Nasıl olduğunu bilmiyorum ama bu geçen baharda Eugune-Oregon’daki Çevre Hukuku Konferansı’nda kendimi polis zulmü üzerine yapılan bir workshopta buldum. Daha önce de polis zulmünün ne olduğunu biliyordum, ama genel olarak hukuki otoritelerle yüz yüze gelmekten pek hazzetmediğim gibi askeri olarak daha güçlü bir hasımla yüz yüze olmayı sevdiğimi söyleyemem. Bu yüzden ALF (Animal Liberation Front – Hayvan Kurtuluş Cephesi) eylemlerine katılıyorum, çünkü senden daha büyük bir düşmanla dövüşmeye gelince sıra gerilla savaşının vur kaç taktiklerinin konvansiyonel savaştan daha faydalı avantajlar yarattığını söyleyebiliriz.
Çoğu kereler şiddet kullanmayan protestocuların kendilerinin Gandi’den alınma prensipleri doğrultusunda ve kendilerini zerre kadar umursamayan hasımlarının karşısında durduklarında şiddete maruz kaldıklarını duyuyorum. Her panel üyesi polisin kendilerini nasıl terörize ettiğini ve ardından da yasal mücadelelerin ağına yakalandıklarını anlatırken, bu pasifist yolu izlemenin akıllıca olmadığını hissetmekten alıkoyamadım kendimi.
Ben bir pasifist değilim. Ama Çevre Konferansında katılanların çoğunun saldırgan bir meşru müdafaadansa pasif bir şiddetsizliğe inandığını gördüm. Bu yüzden günümüz politik koşullarında şiddet yanlısı olmama konusundaki endişelerimi söylediğimde pek de destek bulabileceğimi sanmıyorum. Eugene’dekilere polis katilleriyle aynı çizgiden geldiğimi söyledim. Onlara eğer atalarımın kendilerine zulmedenleri öldürmek istemek gibi bir istekleri olmasaydı bugün hayatta olmayacağımı söyledim.
1800 ve 1900’lerin ilk yıllarında İspanyol ve ardından da Meksikalı askeri güçlere karşı silahlanmamak demek topraklarınızı, özgürlüğünüzü, kültürel kimliğinizi ve hatta hayatınızı kaybetmek anlamına geliyordu. Yaki dedikleri insan onlar için, öldürülmüş, hapse atılmış, tecavüze uğramış ve ülkeden kovulmuş, kendini savunmaya isteği olmayan bir Yaki’ydi, hayatınız ve ailenizin hayatı üzerindeki kontrolü başkasına terk etmişsiniz demekti bu. Benzer şekilde daha da ekstrem bir tarzda dindar bir havayla giderek artan polis saldırılarına rağmen şiddetsiz eylemlere ve sivil itaatsizliklere bağlı kaldığımız sürece aynı şeyi eylemcilerin de yaptığını görüyorum.
Beni yanlış anlamayın, ben de şiddetten uzak eylemleri tercih ederim, sosyal değişimlerin ve dikkatin yalnızca agresyon yoluyla elde edilebilmesi üzücü bir şey, ama ne yazık ki, kuralları yapan bizler değiliz, biz sadece oyunu oynuyoruz. Hükümetler fısıltıları nadiren kaile alır, ama bir çığlığı muhakkak duyarlar. Böyle zamanlarda politik mücadelelerin, taktiklerini ve stratejilerini yeniden gözden geçirerek hem muhaliflerimiz hem de bizler için en az fiziki şiddet içeren bir sonucu seçmesi gerekiyor.
Değişen zamanlara rağmen bir strateji geliştirememek demek bir şey üretememek demektir, bunu yapamadığımızda yaşanan şiddetten bizler de kısmen sorumlu sayılırız, çünkü şiddet içermeyen protestolarda bulunan arkadaşlarımız kendilerini polisin şiddet dolu rotasına yerleştirmiş oluyorlar. Şiddetten uzak durmakla alakalı ne kadar toplantılara gitmiş olursanız ve Gandi’yle alakalı ne kadar kitap okumuş olursanız olun hiçbir şey bu polis devletinin yasalar kendilerinden yana olduğu ve paçayı daima sıyırabileceklerini bildikleri sürece şiddet kullanmasını engellemeyecektir.
Bu da beni diğer meseleye getiriyor. Eğer biz şiddetten uzak sivil itaatsizliği bir taktik olarak kullanmaya devam edersek o zaman bu taktiğe şiddetle karşılık verildiğinde uygun cevabı vermeyi bilmeliyiz. Yani meşru müdafaadan söz ediyorum. Kendini savunmakta ahlaksızca, etik dışı ve yanlış hiçbir şey yok. Şu dünyadaki en içgüdüsel, doğal tepki bu. Her hayvanda genetik olarak var ve bunu kullanmaktan bizi alıkoyan yegâne şey fiziksel şiddetin kötü olduğuna dair kurumlaşmış bir inanç.
Bize meşru müdafaa olmadan şiddetli saldırıların yapılmasına izin verdiğimiz her sefer polislere yapacakları şeyden bir kez daha paçayı sıyıracaklarına dair daha iyi bir sebep sunmuş oluyoruz. Earth First!’ten David Chain’e ne olduğunu bilmek belki inanmanıza yardımcı olur. David’in üstüne bir ağaç düşüren The Pacific Lumber’da çalışan o işçi şiddet kullanmadan ormanları savunan David’in ölümü sebebiyle hiç tutuklanmadı, onu bırakın barışçıl protestolar düzenleyen eylemciler gibi geceyi bile hapiste geçirmedi!
1980lerde İngiltere’de tilki avlarını sabote ederken grubumuz avları destekleyenler tarafından saldırıya uğradı. Ben bir pasifistim sanıyordum, ama av sabotajcılarının kendilerini nasıl savunduğunu ve bize saldıranların bizi kolay kolay haklayamayacaklarını anladığını gördüğüm zaman meşru müdafaayı temel alan daha pragmatik bir inanç için bu felsefeden temelli vazgeçtim. Avcılar ateşle karşılık vereceğimizi anlayınca geri çekildi. Onların bizim üzerimizdeki gücü bizim kendimizi savunmayı reddetmemize bağlıydı.
Bunun gibi, ister WTO’yu protesto ederken, IMF’i protesto ederken ya da bu şeytani anlamda kötü imparatorluğun başka bir hedefini protesto ederken, polis bizim şiddet kullanmama ilkesine olan bağlılığımızdan yararlandığı ve masum genç eylemcileri anayasada yazılı haklarını hayata geçirirken istismar ettiğinde, bizler de karşılık vermek zorundayız. Bu tür bir tepki eylemcilerin hayatını daha da tehlikeye attığı zaman değil, ama barışçıl yöntemlerle protesto eden eylemciler dövülüp gözlerine biber gazı sıkıldığında, sivil ve insan hakları ihlal edildiğinde meşru müdafaa hakkımızı kullanmakta ve bize saldıranların malını ve mülkünü hedef olarak seçmekte sonuna dek haklıyız.
Ne zaman bir protestocu dövülürse bir polis arabası yanmalı. Ne zaman bir eylemcinin gözlerine biber gazı sıkılsa lastikler patlatılmalı ve pencereler kırılmalı. Bu devlet ajanlarının hayatı umursadığı filan yok, ama mallarına mülklerine canları gibi bakıyorlar kesinlikle. Bu şekilde bizler hayatın bütünün kutsal olduğuna dair inancımızı muhafaza edebiliriz, bir yandan da kendimizi savunma yeteneğimizi koruyabiliriz.
Onların gücünün bize ve bütün doğal yaratılışa karşı kullanılmasına tanık olmak yerine bizler kendi gücümüzü ortaya koymalıyız. Gandi bile şiddetten uzak durmanın buna saygı duyan birisine karşı kullanıldığında uygun bir eylem olduğunu söylemiştir. Kuzey İrlanda’da IRA’in ortaya çıkmasının sebebi şiddet kullanmadan protesto eylemleri yapan insanlara karşı uygulanan devlet şiddetiydi. Güney Afrika’da African National Congress’in gerilla ordusu Spear of the Nation’ı kurma sebebi devletin kullandığı şiddetti, ABD’de Black Panthers’in ortaya çıkma sebebi devletin kullandığı şiddetti. Malcolm X’in söylediği gibi, şiddet kullanmamak şiddet kullanmayan insanlarla olur, ama eğer birisi size saldırıyorsa meşru müdafaa haktır.
Hayvan özgürlüğü ve çevre savunması için yapılan mücadele, başkalarının haklarını ve hayatlarını korumakla alakalı bir şey, yoksa kendi ahlakımızla alakalı değil, bir savaşa son vermekle alakalı bir şey. Uzun ve pahalı mahkeme savaşlarıyla sonuçlanan taktiklere başvurmak demek laboratuvarlardaki, kürk çiftliklerindeki, sirklerdeki, yaban hayattaki hayvanlardan dikkatleri uzaklaştırıp kendi haklarımızı savunma derdine düşmek demektir, bu stratejik manada büyük bir başarısızlıktır. Gerçekten zulüm görenlere, hayvan halklarına ve onların yuvalarına dikkatleri çekecek stratejilere ve taktiklere başvurmalıyız.
Bizleri her türlü şekilde zulme direnen diğer insanlardan daha da çok ayıran imtiyazlı felsefelerimizi korurken kendimizi iyi hissetmekle alakalı bir şey değil bu. Bu mücadele hayatta kalmak için bize yaslanan milyarlarca masum canlının katledilmesine son vermekle alakalı bir mücadele. Ahlaki engellerimizi yenmeli ve dünyanın ve onun üzerindeki bütün hayatların kaderinin kesintisiz doğrudan eylem çabalarına bağlı olduğunu kabul etmeliyiz.
Çoğu kereler şiddet kullanmayan protestocuların kendilerinin Gandi’den alınma prensipleri doğrultusunda ve kendilerini zerre kadar umursamayan hasımlarının karşısında durduklarında şiddete maruz kaldıklarını duyuyorum. Her panel üyesi polisin kendilerini nasıl terörize ettiğini ve ardından da yasal mücadelelerin ağına yakalandıklarını anlatırken, bu pasifist yolu izlemenin akıllıca olmadığını hissetmekten alıkoyamadım kendimi.
Ben bir pasifist değilim. Ama Çevre Konferansında katılanların çoğunun saldırgan bir meşru müdafaadansa pasif bir şiddetsizliğe inandığını gördüm. Bu yüzden günümüz politik koşullarında şiddet yanlısı olmama konusundaki endişelerimi söylediğimde pek de destek bulabileceğimi sanmıyorum. Eugene’dekilere polis katilleriyle aynı çizgiden geldiğimi söyledim. Onlara eğer atalarımın kendilerine zulmedenleri öldürmek istemek gibi bir istekleri olmasaydı bugün hayatta olmayacağımı söyledim.
1800 ve 1900’lerin ilk yıllarında İspanyol ve ardından da Meksikalı askeri güçlere karşı silahlanmamak demek topraklarınızı, özgürlüğünüzü, kültürel kimliğinizi ve hatta hayatınızı kaybetmek anlamına geliyordu. Yaki dedikleri insan onlar için, öldürülmüş, hapse atılmış, tecavüze uğramış ve ülkeden kovulmuş, kendini savunmaya isteği olmayan bir Yaki’ydi, hayatınız ve ailenizin hayatı üzerindeki kontrolü başkasına terk etmişsiniz demekti bu. Benzer şekilde daha da ekstrem bir tarzda dindar bir havayla giderek artan polis saldırılarına rağmen şiddetsiz eylemlere ve sivil itaatsizliklere bağlı kaldığımız sürece aynı şeyi eylemcilerin de yaptığını görüyorum.
Beni yanlış anlamayın, ben de şiddetten uzak eylemleri tercih ederim, sosyal değişimlerin ve dikkatin yalnızca agresyon yoluyla elde edilebilmesi üzücü bir şey, ama ne yazık ki, kuralları yapan bizler değiliz, biz sadece oyunu oynuyoruz. Hükümetler fısıltıları nadiren kaile alır, ama bir çığlığı muhakkak duyarlar. Böyle zamanlarda politik mücadelelerin, taktiklerini ve stratejilerini yeniden gözden geçirerek hem muhaliflerimiz hem de bizler için en az fiziki şiddet içeren bir sonucu seçmesi gerekiyor.
Değişen zamanlara rağmen bir strateji geliştirememek demek bir şey üretememek demektir, bunu yapamadığımızda yaşanan şiddetten bizler de kısmen sorumlu sayılırız, çünkü şiddet içermeyen protestolarda bulunan arkadaşlarımız kendilerini polisin şiddet dolu rotasına yerleştirmiş oluyorlar. Şiddetten uzak durmakla alakalı ne kadar toplantılara gitmiş olursanız ve Gandi’yle alakalı ne kadar kitap okumuş olursanız olun hiçbir şey bu polis devletinin yasalar kendilerinden yana olduğu ve paçayı daima sıyırabileceklerini bildikleri sürece şiddet kullanmasını engellemeyecektir.
Bu da beni diğer meseleye getiriyor. Eğer biz şiddetten uzak sivil itaatsizliği bir taktik olarak kullanmaya devam edersek o zaman bu taktiğe şiddetle karşılık verildiğinde uygun cevabı vermeyi bilmeliyiz. Yani meşru müdafaadan söz ediyorum. Kendini savunmakta ahlaksızca, etik dışı ve yanlış hiçbir şey yok. Şu dünyadaki en içgüdüsel, doğal tepki bu. Her hayvanda genetik olarak var ve bunu kullanmaktan bizi alıkoyan yegâne şey fiziksel şiddetin kötü olduğuna dair kurumlaşmış bir inanç.
Bize meşru müdafaa olmadan şiddetli saldırıların yapılmasına izin verdiğimiz her sefer polislere yapacakları şeyden bir kez daha paçayı sıyıracaklarına dair daha iyi bir sebep sunmuş oluyoruz. Earth First!’ten David Chain’e ne olduğunu bilmek belki inanmanıza yardımcı olur. David’in üstüne bir ağaç düşüren The Pacific Lumber’da çalışan o işçi şiddet kullanmadan ormanları savunan David’in ölümü sebebiyle hiç tutuklanmadı, onu bırakın barışçıl protestolar düzenleyen eylemciler gibi geceyi bile hapiste geçirmedi!
1980lerde İngiltere’de tilki avlarını sabote ederken grubumuz avları destekleyenler tarafından saldırıya uğradı. Ben bir pasifistim sanıyordum, ama av sabotajcılarının kendilerini nasıl savunduğunu ve bize saldıranların bizi kolay kolay haklayamayacaklarını anladığını gördüğüm zaman meşru müdafaayı temel alan daha pragmatik bir inanç için bu felsefeden temelli vazgeçtim. Avcılar ateşle karşılık vereceğimizi anlayınca geri çekildi. Onların bizim üzerimizdeki gücü bizim kendimizi savunmayı reddetmemize bağlıydı.
Bunun gibi, ister WTO’yu protesto ederken, IMF’i protesto ederken ya da bu şeytani anlamda kötü imparatorluğun başka bir hedefini protesto ederken, polis bizim şiddet kullanmama ilkesine olan bağlılığımızdan yararlandığı ve masum genç eylemcileri anayasada yazılı haklarını hayata geçirirken istismar ettiğinde, bizler de karşılık vermek zorundayız. Bu tür bir tepki eylemcilerin hayatını daha da tehlikeye attığı zaman değil, ama barışçıl yöntemlerle protesto eden eylemciler dövülüp gözlerine biber gazı sıkıldığında, sivil ve insan hakları ihlal edildiğinde meşru müdafaa hakkımızı kullanmakta ve bize saldıranların malını ve mülkünü hedef olarak seçmekte sonuna dek haklıyız.
Ne zaman bir protestocu dövülürse bir polis arabası yanmalı. Ne zaman bir eylemcinin gözlerine biber gazı sıkılsa lastikler patlatılmalı ve pencereler kırılmalı. Bu devlet ajanlarının hayatı umursadığı filan yok, ama mallarına mülklerine canları gibi bakıyorlar kesinlikle. Bu şekilde bizler hayatın bütünün kutsal olduğuna dair inancımızı muhafaza edebiliriz, bir yandan da kendimizi savunma yeteneğimizi koruyabiliriz.
Onların gücünün bize ve bütün doğal yaratılışa karşı kullanılmasına tanık olmak yerine bizler kendi gücümüzü ortaya koymalıyız. Gandi bile şiddetten uzak durmanın buna saygı duyan birisine karşı kullanıldığında uygun bir eylem olduğunu söylemiştir. Kuzey İrlanda’da IRA’in ortaya çıkmasının sebebi şiddet kullanmadan protesto eylemleri yapan insanlara karşı uygulanan devlet şiddetiydi. Güney Afrika’da African National Congress’in gerilla ordusu Spear of the Nation’ı kurma sebebi devletin kullandığı şiddetti, ABD’de Black Panthers’in ortaya çıkma sebebi devletin kullandığı şiddetti. Malcolm X’in söylediği gibi, şiddet kullanmamak şiddet kullanmayan insanlarla olur, ama eğer birisi size saldırıyorsa meşru müdafaa haktır.
Hayvan özgürlüğü ve çevre savunması için yapılan mücadele, başkalarının haklarını ve hayatlarını korumakla alakalı bir şey, yoksa kendi ahlakımızla alakalı değil, bir savaşa son vermekle alakalı bir şey. Uzun ve pahalı mahkeme savaşlarıyla sonuçlanan taktiklere başvurmak demek laboratuvarlardaki, kürk çiftliklerindeki, sirklerdeki, yaban hayattaki hayvanlardan dikkatleri uzaklaştırıp kendi haklarımızı savunma derdine düşmek demektir, bu stratejik manada büyük bir başarısızlıktır. Gerçekten zulüm görenlere, hayvan halklarına ve onların yuvalarına dikkatleri çekecek stratejilere ve taktiklere başvurmalıyız.
Bizleri her türlü şekilde zulme direnen diğer insanlardan daha da çok ayıran imtiyazlı felsefelerimizi korurken kendimizi iyi hissetmekle alakalı bir şey değil bu. Bu mücadele hayatta kalmak için bize yaslanan milyarlarca masum canlının katledilmesine son vermekle alakalı bir mücadele. Ahlaki engellerimizi yenmeli ve dünyanın ve onun üzerindeki bütün hayatların kaderinin kesintisiz doğrudan eylem çabalarına bağlı olduğunu kabul etmeliyiz.
Rod Coronado
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder