Bir cezalandırma biçimi olarak düzenli kapatma uygulaması ve hapishane sistemi esas olarak on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda ortaya çıkar. Daha önceki monarşiler sert ve baskıcı niteliklerine rağmen toplum üzerinde yaygın bir kontrol sağlayamamıştır. Birtakım yasalar vardır ama bunlar ne keyfi krallık yönetimi ne de halk tarafından umursanır. Öte yandan gümrük, ticaret vb. konularda yasaları ihlal eden burjuvazi, vergi kaçıran köylülere karşı hoşgörüyle yaklaşır. Suçlular genellikle adaletten kaçar, ancak yakalandıklarında da konulacakları bir hapishane yoktur. Aynı şekilde deliler de toplum içinde serbestçe dolaşırlar, on dokuzuncu yüzyılda kurulacak olan akıl hastaneleri gibi yerlere kapatılmamaktadırlar henüz.
On sekizinci yüzyıl sonu ve on dokuzuncu yüzyılda kapitalizmin gelişmesiyle birlikte toprağa bağlı nüfus kentlere göçüp fabrikalarda çalışmaya başlar. İşgücünün serbest dolaşımına eşlik eden sosyal ve politik hareketlilik burjuvaziyi ürkütür. Burjuvazinin mülkiyetindeki üretim araçlarının, makinelerin proleter sınıfın elinin altında olması toplumun denetim altına alınmasını gerekli kılar. Köyden gelip fabrika disiplinine alışamayan, işten kaytaran işçilerin disipline edilmesi, eğitilmesi, üretim aygıtına sıkı bir şekilde bağlanması, düzenli, hiyerarşik, otoriter bir şekilde işleyen fabrika içine kapatılması gerekir. Aynı disipliner süreç içinde öğrenciler yeni kurulan okullara, askerler kışlalara, deliler akıl hastanelerine, suçlular hapishanelere kapatılır. On dokuzuncu yüzyılda hapis, cezalandırmanın genel bir biçimi haline gelir. Eski toplumda olağan sayılan gezginlik, serserilik, göçebelik burjuva iktidarınca hoş görülmez. Her vatandaşın sürekli olarak oturduğu sabit bir ikametgâhı ve düzenli bir işi olması toplumsal denetimin önemli bir koşulu haline gelir. Evlere numara verilir, toplumun yaşamı idari ve polisiye olarak kayıt altına alınır.
Kapitalizmden önce kanunsuzluk ve suçluluk toplumsal hayatın hoş görülen boyutlarıydı. Neredeyse herkes bir ölçüde yasadışı bir hayat sürmekteydi. Suçluyu toplumsal sözleşmeyi bozan bir iç düşman olarak gören anlayış burjuva toplumuyla ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşıma göre suçlu, toplum dışı bir yaşam süren kişidir ve bu haliyle bir toplum üyesi, bir yurttaş olarak kabul edilemez. Toplumu bu tür kişilere karşı korumak için cezalandırılmaları, hapsedilmeleri gerekir. Burjuva toplumunda hapis, suçluları, dış dünyadan, toplumdan izole etmenin bir aracıdır. Hapis cezası "eşitlikçidir" çünkü bireyi "özgür zamandan" yani "vakit nakittir" anlamında bir zamandan yoksun bırakır. İşlenen suça bağlı olarak hapis cezasının süresi hesaplanır. Bazı hapis cezalarının paraya çevrilebilmesi para ve zamanın kapitalizmde nesnel ölçütler haline geldiğinin bir göstergesidir. Aynı zaman ölçütü emek sürecinde, işgücünün karşılığı hesaplanırken de gündeme gelir. Emek zamanının karşılığı ücretse, ceza zamanının karşılığı hapistir.
Kapitalizmin tarihi nesnel, herkese uygulanabilir evrensel doğruların, kuralların oluşturulmasının tarihidir. Hapis cezasının ölçülebilmesi nasıl nesnel bir zaman ve hukuk anlayışının oluşmuş olmasını gerektiriyorsa "normalliğin", "sağlıklılığın" ölçülebilmesi de nesnel bir hakikat düşüncesini, bilim ve aklın yasaları tarafından onaylanan evrensel doğruları gerekli kılar. Tıp bilimi anormal, sapkın olarak tanımladıklarına akıl hastanesinin yolunu gösterirken, hukuk bilimi de suçlu addettiklerine hapishanenin yolunu gösterir. Aydınlanmanın, ilerlemenin özgürlükçü olduğunu iddia eden sosyalist varsayımların aksine hapishane ve ceza ekonomisi Aydınlanmanın, bilimciliğin, rasyonalizmin doğal sonucudur. Nesnel hakikat düşüncesinin iktidar olduğu her yerde hapishane vardır.
On dokuzuncu yüzyıl kapitalizmi toplumun büyük ölçekli, merkezi, hiyerarşik, otoriter kurumlar içine kapatılarak denetlenmesini beraberinde getirmiştir. Bu denetim kaba ve disiplinerdir. Toplumu hareketlilik aracılığıyla değil, hareketsizleştirerek, kapatarak kontrol etmeyi hedefler. Aynı sistem kadını da baskı altına alarak aile yapısı içine hapseder. Cinsellik de yasakçı bir zihniyetle kapalı kapıların ardına itilir. On dokuzuncu yüzyılda toplumsallaşma; bedenlerin denetimi, gözetimi, bükülmesi ve kırılması pahasına gerçekleşmiştir. Bu yüzyıl vücutlar üzerinde uygulanan bir siyasal fizik veya toplumsal ortopedi süreci olarak tanımlanabilir. Kapitalist üretim ilişkilerinin toplum yaşamı üzerinde yarattığı tahripkâr sonuçların devlet tarafından denetlenme çabası bir dışlama mekanizmasını gerekli kılar. Suçlular toplumdan tecrit edilir, hapsedilir. Hapishaneden çıkanın toplum içine yeniden kabulü çok zordur. Öte yandan toplumda suçluluğa karşı duyulan korku iktidarın, polisin halk üzerindeki denetiminin artmasına zemin hazırlar.
Kapitalizmde yasallığın, yazılı hukukun kural olduğu, yasadışılığın arızi veya tesadüfi olduğu düşüncesi bir yanılgıdır. Kapitalizm nasıl sadece rasyonel bir sistem değil aynı zamanda irrasyonel bir sistemse, aynı şekilde hem legaliteyi hem de illegaliteyi içinde barındırır. "Yasal boşluklar" denilen şey aslında sistemin illegaliteye olan ihtiyacının açık bir göstergesidir. Yasal olmamasına rağmen uyuşturucu, kadın ve silah ticaretine göz yumulur ve oluşan rant mafya ve iktidar grupları arasında paylaşılır. Öte yandan düzen karşıtlarına karşı uygulanan cezalar, sistemin içinde kalarak yolsuzluk yapanlara oranla daha ağırdır. İktidar gizli servis faaliyetleriyle, olağanüstü hal uygulamalarıyla hukuk sisteminin kısıtlamalarından kurtulma imkânını her zaman elinde tutar.
Batı'da İkinci Dünya Savaşı'na kadar süren dönem bir kapatılma dönemiydi. 1960'lardan itibaren bu kez bir "açılmaya" tanık oluyoruz. On dokuzuncu yüzyıldan farklı olarak işçiler büyük üretim içinde çok uzun saatler kapatılmıyorlar. Büyük üretim yerini periferilere kaydırılan esnek, küçük ölçekli üretime bırakıyor. Çalışma saatleri azalıyor ve esnek hale geliyor. Bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler sonucu iş eve taşınabiliyor. Eskiden toplumsal şekillendirmenin önemli bir aracı olan büyük ordu, yerini profesyonel, küçük ordulara bırakıyor. Kadının aile içine kapatılması son buluyor, kadınlar iş hayatına ve sosyal hayata aktif bir şekilde katılıyor. Eğitim de eski katı, disipliner yapısından uzaklaşarak daha esnek hale geliyor. Akıl hastaneleri hâlâ var ama hastane dışı terapi gündelik hayatın sık rastlanan bir unsuru haline geliyor. Deyim yerindeyse, postmodern toplum düşük yoğunluklu bir terapi altında yaşıyor. Hapishanelere gelince, en az yumuşama bu alanda görülüyor. Sistemin asimile edemediği, toplumun marjında yaşayan "suçlu" bir kesimin tehdit edici varlığı hapishanelerin "açılmasını" engelliyor. Bununla birlikte sivil toplum kuruluşlarının girişimleri sonucu hapishanelerdeki koşullarda bazı iyileşmeler sağlanabiliyor.
Eskinin kapatmacı kurumları postmodern toplumda yumuşasalar da, toplumsal denetime yönelik işlevleri değişmeden sürüyor. Öte yandan yeni sistem, toplumu kapatıp hareketsiz bırakarak denetlemek yerine, onu açık alana, hareketin, hızın, tüketimin alanına sürerek denetlemeyi amaçlıyor. Kapatma yerine toplumu kuşatan ağ yapı içine dahil ederek gerçekleştirilen bir kontrol söz konusu burada. Şeffaflığı şiar edinen postmodern toplum, kapalı olanı, görünmeyeni vitrine çıkararak tüketimin bir parçası haline getiriyor. Özdenetimi yüksek, eğitilmiş bir tüketiciler kitlesi, hayatlarının dışında bulunan merkezi-bürokratik bir iktidarın zorunlu kapatması altında yaşayan "tekinsiz" bir halka göre sisteme daha çok güven veriyor. Yeni düzen kitleleri tüketim alanına birbirlerinden yalıtılmış bireyler olarak çekiyor. Görünürdeki bu iletişimsiz açılmaya, evlerinde televizyon izleyen yüz milyonlarca bireyin gönüllü, iletişimsiz kapanması eşlik ediyor. Postmodern iktidar, düzenli tüketici/yurttaş yapamadıklarını dışlıyor; onları gözden ırak gettolarda, varoşlarda yaşamaya mahkûm ediyor. Sistemin gündelik işleyişi açısından tehlike oluşturanları ise hapishanelere dolduruyor.
Yaşar Çabuklu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder