18 Mart 2015 Çarşamba

Yorgunluk

                Saat üç buçuk gibi otel arıyorduk, Samsun’da. Şans eseri yol üzerinde gördüğümüz bir benzinliğe girerek orada çalışan arkadaşa sorduk. Bize ucuz bir otel tarif etti. Bizim sevindiğimiz otelin yakın olmasıydı. Sabah saat 6’da kalkıp uçağa yetişmemiz gerekiyor ve biraz uykuya ihtiyacımız vardı. Ne uyusam, uyusak kardı. Bir oda ayarladı, hemen çıktık. Daha internete girerek sabah uçağına bilet almamız gerekiyordu. Uzun zamandır ilk defa kendimi bu kadar yorgun hissediyordum. Hiç birbirimize bakacak halimiz yoktu. Her ikimizin de iyi bir banyoya ihtiyacı var, ama yapacak gücü yoktu. Biletleri alınca iyice bir huzur çöktü üzerimize. Çok yorgun olmama rağmen çok uzun zamandır bu kadar huzurlu ve rahat hissetmemiştim kendimi. Ne olduğunu bile anlamadan kendimizi uykunun sevgi dolu kollarına kendimizi bıraktık.

                Yaklaşık 8 saat sonra İstanbul’daydık. Arada ne oldu, kalktık mı, uçağa nasıl gittik, ne yaptık hiç hatırlamıyorum. Aslında çokta umurumda da değil. Çok güzel bir gezi yaşamıştım ve sıkıntılarından ziyade güzel anılar daha çok canlıydı. İnsanın sevdiği, sevgili ile birlikte olması zaten başlı başına bir keyifken birlikte bir şeyler yaşamak bu duruma daha da değer katıyor. Ben bu konuda biraz şanslı sayılırım. Her ikimizde üşengeç insanlar olmamıza rağmen karşımıza ilginç bir fırsat çıktığında (üretmedik mazeret bırakmasak da) fırsatı kaçırmayız. Mızmızlanmak biraz bizi motive ediyor galiba. Yıllardır hayata, hayatıma dair aradığım tüm eksikler, her şey sanki bir kişi de toplanmış gibi. Eileen’den önce nadiren mutlu olabilirdim ve mutluluklarım çikolata yemekten ileri gidemezdi. Gülmek bile sonrasında rahatsızlık veren bir yüz kasları faaliyeti olarak görürdüm. Bu arada insan yüzünü normal (mimik yapmadan) bıraktığında yüz kasları, gülme halinden daha çok çalışıyormuş. Ne gereksiz ve sinir bozucu bir bilgi. Çok uzun zamandır İstanbul benim için bir angaryadan, bir hapishaneden, daha da kötüsü hayatı bana zehir eden bir şehir olmaktan öteye gidemiyordu. Şimdi ise evimin, evimizin bir anlamı var.

              Eve gelince birlikte koltuğa çöktük. Artık yüz ifadem nasılsa, gülmeye başladı, o gülmeye başlayınca bende kendimi tutamadım. Her ikimizde yorgunluktan ve uykusuzluktan bitmiş bir haldeydik. Birlikte banyoya girdik. Birbirimize masaj yapınca biraz kendimize geldik ancak her ikimizin de aklında tek bir şey vardı. Uyumak. İçeri gidip sızmaktan başka bir şey istemiyor ve de düşünemiyordum. Yattık ve yatmamla birlikte yorgunluk kafamda farklı etkiler yapmaya başladı. Önce saçma sapan düşünceler kafamda dönmeye başladı. Hafif sol tarafıma dönümce, o güzel yüzü yüzüme karşı sakin bir şekilde nefes alıp verirken buldum. İki gün sonra hayatıma en sonunda bir anlam katan kadının doğum günüydü. Bunun için mutlaka güzel, ilginç, özellikle de onu mutlu edecek bir organizasyon yapmam lazım.

                Düşünceler kafamda dönüyor, uyuyamıyorum. Hayatımın birkaç ay önce anlamsızlığı ve şu anda ki mutluluğumu düşünüyorum. Aslında sebep çok netti, ama insan her konuda, nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde özellikle de kendisini kandırmakta çok başarılı. Hep güçlü, kendi kendisine yetebilen, kimseye ihtiyacı olmayan, yalnızlığı kendi seçmiş birisi. O kişi bendim. Ama (sebebi açıklanamayan) sonsuz boşluk, sıkıntı ve mutsuzluk. Çözüm ve sorun çok basitti, yalnızlık. Etrafımda onlarca ilişki içinde olduğum insan, milyonlarca da hiç yüzüne bile bakmadığım ama yalnızım. İnsanlar sana merhaba deyince senin arkadaşın ya da dostun olduğunu düşünüyorlar. İş yerinde pek çok insanla ilişki içindesin, bir şeyler paylaşıyorsun, gülüyorsun, üzülüyorsun, kızıyorsun. Gün sonunda dönüp baktığında hepsi iş, hepsi işte kalıyor. Tüm bu insanlar, bu hayat, sabah servise binip akşam servisten inene kadar. Kaç kere denesem de daha ileri götüremediğim ilişkiler. Sosyal hayatımda benimle olmayan, olmak istemeyen insanlar. Arkadaşım mı, tabi ki değil. Her sabah kalkıp, çokta mutlu olmadığın bir işe gidiyorsun, gerçekte seninle olmayan insanlarla iş arkadaşçılık oynuyorsun, neredeyse hiçbir şey yapmadan eve döndüğünde de inanılmaz bir yorgunluk ve bezginlik hali. Normal bir insan (eğer öyle bir şey varsa) buna ne kadar dayanabilir ki. Bilmiyorum. Benim hatırladığım, sabırsızlıkla ölümü beklediğimdi. Bunların hepsinin sebebi yalnızlık iken çözümü O’ymuş.

                Çok uzun süredir, hayattan beklentimin kariyer, daha çok para veya iyi bir araba, ev olmadığını biliyordum. Hatta önceleri bu gibi şeylere verdiğim önemi ve bunlara ulaşmak için harcadığım cabayı düşününce kendimi gülünç buluyorum. Hayattan beklentim bu kadar karmaşık değilmiş. Beklentilerim çok basitmiş, benim sevdiğim ve beni seven insanlarla huzurlu bir yaşam. Bunu farkettiğim zaman içimi önce bir rahatlama kaplamıştı, sonra da kaybettiğim zamanı düşünüp üzülmüştüm. Şimdiyse durum çok farklı, yakın zamana kadar hayattan tek beklentisi ölmek olan bir insandan, daha yapacak çok şeyi olan bir insana dönüştüm. Artık yalnız değil, iki kişiyim. Onunla ne yaparsam yapayım (kavga bile etsek) çok keyifli. Sanki birbirimizi tamamlıyoruz. Eskiden böyle sevgi için söylenen zırvalara inanmaz, değer vermezdim. Şimdi de önem vermiyorum ama insanların bunları neden söylediklerini anlayabiliyorum.

                Ben ona bakarken sanki hissedipte uyanmış gibi gözlerini aralayarak yüzüme bakıyor. O’nun o mayhoş haline gülüyorum, O’da gülüyor. Yaklaşık olarak 7 gün sürmüş Gürcistan’dan başlayan ve Samsun’da son bulan Doğu Karadeniz gezisinden sonra insan yorulduğunu hissediyor. Ama O’nun gülüşü tüm yorgunluğumu aldı. Artık hazırlıklara başlamamız gerektiğini söylüyorum, yüzünü biraz buruşturuyor ve nasıl olduysa farketmediğim bir açlık vücuduma yayılıyor, aç olduğunu söyleyince. Gidip mutfağa iki küçük sandviç hazırlıyorum, tutsun diye. Akşam güzel bir yemek var aklımda. Kandırıyorum, O’nu. İstiklal’de ikimizin de çok sevdiği bir restoran var, oraya gidiyoruz. Ben hiç uyumamış olsamda hiç uykum ve yorgunluğum kalmamış. Yemekte ertesi akşam kalkacak uçağımız ve Belgrad hakkında konuşuyor ve orada yapacaklarımız hakkında planlarımızı anlatıyoruz birbirimize. İkimizde bunlar için zamanımızın yetmeyeceğini anlayınca biraz üzüntüyle ama kahkahalar attık. Önümüzde ki güzel günleri düşünüp, mutluluğumuzun tadını çıkarıyoruz. Yemekten çıktıktan sonra her zaman gittiğimiz bara geçtik. Biralarımızı yudumlarken güzel müzik dinlemenin, birbirimizin yanında olmanın keyfini çıkardık.


     Eve döndüğümüzde her ikimizde yeni bir seyahate hazırdık. Hemen çantaları hazırlamaya başladık. Gerekli şeylerin kontrolleri yapıldı, sonra bir kez daha yapıldı. Belgrad çok eskiden beri benim görmek istediğim bir şehirdi. Yıllarca Kocamustafapaşa’da Belgradkapı’ya yakındı evim. Belgradapı’nın esprisi Belgrad’a giden ordular o kapıdan çıkıyorlarmış. Ancak bir Atatürk Havalimanı’ndan çıkacağız. Ve bir düşman olarak değil, iki meraklı turist olarak oraya varacağız. Avrupa’nın önemli şehirlerinden ve başkentlerinden birisi. Yakın tarihte milletlerin kötü anıları olsa da biz bunu kendimize dert etmiyoruz. Kalacağımız yeri önceden ayarlamıştık zaten. Şehir merkezinde bir yer. Gezilecek yerler için de planımız hazırdı. Geriye tek bir sıkıntı kalıyordu, zaman. Bir doğa gezisinin ardından kültür ve sanat gezisi gerçekten eğlenceli olacak. Uçağımız erken olduğu için biraz erken yatıyoruz. Sabah ben zaten erken kalkmayı sevdiğim için kalkıp kahvaltıyı hazırlıyorum ve O’nu uyandırıyorum. Her şeyimiz hazır olduğu için rahat rahat kahvaltımızı yapıp çıkıyoruz. Taksiyle havaalanına geçiyoruz. Dış hatlarda yoğunluk yok, hemen pasaport kontrolünü geçiyoruz. Biraz Tax Free’de içki fiyatlarına ben, çikolatalara O, baktıktan sonra kapımıza geçiyoruz. Birazdan anons  geliyor ve uçağa kalabalıkla beraber biniyoruz. Yerlerimize yerleşiyoruz. Bir tatlı huzur ve yorgunluk, uçağın tekerleri yerden kesilirken…

Hiç yorum yok: