Saat
üç buçuk gibi otel arıyorduk, Samsun’da. Şans eseri yol üzerinde gördüğümüz bir
benzinliğe girerek orada çalışan arkadaşa sorduk. Bize ucuz bir otel tarif
etti. Bizim sevindiğimiz otelin yakın olmasıydı. Sabah saat 6’da kalkıp uçağa
yetişmemiz gerekiyor ve biraz uykuya ihtiyacımız vardı. Ne uyusam, uyusak
kardı. Bir oda ayarladı, hemen çıktık. Daha internete girerek sabah uçağına
bilet almamız gerekiyordu. Uzun zamandır ilk defa kendimi bu kadar yorgun
hissediyordum. Hiç birbirimize bakacak halimiz yoktu. Her ikimizin de iyi bir
banyoya ihtiyacı var, ama yapacak gücü yoktu. Biletleri alınca iyice bir huzur
çöktü üzerimize. Çok yorgun olmama rağmen çok uzun zamandır bu kadar huzurlu ve
rahat hissetmemiştim kendimi. Ne olduğunu bile anlamadan kendimizi uykunun
sevgi dolu kollarına kendimizi bıraktık.
Yaklaşık
8 saat sonra İstanbul’daydık. Arada ne oldu, kalktık mı, uçağa nasıl gittik, ne
yaptık hiç hatırlamıyorum. Aslında çokta umurumda da değil. Çok güzel bir gezi
yaşamıştım ve sıkıntılarından ziyade güzel anılar daha çok canlıydı. İnsanın
sevdiği, sevgili ile birlikte olması zaten başlı başına bir keyifken birlikte
bir şeyler yaşamak bu duruma daha da değer katıyor. Ben bu konuda biraz şanslı
sayılırım. Her ikimizde üşengeç insanlar olmamıza rağmen karşımıza ilginç bir
fırsat çıktığında (üretmedik mazeret bırakmasak da) fırsatı kaçırmayız.
Mızmızlanmak biraz bizi motive ediyor galiba. Yıllardır hayata, hayatıma dair
aradığım tüm eksikler, her şey sanki bir kişi de toplanmış gibi. Eileen’den
önce nadiren mutlu olabilirdim ve mutluluklarım çikolata yemekten ileri
gidemezdi. Gülmek bile sonrasında rahatsızlık veren bir yüz kasları faaliyeti
olarak görürdüm. Bu arada insan yüzünü normal (mimik yapmadan) bıraktığında yüz
kasları, gülme halinden daha çok çalışıyormuş. Ne gereksiz ve sinir bozucu bir
bilgi. Çok uzun zamandır İstanbul benim için bir angaryadan, bir hapishaneden,
daha da kötüsü hayatı bana zehir eden bir şehir olmaktan öteye gidemiyordu.
Şimdi ise evimin, evimizin bir anlamı var.
Eve
gelince birlikte koltuğa çöktük. Artık yüz ifadem nasılsa, gülmeye başladı, o
gülmeye başlayınca bende kendimi tutamadım. Her ikimizde yorgunluktan ve
uykusuzluktan bitmiş bir haldeydik. Birlikte banyoya girdik. Birbirimize masaj
yapınca biraz kendimize geldik ancak her ikimizin de aklında tek bir şey vardı.
Uyumak. İçeri gidip sızmaktan başka bir şey istemiyor ve de düşünemiyordum.
Yattık ve yatmamla birlikte yorgunluk kafamda farklı etkiler yapmaya başladı.
Önce saçma sapan düşünceler kafamda dönmeye başladı. Hafif sol tarafıma
dönümce, o güzel yüzü yüzüme karşı sakin bir şekilde nefes alıp verirken
buldum. İki gün sonra hayatıma en sonunda bir anlam katan kadının doğum
günüydü. Bunun için mutlaka güzel, ilginç, özellikle de onu mutlu edecek bir
organizasyon yapmam lazım.
Düşünceler
kafamda dönüyor, uyuyamıyorum. Hayatımın birkaç ay önce anlamsızlığı ve şu anda
ki mutluluğumu düşünüyorum. Aslında sebep çok netti, ama insan her konuda,
nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde özellikle de kendisini kandırmakta çok
başarılı. Hep güçlü, kendi kendisine yetebilen, kimseye ihtiyacı olmayan,
yalnızlığı kendi seçmiş birisi. O kişi bendim. Ama (sebebi açıklanamayan)
sonsuz boşluk, sıkıntı ve mutsuzluk. Çözüm ve sorun çok basitti, yalnızlık.
Etrafımda onlarca ilişki içinde olduğum insan, milyonlarca da hiç yüzüne bile
bakmadığım ama yalnızım. İnsanlar sana merhaba deyince senin arkadaşın ya da
dostun olduğunu düşünüyorlar. İş yerinde pek çok insanla ilişki içindesin, bir
şeyler paylaşıyorsun, gülüyorsun, üzülüyorsun, kızıyorsun. Gün sonunda dönüp
baktığında hepsi iş, hepsi işte kalıyor. Tüm bu insanlar, bu hayat, sabah
servise binip akşam servisten inene kadar. Kaç kere denesem de daha ileri
götüremediğim ilişkiler. Sosyal hayatımda benimle olmayan, olmak istemeyen
insanlar. Arkadaşım mı, tabi ki değil. Her sabah kalkıp, çokta mutlu olmadığın
bir işe gidiyorsun, gerçekte seninle olmayan insanlarla iş arkadaşçılık
oynuyorsun, neredeyse hiçbir şey yapmadan eve döndüğünde de inanılmaz bir
yorgunluk ve bezginlik hali. Normal bir insan (eğer öyle bir şey varsa) buna ne
kadar dayanabilir ki. Bilmiyorum. Benim hatırladığım, sabırsızlıkla ölümü
beklediğimdi. Bunların hepsinin sebebi yalnızlık iken çözümü O’ymuş.
Çok
uzun süredir, hayattan beklentimin kariyer, daha çok para veya iyi bir araba,
ev olmadığını biliyordum. Hatta önceleri bu gibi şeylere verdiğim önemi ve
bunlara ulaşmak için harcadığım cabayı düşününce kendimi gülünç buluyorum.
Hayattan beklentim bu kadar karmaşık değilmiş. Beklentilerim çok basitmiş,
benim sevdiğim ve beni seven insanlarla huzurlu bir yaşam. Bunu farkettiğim
zaman içimi önce bir rahatlama kaplamıştı, sonra da kaybettiğim zamanı düşünüp
üzülmüştüm. Şimdiyse durum çok farklı, yakın zamana kadar hayattan tek
beklentisi ölmek olan bir insandan, daha yapacak çok şeyi olan bir insana
dönüştüm. Artık yalnız değil, iki kişiyim. Onunla ne yaparsam yapayım (kavga
bile etsek) çok keyifli. Sanki birbirimizi tamamlıyoruz. Eskiden böyle sevgi
için söylenen zırvalara inanmaz, değer vermezdim. Şimdi de önem vermiyorum ama
insanların bunları neden söylediklerini anlayabiliyorum.
Ben
ona bakarken sanki hissedipte uyanmış gibi gözlerini aralayarak yüzüme bakıyor.
O’nun o mayhoş haline gülüyorum, O’da gülüyor. Yaklaşık olarak 7 gün sürmüş
Gürcistan’dan başlayan ve Samsun’da son bulan Doğu Karadeniz gezisinden sonra
insan yorulduğunu hissediyor. Ama O’nun gülüşü tüm yorgunluğumu aldı. Artık
hazırlıklara başlamamız gerektiğini söylüyorum, yüzünü biraz buruşturuyor ve
nasıl olduysa farketmediğim bir açlık vücuduma yayılıyor, aç olduğunu
söyleyince. Gidip mutfağa iki küçük sandviç hazırlıyorum, tutsun diye. Akşam
güzel bir yemek var aklımda. Kandırıyorum, O’nu. İstiklal’de ikimizin de çok
sevdiği bir restoran var, oraya gidiyoruz. Ben hiç uyumamış olsamda hiç uykum
ve yorgunluğum kalmamış. Yemekte ertesi akşam kalkacak uçağımız ve Belgrad
hakkında konuşuyor ve orada yapacaklarımız hakkında planlarımızı anlatıyoruz
birbirimize. İkimizde bunlar için zamanımızın yetmeyeceğini anlayınca biraz
üzüntüyle ama kahkahalar attık. Önümüzde ki güzel günleri düşünüp,
mutluluğumuzun tadını çıkarıyoruz. Yemekten çıktıktan sonra her zaman
gittiğimiz bara geçtik. Biralarımızı yudumlarken güzel müzik dinlemenin,
birbirimizin yanında olmanın keyfini çıkardık.
Eve
döndüğümüzde her ikimizde yeni bir seyahate hazırdık. Hemen çantaları
hazırlamaya başladık. Gerekli şeylerin kontrolleri yapıldı, sonra bir kez daha
yapıldı. Belgrad çok eskiden beri benim görmek istediğim bir şehirdi. Yıllarca
Kocamustafapaşa’da Belgradkapı’ya yakındı evim. Belgradapı’nın esprisi Belgrad’a
giden ordular o kapıdan çıkıyorlarmış. Ancak bir Atatürk Havalimanı’ndan
çıkacağız. Ve bir düşman olarak değil, iki meraklı turist olarak oraya
varacağız. Avrupa’nın önemli şehirlerinden ve başkentlerinden birisi. Yakın
tarihte milletlerin kötü anıları olsa da biz bunu kendimize dert etmiyoruz.
Kalacağımız yeri önceden ayarlamıştık zaten. Şehir merkezinde bir yer.
Gezilecek yerler için de planımız hazırdı. Geriye tek bir sıkıntı kalıyordu,
zaman. Bir doğa gezisinin ardından kültür ve sanat gezisi gerçekten eğlenceli
olacak. Uçağımız erken olduğu için biraz erken yatıyoruz. Sabah ben zaten erken
kalkmayı sevdiğim için kalkıp kahvaltıyı hazırlıyorum ve O’nu uyandırıyorum.
Her şeyimiz hazır olduğu için rahat rahat kahvaltımızı yapıp çıkıyoruz. Taksiyle
havaalanına geçiyoruz. Dış hatlarda yoğunluk yok, hemen pasaport kontrolünü
geçiyoruz. Biraz Tax Free’de içki fiyatlarına ben, çikolatalara O, baktıktan
sonra kapımıza geçiyoruz. Birazdan anons
geliyor ve uçağa kalabalıkla beraber biniyoruz. Yerlerimize yerleşiyoruz.
Bir tatlı huzur ve yorgunluk, uçağın tekerleri yerden kesilirken…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder