27 Eylül 2010 Pazartesi

Silahlı Neşe VI

“Atışı kendin yaptığın sürece
her şey beceridir ve kolay kazanmaktır; ancak
sen aniden ebedi oyun arkadaşının sana,
senin merkezine, tüm gücüyle, o ilahi
köprü yapımcılarının muhteşem yaylarından biri ile
fırlattığı topu yakalaması gereken olduğunda: ancak
o zaman yakalamayı başarmak senin değil,
bir dünyanın gücüdür. “


Rilke


VI

Hepimiz neşeyi tecrübe ettiğimize inanırız. Her birimiz yaşamlarımız boyunca en az bir kere mutlu olduğumuza inanırız. Yalnız bu neşe deneyimi hep edilgendir. Keyif alırız. Nasıl neşenin biz istediğimizde kendini göstermesini talep edemezsek, neşeyi "arzulayamayız" da.

Bizler ile neşe arasındaki bunca ayrım bizim kendimizden "ayrı" olmamıza, sömürü süreci tarafından ikiye bölünmüş olmamıza dayanır.

Tatil "neşesini" yaşayabilmek için sene boyunca çalışırız. Tatil geldiğinde, tatilde olduğumuz gerçeğinin "zevkini" çıkarmaya "zorunlu" hissederiz. Tüm diğer işkence türleri gibi bir işkence. Aynisi Pazar günleri için de geçerlidir. Korkunç bir gün. Boş zaman yanılsamasının zayıflatılması bize içinde yaşadığımız ticaret oyununun boşluğunu gösterir. Aynı boş bakışlar yarı boş cama, televizyon ekranına, futbol maçına, kadın kahraman dozuna; sinema ekranına, trafik keşmekeşine, neon ışıklarına, manzarayı öldürme işini tamamlamış olan prefabrike evlere konar.

Kapitalist oyunun muhtelif resitallerinin derinliklerinde "neşe" aramak saf deliliktir. Ama kapitalin istediği de tam olarak budur. Sömürenler tarafından programlanmış boş zaman deneyimi ölümcüldür. Çalışmak istemenize sebep olur. İnsan görünürdeki yaşama karşı kesin ölümü tercih etmeye başlar.

Kapitalist sömürünün rasyonel mekanizmasından hiçbir neşe ulaşamaz bize. Neşenin onu düzenleyecek belirli kuralları yoktur. Öyle olsa bile, neşeyi arzu edebiliyor olmalıyız. Aksi halde yolumuzu şaşırırız.

Bu yüzden neşe arayışı bir irade eylemidir, sermayenin ve onun değerlerinin sabit koşullarını kararlılıkla reddetmektir. Bu reddedişlerin ilki, bir değer olarak işi reddetmektir. Neşe arayışı ancak oyun arayışı ile mümkündür.

Bu yüzden oyun demek, sermaye boyutunda düşünmeye alışık olduğumuz şeyden farklı bir şey demektir. Dingin aylaklık gibi, kendine hayatin sorumluluklarını inkâr eden oyun, gerçekte var olanın yapay, çarpık imgesidir. Çatışmanın mevcut aşamasında ve sermayeye karşı mücadelenin göreceli kısıtlamalarında, oyun bir "boş zaman faaliyeti" değil bir silahtır.

Kaderin tuhaf cilvesi sonucunda roller değişmiştir. Eğer yaşam ciddi bir şeyse, ölüm bir yanılsamadır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur. Şimdi, ölümün hükümranlık alanı, yani insan olarak varlığımızı inkâr eden ve bizi "şeylere" indirgeyen sermayenin hükümranlık alanı çok ciddi, yöntemli ve disiplinli görünür. Ama onun sahiplenme hezeyanı, etik şiddeti, "yapma" takıntısı büyük bir yanılsamayı saklar: mal oyununun mutlak boşluğunu, sonsuz birikimin faydasızlığını ve sömürünün saçmalığını. Bu yüzden iş ve üretkenlik dünyasının büyük ciddiliği mutlak bir ciddiyet yoksunluğunu saklar.

Tam tersine, bu aptal dünyanın reddi, sözde "ciddiyet eksikliği" içinde neşe, düş, ütopya arayışı yaşamdaki en ciddi şeyi saklar; ölümün reddini. Sermaye ile fiziksel karşılaşma esnasında oyun, duvarın bu yanında bile farklı biçimler alabilir. Pek çok şey "oyuncu bir şekilde" yapılabilir, ama yaptığımız şeylerin çoğunu, kapitalden ödünç aldığımız ölüm maskesini takarak çok "ciddi bir şekilde" yaparız. Oyun daima yeni olan, daima hareket halinde olan yaşamsal bir dürtü olarak nitelendirilir. Kendimizi ölümden kurtarırız. Oyun canlı hissetmemizi sağlar. Bize yaşam heyecanı verir. Diğer rol modelinde her şeyi sanki bir görevmiş gibi, onu yapmak "zorundaymış" gibi yaparız.

Ancak oyunun, kapitalizm deliliğinin ve yabancılaşmasının tam tersi olan, her daim yeni heyecanı içinde neşeyi tanıyabiliriz. Eski dünya ile bağlarımızı koparma ve yeni amaçlar, başka değerler ve ihtiyaçlar ile özdeşleşme olasılığı işte buradadır. Neşe bir inanın amacı olarak düşünülmese bile, kuşkusuz bilinçli olarak arandığı zaman sermaye ile çatışmayı farklı kılan ayrıcalıklı bir boyuttur.

Hayat o kadar sıkıcı ki yapacak hiçbir şey yok maaşın tamamını en yeni etek ya da gömlek üzerine harcamaktan başka. Kardeşlerim, gerçek arzularınız nedir? Eczanede oturmak, uzak, boş, sıkkın görünmek, tatsız kahve içmek mi? Yoksa belki...


Alfredo Bonanno

Hiç yorum yok: