ONU HAVAYA UÇURMAK
YA DA YAKIP KÜL ETMEK Mİ?
The Angry Brigade
VII
Hepimiz gırtlağımıza kadar kapitalizmin büyük oyununa gömüldük. Sırayla bir aktör, bir seyirci oluyoruz. Rol değiştiriyoruz, ya ağzımız bir karış açık başkalarına bakıyoruz ya da başkalarını kendimize baktırıyoruz. Yalnızca bir balkabağı olduğunu bilmemize rağmen billur arabaya bindik. Peri annenin büyüsü eleştirel farkındalığımızı ayarttı. Şimdi oyunu oynamalıyız. En azından gece yarısına kadar.
Fakirlik ve açlık hâlâ devrimin itici güçleri. Ama sermaye oyunu genişletiyor. Sahnede yeni aktörler istiyor. Dünyadaki en büyük gösteri bizi şaşırtmaya devam edecek. Her zaman daha karmaşık, her zaman daha iyi organize edilmiş olacak. Yeni palyaçolar kürsüye çıkmaya hazırlanıyor. Yeni vahşi hayvan türleri ehlileştirilecek.
İlk çıkacak olanlar nicelik destekçileri, aritmetik aşıkları olacak ve sahne ışıkları ile körleşerek gereklilik kitlelerini ve kurtuluş ideolojilerini peşlerinden sürükleyecekler. Ama kurtulamayacakları bir şey ciddilikleri olacak. Yüzleşecekleri en büyük tehlike bir kahkaha olacak. Sermayenin gösterisinde neşe ölümcüldür. Her şey loş ve kasvetlidir, her şey ciddi ve düzenlidir, her şey rasyonel ve programlanmıştır, hem de sahte ve yanıltıcı olduklarından.
Krizlerin ötesinde, gelişmemişliğin başka sorunlarının ötesinde, fakirlik ve açlığın ötesinde, sermayenin çıkartacağı son savaş, sonucu belirleyecek olan, can sıkıntısına karşı olandır.
Devrimci hareket de onun savaşlarında mücadele etmek zorunda kalacaktır. Yalnızca sermayeye karşı olan eski savaşlarda değil, kendine karşı olan yeni savaşlarda. Can sıkıntısı ona içeriden saldırmakta, onun çürümesine sebep olmakta, onu boğucu, yaşanmaz kılmaktadır.
Bunları, kapitalizm oyunundan hoşlananlara bırakalım. Sonuna dek rollerini oynamaktan memnun olanlara. Bu insanlar reformların her şeyi gerçekten değiştirebileceğini düşünür. Ama bu başka her şeyden daha büyük bir ideolojik örtmecedir. Parçaları değiştirmenin sistemin kurallarından biri olduğunu çok iyi bilirler. Her seferinde işleri birazcık düzeltmek sermaye için faydalıdır.
Bir de sermayeye sözel olarak saldıranların hiç eksik olmadığı devrimci hareket vardır. Bu insanlar epey kargaşa yaratır. Büyük bildirilerle ortaya çıkarlar, ama artık kimseyi etkileyememektedirler, özellikle de onları sinsice gösterinin en hassas kısmında kullanan sermayeyi hiç. Soliste ihtiyacı olduğunda bu oyunculardan birini sahneye çıkarır. Sonuç acınasıdır. Gerçek şudur ki, tüketim mallarının gösteri mekanizması sermayenin hükümranlık alanına, koordinasyon merkezlerine, üretimin ta çekirdeğine girilerek kırılmalıdır. Nasıl olağanüstü bir neşe patlaması, ne kadar yaratıcı bir ileri sıçrayış, ne kadar sıradışı bir amaçsız amaç olacağını bir düşünün.
Yalnız, kapital mekanizmalarına neşeyle, yaşam simgeleri ile girmek güçtür. Silahlı mücadele genellikle bir ölüm simgesidir. Patronlara ve onların hizmetkârlarına ölüm verdiği için değil, ölüm hakimiyetinin yapılarını kendine istediği için. Farklı algılansa gerçekten de eylem halindeki neşe olurdu, mal gösterisinin dayattığı, militer parti, iktidarın fethi yapısal koşulları yıkabilirdi; öncü olabilirdi.
Devrimci hareketin diğer düşmanı budur. Anlayamamak. Çelişkinin yeni koşullarını görmeyi reddetmek. Artik mal gösterisinin bir parçası halini almış geçmişin modellerini dayatmakta ısrar etmek.
Yeni devrimci gerçeklik konusundaki cehalet hareketin devrimci kapasitesinin teorik ve stratejik olarak farkına varılmamasına yol açıyor. Ve teorik niteliğe sahip sorulara bakmadan hemen müdahale etmeyi kaçınılmaz kılmak için çok yakında düşmanlar olduğunu söylemek yeterli değil. Bütün bunlar hareketin yeni gerçekliğiyle yüzleşme ve şu anda ciddi sonuçları yaşanan, geçmişte yapılmış hatalardan kaçınma yeteneksizliğini gizliyor. Ve bu inkâr her tür ussalcı siyasi yanılsamayı besliyor. İntikam, önderler, partiler, öncü, niceliksel büyüme gibi kategoriler yalnızca bu toplum boyutunda bir anlam ifade ediyor ve böyle bir anlam iktidarın sürekliliğini destekliyor. Olaylara devrimci bakış açısından, yani her tür iktidarın tamamen ve kararlılıkla yok edilmesi açısından bakarsanız, bu kategoriler anlamsızlaşır. Ütopyanın yersizliğine girerek, iş etiğini altüst ederek, onu hemen, buranın neşe gerçekleşmesine dönüştürerek, kendimizi tarihsel örgüt biçimlerinden çok uzak bir yapının içinde buluruz.
Bu yapı durmaksızın değişir ve bu yüzden kristalleşmeden kaçınır. İşyerindeki üreticilerin öz-örgütlenmesi ve işe karşı verilen mücadelenin öz-örgütlenmesi ile nitelenir. Üretim araçlarını ele geçirmez, ama durmaksızın değişen örgütsel biçimler aracılığı ile üretimi reddeder.
İşsiz ve geçici işçiler konusunda da aynı şey olmaktadır. Can sıkıntısı ve yabancılaşmanın teşvik ettiği yapılar öz-örgütlenme temelinde ortaya çıkmaktadır. Dışsal bir örgütün dayattığı ve programladığı amaçların sunulması hareketi öldürür ve onu mal gösterisine teslim eder.
Çoğumuz bu devrimci örgüt fikrine bağlıyız. Otoriter örgütü reddeden anarşistler bile onu hor görmüyorlar. Bu temelde hepimiz kapitalin çelişkili gerçeğine benzer araçlarla saldırılabileceğini kabul ediyoruz. Bunu yapıyoruz, çünkü bu araçların yasal olduğuna, kapital ile aynı mücadele alanından çıktığına ikna olmuşuz. Herkesin olayları bizim gibi görmeyebileceğini kabul etmeyi reddediyoruz. Teorimiz örgütlerimizin uygulaması ve stratejisi ile aynı.
Otoriterler ile bizim aramızda çok fark var; ama ortak tarihsel örgüt inancı önünde hepsi yıkılıyor. Anarşiye bu örgütlerin çalışmaları aracılığı ile ulaşılacak (yalnızca yaklaşım yöntemlerinde önemli farklar beliriyor). Ama bu inanç çok önemli bir şeyi gösteriyor: tüm ussalcı kültürümüzün gerçekliğini ilerici terimlerle açıklama iddiası. Bu kültür kendini tarihin geri çevrilemez olduğu fikrine ve bilimin analitik kapasitesine dayandırıyor. Bütün bunlar bizim şu anı, geçmişin tüm çabalarının karanlığın güçlerine (kapitalist sömürüye! Karşı mücadelenin doruk noktası ile buluştuğu nokta olarak görmemize sebep oluyor. Sonuç olarak, öncellerimizden daha ileride olduğumuza, geçmişin tüm deneyimlerinin toplamı olan teorileri ve örgütsel stratejileri detaylandırıp uygulamaya koyabileceğimize ikna oluyoruz. Bu yorumu reddeden herkes kendilerini otomatik olarak gerçekliğin ötesinde buluyor ki tanımı gereği bu da tarih, ilerleme ve bilim demek. Böyle bir gerçekliği reddeden herkes tarih- karşıtı, ilerleme-karşıtı ve bilim karşıtı oluyor. Temyiz hakkından mahrum mahkumiyet.
Bu ideolojik zırhla donanmış olarak sokaklara çıkıyoruz. Burada, analizlerimizin çerçevesine girmeyen uyarıcılardan oldukça farklı yapılanmış bir mücadele gerçekliğine tosluyoruz. Güzel bir sabah, barışçıl bir gösteri sırasında polis ateş etmeye başlıyor. Yapı tepki veriyor, yoldaşlar da ateş ediyor ve polis memurları düşüyor. Aforoz! Barışçıl bir gösteriydi bu. Yozlaşarak bireysel gerilla eylemlerine dönüştüğüne göre provokasyon olmalı. Gerçekliğin "parçası" değil, gerçekliğin "kendisi" olduğuna göre hiçbir şey ideolojik organizasyonumuzun mükemmel çerçevesinin ötesine geçemez. Ötedeki her şey deliliktir ve provokasyondur. Süpermarketler harap edilir, dükkânlar, yiyecek ve silah depoları yağmalanır, lüks arabalar yakılır. Bu, çarpıcı şekliyle mal oyununa saldırıdır. Yeni yapılar o yönde ilerlemektedir. Aniden, gereken minimum stratejik yönlendirme ile biçimlenirler. Gösteriş yok, uzun analitik önermeler yok, karmaşık destekleyici teoriler yok. Saldırırlar. Yoldaşlar bu yapılar ile özdeşleşir. İktidar veren örgütleri reddederler; denge, bekleme, ölüm. Eylemleri bu örgütlerin intihara eğilimli bekle ve gör pozisyonlarının eleştirisidir. Aforoz! Provokasyon olmalı.
Geleneksel siyasi hareketlerden bir kırılma vardır ve bu hareketin kendisinin eleştirisi halini alır. İstihza bir silah olur. Yazarın çalışma odasına kapanmış olarak değil, kitle halinde, sokaklarda. Sonuç olarak yalnızca patronların uşakları değil, çok uzak ve yakin geçmişin devrimci önderleri de kendilerini güçlük içinde bulurlar. Ufak çaplı patronlar ile önder grubun zihniyeti de krize girer. Aforoz! Tek geçerli eleştiri patronlara karşı olandır ve tarihi sınıf mücadelesi geleneğinin koyduğu kurallara uymalıdır. Bu ilahi kurallardan sapan herkes provokatördür.
İnsanlar toplantılardan, klasiklerden, anlamsız yürüyüşlerden, kili kırk yaran teorik tartışmalardan, sonsuz ayrımlardan, bazı siyasi analizlerin tekdüzeliğinden ve fakirliğinden bıktı. Onlar aşk yapmayı, sigara içmeyi, müzik dinlemeyi, yürüyüşe çıkmayı, uyumayı, gülmeyi, oynamayı, polis öldürmeyi, gazeteci sakatlamayı, yargıç öldürmeyi, kışla bombalamayı tercih ediyorlar. Aforoz! Mücadele ancak devrimin önderleri için anlaşılabildiği ölçüde yasaldır. Aksi halde, durumun kontrolden çıkması riski olduğundan, mutlaka provokasyon vardır.
Acele et yoldaş, polis, yargıç, patron vur. Şimdi; yeni bir polis seni durduramadan.
Hayır demekte acele et, yeni bir baskılama seni hayır demenin anlamsız, delice olduğuna, bir tımarhanenin konukseverliğini kabul etmen gerektiğine ikna edemeden.
Yeni bir ideoloji onu senin için kutsallaştırmadan kapitale saldırmakta acele et.
Yeni bir sofist sana bir kez daha "iş seni özgür kılar" diyemeden işi reddetmekte acele et.
Oynamakta acele et. Silahlanmakta acele et.
Alfredo Bonanno
YA DA YAKIP KÜL ETMEK Mİ?
The Angry Brigade
VII
Hepimiz gırtlağımıza kadar kapitalizmin büyük oyununa gömüldük. Sırayla bir aktör, bir seyirci oluyoruz. Rol değiştiriyoruz, ya ağzımız bir karış açık başkalarına bakıyoruz ya da başkalarını kendimize baktırıyoruz. Yalnızca bir balkabağı olduğunu bilmemize rağmen billur arabaya bindik. Peri annenin büyüsü eleştirel farkındalığımızı ayarttı. Şimdi oyunu oynamalıyız. En azından gece yarısına kadar.
Fakirlik ve açlık hâlâ devrimin itici güçleri. Ama sermaye oyunu genişletiyor. Sahnede yeni aktörler istiyor. Dünyadaki en büyük gösteri bizi şaşırtmaya devam edecek. Her zaman daha karmaşık, her zaman daha iyi organize edilmiş olacak. Yeni palyaçolar kürsüye çıkmaya hazırlanıyor. Yeni vahşi hayvan türleri ehlileştirilecek.
İlk çıkacak olanlar nicelik destekçileri, aritmetik aşıkları olacak ve sahne ışıkları ile körleşerek gereklilik kitlelerini ve kurtuluş ideolojilerini peşlerinden sürükleyecekler. Ama kurtulamayacakları bir şey ciddilikleri olacak. Yüzleşecekleri en büyük tehlike bir kahkaha olacak. Sermayenin gösterisinde neşe ölümcüldür. Her şey loş ve kasvetlidir, her şey ciddi ve düzenlidir, her şey rasyonel ve programlanmıştır, hem de sahte ve yanıltıcı olduklarından.
Krizlerin ötesinde, gelişmemişliğin başka sorunlarının ötesinde, fakirlik ve açlığın ötesinde, sermayenin çıkartacağı son savaş, sonucu belirleyecek olan, can sıkıntısına karşı olandır.
Devrimci hareket de onun savaşlarında mücadele etmek zorunda kalacaktır. Yalnızca sermayeye karşı olan eski savaşlarda değil, kendine karşı olan yeni savaşlarda. Can sıkıntısı ona içeriden saldırmakta, onun çürümesine sebep olmakta, onu boğucu, yaşanmaz kılmaktadır.
Bunları, kapitalizm oyunundan hoşlananlara bırakalım. Sonuna dek rollerini oynamaktan memnun olanlara. Bu insanlar reformların her şeyi gerçekten değiştirebileceğini düşünür. Ama bu başka her şeyden daha büyük bir ideolojik örtmecedir. Parçaları değiştirmenin sistemin kurallarından biri olduğunu çok iyi bilirler. Her seferinde işleri birazcık düzeltmek sermaye için faydalıdır.
Bir de sermayeye sözel olarak saldıranların hiç eksik olmadığı devrimci hareket vardır. Bu insanlar epey kargaşa yaratır. Büyük bildirilerle ortaya çıkarlar, ama artık kimseyi etkileyememektedirler, özellikle de onları sinsice gösterinin en hassas kısmında kullanan sermayeyi hiç. Soliste ihtiyacı olduğunda bu oyunculardan birini sahneye çıkarır. Sonuç acınasıdır. Gerçek şudur ki, tüketim mallarının gösteri mekanizması sermayenin hükümranlık alanına, koordinasyon merkezlerine, üretimin ta çekirdeğine girilerek kırılmalıdır. Nasıl olağanüstü bir neşe patlaması, ne kadar yaratıcı bir ileri sıçrayış, ne kadar sıradışı bir amaçsız amaç olacağını bir düşünün.
Yalnız, kapital mekanizmalarına neşeyle, yaşam simgeleri ile girmek güçtür. Silahlı mücadele genellikle bir ölüm simgesidir. Patronlara ve onların hizmetkârlarına ölüm verdiği için değil, ölüm hakimiyetinin yapılarını kendine istediği için. Farklı algılansa gerçekten de eylem halindeki neşe olurdu, mal gösterisinin dayattığı, militer parti, iktidarın fethi yapısal koşulları yıkabilirdi; öncü olabilirdi.
Devrimci hareketin diğer düşmanı budur. Anlayamamak. Çelişkinin yeni koşullarını görmeyi reddetmek. Artik mal gösterisinin bir parçası halini almış geçmişin modellerini dayatmakta ısrar etmek.
Yeni devrimci gerçeklik konusundaki cehalet hareketin devrimci kapasitesinin teorik ve stratejik olarak farkına varılmamasına yol açıyor. Ve teorik niteliğe sahip sorulara bakmadan hemen müdahale etmeyi kaçınılmaz kılmak için çok yakında düşmanlar olduğunu söylemek yeterli değil. Bütün bunlar hareketin yeni gerçekliğiyle yüzleşme ve şu anda ciddi sonuçları yaşanan, geçmişte yapılmış hatalardan kaçınma yeteneksizliğini gizliyor. Ve bu inkâr her tür ussalcı siyasi yanılsamayı besliyor. İntikam, önderler, partiler, öncü, niceliksel büyüme gibi kategoriler yalnızca bu toplum boyutunda bir anlam ifade ediyor ve böyle bir anlam iktidarın sürekliliğini destekliyor. Olaylara devrimci bakış açısından, yani her tür iktidarın tamamen ve kararlılıkla yok edilmesi açısından bakarsanız, bu kategoriler anlamsızlaşır. Ütopyanın yersizliğine girerek, iş etiğini altüst ederek, onu hemen, buranın neşe gerçekleşmesine dönüştürerek, kendimizi tarihsel örgüt biçimlerinden çok uzak bir yapının içinde buluruz.
Bu yapı durmaksızın değişir ve bu yüzden kristalleşmeden kaçınır. İşyerindeki üreticilerin öz-örgütlenmesi ve işe karşı verilen mücadelenin öz-örgütlenmesi ile nitelenir. Üretim araçlarını ele geçirmez, ama durmaksızın değişen örgütsel biçimler aracılığı ile üretimi reddeder.
İşsiz ve geçici işçiler konusunda da aynı şey olmaktadır. Can sıkıntısı ve yabancılaşmanın teşvik ettiği yapılar öz-örgütlenme temelinde ortaya çıkmaktadır. Dışsal bir örgütün dayattığı ve programladığı amaçların sunulması hareketi öldürür ve onu mal gösterisine teslim eder.
Çoğumuz bu devrimci örgüt fikrine bağlıyız. Otoriter örgütü reddeden anarşistler bile onu hor görmüyorlar. Bu temelde hepimiz kapitalin çelişkili gerçeğine benzer araçlarla saldırılabileceğini kabul ediyoruz. Bunu yapıyoruz, çünkü bu araçların yasal olduğuna, kapital ile aynı mücadele alanından çıktığına ikna olmuşuz. Herkesin olayları bizim gibi görmeyebileceğini kabul etmeyi reddediyoruz. Teorimiz örgütlerimizin uygulaması ve stratejisi ile aynı.
Otoriterler ile bizim aramızda çok fark var; ama ortak tarihsel örgüt inancı önünde hepsi yıkılıyor. Anarşiye bu örgütlerin çalışmaları aracılığı ile ulaşılacak (yalnızca yaklaşım yöntemlerinde önemli farklar beliriyor). Ama bu inanç çok önemli bir şeyi gösteriyor: tüm ussalcı kültürümüzün gerçekliğini ilerici terimlerle açıklama iddiası. Bu kültür kendini tarihin geri çevrilemez olduğu fikrine ve bilimin analitik kapasitesine dayandırıyor. Bütün bunlar bizim şu anı, geçmişin tüm çabalarının karanlığın güçlerine (kapitalist sömürüye! Karşı mücadelenin doruk noktası ile buluştuğu nokta olarak görmemize sebep oluyor. Sonuç olarak, öncellerimizden daha ileride olduğumuza, geçmişin tüm deneyimlerinin toplamı olan teorileri ve örgütsel stratejileri detaylandırıp uygulamaya koyabileceğimize ikna oluyoruz. Bu yorumu reddeden herkes kendilerini otomatik olarak gerçekliğin ötesinde buluyor ki tanımı gereği bu da tarih, ilerleme ve bilim demek. Böyle bir gerçekliği reddeden herkes tarih- karşıtı, ilerleme-karşıtı ve bilim karşıtı oluyor. Temyiz hakkından mahrum mahkumiyet.
Bu ideolojik zırhla donanmış olarak sokaklara çıkıyoruz. Burada, analizlerimizin çerçevesine girmeyen uyarıcılardan oldukça farklı yapılanmış bir mücadele gerçekliğine tosluyoruz. Güzel bir sabah, barışçıl bir gösteri sırasında polis ateş etmeye başlıyor. Yapı tepki veriyor, yoldaşlar da ateş ediyor ve polis memurları düşüyor. Aforoz! Barışçıl bir gösteriydi bu. Yozlaşarak bireysel gerilla eylemlerine dönüştüğüne göre provokasyon olmalı. Gerçekliğin "parçası" değil, gerçekliğin "kendisi" olduğuna göre hiçbir şey ideolojik organizasyonumuzun mükemmel çerçevesinin ötesine geçemez. Ötedeki her şey deliliktir ve provokasyondur. Süpermarketler harap edilir, dükkânlar, yiyecek ve silah depoları yağmalanır, lüks arabalar yakılır. Bu, çarpıcı şekliyle mal oyununa saldırıdır. Yeni yapılar o yönde ilerlemektedir. Aniden, gereken minimum stratejik yönlendirme ile biçimlenirler. Gösteriş yok, uzun analitik önermeler yok, karmaşık destekleyici teoriler yok. Saldırırlar. Yoldaşlar bu yapılar ile özdeşleşir. İktidar veren örgütleri reddederler; denge, bekleme, ölüm. Eylemleri bu örgütlerin intihara eğilimli bekle ve gör pozisyonlarının eleştirisidir. Aforoz! Provokasyon olmalı.
Geleneksel siyasi hareketlerden bir kırılma vardır ve bu hareketin kendisinin eleştirisi halini alır. İstihza bir silah olur. Yazarın çalışma odasına kapanmış olarak değil, kitle halinde, sokaklarda. Sonuç olarak yalnızca patronların uşakları değil, çok uzak ve yakin geçmişin devrimci önderleri de kendilerini güçlük içinde bulurlar. Ufak çaplı patronlar ile önder grubun zihniyeti de krize girer. Aforoz! Tek geçerli eleştiri patronlara karşı olandır ve tarihi sınıf mücadelesi geleneğinin koyduğu kurallara uymalıdır. Bu ilahi kurallardan sapan herkes provokatördür.
İnsanlar toplantılardan, klasiklerden, anlamsız yürüyüşlerden, kili kırk yaran teorik tartışmalardan, sonsuz ayrımlardan, bazı siyasi analizlerin tekdüzeliğinden ve fakirliğinden bıktı. Onlar aşk yapmayı, sigara içmeyi, müzik dinlemeyi, yürüyüşe çıkmayı, uyumayı, gülmeyi, oynamayı, polis öldürmeyi, gazeteci sakatlamayı, yargıç öldürmeyi, kışla bombalamayı tercih ediyorlar. Aforoz! Mücadele ancak devrimin önderleri için anlaşılabildiği ölçüde yasaldır. Aksi halde, durumun kontrolden çıkması riski olduğundan, mutlaka provokasyon vardır.
Acele et yoldaş, polis, yargıç, patron vur. Şimdi; yeni bir polis seni durduramadan.
Hayır demekte acele et, yeni bir baskılama seni hayır demenin anlamsız, delice olduğuna, bir tımarhanenin konukseverliğini kabul etmen gerektiğine ikna edemeden.
Yeni bir ideoloji onu senin için kutsallaştırmadan kapitale saldırmakta acele et.
Yeni bir sofist sana bir kez daha "iş seni özgür kılar" diyemeden işi reddetmekte acele et.
Oynamakta acele et. Silahlanmakta acele et.
Alfredo Bonanno
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder