20 Ocak 2016 Çarşamba

Tüketim Toplumu

Tüketim toplumunda ruhun yerini beden almış, tutku dışlanmıştır. Bedenin etrafı sağlık, perhiz, tedavi, arzu gibi söylenlerce kuşatılmıştır. Reklamlar bireyi yatırım nesnesine dönüşen bedenlerini keşfetmeye davet eder.

Baudrillard bu kitabında, daha sonra yazdığı Amerika ya da Cool Memories gibi kitaplarında yaptığından farklı olarak, tasvir ettiği "post-modern" toplumun büyüsüne kapılmamış. Ortaya sert tonlu bir eleştiri çıkmış. Bunda kitabın 1968 olaylarının ertesinde yazılmış olmasının ve 1970 öncesi dönemde "post-modern" toplumun henüz yeterince şekillenmemesinin payı olabilir. Yine Baudrillard'ın diğer kitaplarıyla karşılaştırıldığında Tüketim Toplumu yer yer tablo ve istatistiklerle desteklenen ampirik bir çalışma olma özelliğiyle de dikkat çekiyor.

Konu yeni değil. Tüketim toplumu ya da kitle kültürü daha önce aralarında Frankfurt Okulu yazarlarının da bulunduğu birçok düşünürce eleştirilmişti. Bu düşünürler kendilerini -potansiyel de olsa- bir toplumsal muhalefetin parçası olarak görüyorlardı. İsteği dışında kendi hakikatine yabancılaştırılmış, iktidarca manipüle edilmiş ama yine de bu durumdan kurtulma umudunun var olduğu bir toplum sözkonusuydu. Tamamen bireysel bir bakış açısıyla iktidarı da muhalefeti de eleştirip dışlayan Baudrillard ise bu kitabında yeni tüketim toplumunun artık asıl/kopya, gerçeklik/görünüş gibi karşıtlıklar kurularak açıklanamayacağını, çünkü yabancılaşılan bir insan özünün ve hakikatinin ve buna bağlı olarak hakikati temel alan toplumsal muhalefet biçimlerinin yokolduğunu, bir simülasyona dönüşen gündelik hayatın gönderme yapabileceği dolaysız yaşam biçimlerinin ortadan kalktığını iddia ediyor. Baudrillard'ı sosyalist görüşten ayıran temel fark bu. Ona göre tüketim toplumu kaybettiği hakikati gündeminden çıkarmıştır. Radikal bir toplumsal muhalefet yaratamaz. Ancak anomi ya da anomali üretir; amaçsız şiddet, kollektif kaçış davranışları (uyuşturucu, hippiler) yorgunluk, intiharlar, sinir hastalıkları, iç sıkıntısı, suçluluk.

Marksist düşünce özne/nesne, birey/toplum gibi karşıtlıkların komünist toplumda aşılacağını öne sürmekteydi. "Post-modern" tüketim toplumu olumsuz anlamda bu karşıtlıkları kendi içinde "çözdü". Artık nesne karşısında bir mesafe, eleştirel bir gerilim taşımayan, ruhuyla ve bedeniyle bir tüketim makinasına dönüşen özne, standardize edilmiş tüketim nesnelerinden oluşan dünyayla uyum içine girmiştir. Toplum büyük ölçüde birbirine benzeyen, televizyonun dünyasındaki gibi konuşan, gülen, düşünen, giyinen bireylerden oluştuğu için artık varlığının anlamını bulmaya çalışan, toplumla ilişkisini bir dünya görüşü çerçevesinde temellendirmek isteyen birey tipi büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Televizyonda görünen hayat izleyicisine zorla dayatılan, onun yabancısı olduğu bir hayat değildir. İzleyici televizyonda, zaten yaşadığı ya da en azından özlem duyduğu bir hayatın yansımalarını görmektedir.

1980'li yıllardan itibaren "post-modern" kültürün istilasına uğrayan Türkiye'deki gelişmeleri anlamak açısından Baudrillard'ın kitabı önem taşıyor. Ancak farklılıkları vurgulamak gerekiyor. Baudrillard'ın ele aldığı 1970 öncesi dönem, Avrupa'da, kapitalizmin ekonomik temelde krizsiz geçirildiği bir dönem. İkinci olarak Avrupa'da "post-modern" olarak adlandırılan toplum, ekonomik-sosyal-kültürel açıdan pre-kapitalist yaşam biçimlerini çoktan geride bırakmış, modernizmden geçmiş bir toplum. Türkiye'de ise "post-modern" toplumun temel dayanaklarından olan hizmet sektörü 1980'lerden sonra gelişmeye başladı. Sivil toplum, yurttaşlık, temsili demokrasi gibi konular Avrupa'da 19. yy'da tartışılan konularken, bugün Türkiye'nin gündemini oluşturuyor. Kendi hakikatini kaybetmiş Batılı birey, post-modern bir tatil anlayışı çerçevesinde de olsa "orijinal", "otantik", dolaysız yaşam biçimlerini görmek için Üçüncü Dünyaya yönelirken, Türkiye'de yeni tüketim biçimlerine özenen kitleler, kendi doğrudan hakikatlerinden uzaklaşıp televizyonun sunduğu "reality show", "sıcağı sıcağına" programları gibi ikinci elden gerçekliğe, sanal gerçekliğe yöneliyorlar. Şimdi Batıdaki tüketim toplumundan bazı görüntüleri Baudrillard'ın kitabından izleyelim;

Bu toplumun dili tüketimin dilidir. "Bireysel ihtiyaçlar ve hazlar bu dile bağlı olarak sözden ibarettir."(s.88) Haz zevk olarak değil ama yurttaşlık görevi olarak kurumsallaşmıştır. Birey etkin bir şekilde kendini tüketmeye hasretmelidir, aksi taktirde toplum dışı kalmak tehlikesiyle karşılaşır. Marjinal konuma düşmek istemeyen her birey çalışma piyasasına uygun bilgi ve beceri birikimini her an yenilemek, "işin içinde olmak", giyim kuşamından genel kültürüne kadar her şeyine dikkat etmek zorundadır. Modern tüketici her birinden az da olsa her şeyi denemeli, hiçbir hazzı atlamamalıdır. Artık sözkonusu olan bireyin özel eğilimleri değil, tüketimin motive ettiği saplantısal meraktır. "Tüketmekte ya da tüketmemekte özgür olan savaş öncesinin küçük tasarrufçularının ya da anarşik tüketicilerin artık bu sistemde yapacakları hiçbir şey yoktur."(s.91) Reklamların vazettiği kişiselleştirici farklar tam tersine kişiler arasındaki gerçek farkları yokederek kişileri ve ürünleri türdeşleştirir. "Bireyin narsisizmi ayrıksılığın hazzı değil, kollektif niteliklerin kırılıp yayılmasıdır."(s.107) Öte yandan gerçek imkânları cılızlaşan ve denetim altında sıkışan beden yüceltilir.

Özneye gelince "artık ne 'kendi' ne 'kendi-özne' ne de dolayısıyla kendinin başkalaşması, yani kelimenin doğru anlamında yabancılaşma vardır. ....Tüketici... bir göstergeden diğerine 'kişiselleşmesiyle oynar.'" (s.240) Tüketimin oyunculluğu içinde bireysel kimliğin trajikliği yokolur.

Tüketim toplumu kültürü halkın ayağına götürmüştür. Bir çift çorap ya da bir bahçe koltuğuyla aynı anda bir taş baskı aynı hipermarketten alınabilmektedir. "Mezecide sanat eseri, fabrikada soyut resim.. artık sanat nedir? diyemezsiniz." (s.124) Kültürel nesneler çamaşır makinasıyla aynı tarzda tüketilmektedir. Bu kültür gerçekten kültür sahibi olanları ve geleneksel kültürün kendi kendini yetiştiren marjinal kahramanını dışlar. Tüketim toplumunun kültürü insanları toplumsal ve mesleki olarak bütünleştirir ve birbirlerine uyumlu hale getirir.

Tüketim toplumunda ruhun yerini beden almış, tutku dışlanmıştır. Bedenin etrafı sağlık, perhiz, tedavi, arzu gibi söylenlerce kuşatılmıştır. Reklamlar bireyi yatırım nesnesine dönüşen bedenlerini keşfetmeye davet eder. "Elle kadının 'sıcaklığı' modern mobilya takımının sıcaklığının aynısıdır. Bu bir 'ambiyans' sıcaklığıdır." (s.161) Yeni cinsellik " 'işlevsel' bir konuttaki sıcak ve soğuk renkler oyunu gibi sıcak ve soğuktur." (s.161) Erotik olan artık arzuda değil göstergelerdedir. "Kadının bedeni... reklamda görülen diğer cinsiyetsiz ve işlevsel nesnelerin türdeşi olur." (s.162)

Tüketim toplumunun insanı boş zaman etkinliklerini çalışma alanında hakim olan zorlama ahlakı çerçevesinde gerçekleştirir. "Bronzlaşma saplantısı... güneş altındaki bu zorunlu cimnastik ve çıplaklık ve özellikle de eksiksiz yaşamaya özgü bu gülüş ve bu neşe hepsi birlikte aslında ödev, fedakarlık, çilekeşlik ilkesine adanmanın belirtisidir." (s.190-191) Aynı zorlama insanlar arasındaki doğal sıcaklık ve gülümsemenin yerini kurumsal nezaketin ve gülümsemenin almasına yol açar. İçtenliğin yok olmasıyla birlikte "... reklamın yakın, içten, kişisel iletişim tarzlarını taklit ettiği görülür." (s.197) Bireylerarası ilişkilerde varılan nokta gerçek sıcaklığını kaybetmiş bir diyalog zorlamasıdır.


Yaşar Çabuklu

Hiç yorum yok: