Birkaç yıl önce yağmurlu bir kış günü, Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Gecelerinde isimli kitabından okuduğum birkaç satırı hatırlayarak başlıyorum seslenmeye: ‘’Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış!’’
Karşı çıkmak istenilen öğretmenleri, kuralları belki de müzikleri anlayabiliyordum da karşı çıkmak istenilen bu evler, bu koltuklar, halılar neyin nesiydi?
Hiçbir yere oturtamadığım ama içten içe arzuladığım bu anlamsız karşı çıkış neydi?
Evet dedim kendi kendime, işte ben evlere, koltuklara, halılara karşı çıkıyorum. İçimde yükselen bir dürtü. Bir isyan, hem de nereye oturtacağımı bilmediğim bir isyan…
Yıllar geçti. Bu satırların üzerine çok kitap okudum. Belki de bazen haddinden fazla teori içine gömüldüm ama öğrendiklerim, benim hissettiklerimi anlamlandırmam dışında bana yeni bir şey getirmedi. Bugünden baktığımda ben uygarlık karşıtı oldum diyemem, tıpkı anarşist oldum diyemeyeceğim gibi; ben öğrendiklerim ile duygularımın nedenlerini kavradım ve ne istediğimi netleştirdim.
Evlere, koltuklara, halılara bugünden baktığımda neden karşı çıkmak istediğimi çok iyi anlıyorum. Sadece onları mı? Karşı çıkmak istediğim yolları, arabaları, binaları, fabrikaları, köprüleri, uçakları, kısacası gözümüzün önünde uzanan bütün bu uygarlığa karşı neden bitmez bir öfkeyle saldırdığımı çok iyi anlıyorum. Ve haykırıyorum:
Ben bir uygarlık karşıtıyım!
Uygarlığa karşıyım çünkü bu devasa makinenin döndürülmesi için insan ırkının bencilce dünyanın her yerine binalar kurmasına, ormanları yağmalamasına, toprağın karnını deşmesine, suları kirletmesine ve en nihayetinde yaşanılabilir bütün alanları içinde yaşayan canlılarla birlikte yok etmesine tahammül edemiyorum.
Elbette bu söylediklerim belgesellerdeki ya da ekoloji raporlarındaki dehşete düşürücü bilgiler yanında son derece sönük kalıyor. Acaba eti için gün yüzü görmeden acılar içinde ölen hayvan sayılarından mı bahsetsem ya da balta girmemiş ormanların yüzde doksanın yok edilmiş olduğundan mı bahsetsem? Belki de bunlar daha etkileyici olurdu. Ancak ben son derece yalın, gözümüzün önündeki şeylerden bahsetmek istiyorum.
Anarşist-komünistler yada eko-anarşistler uygarlık karşıtlığını genellikle bir fraksiyon olarak değerlendirme eğilimindedirler. Oysa uygarlık karşıtlığı anarşi fikrinin kendi dinamiklerinden çıkan bir söylemdir. Türcülüğe karşı olan her birey kaçınılmaz olarak uygarlığı da karşısına almak zorundadır. Bu politik veya ideolojik bir söylem olmanın çok ötesinde anarşist bir çıkarımdır.
Ben uygarlığa karşıyım çünkü gözümün önünde kilometrelerce uzanan şehirlerin nasıl bir cinayet üzerine kurulu olduğunu, milyonlarca canlının yaşam alanını nasıl çaldığını biliyorum. Sadece penceremden baktığımda gördüğüm sokağın ve sokaktaki evlerin bile sömürü ve katliam üzerine kurulu olduğunu görebiliyorum. Ve bütün bunlara karşı çıkıyorum.
Binalar yıkılmalı, arabalar ateşe verilmeli, yollar toprağın üzerinden kazınmalıdır.
Tüm bu yayılmacı zihniyet uzlaşmaz bir şekilde yok edilmelidir. Ben türcülüğe karşı bir insanım; türcülüğe karşı olduğunu söyleyen tüm bireylerden, özellikle de anarşistlerden bu tavrı bekliyorum. Bookchin’in ekolojik toplumu, Zerzan’ın ilkelciliği, derin ekolojistlerin mistisizmi ve aklınıza gelen bütün teorik zırvaları bir kenara bırakıp yaşadığınız yere, adım attığınız yere bakmanızı istiyorum. Bakın! Lütfen bir bakın!
İnsan sömürüsünün bir ölçüde fark edilmiş olduğunu düşünerek doğa sömürüsüne vurgu yapıyorum. Yaşadığınız binanın, kilometrelerce uzanan yolların soykırımlar üzerine kurulduğunu, kullandığınız bütün araçların istisnasız bir şekilde ölümle bezenmiş olduğunu görmenizi istiyorum. Maalesef bu noktada ben, tartışılacak bir şey göremiyorum. Bencilliğimiz için doğanın üzerinde milyonlarca canlının yaşam alanını gasp ederek, onları öldürerek var olmanın tartışılacak bir yanı olduğunu nasıl düşünebilirim? Bugün ırkçılık karşıtlığı tartışmaya bile açılamayacak şekilde anarşistlerin kafasında nasıl yer etmişse uygarlık karşıtlığı da türcülüğe karşı olan bir anarşist olarak benim zihnimde öyle yer edinmiştir, çünkü başta da söylediğim gibi bu ideolojik veya politik bir söylem olmanın çok ötesinde, anarşi fikrinden doğan bir çıkarımdır. Söylediklerim teorik bir aklın değil, yaşayan tüm canlıların özgürlükleri olduğunu düşünen bir vicdanın sözleridir.
Ben uygarlığa karşıyım ve uygarlık karşıtlığının, anarşist duruşun varması gereken nokta olduğunu düşünüyorum. Bir gün gelecek, bütün evleri, fabrikaları, arabaları, marketleri, hastaneleri, uçakları yok edeceğiz. Ve bütün yolları, toprağı boğan bütün yolları yerinden kazıyacağız. Yeşil ve kızıl anarşistler diye ayrım yapmaya çalışan arkadaşlara asıl sorulması gereken soru da şu:
Acaba, uygarlığın yanında olup kendi teorik zırvalıklarınız içinde, türcülüğün acımasız bir şekilde sürdürüldüğü sözde kolektif bir dünyayı mı yüreğinizde taşıyorsunuz, yoksa tüm canlıların özgürce yaşayabildiği, birbirinin yaşam alanına gaddarca el koymadığı özgür bir dünyayı mı yüreğinizde taşıyorsunuz?
Karşı çıkmak istenilen öğretmenleri, kuralları belki de müzikleri anlayabiliyordum da karşı çıkmak istenilen bu evler, bu koltuklar, halılar neyin nesiydi?
Hiçbir yere oturtamadığım ama içten içe arzuladığım bu anlamsız karşı çıkış neydi?
Evet dedim kendi kendime, işte ben evlere, koltuklara, halılara karşı çıkıyorum. İçimde yükselen bir dürtü. Bir isyan, hem de nereye oturtacağımı bilmediğim bir isyan…
Yıllar geçti. Bu satırların üzerine çok kitap okudum. Belki de bazen haddinden fazla teori içine gömüldüm ama öğrendiklerim, benim hissettiklerimi anlamlandırmam dışında bana yeni bir şey getirmedi. Bugünden baktığımda ben uygarlık karşıtı oldum diyemem, tıpkı anarşist oldum diyemeyeceğim gibi; ben öğrendiklerim ile duygularımın nedenlerini kavradım ve ne istediğimi netleştirdim.
Evlere, koltuklara, halılara bugünden baktığımda neden karşı çıkmak istediğimi çok iyi anlıyorum. Sadece onları mı? Karşı çıkmak istediğim yolları, arabaları, binaları, fabrikaları, köprüleri, uçakları, kısacası gözümüzün önünde uzanan bütün bu uygarlığa karşı neden bitmez bir öfkeyle saldırdığımı çok iyi anlıyorum. Ve haykırıyorum:
Ben bir uygarlık karşıtıyım!
Uygarlığa karşıyım çünkü bu devasa makinenin döndürülmesi için insan ırkının bencilce dünyanın her yerine binalar kurmasına, ormanları yağmalamasına, toprağın karnını deşmesine, suları kirletmesine ve en nihayetinde yaşanılabilir bütün alanları içinde yaşayan canlılarla birlikte yok etmesine tahammül edemiyorum.
Elbette bu söylediklerim belgesellerdeki ya da ekoloji raporlarındaki dehşete düşürücü bilgiler yanında son derece sönük kalıyor. Acaba eti için gün yüzü görmeden acılar içinde ölen hayvan sayılarından mı bahsetsem ya da balta girmemiş ormanların yüzde doksanın yok edilmiş olduğundan mı bahsetsem? Belki de bunlar daha etkileyici olurdu. Ancak ben son derece yalın, gözümüzün önündeki şeylerden bahsetmek istiyorum.
Anarşist-komünistler yada eko-anarşistler uygarlık karşıtlığını genellikle bir fraksiyon olarak değerlendirme eğilimindedirler. Oysa uygarlık karşıtlığı anarşi fikrinin kendi dinamiklerinden çıkan bir söylemdir. Türcülüğe karşı olan her birey kaçınılmaz olarak uygarlığı da karşısına almak zorundadır. Bu politik veya ideolojik bir söylem olmanın çok ötesinde anarşist bir çıkarımdır.
Ben uygarlığa karşıyım çünkü gözümün önünde kilometrelerce uzanan şehirlerin nasıl bir cinayet üzerine kurulu olduğunu, milyonlarca canlının yaşam alanını nasıl çaldığını biliyorum. Sadece penceremden baktığımda gördüğüm sokağın ve sokaktaki evlerin bile sömürü ve katliam üzerine kurulu olduğunu görebiliyorum. Ve bütün bunlara karşı çıkıyorum.
Binalar yıkılmalı, arabalar ateşe verilmeli, yollar toprağın üzerinden kazınmalıdır.
Tüm bu yayılmacı zihniyet uzlaşmaz bir şekilde yok edilmelidir. Ben türcülüğe karşı bir insanım; türcülüğe karşı olduğunu söyleyen tüm bireylerden, özellikle de anarşistlerden bu tavrı bekliyorum. Bookchin’in ekolojik toplumu, Zerzan’ın ilkelciliği, derin ekolojistlerin mistisizmi ve aklınıza gelen bütün teorik zırvaları bir kenara bırakıp yaşadığınız yere, adım attığınız yere bakmanızı istiyorum. Bakın! Lütfen bir bakın!
İnsan sömürüsünün bir ölçüde fark edilmiş olduğunu düşünerek doğa sömürüsüne vurgu yapıyorum. Yaşadığınız binanın, kilometrelerce uzanan yolların soykırımlar üzerine kurulduğunu, kullandığınız bütün araçların istisnasız bir şekilde ölümle bezenmiş olduğunu görmenizi istiyorum. Maalesef bu noktada ben, tartışılacak bir şey göremiyorum. Bencilliğimiz için doğanın üzerinde milyonlarca canlının yaşam alanını gasp ederek, onları öldürerek var olmanın tartışılacak bir yanı olduğunu nasıl düşünebilirim? Bugün ırkçılık karşıtlığı tartışmaya bile açılamayacak şekilde anarşistlerin kafasında nasıl yer etmişse uygarlık karşıtlığı da türcülüğe karşı olan bir anarşist olarak benim zihnimde öyle yer edinmiştir, çünkü başta da söylediğim gibi bu ideolojik veya politik bir söylem olmanın çok ötesinde, anarşi fikrinden doğan bir çıkarımdır. Söylediklerim teorik bir aklın değil, yaşayan tüm canlıların özgürlükleri olduğunu düşünen bir vicdanın sözleridir.
Ben uygarlığa karşıyım ve uygarlık karşıtlığının, anarşist duruşun varması gereken nokta olduğunu düşünüyorum. Bir gün gelecek, bütün evleri, fabrikaları, arabaları, marketleri, hastaneleri, uçakları yok edeceğiz. Ve bütün yolları, toprağı boğan bütün yolları yerinden kazıyacağız. Yeşil ve kızıl anarşistler diye ayrım yapmaya çalışan arkadaşlara asıl sorulması gereken soru da şu:
Acaba, uygarlığın yanında olup kendi teorik zırvalıklarınız içinde, türcülüğün acımasız bir şekilde sürdürüldüğü sözde kolektif bir dünyayı mı yüreğinizde taşıyorsunuz, yoksa tüm canlıların özgürce yaşayabildiği, birbirinin yaşam alanına gaddarca el koymadığı özgür bir dünyayı mı yüreğinizde taşıyorsunuz?
Anonim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder