlendiriyorlar, bunu anlamaya çalışmaktır. Analiz yapmayı reddedişleri kendi kendilerini kandırmalarıyla, anarşizme döndürülmesi gereken bir kitle hareketinin bir parçası olduklarına inanmalarıyla sonuçlanıyor.
Hâlbuki bu kıtada böyle bir kitle hareketi yok ve militanların faaliyetleri anarşist altkültürdeki yerlerini sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramayan muhalefet ritüelleri içinde geçiyor. Anarşist tarihçiler genelde profesörler, yayıncılar ve kitabevi idarecileri, anarşist tarihle ilgili bilgilerin ulaşılabilirliğini sürdürmekle ilgileniyorlar. Bu insanların çoğu iyi niyetli, ama tarihlerine eleştirel analiz uygulamakta başarısız oluyorlar. Anarşist tarihsel materyalin büyük kısmı mitoloji, kahramanlar, şehitler ve taklit edilecek modeller yaratmak amacına hizmet ediyor gibi.
Ama tüm bu modeller geçici anarşist durumlardan fazlasını yaratmaya yardım etmiyorlar. Bu, en azından, otoriteler tarafından ezildiklerine dair basit iddianın ötesinde, neden ve nasıl başarısız olduklarını soruşturmaya yol açıyor. Böyle bir analizin eksikliği, anarşist tarihi bugünün otorite karşıtı mücadeleleri için büyük anlamda yararsız kıldı, ana akım anarşist tarih toplum için neyse anarşist altkültür de ona döner, yani şeylerin mevcut düzenini ayakta tutan bir mite… Kimi otorite karşıtı teorisyenler toplumun en temel ayaklarına saldırdılar, evcilleştirilmemizdeki rollerini gösterdiler. Teorisyenlerin bu tür şeyleri araştırmaları kimilerinin "anarşist" etiketini de bir kenara bırakmasına neden oldu, otoriteyi reddedişleriyle ve yazıları ve arkadaşları vasıtasıyla altkültürlerle kurdukları bağ uyarınca altkültür içindeki rollerini de sürdürdüler. Ve düşünsel araştırmalarının tüm derinliğinin sonucu olarak ortaya çıkan belirli bir çalışmayı reddetme, büyük mağazalardan hırsızlık yapma ve küçük çaplı vandallıklar pratiklerinin özeti gibiydi.
Eleştirilerinde açığa çıkardıkları tahakkümün tümüne karşı isyanlarını ifade etmenin pratik yollarını aramadıkları için, bu eleştiriler radikal teori olarak keskinliklerini yitiriyorlar ve daha çok felsefeye benziyorlar. Artık etkin bir isyanın aracı olmayan düşünceleri bunun yerine anarşist düşüncenin zihinsel sınırını tanımlayan bir araca, herhangi bir alanın yeterince radikal olup olmadığını anlamaya yarayan bir araca dönüyor. Bu şekilde, anarşist altkültür içinde aydının rolü de sürer gider. Yaratıcı oyun da altkültür içinde özelleşmiştir. Sanatın yerini herkesin oynadığı kendiliğinden, yaratıcı, özgür oyunun alması çağrısını yapan eleştiriyi unutarak, posta sanatçıları, performans sanatçıları ve "karşı-sanatçılar" sanat kategorisini kendileri için talep ettiler, kendiliğindenliği ve özgürlüğü yıktılar ve faaliyetlerinin çoğu -festivaller, vahşi şiir okuma günleri, doğaçlamaya dayanan gürültü müziği gösterileri ve etkileşimli tiyatrolar- çok eğlenceli olabilir ve bu anlamda katılmaya değer, ama sanat adıyla çerçeveye oturtulduğunda, yıkıcı ısırıkları cansızlaşıyor demektir. Yaratıcılığa kıymet biçerken, bu sanatçılar "yaratıcı olmayı" eğlenmekten daha önemli hale getirdiler ve sanat yaratımı sırasında bir şeylerin kullanılıyor olabileceğine dair eleştirilerini azalttılar. Yaratıcı süreç rekupere edilerek sanat işleri yapan üretici bir emek formuna büründürülmüştür. Detournement eylemleri posta sanatı şovlarında gösteriye dönüştüler.
Yıkıcılık toplum tarafından sanat olarak rekupere edildi. Sanatın toplumsal ve kültürel bir kategori olduğunu yok sayarak, anarşik sanatçılar sanatın kültüre karşı muhalefet ettiğini iddia ederler, ama faaliyetleri onlar için anarşist altkültür içinde kültürel işçi rolünü yaratır. Situasyonistler devrimci praksisin terapatik olmaya ihtiyaç duyduğunu söylediklerinde, kimi Kuzey Amerikalı anarşistlerin buna ve birkaç tam hazmedilmemiş situasyonist fikirlerle birlikte new age psikoterapilerine bağlanmanın yollarını bulacakları konusunda elbette hiçbir fikirleri yoktu -fakat yani, bu Yankeeler (ve Kanadalılar) kuşkusuz yaratıcı tipler, öyle değil mi?
New age terapileri anarşist altkültüre büyük ölçüde feminist, gay kurtuluşu ve benzeri hareketler üzerinden geldi. Bu terapileri uygulamak için verilen sebepler kendi kendini keşfetme ve öz kurtuluştu. Ama tüm psikoterapiler -hümanist ve “üçüncü güç” psikologlarınınkiler dahil- insanları topluma entegre etmek için geliştirilmişti. Feministler, gay kurtuluşçuları ve benzeri gruplar terapatik teknikleri kullanmaya başladıklarında, bireylerin dünyayı görüp hakkında eylem yapabilecekleri ortak bir çevreye entegre olmalarına yardım etti. Anarko-terapistler bu tür pratikleri meditasyon, oyun terapisi, destek ve ayrı mekanlar için uyguladılar. Meditasyon gerçekten içkinin veya uyuşturucunun fiziksel zararlarına uğramadan başvurulabilecek bir kaçış biçimidir.
Gündelik yaşamın sıkıntılarını hafifletir, kaldırılamayacak kadar ağır olmalarını engeller. Bu şekilde, faydalı da olabilir, ama kişinin kendi kendini özgürleştirmesine faydası olmaz.
Terapi olarak oyun, sanat olarak oyun gibi, yıkıcı keskinliğini yitirmiştir. Parametreleri tanımlanmıştır, güvenli bir yer haline gelir, istimi salınmıştır, taşıdığı bütün risklerle gerçek bir kopuş olmaktan uzaklaşmıştır. Otoriteye ya da iş ahlakına meydan okumaz, çünkü oynadığı oyun güvenli bir biçimde üretici yararlılığın çerçevesine oturtulmuştur ve düzenli bir çerçeve içinde olsa otoriteye meydan okuyabilecek kaotik enerjiyi açığa çıkarır. Destek grubu terapisi kendi kendini aldatmanın özellikle sinsi bir biçimidir. Bir grup insan paylaştıkları varsayılan ortak bir sorun, yük ya da baskı hakkında konuşmak üzere bir araya gelirler. Bu pratik anında sorunu gündelik hayatın evreninden çekip alır, bireysel ilişkilerden ve belirli koşullardan kopartır ve ideolojik bir çerçeveye oturabileceği "bizim ortak sıkıntımız" evrenine taşır.
Destek grupları grubun çalışmasını şekillendirecek belirli bir amaç etrafında toplanırlar (başka türlü zaten neden oluşturulsunlar ki?), sonuçlar da grup ideolojisinin çerçevesine sıkıştıracak biçimde çıkartılır.
Ayrı mekânların (kadınlara özel, gaylere özel, vs.) yaratımı da dışarıdan hiçbir öğenin girememesini garanti ederek destek grubu terapisinin en kötü eğilimlerini güçlendiriyor. Anarşistler bu pratiğin otoriter yanlarını ve saklı bağnazlığını görmezden geliyor, ezilen grupların pratiği olduğu için hoş görüyorlar. Tüm bu terapatik formlar insanları gündelik hayat deneyimlerinden ayırıyor ve onları belirli bir toplumsal ve ideolojik çerçeveye entegre olmaya hazırlanabilecekleri ayrı bir "terapatik" âleme yerleştiriyorlar.
Anarko-terapistler söz konusu olduğunda, anarşist altkültürün çerçevesi ve bu çerçevede oynayacakları rol söz konusu oluyor. Benim anarşist altkültürde tanıştığım insanların çoğu samimi insanlardır. Gerçekten otoriteye saldırmak ve onu yıkmak isterler.
Ama onlar da toplumun bir üretimidirler, kendilerine ve arzularına güvenmeme ve bilinmeyenden korkma eğitimi almışlardır.
Kendileri uyarlayabilecekleri roller de içeren bir altkültür bulunca hazır rollere soyunmayı çok daha kolay bulurlar. İsyancı çevrenin bir parçası olduklarını bilmek rahatlatıcıdır, topluma karşı kendileri için karanlıkta yaşamanın riskini gerçekten üstlenmeye yeğdir bu. Ve bu "anarşist" roller bir toplumsal yapıya ve dünyayla ilişki kurma biçimine oturur ve geniş olarak bakıldığında anarşist altkültürün özüne eşittirler ki bu da ayrı bir araştırma konusudur.
"Rıhtımlar, kesinlikler ve sistemlerin beğenisi oluşturmak bir anakronizm olmaz mı?"
Anarşist altkültürün yapısı büyük ölçüde yayın projelerinin, kitabevlerinin, kolektif yaşam stüdyolarının ve radikal aktivizmin etrafında odaklanmıştır. Bu projeler ve onları yürütme yöntemleri altkültürü yeniden üreterek anarşist "sosyal yardım" yöntemlerini yaratırlar.
Yarattıkları şey pek çok açıdan evanjelik dini bir şekli andırır. Anarşist altkültür öğelerini oluşturan projelerin çoğu konsensüsle karar alma süreçleri aracılığıyla kolektif olarak yürütülür. Çok azı arkadaşların yardımlarıyla yürüyen tekil bireylerin projeleridir. (Ancak altkültürün saçaklarında neredeyse tümü bireysel projeler olan çok sayıda broşür projesi yer alır.)
Konsensüsün eleştirisini daha sonraya bırakıyorum. Şimdilik, şunu söylemekle yetinelim, konsensüs süreci bireysel iradenin bir bütün olarak grup iradesine boyun eğdirilmesini ve anında eyleme geçmenin toplantılara ve karar alma süreçlerine boyun eğdirilmesini gerektirir. Niteliği gereği muhafazakâr bir eğilmedir bu, çünkü sadece herkes katılırsa değiştirilebilecek politikalar yaratır. Bireylerin tabii olduğu görünmez bir otoritedir, dâhil oldukları projeyi ya da anarşist altkültürü sorgulama imkânlarını sınırlar.
Anarşistlerin büyük çoğunluğu tek başlarına veya sevgilileriyle yaşarlar. Ama, bazen basitçe daha ekonomik olacağı gerekçesiyle (en az illüzyon içeren gerekçe budur), daha sıklıkla yaşayan bir destek grubu durumu yaratmak için, ortak bir projede daha kolay yer alabilmek ya da "teoriyi pratiğe geçirebilmek" için, anarşistlerin çoğu kolektif yaşamın ayarlanmasını daha iyi bir seçenek olarak görür.
Destek gruplarını daha önce ele aldığım için burada sadece şunu ekleyeceğim: Bir destek grubunun içinde yaşamak destek grubu terapisinin bütün izole edici ve ideolojik yönlerini abartma eğilimini yansıtır.
Bir kolektif yaşama durumu elbette ortak bir projeyi paylaşmanın finansal sorunlardan insanları projeyi tartışmak için bir araya getirmeye kadar pek çok yönünü kolaylaştırabilir.
Ayrıca projenin izole edici olma, kendi kendini besleme, gerekli eleştirel girdiyi kaybetme ihtimalini arttırır. Ama esas bu yaşayan durumlarda "teoriyi pratiğe geçirdiğini" iddia edenlerdir kendi kendini kandırmanın en yüksek seviyesini pratiğe geçirenler.
Topluca yaşama durumları yeni ilişki kurmanın yeni biçimlerini araştırmak için birer temel olabilirdi, ama bu tür durumların yarı-kalıcılığı toplumsal rollerin ve yapıların yaratılmasına meyleder ve yeni araştırmalar benim tanıdığım ev sakinlerinin peşinde oldukları şey kesinlikle değil.
Teoriyle pratik arasındaki "teoriyi pratiğe geçirmek" deyişinin ima ettiği ayrım bu beraber yaşama durumlarının görece aynılığında açıkça görülür.
Anarşistlerin çoğu insanların birbiriyle ilişkiye geçme biçimlerini yönetmesi gereken belirli prensiplerin olduğuna inanırlar. Kendi yaşama kolektiflerinde, toprak işgallerinde ve squatlarında, prensiplerine göre yaşamaya girişirler. Ortak yaşama durumları teorik-pratik araştırmalar değildir, daha çok, bireylerin önceden tasarlanmış bir toplumsal yapıya itaat etmeleridir. Anarşist ev izole edici bir durum olduğundan, dünyanın orta yerinde bir tür alternatif gerçeklik sunduğunda bu prensipler bu durumlarda test edilmez.
Anarşist squatlar istisna olmak üzere -bunlar, hiç değilse, mülk sahiplerine ve mülkiyetin otoritesine bir meydan okuma sunarlar- bu evler dışsal otoritelere diğer herkes gibi davranır, kiralarını (ya da gayrı mülk vergilerini) ve faturalarını öderler ve çalışırlar ya da refah biriktirirler. Bu evler toplumun altını oymak için çok az şey yaparlar eğer herhangi bir şey yapıyorlarsa, ama insanlar için, isyankârlık duygularını koruyabilecekleri ve altkültürün onlara bu duyguyu ifade edebilecekleri bir güvenli yer vereceği içinde yaşayabilecekleri bir yapı sunarlar.
Anarşist altkültürün tarihi, teorisi ve bilgisi için ana kaynaklar çeşitli yayın projeleri (periyodikler dâhil) ve kitabevleridir. Bir noktaya kadar, bu projeler kapitalist sisteme bağlanmak zorunda kalırlar ve çok ender olarak devrimci nitelik taşırlar. Grup projesi olduklarında, genelde konsensüsle yürütülürler, küçük bir işletmeyi yürütmek veya bir dergi veya bir kitap çıkarmak için uzun, sıkıcı toplantılara katlanmakta anarşistçe bir yan olduğuna dair absürt varsayıma dayanır bu konsensüsler. Ama bu projelerin beni gerçekten rahatsız eden yanı anarşist altkültürdeki düşünce çerçevesini nasıl yıkacağımıza dair ve yabancılaşmanın ve tahakkümün doğasını araştırmak ve tartışmak için bir provokasyon olmak yerine bu düşünce çerçevesini tanımlamanın araçları haline gelme eğilimi taşımaları.
Büyük ölçüde bu provokasyon noksanlığı yapılan yayınlarda mevcuttur. Anarşist yayınların çoğu, gerek kitaplar gerekse dergiler, eski anarşist yazıların eleştirel olmayan yeniden basımlarından oluşur, solcu görüşleri içine bir tutam devlet karşıtlığı ekleyip yeniden tartışır vadesi geçmiş anarşist fikirleri eleştirmeksizin çağa uyarlarlar. Bu tür metinler bir anarşist olmanın ne demek olduğuna dair belirli bir standartları ve modelleri sorgulamadan güçlendirir. Bir meydan okumayı temsil eden yazılar dahi çok ender olarak harekete geçirici radikal praksisin parçası olabilecek türde zeki eleştirel tartışmaları uyandırıyormuş gibidir. Daha çok, genelde standartların, modellerin kaynağı, isyanın parametrelerini tanımlamanın yolları olarak kabul görürler. Bu kısmen, basılı materyalin doğasından gelir, düşüncenin veya tartışmanın canlı, akıcı doğasıyla uyumlu olmayan bir kalıcılığı vardır yazının. Okurların çoğu basılı materyallerin arkasındaki düşünce akışlarını görmekte zorluk çekerler.
Feral Faun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder