30 Aralık 2011 Cuma

Benimle Evlenir Misin?

Yoğun sis dolayısıyla görüş çok kısıtlıydı. Sesler ve siste dağılan ışıklar aracılığıyla yolunu bulmaya çalışıyordu. Az vakti vardı ama hızlı yürüyemiyordu, yolların bozukluğundan. Ucu ucuna yetişmişti buluşacakları bara. Hoş ve basit bir bardı, adı Krizantem. Daha çok eski geleneksel İngiliz publarını andırıyordu, ahşap tabelasında el yazısıyla Krizantem yazısı ve insana güven veren ışıklarıyla. Hedefine ulaşmanın verdiği rahatlıkla kendisini içeri attı ve yüzüne ağır ve boğucu bir sigara dumanı vurdu. Yüksek sesli olmamasına rağmen bir gürültü dalgalar halinde barın içinde hareket ediyordu. Şöyle bir aradığı kişiye bakındı, onu görmüştü, el sallıyordu. Yanına gitti, basit bir şekilde öpüştükten sonra yerlerine oturdular. Barda buluştuğu kişi, uçsuz bucaksız Rus steplerindeki kar deleniydi.

13 Aralık 2011 Salı

Uçmak Zamanı

Rivayettir: Kuşların hükümdarı Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da Batıdaki adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar, herşeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması, yanarak ölüp kül olması, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir…
Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. İşler ters gittikçe Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede Simurg'un kanadından bir tüy bulunmuş. Simurg'un var olduğunu anlayınca da. kuşlar Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vererek, hep birlikte yola çıkmışlar…

Sarışın

Daha yeni kuyumcudan çıkmıştı. Kendisine büyük gelen yüzüğünü küçülttürmüş aynı zamanda da taşını değiştirtmişti. Yüzük yeni gibi olmuştu ve ömür boyu garantisi olduğu için herhangi bir ücret almamışlardı. Çocuklar gibi mutlu olmuştu. Restorasynda olan Nuruosmaniye Cami'nin avlusundan geçip Kapalı Çarşı'ya girdi. Kapalı Çarşı hep garip gelirdi kendisine. İçeri girdiğinde kendisini vatanında yabancı gibi hissederdi. İçeride o kadar çok yabancı olurdu ki satıcılar bile Türkçe konuşmazdı. İnanılmaz sayıda dükkan ve bu dükkanların büyük çoğunluğu kuyumcu ve halıcılar.

13 Kasım 2011 Pazar

If I were a girl...

Bu konu hakkında her erkek gibi üç kuruşluk ahkamlar kesmiştim ama hiç ciddi düşünmemiştim. Aşağıda spor yaparken Beyonce'nin klibinde vardı "if i were a boy" diyordu orada. İlginç buldum aklımada çok hoş fikirler geldi, yazmak istedim. Biraz düşündüğümde kız olsaydım herşeyden önce hayatımın tamamı farklı gelişirdi herhalde. Ama kopma noktası neresi olur onu bir bulamadım. Acaba kız olsaydım babam beni ne kadar özgür bırakırdı. İlk aklıma gelen eğer kız olsaydım, beni tatillerde köyde dedemlerin yanında bırakmazlardı.

1 Kasım 2011 Salı

Mazeretim Var Asabiyim Ben

Gülmüyor yüzüm
Hayat zor oldu
Güller susuz
Kurudu soldu
Tövbe ettim

12 Eylül 2011 Pazartesi

İçmek ya da içmemek...

İçmek ya da içmemek işte bütün mesele bu. Şimdi neyi içmek diye düşünüyor olabilirsiniz. Aslında çokta önemli değil; alkollü içki, sigara, uyuşturucu maddeler ve bilimum bağımlılık yapıcı madde. Zaten içmek fiili nedense tek başına kullanıldığında toplumda sadece bunlar anlaşılıyor artık. Biraz düşününün, bunlardan hangisini kullanırsanız kullanın, sosyal bir ortamda "bir tane içeyim bari", "biz içmeye gidiyoruz", "bu akşam ne içsek", "sen de içiyor musun?" gibi konuşmalar artık çok normal karşılanıyor ve genelde ne söylenmek isteniyorsa onu ifade edebiliyorlar.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Muz ve Ekmek

Bugün sabah aklımda yine bir sürü şey, evrendeki (görece) ahenkten farklı olarak, birbirine girişmeye ve çarpışmaya başladılar. Bu durum ister istememez yeni fikirler oluşmasına ya da olan fikirlerin keskinleşmesine yol açıyor. Yurtdışı seyahatimden sonra bu tarz şeyler düşünmemeye çalışarak kendimi huzur içinde tutabiliyordum. Ancak bulunduğum ortam, daha doğrusu ülke, bende sürekli gerginlik yaratıyor. Bir aydan fazla süredir haber izlemiyor veya okumuyorum. Hele ki siyasetten olabildiğince uzak olmaya çalışıyorum. Tabi bu ülkede bunlardan ne kadar uzak kalabilirsen.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Rusya Seyahatim 1

Merhaba, 2 hafta kadar önce Rusya'daydım. Tatil amaçlı olarak gittim ve elimden geldiğince gezmeye çalıştım. Tam olarak 9 gün kaldım. Bu sürenin bir kısmı Moskova'da, bir kısmı da St. Petersburg'da geçti. Bu yazıyı daha çok Rusya'ya gitmek isteyen orası hakkında bilgi almak isteyen arkadaşlar için yazıyorum. Elimden geldiğince aklımda kalan, size fikir verebilecek herşeyi hatırladığımca yazmaya çalışacağım.En baştan başlayarak süreci anlatmak istiyorum çünkü ben giderken bu konuda pek fazla bilgi edinemedim ve bunun sonuçlarını biraz yaşadım.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Neden Hayvanlar İyi Birer Öğretmendir?

Az önce Iğdır’da gerçekleştiği öne sürülen bir olay sebebiyle yine bir şeyler yazarken buldum kendimi. Bir köpek, belediye ekiplerince iğne ile bayıltılıyor ve zabıta ekipleri tarafından baygın bir halde iken çöp kamyonuna atılıyor. Engellemek isteyenler olsa da başarılı olamıyor. Bu olayın bana anımsattığı şey, bir televizyon karesi, bir fotoğraf.
 
Yer: Sinop Yıl: 2013
Zehirlenen köpeklerin çöp kamyona atılışları televizyona yansımıştı, beni kahreden o fotoğraf karesi, zihnime kazınan.
 
Iğdır’da yaşandığı ileri sürülen benzer bir vakanın beni ne olduğum ile şimdi ne olduğum arasında bir zaman yolculuğuna sürükledi. Aslında uzun zamandır aklımda bu konuda bir şeyler yazmak vardı ama belki böyle başlamayacaktım yazıya, cümlelerim daha farklı olacaktı.
 
Ben ne idim? Ben insanlara inanan, insanlardan umudu olan, insanları seven, kimliksizliğimi yalnızca ezilen halklar söz konusu olunca kimlikleştiren, Kürt, Alevi, Ermeni, Hristiyan, Başörtüsü yasağına karşı başörtülü idim, kadın idim. Hiç anlamadığım bir dili insanlar özgürce konuşabilsin istedim. İbadethanelerinde sazla dönsün, gördüğüm her terk edilmiş, değiştirilmiş, dönüştürülmüş, ele geçirilmiş eski Rum Evleri’nde Ermeni komşularım balkonlarında Eleni diye seslensin istedim. Üreten eller hak ettiğini alsın istedim, kimse dizlerini karnına çekerek aç uyumasın, çocuklar ne oyunsuz, ne okulsuz kalsın istedim, onlardan çocuklu çocuk kadınlar olmasın istedim. Kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak bir gün dedim. Adalet istedim, eşitlik istedim, kardeşlik istedim. İstedim de istedim. Emekçi sınıfımız kendileri için istemezken ben onlar için istedim. Devletten cevabını aldım, büyük fabrikalarda ellerini makineye verdi kardeşlerim, hapishanelerde tecrite karşı canlarını verdi yoldaşlarım, özgürlüklerini verdi arkadaşlarım, çok acılandım, çok sancılandım, devlet ile aramdaki husumet büyüktür. Ama en büyük kırgınlığımı insan yarattı.
 
Velhasıl ben ne oldum? Bir çaresizlikle tanıştım bir gün, bir çaresizliğe eve dönerken, bir akşam üstü rastladım. Bir köşede, köşecikte yatmakta olan minnacık bir kedi yavrusu gördüm. Hali dikkatimi çekti, elimi uzattım tepki vermedi. Tepki veremediğini elime alınca anladım. Tek elime sığan küçük bedenini havaya kaldırdığımda iki arka bacağının sallandığını gördüm. Sanırım son nefesini vermek üzereydi. Benimle kal dedim. Göğsüme bastırdığım gibi eve koştum. Vücut ısısı oldukça düşüktü, soğumaya başlamıştı. Benimle kal diye yalvardım ona. Arka bacakları felçli idi. Üzerinden araba mı geçmişti, motora mı sıkışmıştı, hikayesi neydi ne yazık ki anlatamadı, zaten öyle yorgun görünüyordu ki sanki tüm dünyanın yükünü sırtına almış ve yorulmuştu. Alelacele altına sıcak su torbası koydum, vücut ısısı yükselsin diye. Şırınga ile su ve mama verdim. Sabaha ulaşacak ve birlikte hemen veteriner kliniğine atacaktık kendimizi. İnternete de sıcak su torbası üzerinde yorgun argın uyuyan küçük bedeninin fotoğrafını koydum. İnsanlar benzer bir durumla karşılaştıklarında yardımcı olsun, onları cesaretlendirsin diye. Diğer taraftan insanlara sinirliydim. O kediyi o halde gören ilk kişi kesinlikle ben değildim. Hergün yüzlerce insanın gelip geçtiği bir sokaktı. Sahi elleri ve üstleri kirlenirdi, sahi o neydi ki? Bir hayvan, bir kedi, önemsiz ve değersiz bir sokak kedisi. O kadar masum uyuyordu ki, sanki uyuyan huzurun ta kendisi idi. Gidip gelip sevdim. Benimle kal dedim, ne olur. Kedinin hikayesini okuyan bir arkadaşım, sabah için lazım olur diye, kendi banka kartı kullanmadığı halde tüm imkanlarını zorlayıp bir başka arkadaşı vasıtasıyla gecenin bi yarısı bana para bile gönderdi. O arkadaşımın adı Kerem Kamil Koç. Nisan ayında o da bu dünyadan ayrıldı. O zamanlar kemoterapiye başlamıştı ve sanırım o yüzden O’na yüz yüze teşekkür etmemi istemedi ve ona ettiğim o teşekkür hep yarım, hep eksik ve hiç dolmayacak bir teşekkür olarak kaldı. O gece saat 02.30 sularında yavrucağı kaybettik. Acıları dindi. Son nefesinde yanındaydım, ne yazık ki bu ilk tanıklığım değildi. Kerem’in de o yavru kedi gibi acılarının dindiğini düşünüp varlığı için teşekkür ediyorum, tıpkı kedilerin, köpeklerin, kuşların ve diğer tüm canlıların varlıklarının bana kattıklarına teşekkür ettiğim gibi.
 
Ne oldum biliyor musunuz? İnsanların aslında güzel olan hiçbir şeyi istemediklerini fark ettim. Ben onlar için onların istemedikleri şeyleri istiyordum. İnsanların şikayetlerine eskisi kadar kulak asmamayı öğrendim. Kürk fabrikasında hayvanların derilerini canlı canlı soyanlara "işçi" olarak saygı duymamayı, hayvanlar üzerinde kendi bilimsel egolarını tatmin etmek isteyen katil bilim insanlarından nefret etmeyi öğrendim. Kasaplar emekçi değil, katildi.
 
Teknoloji, endüstri, devlet, para ve insan, şer begeni idi. İyileşmek istemeyen kimseyi iyileştiremeyeceğimi anladım. Sen beni sev, ben de seni seveyimden öte karşılıksız sevmeyi öğrendim. İnsanların birbirlerine ve diğer canlılara ne kadar kötü davrandıklarını gördüm, hep öyleydi aslında ama ben insanın kötü olabileceğine ihtimal vermiyordum. Sonra hayvanlara yönelik tecavüz duruşmalarına izleyici olarak katıldım. Sanıklar tecavüzden değil ancak "kilit altında mala zarar vermek"ten yargılanabiliyorlardı, hayvanların birer mal olarak görüldüğünü anladım ve tecavüzcüler normal birer insan gibi görünüyordu. Bir yerlerde çalışıyorlardı, eşleri ve çocukları vardı. İnsanların hangi sınıftan olduğu ile ilgilenmemeye başladım. Bebeklerini emzirmesine müsade etmeyene, o kediyi burdan al diyen bir kadın gördüm. İnsanların cinsiyetleri ile ilgilenmemeye başladım. Sokakta selam verdiğim kişinin çocuğunu taciz edip etmediğini, eşini dövüp dövmediğini, kediyi tekmeleyip tekmelediğini bilemeyecek olduğumu anladım. Her sınıftan, her yaştan, her ırktan, her dilden, her cinsiyettendiler. Hayvanların gözünde onlara kötü davranan kişinin ulusunun ne olduğunun, cinsiyetinin ve yaşının fark etmediğini anladım. Artık benim için tek bir kelime vardı hepsi için, insan. Sirklerde hayvanlara doğalarında olmayan tüm o aptal ve insana has hareketleri yaptırmak için elektrikli kırbaç kullanıldığını öğrendim, yunusların yunus parklarında depresyona girdiklerini ve intihar ettiklerini öğrendim. Süt versin diye ineklerin üst üste tecavüz edilerek hamile bırakıldıklarını, yavrularını emziremediklerini, yavrularından ayrıldıklarını ve o sütü yavrularının değil de insanların içtiğini öğrendim. Yumurtaları için insanların tavukları hapsettiklerini, yumurtadan çıkan erkek civcivlerin yumurtlayamadıkları için diri diri ezildiklerini, tavukların gagalarının kesildiğini, GDOlu yemlerle beslenip şişirildiklerini öğrendim. Hayvanların ölülerini yiyen, derilerini, kürklerini giyen, sütlerini çalan, yumurtalarını çalan, sokakta gördüğü köpeği tekmeleyen, eşeğe, ata, köpeğe, ördeğe tecavüz edenin insan olduğunu öğrendim. Eşeklerin madenlerde çalıştırıldıklarını, her yıl 400 atın insanların fayton sefası için öldüğünü öğrendim. O zaman insan tanımımdaki cinsiyetler, renkler, ırklar, ezilmiş-ezilen ilişkisi ortadan kalktı. Gördüm ki her insan bu zulmü, bu vahşeti, bu kötülüğü gerek vazgeçmek istemediği konfor ve tüketim alışkanlıklarıyla, gerek insan yaratılmış en üstün canlıdır diyerek kanıksıyor, ben insandan vazgeçtim. Eğer bir kurtuluş, bir çıkar yol, bir uzlaşma varsa bu hem insan emeğinin ve bedeninin, hem de hayvan emeğinin ve bedeninin sömürülmemesi ile gelecektir. Hayvanlar sayesinde mülkiyet bilincinden tamamiyle sıyrıldım. Kedilerin tırmaladıkları koltuk onların mutluluğundan daha önemli değildi. Hayvanlara yakınlaştıkça insanların ne kadar çirkin olduğunu gördüm. Çıkar ilişkileri, dalkavukluk, yalancılık, – gibi görünmek, -mış gibi yapmak. Hayvanlar ne ise o dur, kötü ya da iyi değil, yalın. Kötü ve iyi ancak insanı tanımlamak için kullanılabilir. Var olduğu şekilden utanan tek canlı insandır, ondan kediye köpeğe kokuyor der. Bilir ki bir gün banyo yapmasa ölü gibi kokar ve oysa kediler hiç yıkanmaz. Kendimle barıştım.
 
Hayvanlaştım. Kadınlaştım. Bir yaprağı incitmez oldum, oturduğum çimleri arkadaşımla konuşurken dalgınlıkla yolmaz oldum ve hayatın, yaşamın her canlı için ne kadar özel olduğunu anladım.
 
Hayvanların şimdiye değin bana öğrettikleri şeyleri düşündükçe onların bir şekilde hayatıma ve bana dahil olmuş olmalarına, varlıklarına bir kez daha teşekkür ediyorum.
 
 
Dicle Ürünay
https://yasamakhayatadegdirir.wordpress.com/ adresinden alınmıştır.

29 Haziran 2011 Çarşamba

Rusya

geçen ay içerisinde bir arkadaşımla Rusya'ya gitmeye karar verdik. önce, aslında çok daha önceden almış olmam gereken, pasaport alma işini hallettim. internet sitesine girip ne gerekli ise ayarladım. üzerine bir de randevu aldım. gittiğimde gördüm kü aslında randevu diye birşey yokmuş, gidip eğer sıra yoksa hemen pasaport işlemlerini yapabiliyorsunuz. eğer ikinci bir şahıs teslim alacaksa onun kimlik numarası gerekiyor. hizmet her zaman olduğu gibi, polisten ne bekleyebilirsiniz ki. ama işlemler uzun sürmüyor. üç gün sonra evime ulaştı pasaport.

27 Haziran 2011 Pazartesi

Hayvanlar, Kölelik ve Soykırım

İnsan uygarlığının her yerine yayılmış olan savaş, ırkçılık, terörizm, şiddet ve gaddarlık nereden geliyor? İnsanlar neden birbirini bu kadar düzenli bir tarzda sömürüp katlediyor? Türümüz neden şiddete bu kadar meyilli? Bu soruları cevaplamak için hayvanları sömürüp katletmemiz ve bunun insan uygarlığına olan etkisi üzerine düşünmemiz gerekiyor. Acaba birbirimizi böylesine baskı altına alıp öldürmemizin sebebi , hayvanları istismar edip katletmenin bizi başkalarının acıları ve ölümlerine karşı duyarsızlaştırması olabilir mi?
 
Hayvanların “evcilleştirilmesi” -keçilerin, koyunların, büyükbaş hayvanların ve diğer hayvanların sütleri, etleri, ve emekleri için 11 bin sene önce Yakın Doğu’da sömürülmeye başlaması- insan tarihini değiştirdi. Avcı toplayıcı toplumlarda insanlar ve hayvanlar arasında bir çeşit yakınlık vardı; hayvanları ya da yarı hayvan yarı insan yaratıkları insan ırkının yaratıcıları ya da ataları olarak resimleyen mitlerde ya da totemlerda bunu görebiliyorduk. Ancak insanlar Yakın Doğu çiftçileri ve sürü sahipleri hareketlerini, beslenmeleri, büyümelerini ve üreme biçimlerini kontrol etmek amacıyla hayvanları hadımlaştırmaya, zincirlemeye ve damgalamaya başlayınca sınırı aşmış oldular. Kendilerini yaptıkları zulümden uzak tutmak için rasyonalizasyon, inkar, küçük görme ve duygusal kopma gibi mekanizmaları hayata geçirdiler, süreç içerisinde daha katı ve daha gaddar oldular.
 
1917 yılında Sigmund Freud şu sözleri söyleyerek konuyu özetledi: "kültüre doğru ilerlerken, insan, hayvanlara karşı baskıcı bir konum elde etti. Ancak bu üstünlüğünden memnun olmadığı için kendi doğası ve onların doğası arasında bir uçurum yarattı. Onlarda akıl olduğunu reddetti, kendisinin ölümsüz bir ruhu olduğunu söyledi, kendisi ve hayvanlar alemindeki bağı yok etmesine izin veren ulvi bir kökten geldiğini iddia etti."
 
İnsanların kendi kontrolü altına giren hayvanlara davranış biçimini nitelendiren baskı, kontrol ve manipülasyon, aynı zamanda insanların birbirine davranma biçimi anlamında bir model oluşturdu. Hayvanların köleleştirilmesi/evcilleştirilmesi insan köleliğine giden yolu araladı. Karl Jacoby’nin söylediği gibi, kölelik "evcilleştirme sürecinin insanlara doğru genişletilmesi"ydi.
 
Kadim Mısır, Mezopotamya, Hindistan ve Çin’in nehir vadilerinde ortaya çıkan ilk uygarlıklarda hayvanların yiyecek, süt ve emeği için sömürülmesi yerleşmiş bir olguydu, bu uygarlıklar hayvanların sadece kendi çıkarları için var olduğu nosyonunu onaylıyorlardı. Bu durum insanların hayvanları hiçbir rahatsızlık duymadan kullanmasını, istismar etmesini ve öldürmesini mümkün kılıyordu. Ayrıca insanların diğer insanları; mesela esirleri, düşmanları, yabancıları ve farklı olan ya da kendilerinden hoşlanılmayan insanları da -o büyük uçurumun diğer tarafına koymalarını kolaylaştırıyordu, öteki tarafta bu insanlar "vahşi hayvan", "domuz", "maymun", "sıçan" ve "fare" olarak aşağılanıyordu. Öteki insanları hayvan olarak isimlendirmek her zaman tehditkar bir gelişme olmuştur, çünkü bu insanlar böylece aşağılanmaya, sömürülmeye ve öldürülmeye uygun hale getirilmişlerdir. Leo Kuper’in "Soykırım: 20. Yüzyıldaki Politik Kullanımı" adlı eserinde yazdığı gibi, "hayvanlar alemi insanlık çemberinden dışlanmak için her zaman verimli bir kaynak olmuştur."
 
 
Mezbahadan Ölüm Kampına
 
Hayvan sömürüsünün Soykırım (holokost) ile ilgisi köleliğe kıyasla daha belirsiz; ama gene de bir bağlantı söz konusu. 20. Yüzyıldaki etkisi, metaforik olarak söylemek gerekirse, bir Amerika mezbahasında başlayıp Auschwitz’de sona eren Henry Ford’u ele alalım.

"Hayatım ve İşim" adlı otobiyografisinde (1922) Ford montaj hattı üretimi ilhamını genç bir adamken Chicago’daki bir mezbahayı ziyareti sırasında edindiğini yazar: "Sanırım bu gördüğüm kayışlar hareket eden ilk kayışlardı. Montaj hattı fikri Chicago’daki mezbahadan geldi." Swift and Company yayın evi o dönemlerde iş bölümünün Ford’u çok etkilediğini yazıyordu: "öldürülen hayvanlar, hareket eden zincirden baş aşağı asılıyordu, bu zincir ya da konveyör işçiden işçiye geçiyor ve işçilerin her biri süreç içinde sadece tek bir işlem gerçekleştiriyordu". Hayvanların endüstriyel şekilde öldürülmesiyle insanların montaj hattı tarzda kitlesel şekilde öldürülmesi arasında sadece tek bir adım vardı. J. M. Coetzee’nin "Hayvanların Hayatları" adlı romanında anlatıcı Elizabeth Costello okurlara şöyle söyler: "Chicago yolu gösterdi bize; Naziler cesetleri işlemeyi Chicago mezbahalarından öğrendiler".

Bir çok insan mezbahanın Amerikan endüstrisindeki merkezî rolünün farkında değildir. James Barrett, 1900’lü yılların başında Chicago’da bulunan büyük mezbaha işçileri hakkında yazdığı çalışmasında şöyle söylüyor: "tarihçiler seri üretim öncüleri adını bu işçilerden çaldılar; çünkü bugün rasyonalize çalışma organizasyonunu sembolize eden montaj hattı tekniğini geliştiren Henry Ford değil, Gustavus Swift ve Philip Armour’du".
 
İşçilerin Chicago’da hayvanları öldürüp parçalara ayırmasından çok etkilenen Henry Ford Avrupa’da insanların öldürülmesine kendi eşsiz katkısını da yapmış oldu. Almanların Yahudileri öldürmek için kullandığı montaj hattını geliştirmekle kalmadı, Holokost’un meydana gelmesine katkı sağlayan iğrenç bir Anti-Semitik kampanya da başlattı.
 
1920’li yılların başında Ford’un haftalık gazetesi "The Dearborn Independent", Avrupa’nın her bir yanında elden ele dolaşan, Anti-semitik içerikli, "Siyon Liderlerinin Protokelleri" adlı metne dayalı yazılar yayımladı. Ford "Uluslararası Yahudi" adında bir kitap bastırdı, içinde bir çok Avrupa diline tercüme edilmiş, çoğunlukla Anti-semitikler tarafından yazılmış yazılar vardı. Bu yazılar içerisinde en önemli yazarlardan biri Alman yayıncı Theodor Fritsch’di, Hitler’i ilk destekleyenlerden birisiydi Fritsch. İyi finanse edilmiş bir kampanya ve Ford ismi prestijiyle "Uluslararası Yahudi" hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük başarı yakaladı.
 
"Uluslararası Yahudi" en iyi Almanya’da başarlı oldu, kitap orada "Ebedi Yahudi" adıyla biliniyordu. Ford, Almanya’da çok popülerdi. Otobiyografisi satışa çıktığında ülkede en çok satan kitaplarda anında bir numaraya oturmuştu. 1920’lerin başında "Edebi Yahudi" Alman anti-semitizminin kutsal kitabı haline geldi, 1920 ve 1922 yılları arasında altı kez yeniden basıldı.
 
Ford’un kitabı Münih’te Hitler’in dikkatini çektikten sonra Hitler kitabın kısaltılmış bir versiyonunu Almanya’daki Yahudilere karşı kullanmak üzere Nazi propaganda savaşına dahil etti. 1923 yılında Chicago Tribune muhabiri Hitler’in Münih’teki organizasyonunun "Ford’un kitabını arabalar dolusu dağıttığını" yazıyordu. Aristokratik bir Alman babanın ve Amerikalı annenin oğlu ve Hitler Gençlik Hareketi’nin lideri olan Baldur von Schriach , savaş sonrası Nuremberg savaş suçları mahkemesinde 17 yaşında "Ebedi Yahudi" kitabını okududuktan sonra tutkulu bir anti-semitist olduğunu söyledi. "Bu kitabın Alman gençliğinin düşüncelerine nasıl etki ettiğini hayatta tahmin edemezsiniz. Genç kuşaklar başarı ve zenginlik sembolü olan Henry Ford gibilere gıptayla bakıyordu . Ford eğer Yahudiler suçludur diyorsa biz de doğal olarak ona inanıyorduk".
 
Hitler, Ford’a yoldaşı gibi davrandı ve Münih’teki ofisinde duvara onun gerçek boyutlara uygun bir portresini yerleştirdi. 1923 yılında Hitler Ford’un ABD’de başkan olabileceğini duyunca Amerikalı bir gazeteciye şöyle söyledi: "Keşke bazı şok taburlarımı Chicago’ya ve diğer büyük Amerikan şehirlerine göndersem ve ona seçimleri kazanması için yardımcı olsalar. Biz Henry Ford’a Amerika’da giderek büyüyen Faşist hareketin lideri gözüyle bakıyoruz. Onun Yahudi karşıtı yazılarını tercüme ettirdik. Almanya’da milyonlarca satıyor". Hitler, Ford’u "Kavgam" adlı eserinde övmüştür, tek Amerikalı isim Ford’dur. 1931’de Detroit News muhabiri Hitler’e duvarındaki Ford portresinin kendisine ne ifade ettiğini sorunca Hitler şu cevabı verdi: "Henry Ford benim ilham kaynağımdır".
 
Ford "Dearborn Independent" gazetesini 1927’de kapattı ve "Uluslararası Yahudi" kitabını piyasalardan çekmeyi kabul etti, ama "Uluslararası Yahudi" Avrupa ve Latin Amerika’da satmaya devam etti. Nazi Almanya’sında da "Ebedi Yahudi"nin etkisi hem güçlüydü hem de sürüp gidiyordu, Alman anti- semitikler 1930’lu yıllar boyunca kitabın reklamını yapıp dağıtmaya devam ettiler, kapağında çoğu kez Hitler ve Ford’un isimleri yanyana basılıyordu. 1933’ün sonu gelmeden Fritsch kitabı 29. kez bastı, her bir basımda önsözde Ford’un Amerika’ya ve dünyaya Yahudilere yönelik saldırıları sebebiyle teşekkür ettiği görülüyordu.
 
1938 yılında 75. doğum yılı münasebetiyle Amerika’da hayvanların verimli bir şekilde öldürülmesine ve vücutlarının parçalara ayrılmasına büyük hayranlık duyan Henry Ford, Alman Kartalı’nın Liyâkat Nişanı’nı kabul etti, bu nişan Nazi Almanya’sının bir yabancıya verebileceği en büyük hediyeydi (Mussolini bu nişanı alan 3 kişiden biriydi).
 
7 Ocak 1942’de, Japonların Pearl Harbor saldırısından tam bir ay sonra Ford, ırkçılık karşıtı çalışmalar yapan Anti-Defamation League’in başkanı Sigmund Livingston’a bir mektup yazarak Yahudilere ya da diğer ırklara ya da dini gruplara yönelik nefreti kınadığını açıkladı. O anda Doğu’daki Einsatzgruppen (Alman mobil öldürme timleri) çoktan yüz binlerce Yahudi kadını, erkeği çocuğu öldürmüştü, ve Kulmhof (Chelmno)’taki ilk Alman imha kampı kurulmuştu bile.
 
 
Hayvancılıktan Soykırıma
 
Nazi Almanya’sının Nihai Çözüm’üne bir diğer Amerikan katkısı -ırk ıslahı/öjenik- yine hayvan sömürüsü sonucunda ortaya çıkmıştır. Evcil hayvanların üretilmesi -en arzu edilen özellikleri taşıyan hayvanların üremesini sağlarken diğerlerinin hadım edilmesi ya da öldürülmesi- kendi nüfuslarını ileri düzeylere taşımak isteyen Amerikalı ve Alman ırk ıslahı gayretleri için bir model halini almıştı. Amerika zorunlu kısırlaştırmada ilk sıradaydı ama Nazi Almanyası arayı hemen kapadı, ardından ötenazi cinayetleri ve soykırım şeklinde yoluna devam etti.
 
İnsan nüfusunun kalıtsal niteliklerini geliştirme arzusunun başlangıcı Charles Darwin’in kuzeni İngiliz bilim adamı Francis Galton’a dayanıyor, 1860’lı yıllarda Galton meteorolojiden kalıtım çalışmalarına yöneldi ve 1881 yılında ırk ıslahı/öjeni terimi ilk kez kullandı. 19. Yüzyılın sonuna kadar katı genetil örüntülere dayalı kalıtım görüşüne dayalı varsayımlarla oluşturulan genetik kuramlar bilimsel düşünceyi hakimiyeti altına almıştı. 
 
Amerika’daki ırk ıslahı hareketi 1903 yılında ABA’nın (Amerikan Üreme Birliği) kurulmasıyla başladı. ABA’nın 1905’teki ikinci toplantısında hayvanların ve bitkilerin selektif üretimi konusunda elde edilen büyük başarı konusunda ortaya konan bir dizi rapor, delegelerin aynı metodların neden insanlara da uygulanamayacağı konusunu sorgulamaya itti. 1906’da 3. ABA toplantısında "İnsan Irkı Islahı" ile ilgili bir komitenin kurulmasıyla beraber Amerika’daki ırk ıslahı hareketi de başlamış oldu.
 
Hareketin lideri , kümes hayvanları araştırmacısı Charles B. Davenport’du. Davenport, New York’taki "Irk Islahı Kayıt Ofisi" (ERO)'da yöneticiydi. Davenport ırk ıslahını "daha iyi üreme aracılığı ile insan ırkının geliştirilmesi bilimi" olarak tanımlıyordu, bir kadının bir gün bir erkeği artık biyolojik-soy tarihini bilmeden kabul etmeyeceğini düşünüyordu, aynen büyükbaş hayvan yetiştiricisi olan birisinin cinsini bilmeden buzağı almaması gibi. Davenport "tarihteki en ilerici devrimin, insan eşleşmelerinin at yetiştiriciliğinin daha üstünde bir yere çıkarılması halinde başarılabileceğini" düşünüyordu. Kısırlaştırma Amerika’da 1887’de başladı, Cincinnatti Sanatoryumu müfettişi suçluların kısırlaştırılmasını önerdi, bu hem bir cezaydı, hem de gelecek suçların önlenmesi amacı taşıyordu. Yetkililer erkek suçlulara çiftçilerin üremesini istemedikleri hayvanlara yaptıkları şeyin aynısını yapıyordu: hadım ediyordu. Hadım 1899 yılına dek, vasektominin daha pratik olduğu gerekçesiyle kabul edildiği tarihe dek tercih edilen metoddu.
 
İlk kısırlaştırma yasası 1907’de Indiana’da kabul edildi. 1930 yılına dek Amerikan eyaletlerinin yarısından fazlası suçluların ve mental rahatsızlığı olan erkeklerin kısırlaştırılmasını artık yasalaştırmıştı, California’da ülkede yaşanan zorunlu kısırlaştırmaların %60’ı gerçekleştiriyordu. 1930’lı yıllarda zorunlu kısırlaştırma ABD’de yaygınlık kazanmıştı, üniversite dekanları, mental sağlık çalışanları, okul müdürleri, din adamları da en güçlü destekçilerdi. ABD kendi topraklarında "defolu" insanlarını kısırlaştırmak isteyen diğer ülkeler için bir model halini aldı. Danimarka 1929’da kısırlaştırma yasasını kabul eden ilk ülke oldu, diğer Avrupa ülkeleri hızla onu takip ettiler. 
 
Almanya’da kısırlaştırma yasası Naziler iktidara geldikten 6 ay sonra hayata geçirildi, ırk ıslahı kendi derin köklerini tıbbi ve bilimsel çevrelerde 1. Dünya Savaşı’ndan sonra sağlamlaştırdı. 1920 yılında saygı değer akademisyen Karl Binding –hukuk akademisyeni- ve Alfred Hoche -psikiyatri profesörü ve nöropatoloji uzmanı- önemli bir eser yayınladılar: "Die Freigabe der Vernichtung lebensunwerten Lebens : Değersiz Hayatların Yok Edilmesi Yetkisi". Kitapta Alman yasasının artık lebensunwert (yani yaşaması anlamsız) yatan hastaların, "amaçsız" hayatların, topluma ve akrabalarına yük olan insanların şefkatle öldürülmesine izin vermesi gerektiğini söylüyorlardı.1920’lerden ititbaren Rockfeller ve diğer Amerikan kuruluşları Almanya’da ırk ıslahı konusu için yoğun finansal destek sağladı. Naziler iktidara geldiğinde Alman üniversitelerinde "ırksal hijyen" konusunda 20’den fazla enstitü kurulmuştu. "Kalıtsal Olarak Hasta Soyları Engelleme Yasası" Nazi devleti tarafından 14 Temmuz 1933’te hayata geçirildi; yasa, devlet hastaneleri ve bakım evlerinde mental ve fiziksel hastalıklar sebebiyle yatan hastaların kısırlaştırılmasını zorunlu kılıyordu. O zamana dek ABD çoktan 15 binden fazla insanı kısırlaştırmıştı, bu insanların çoğu ya hapishanelerde ya da akıl hastanelerindeydi. Amerika’nın kısırlaştırma yasaları Hitler’i ve adamlarını çok etkiledi, Nazi Almanyası ırksal liderlik için ABD’ye bakıyordu. Hitler ABD’deki ırk ıslahı çalışmalarına özel ilgi gösteriyordu. "Büyük bir dikkatle bir çok Amerikan eyaletindeki yasaları inceledim, bu yasalarda ırk stoğuna hiçbir değer katmayacak ya da tersine doğrudan zarar verecek insanların üremesinin önlenmesi ile ilgili bilgiler bulunuyordu". Ancak, Nazi Almanyasının kısırlaştırma çabaları ABD’yi hızla geçti. Almanya’da Nazi rejimi sırasında kısırlaştırılan insan sayısının 300 binle 400 bin arasında değiştiği biliniyor.
 
Almanlar Amerika’nın göç yasalarından da etkileniyordu, bu yasa kalıtsal hastalıkları olan insanları engelliyor ve Nordik (İskandinavya) ülkelerden gelmeyen insanlara göç kısıtlaması getiriyordu. 1934 yılında Alman ırkı antropolojisi uzmanı Hans F. K. Gunther, Münih Üniversitesi’ndeki dinleyicilerine Amerika’daki göç yasalarının Nazi Almanyası için bir ilham kaynağı ve bir rehber olması gerektiğini söyledi. Alman ırkı bilim adamları Amerika’nın ırk ayrımcısı olup ırk karışımı karşıtı yasalarına büyük hayranlık duyuyordu. Aslında Nazi kuramcılar Alman ırk politikalarının Amerika’nın gerisinde kalmasından dolayı şikayetçiydi, bazı güney eyaletlerinde 1/32 oranında siyah atası olanların yasal olarak siyah kabul edildiğini, oysa Almanya’da eğer 1/8 oranında Yahudiyse o kişinin yasal olarak Aryan olarak kabul edildiğinin altını çizerek tepki gösteriyorlardı.
 
Amerikalılar Nazi ırk politikalarının en güçlü yabancı destekçisiydi. 1934 yılında Eugenic News (Irk Islahı Gazetesi) dünyada hiçbir ülkede ırk ıslahının Almanya’daki uygulamalı bilim kadar etkin olmadığını yazıyor ve Nazilerin kısırlaştırma yasasının tarihi bir ilerleme olarak övüyordu.
 
Amerikalı antropolog, psikolog, psikiyatristi ve genetik bilimciler Nazi Almanyasına giderek Nazi liderler ve bilim adamlarıyla toplantılar düzenlediler, ırksal hijyen enstitülerini, kamu sağlığı bölümlerini, kalıtımsal sağlık mahkemelerini ziyaret ettiler. Amerikalılar geri döndüğünde profesyonel dergi ve gazetelerde Alman kısırlaştırma programını öve öve bitiremediler.
 
Amerikalı Charles Davenport gibi, Nazi SS’inin başı ve Nihai Çözüm’ün baş mimarı olan Heinrich Himmler de ırk ıslahı öğrenimine hayvan üreticiliği ile başladı. Tavuk üretmek üzerine tarımsal çalışmaları ve deneyimi Himmler’i bütün davranışlar kalıtsal olduğu için –insan ya da hayvan- bir nüfusun geleceğine biçim vermenin en etkili yolunun istenen özelliklerin ön plana çıkarıldığı ve istenmeyen özelliklerin elimine edildiği üreme projelerini hayata geçirmek olduğu konusunda ikna etti. Himmler kısa bir süre sonra ırk ıslahı prensip ve metodlarını hiçbir Amerikalı ırk ıslahçısının yapamadığı şekilde uygulayabileceği bir pozisyona geldi.
 
Auschwitz’in komutanı ve çiftçilikten gelen bir diğer ırk ıslahı destekçisi olan Rudolf Hoss otobiyografisinde savaştan sonra Auschwitz’in büyük bir tarımsal araştırma merkezi yapılacağını yazar. "Orada her türden hayvan yetiştirilecekti" der; ancak 1941 yazında Heinrich Himmler, Rudolf Hoss’u Berlin’e çağırarak Avrupa Yahudilerinin kitlesel olarak yok edilmesi planlarını ona bildirdi, böylece bu emir sonucunda Auschwitz "tarihin bildiği en büyük insan mezbahasına" döndü. 1942 yazına dek Auschwitz artık geniş ve tam hizmet veren, insan ve hayvan popülasyonları geliştirilmesi için kurulmuş bir ırk ıslahı merkeziydi, büyükbaş hayvan üretim merkezleriyle beraber Yahudi, Çingene ve diğer "alt-insanlar"ın itlaf edildiği imha kamplarından oluşuyordu. Almanya’nın ırk ıslahı kampanyası 1939 yılında Hitler mental yönden hasta, duygusal olarak rahatsız, fiziksel olarak engelli ve o sözde Aryan üstünlüğü için bir utanç kaynağı olan Almanların sistematik olarak öldürülmesini istediği gizli emriyle yeni ve ölümcü bir aşamaya girmiş oldu.
 
Bir kez "defolu" çocuklar belirlenip kurumlara yatırıldıktan sonra doktorlar ve hemşireler ya onları aç bırakarak ölümlerine sebep oluyor ya da çocuklara ölümcül dozlarda luminal (yatıştırıcı), veronal (uyku hapları), morfin ve skopolamin (gözbebeği büyütücü zehirli alkaloid) veriyordu.
 
Operasyon T4 ya da sadece T4 diye bilinen “ötenazi” programı ile yetişkinler, içinde gaz odalarının bulunduğu özel imha merkezlerine gönderiliyordu. T4, resmi olarak 1941 yılı Ağustos ayında durdurulana dek 70,000-90,000 arası Alman öldürdü. 1942 yılında Alman psikiyatristleri son hastalarını da gaz odalarına gönderdikten sonra Amerika Psikiyatri Birliği dergisi zekâ geriliği olan çocukların (doğanın hataları) öldürülmesi gerektiğini savunan bir yazı yayınladı.
 
Amerika ve Almanya ırk ıslahının merkezinde yer alan hayvan üretimi ve itlafı, bir dizi T4 personeli çıkardı ortaya, bu personelden bazıları Polanya’ya giderek ölüm kamplarını yönetmekle görevlendirildi. T4 baş müdürü Victor Brack, Münih Teknik Üniversitesi’nden tarım diploması aldı, öte yandan engelli çocukların öldürülmesini koordine eden ofisin başındaki Hans Hefelmann tarım ekonomisinde doktora yapmıştı.
 
Avustralya’daki Hartheim ötenazi merkezinde 2 sene geçirmeden önce Bruno Bruckner, Linz mezbahasında kapı görevlisi olara çalışmıştı. Treblinka’daki sadist gardiyan Willi Mentz iki T4 imha merkezi olan Grafeneck ve Hadamar’daki ineklerden ve domuzlardan sorumluydu. Treblinka’nın son kumandanı Kurt Franz, SS’e katılmadan önce kasap olarak eğitim almıştı. Sobibor ölüm kampında görevlendirilmeden önce Hadamar’da imha fırınında çalışan Karl Frenzel de aslında kasaptı. Polanya’ya Yahudileri imha etmek için gönderilen Alman personel için hayvan sömürüsü ve hayvan öldürmede tecrübe sahibi olmanın mükemmel bir eğitim anlamına geldiği ortaya çıkıyordu.
 
Hayvan sömürüsü ve hayvanların öldürülmesi insanların kitlesel olarak öldürülmesi için bir emsal oluşturuyor, ve bunu daha mümkün kılıyor; çünkü bizi bizden farklı olan ötekilere empati, şefkat ve hürmetle yaklaşmamaya şartlandırıyor. Isaac Bashevis Singer, "hayvanları öldürmekle Hitler gibi gaz odaları yaratmak arasında sadece küçük bir adım var" diye yazmıştı. Aynı dönemlerde Alman Yahudi düşünür Theodor Adorno da benzeri bir şey söylüyordu: "Auschwitz, bir insan bir mezbahaya bakıp" ama onlar sadece hayvan" diye düşündüğü zaman başlar". Gerçekten de öyle.
 
 
Charles Patterson 
"Eternal Treblinka" kitabının yazarıdır.

25 Haziran 2011 Cumartesi

Latince Deyişler

A bove ante, ab asino retro, a stulto undique caveto
Öküzün önünde, eşeğin arkasında, aptalın her tarafında hazırlıklı ol

Ab ovo usque ad mala
Yumurtadan elmalara (Baştan sona anlamında: Romalıların geleneksel yemek sırasından esinlenerek, Horatius, Satir 1.3)

Absentem lædit, qui cum ebrio litigat
Sarhoşla kavga eden, yerinde olmayan birini döver (Publius Syrus, Sentences)

Ab uno disce omnes
Bir şeyden herşeyi öğren (Bir tek örnekle ya da gözlemle çıkarımlarda bulunulabileceği anlatılır, Virgilius,Aeneid)

Abusus non tollit usum
Suistimal düzgün kullanmayı iptal ettirmez.

Ab imo pectore
Kalbin derinliklerinden (dürüstlükle)

A cane non magno saepe tenetur aper
Yabandomuzu hep kendinden küçük köpeklere yem olur

Acta est fabula
Oyun bitti (Caesar Divi Filius Augustus'un son sözleri)

Acta non verba
Hareket, söz değil. (ABD Ticari Deniz Akademisi mottosu)

Ad astra
Yılıdızlara doğru

Ad augusta per angusta
Doruklara doğru dar yollardan (Başarı kolay kazanılmaz)

Adequatio intellectus et rei
Aklın ve gerçeğin uyumu (Gerçekin bir tanımı.)

Ad libitum
Kendi isteğine bağlı olarak

Ad gloriam
Zafer için

Ad impossibilia nemo tenetur
Hiç kimse yapamayacağı şeyler için söz vermemelidir.

Ad majorem Dei gloriam
Tanrı'nın ihtişamlı görkemi için (Haçlıların, Cizvitlerin ve Şikago Üniversitesinin mottosu)

Ad kalendas graecas
Çıkmaz ayın son çarşambası

Ad multos annos !
Nice yıllara!

Ad nauseam
Miğde bulandırana kadar (kabak tadı vermek)

Ad perpetuam memoriam
Sonsuz anısına (Genelde -nın sonsuz anısına olarak kullanılır)

Adversus solem ne loquitor
Güneş aleyhinde konuşma (Açık ve belli şeyleri tartışma)

Ad vitam æternam
Sonsuz bir hayat için

Ad victoriam
Zafere (Daha çok zafer için olarak tercüme edilir, Romalılar savaşta böyle bağırırlardı.)

Ægroto dum anima est, spes est
Hasta nefes aldıkça, umut vardır. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

Alea iacta est
Zarlar atıldı. (Jül Sezar)

Alma mater
Süt annesi

A mari usque ad mare
Bir denizden diğer denize

Amantes amentes
Aşık olmak deliliktir.

Amicus certus in re incerta cernitur
Arkadaşlar kötü günde belli olur.

Amor est vitae essentia
Aşk hayatın özüdür.

Amor omnia vincit
Aşk her güçlüğü yener.

Amor patriæ nostra lex
Vatan sevgisi kuralımızdır/yasamızdır

Aquila non capit muscas
Kartallar sinek avlamazlar. (Erasmus, Adages, 3.2.65)

Argumentum baculinum
Sopa argümanı (tehdit ya da güçle ikna etmek) (bkz. Molière, Scapin'in Dolapları)

Ars gratia artis
Sanat için sanat

Ars longa, vita brevis
Sanat uzun, yaşam kısa

Asinus asinum fricat
Eşek eşeğe sürtüyor (birbirlerine aşırı iltifat edenlere söylenir)

Audaces fortuna juvat
Talih cesaret edene güler.

Audemus jura nostra defendere
Hakkımızı aramaya cesaret ediyoruz.

Audere est facere
Cesaret etmek, yapmaktır.

Ave Cæsar, morituri te salutant
Selamlar Sezar, ölecekler seni selamlıyor! (Dövüşten önce gladyatörlerin selamı, bkz. Suétone, Claude, 21)

Avaro omnia desunt, inopi pauca, sapienti nihil
Cimrinin herşeyi, fakirin bazı şeyleri eksiktir, bilgin'in ise hiçbirşeyi eksik değildir.

Barbarus hic ego sum quia non intellegor ulli
Beni burda barbar sayıyorlar, çünkü beni anlamıyorlar.

Bellum omnium contra omnes
Herkesin herkesle savaşı (Thomas Hobbes, devletin doğasını açıklamak için kullanılan kelime grubu)

Bene diagnoscitur, bene curatur
İyi teşhis etmek, iyi tedavi etmektir.

Beneficium accipere libertatem est vendere
Yapılan iyiliği kabul etmek özgürlüğünü satmaktır.

Bonum vinum lætificat cor hominum
İyi şarap, insanı neşelendirir (tam tercümesi kalbini neşelendirir)

Brevitatis causa
Kısaca söyle

Canis sine dentibus vehementius latrat
Dişsiz köpek daha kuvvetli havlar (havlayan köpek ısırmaz)

Carpe diem
Anı yaşa, günü yakala

Casus belli
Savaş nedeni (savaşı tetikleyecek durum)

Causa mortis
Ölüm nedeni

Citius, Altius, Fortius
Daha hızlı, daha yukarı, daha güçlü (olimpik motto)

Coelum non animum mutant qui trans mare currunt
Denizi aşan insanlar ruhlarını değil, (üzerlerindeki) gökyüzünü değiştirirler.

Cogitationis poenam nemo meret
Kimse düşüncesinden dolayı cezayı haketmez.

Cogito ergo sum
Düşünüyorum, o halde varım (Descartes, Felsefenin Prensipleri, 1.7.10)

Corpus delicti
Mağdurun cesedi (bir cinayet işlendiğinde)

Cuiusvis hominis est errare
Yanılmak tüm insanlara özgüdür. (cf. Errare humanum est)

Dabit deus his quoque finem
Bu da geçer. (Vergillius)

De facto
Fiilen

De gustibus et coloribus,non disputandum
Zevkler ve renkler tartışılmaz.

De mortuis nihil nisi bene
Ölüler hakkında yalnızca iyi şeyler konuşulmalıdır.

Decet imperatorem stantem mori
İmparator ayakta ölmelidir.(Vespasien)

Deliriant isti Romani
Bu Romalılar deliler!(Asterix ve Obelix çizgi romanlarında kullanılır.)

Desipere est juris gentium
Ölçüsüzlük insanların hakkıdır.

Dictum meum pactum
Sözüm sözdür.

Disce quasi semper victurus vive quasi cras moriturus
Hep yaşayacakmış gibi öğren,yarın ölecekmiş gibi yaşa.

Docendo disco,scribendo cogito
Öğreterek öğreniyorum,yazarak düşünüyorum.

Dona nobis pacem
Bize barış/huzur ver!

Draco dormiens nunquam titillandus
Uyuyan ejderhaya asla dokunulmaz.(Harry Potter serisindeki Hogwarts Okulu'nun dövizi)

Dulce et decorum est pro patria mori
Vatan için ölmek tatlı ve güzeldir.(Horatius)

Dura lex, sed lex
Kurallar katıdır,ama kuraldır.

E fructu arbor cognoscitur
Ağaçlar meyvelerinden tanınır.

Ego primum tollo,nominor quoniam leo
En büyük parçayı ben alıyorum,çünkü benim adım arslan(Phaedrus)

Errare humanum est
Hata insana mahsustur.

Errare humanum est,perseverare diabolicum
Hata insana mahsustur,ancak hata yapmakta diretmek şeytancadır.

Esse quam videri
Öyle görünmek değil, öyle olmak. (Sallust)

Est quaedam flere voluptas
Ağlamak da bir zevktir.(Ovidius)

Et cætera
Ve diğer şeyler(etc.diye kısaltılır.)

Ex nihilo nihil fit
Hiçlikten hiçlik çıkar. (Lucretius)

Ex oriente lux
Işık doğudan yükselir (Işık'tan kültür kastedilmiştir)

Faber est suae quisque fortunae
Herkes kendi kaderini yazar. (Appius Cladius Caecus)

Fabricando fit faber
Pratik mükemmelleştirir.

Felix qui potuit rerum cognoscere causas
"Şey"lerin derinliklerine inebilenlere ne mutlu! (Virgilius)

Finis coronat opus
Başarı için her yol mubahtır gibi

Flagrante delicto
Suçüstü

Fluctuat nec mergitur
Yalpalar, ama asla batmaz

Fortes fortuna juvat ou Audaces fortuna adiuvat
Şans ancak cesurlara yardım eder.

Fraus latet in generalibus
Genellemeden hata doğar.

Gladius legis custos
Kılıç yasanın koruyucusudur.

Gutta cavat lapidem non vi, sed sæpe cadendo
Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir.

Habeas corpus
Vücudun senindir (Hukuk yasası)

Hic et nunc
Burada ve şimdi

Hic et ubique terrarum
Burada ve dünyanın her yerinde

Homines quod volunt credunt
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar.

Homo homini lupus
İnsan insanın kurdudur.

Horribile dictu
Söylemesi korkunç

Id est genus hominum
İşte insan cinsi böyledir (Terentius)

Ignoti nulla cupido
Bilmediğimizi arzulamayız (Ovidius'un dizesi)

In medio tutissimus ibis
Orta yol en güvenlisidir (Ovidius)

In girum imus nocte et consumimur igni
Gecenin içinde dönüyoruz, ateş bizi yutuyor (Lat. sağdan ve soldan okunuşu aynı)

In partibus infidelium
Sadık olmayanların şehrinde

In vino veritas
Gerçek şaraptadır.

Inter arma silent leges
Savaş zamanında yasalar sessiz kalır.

Inter fæces et urinam nascimur
Dışkı ve sidiğin arasından doğarız (Aziz Augustine)

Ipsa scientia potestas est
Bilgi tek başına güçtür (Sir Francis Bacon)

Ira furor brevis est
Kızgınlık kısa deliliktir.

Irritare crabrones
Eşekarılarını rahatsız etmek

Labor omnia vincit improbus
Güçlü bir çalışma/emek herşeyin üstesinden gelinir. (Virgilius)

Lacrimis struit insidias cum femina plorat
Kadın ağlarken, gözyaşlarıyla tuzak hazırlar. (Caton)

Lapsus calami
Kalemin sürçmesi

Lapsus linguæ
Dilin sürçmesi (genelde sadece "lapsüs" olarak kullanılır)

Liberate me ex inferis
Beni cehennemden kurtarın!

Macte animo! Generose puer, sic itur ad astra
Cesaret soylu evlat! Ancak bu şekilde yıldızlara doğru yükselinir.

Mali principii malus finis
Kötü başlayan kötü biter

Manu militari
Silahlı kuvvetlerin yardımıyla (cf. Manus milites)

Margaritas ante porcos
Domuzların önündeki inciler (Sanat eserlerinin cahiller tarafından yorumlanması için kullanılır)

Mater artium necessitas
İcatlar ihtiyaçlardan doğar. (Apuleius)

Mea culpa
Benim hatam!

Memento mori
Ölümlü olduğunu unutma

Memento audere semper
Her zaman cesaret etmeyi/denemeyi unutma.

Memento quia pulvis es
Toz olduğunu unutma

Mendacem memorem esse oportere
Yalancının hafızası güçlü olmalıdır. (Quintilian)

Mens sana in corpore sano
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. (Juvénal)

Militat omnis amans
Her aşık bir savaşçıdır (Ovidius)

Mors Certa, vita Incerta
Ölüm kesindir,hayat değil.

Mutatis mutandis
Değişmesi gerekeni değiştirerek

Nam et ipsa scientia potestas est
Bilgi Güçtür.

Ne humanis crede
İnsana inanma.

Nemo est liber qui corpori servit
Bedenine hizmet eden kişi özgür olamaz (Sénèque le Jeune)

Nihil est ab omni parte beatum
Her güzelin bir kusuru vardır

Nihil lacrima citius arescit
Hiçbir şey gözyaşından daha hızlı kurumaz.

Nihil novi sub sole
Güneşin altında (yeryüzünde) yeni bir şey yok.

Nil desperandum
Asla vazgeçme.

Nomen est omen
İsim bir işarettir.

Non semper ea sunt quae videntur
"Şey"ler çoğu zaman göründükleri gibi olmazlar.

Non vestimentum virum ornat, sed vir vestimentum
Elbise insanı güzelleştirmez, insan elbiseyi güzelleştirir.

Nondum amabam, et amare amabam
Henüz sevmiyordum, ama sevme isteğiyle yanıp tutuşuyordum.

Nosce te ipsum
Kendini tanı

Nulla dies sine linea
Birşeyler yazmadan geçen gün, gün değildir. (Émile Zola mottosu)

Nulla regula sine exceptione
İstisnasız kural olmaz

Nulla tenaci invia est via
Hiçbir yol aşılmaz değildir.

Nunc aut numquam
Ya şimdi ya hiçbir zaman

Numero deus impare gaudet
Tanrılar tek sayıları sever. (Virgile, Les Bucoliques, VIII, 75)

Obscuris vera involvens
Gizlilik gerçeği örter.

Odi profanum vulgus et arceo
İnsan sürüsünden nefret ediyorum ve uzak duruyorum. (Horatius)

Oculi plus vident quam oculus
Birçok göz, bir gözden daha iyi görür.

Oculos habent et non videbunt
Gözleri var ama göremiyorlar.

Omnes viae Romam ducunt
Bütün yollar Roma'ya çıkar

Omnes vulnerant, ultima necat
Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür

Omnia mea mecum porto
Bütün her şeyi yanımda taşıyorum.

Omnia vincit amor
Aşk, her şeye üstün gelir.

Omnibus viis Romam pervenitur
Tüm yollar Roma'ya çıkar.

Omnis homo mendax
Tüm insanlar yalancıdır.

Omnium artium medicina nobilissima est
Tüm sanatlar içinde hekimlik en soylu olandır.

Omnium rerum principia parva sunt
Her şeyin küçük bir başlangıcı vardır.

Optimum medicamentum quies est
En iyi ilaç dinlenmektir.

Orbis Unum
Bir(tek) dünya (bkz. Zorro Efsanesi)

Ordo ab chao
Düzensizlikten doğan düzen

Otium sine litteris mors est
Edebiyatsız geçen zaman ölümcüldür.

Pacem in Terris
Dünyada barış.

Pacta sunt servanda
Antlaşmaya uyulmalıdır.

Parva leves capiunt animos
Küçük şeyler küçük ruhları esir alır. (Ovidius)

Pax melior est quam iustissimum bellum
Barış, en haklı savaştan daha iyidir.

Pecunia non olet
Paranın kokusu yoktur (Vespasien)

Peior est bello timor ipse belli
Savaşın korkusu savaşın kendisinden daha kötüdür.

Per inania regna
Gölgeler imparatorluğunda

Piscis primum a capite foetet
Balık baştan kokar.

Plenus venter non studet libenter
Tok karna eğitim olmaz.

Poeta nascitur, non fit.
Şair olunmaz, doğulur.

Post Tenebras Lux
Karanlıktan aydınlığa

Post mortem nihil est
Ölümden sonra hiçbir şey yok.

Post scriptum (P.S.)
Sonradan yazıldı (ek metin)

Potius sero quam numquam
Hiç olmamaktansa geç olsun.(Geç olsun güç olmasın)

Quae nocent docent
Yaralayan şey öğreticidir.

Qui audet vincit
Cesaret eden kazanır.

Qui dormit non peccat
Uyuyan günah da işlemez.

Qui nescit dissimulare, nescit regnare
(Gerçekleri) Saklamayı bilmeyen yönetmeyi bilemez.

Qui non proficit, deficit
İleri gitmeyen geri kalır.

Qui rogat, non errat
Soru sormak hata değildir.

Qui tacet, consentire videtur
Sessiz kalan onaylıyor demektir.

Qui timide rogat docet negare
Çekinerek isteyen reddi çabuklaştırır.

Quid me nutrit, me destruit
Beni besleyen şey aynı zamanda beni yok ediyor

Quidquid discis, tibi discis
Ne öğrenirsen kendin içindir.

Quidquid latine dictum sit, altum viditur
Latince söylenen kulağa derin gelir.

Quo fata ferunt
Kader nereye götürürse

Quod erat demonstrandum (Q.E.D.)
Tanıtlanması gereken de bu idi (Tanıtlamanın sonunda kullanılır)

Quot capita, tot sententiæ
Var olan insan kadar farklı fikir vardır.

Reddite ergo quae sunt Caesaris, Caesari
Sezar'ın hakkı Sezar'a.

Requiescat in pace (R.I.P.)
Barış (nur) içinde yatsın.

Rigor mortis
Ölüm katılığı (Bütün dillerde adlî tıpta halen kullanılan bir terim)

Roma die uno non aedificata est
Roma bir günde kurulmadı

Sapiens dominabitur astris
Bilge kişi yıldızlara hükmeder.

Sapientia est potentia
Bilgelik güçtür.

Scio me nihil scire
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.(Socrates)

Semper fidelis
Her zaman sadık

Senatus Populusque Romanus (S.P.Q.R.)
Senato ve Roma Halkı

Sic ad nauseam
Bıkana kadar böyle.

Sic transit gloria mundi
İşte dünyanın ihtişamı böyle geçiyor.

Silent leges inter arma
Savaş olduğunda kanunlar susar.

Solem lucerna non ostenderent
Güneş fenerle gösterilmez (bariz olaylar için)

Sotto voce
Alçak sesle

Sui generis
Kendine özgü

Summum ius summa inuria.
Ne kadar çok kanun,o kadar az adalet (Cicero)

Sursum corda!
Kalpler yukarı! (cesaretlendirme amacıyla söylenir)

Suum cuique
Herkes hak ettiğini bulur.

Tarde venientibus ossa
Geç kalanlara, kemikler. (Yemeğe geç kalanlar için söylenir.)

Tempus fugit, aeternitas manet
Zaman uçar,sonsuzluk kalır.

Timendi causa est nescire
Korkunun sebebi cehalettir. (Seneca)

Tres faciunt collegium
Topluluk için üç kişi gerekir

Tu quoque mi fili
Sen de mi Brutus? (Shakespeare'den alıntı, Jül Sezar'ın Decimus Junius Brutus'ten yediği darbe ile düşmesi sırasında söylediği düşünülür)

Ubi bene, ibi patria
Neresi güzelse, orası vatandır.

Ubi fumus, ibi ignis
Duman varsa ateş de vardır. (Ateş olmayan yerden duman çıkmaz)

Ultima ratio regum
Kralların son çaresi (Cardinal de Richelieu tarafından silahların üzerine yazdırılmıştır)

Ultra posse nemo obligatur
Kimse yapabileceğinin ötesinde zorlanamaz.

Ulula cum lupis, cum quibus esse cupis
Kurtlarla dolaşan ulumayı öğrenir.

Unum castigabis, centum emendabis
Bir hatanın önüne geçmek yüz tanesini engellemektir.

Uti, non abuti
Kullan ama suistimal etme

Vade mecum
sen

Væ victis!
Yazık yenilenlere! (Brennus, Galya komutanı, Roma'yı aldıktan sonra)

Veni vidi vici
Geldim, gördüm, yendim (Jül Sezar)

Verba volant, scripta manent
Söz uçar, yazı kalır.

Verbatim
Kelimesi kelimesine.

Veritas odium parit
Dürüstlükten nefret doğar.

Veritas odium parit, obsequium amicos
Dürüstlük düşmanları, yalakalık dostları doğurur.

Veritatem dies aperit
Zaman gerçeği açığa çıkarır.

Versus
..e doğru.(İngilizce'de yanlış olarak "karşısında" anlamında kullanılır.kısaltması: vs.)

Vi Veri Veniversum Vivus Vici
Gerçeğin gücü evreni fethettirir.

Video meliora proboque deteriora sequor
İyi yolu görüyor ve takdir ediyorum, ancak kötü yolu seçiyorum. (Ovidius, Dönüşümler ; Médée'ye verilen söz)

Vir prudens non contra ventum mingit
Akıllı adam rüzgara karşı işemez.

Vir sapit qui pauca loquitur
Geçek bilge az konuşandır.

Virtus post nummos
Erdemden önce para

Vulgum pecus
Ortalama/bayağı insanlar

Vulnerant omnes, ultima necat
Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür.

Vulpes pilum mutat, non mores
Tilkinin derisi değişir huyu değişmez

Tanrının Günlüğü

Sevgili günlük,
Günlük tutmaya basladigimdan beri bu herhalde 76 bin katirilyoncu cilt oldu, yeni bir sayfa açtigim. Ama ne yazik ki hala degisen bir sey yok bos bos oturuyorum öyle. Çok sikici çoook.

Sevgili günlük,
Bu gün de bisey yapmadim.

Sevgili günlük,
Bu gün de bisey yapmadim. Dehset sikiliyorum

Sevgili günlük,
Bu gün aklima inanilmaz bi fikir geldi. Niye simdiye kadar düsünmemisim ki.. Kendi kendime çok kizdim. Inanirmisin, sonsuz zamandan beri karanlikta bos bos oturuyordum. Birden kafamda bi isik yandi. Dedim ki kendi kendime: “Ulan ben niye karanlikta oturuyorum ki?????”

Isik olsun dedim, her yer aydinlandi. Böyle daha güzel..

Sevgili günlük,
Hertaraf aydinlik ama ben hala sikiliyorum, ne yapsam ki. Bi sey daha yaratsam. Ama ne????

Sevgili günlük,
Isigin faydalari iste, aklima bir bir fikirler geliyor. Bu gün sikintidan patlamak üzereyken dedim ki kendi kendime: “Ulan ben niye patliyorum ki, ortami patlatayim”, sonra “PATLA” dedim, büyük bir patlama oldu, her taraf madde doldu. Ilginç bi durum, isil isil toplar, koca koca taslar filan fiskirdi bi anda.

Sevgili günlük,
Son bi haftadir yarattigim maddeleri çeki düzene sokmakla mesguldüm onun için yazamadim sana. Ama zahmete deydi dogrusu, minik minik gezegenleri yildizlarin etrafinda döndürdüm, kara delikler filan yarattim. Sonra geçtim karsisina seyrettim. Bütün sikintimi aliyor inanirmisin.

Sevgili günlük,
Kainati seyrederken (yarattigim seye bu ismi taktim) müthis bir ilham geldi bana. Bu gazla süper bi mekan daha yarattim. Her yarattigim seye bi isim buluyorum, baya oyaliyor bu is beni. Yeni yarattigim mekana “Cennet” dedim. Bu yeni cennetim yemyesil bi yer, her tarafina süs olsun diye akan sivilar koydum (dere diyorum ben bunlara) Bu sivilardan birisini de kafa yapici bi madde ile doldurdum. Adini kevser koydum. Çok güzel oldu çook. Bakmaya doyamiyorum.

Sevgili günlük,
Cennet bile bos olunca sikiliyor valla. Bu nedenle bi sürü sey daha yarattim, isik kullandim bunlari yaratirken. Kanatlari filan var, isleri güçleri bana tapinmak. He he he. Ben ne zaman ortalikta dolansam yerlere kadar egiliyorlar garipler. Adlarina “melek” dedim. Çok sirin oldular.

Sevgili günlük,
Bu gün cennetin bi tarafinda mangal yaparken yanlislikla ortaligi tutusturdum. Söndüreyim derken iyice yayildi yaygin, ben de yanan kismi ayirdim, bi alt rafa koydum. Yansin orda kendi kendine, bi hal çaresi düsünürüz sonra nasil olsa.

Sevgili günlük,
Bu yanan bahçeye “cehennem” ismini koydum. Söndürmekten de vazgeçtim. Güzel yaniyor, ortami isitiyor.

Sevgili günlük,
Bu gün cehennemin alevlerinden bi yaratik daha olusturdum. Herkes isiktan olunca baya tekdüze idi mekan. Çesit olsun istedim. Yeni yaratigimin adi “iblis”. Ilginç bi karakter oldu. Melekler gibi kafasiz degil. Kendi kendine yetiyor. Ama herzaman bana tapinmiyor. Zaman zaman da canimi SIKIYOR.

Sevgili günlük,
Bu gün neler oldu neler. Kumda oynarken aklima geldi, kuma iseyip çamur yaptim, sonra yogurdum minik minik figürler yapiyordum, bi tanesi acaayip bana benzedi, çok da hosuma gitti, dur lan dedim sunu da canlandirayim bakalim noolucak. Canlandirdiktan sonra bütün melekleri çagirdim, “egilin bakiim hepiniz bunun önünde” dedim. Hepsi egildi tabii ama bi tek iblis çikintilik yapti her zamanki gibi. Neymis efendim, o atesten çikmis da bu çamurdanmis onun için egilmezmis. “Lan oglum” dedim, “Bak efendi efendi egil iste, hir çikarma durduk yerde”. Bu pust iblis bana diklenmesin mi. Agza alinmayacak laflar etti, canimi sikti. Hassittir ol git o zaman dedim ben de buna. “Sen görürsün” filan diye biseyler geveledi. Gel lan dedim, “adam ol dobra konus” ne istiyon. “Bana zaman ver ben bu çamurdan yaratigi sana karsi döndürmezsem nooliyim” dedi. Ben de dedim ki, “Kendine zaman verilenlerdensin, maçan sikiyorsa dedigini yaparsin” El kol hareketleri filan yapti, güvenligi çagirdim attirdim yavsagi cennetten. Amaan, giderse gitsin, bu çamurdan yaratik daha eglenceli.

Sevgili günlük,
Çamurdan yaratiktan bi tane daha yaptim, ama bunun önünde çikintisi yok, girinti var. Birbirine uyuyor istersen bu çikinti ile girinti. Girintili olanin gögüs kismina iki de yumru ekledim. Maksat monotonluk bozulsun. Çikintili olanina “Adem” dedim, girintili olanina “Havva”.

Sevgili günlük,
Adem’le Havva çok komikler. Beni çok eglendiriyorlar. Bunlara tuhaf tuhaf yasaklar filan koyuyorum akillari karisiyor fukaralarin, hehhehe.

Sevgili günlük,
Bu gün canim çok sikkin. Bu pust iblis yilan kiliginda cennete sizmis. Bütün güvenlik uyumus resmen. Gelmis Havva’nin aklini çelmis, yeme dedigim meyveyi yedirmis zorla. Havva da gitmis Adem’e vermis yarisini. Bi kizdim ben bunlara. Aslinda iblise kizmistim ama bu gariplere patladim. Sonra da tükürdügümü yalamayayim diye attim bunlari disari. Kapi önünde kös kös oturuyorlar simdi.

Sevgili günlük,
Bu Adem’le Havva’nin durumuna üzülüyorum çok. Ama tanriliga bok sürmek de olmaz, alamiyorum geri içeri. Lafindan dönenlerden olmayalim di mi. Dünya diye bi yer var, güzel bi mekan, biraz cennete de benziyor. Buraya göndermeye karar verdim kendilerini. Bakalim sonra belki geri getiririm.

Sevgili günlük,
Bu gün yine ilginçliklerle dolu bir gün oldu. Adem’le Havva’yi dünyaya gönderdim, hemen ürediler orada. Iki minik yaratik daha peydahladilar, birine “Habil” dediler “ öbürüne “Kabil”. Tam “ aa ne güzel” diyordum ki, fasaryadan bi sebeple bu ikisi kavga etti, Kabil yerden bi tas alip Habil’in kafasina eklestirdi. Herifin ruhu çikti geldi. Neyse kapiya geleni döndürenlerden olmayalim diye aldik içeri. Bu arada isler karisti epey bi. Simdi asagida üreyebilen sadece bi tane girintili yaratik var (disi ismini taktim ben bunlara genel olarak) Bu da habire ürettikleri ile girinti çikinti olayina giriyor. Yine iblis pustunun isi anlasilan. Naapsam bilemedim.

Sevgili günlük,
Çok üredi asagidakiler. Ben de yine bi dolu yasak getirdim. Bi kere ayni karindan çikanlar birbirleri ile üremesinler dedim. Sonra kendilerini üretenlerle halvet olmasinlar dedim. Ecis bücüs oluyor yoksa yeni üreyenler. Ipin ucunu kaçirirsak fena olacak.

Sevgili günlük,
Son bir kaç aydir çok yogundum yazamadim. Asaginin boku çikti resmen. Adem ile Havva’nin ürettikleri bütün dünyayi doldurdu. Iblis hayvani da iyice gemi aziya aldi. Habire bunlarin kulagina biseyler fisildiyor anlasilan. Her tarafi talan ettikleri bi sey diil bi de birbirleri ile dalasip maraza çikartiyorlar. Bizi de iyice unuttular arada. Hatirlatiyim diye arada sirada birilerine görünüyorum (bu göründüklerime peygamber diyorum ben) ama nafile. Bunlar da çamurdan filan figürler yapip onlarin önünde egilmeye basladilar. Sonra isi iyice abarttilar çikintililar (erkek dedim bunlara da) birbirleri ile üremeye falan çalismaya basladilar. Benim de tepem atti bogdum hepsini. Ama tamamen yok olmalarina da gönlüm razi olmadi bi türlü. Aralarinda Nuh diye bi tanesi var, iyi bi çocuk. Seviyordum zaten keratayi. Buna dedim ki, bi gemi yap sen, ben hayvanlardan da ikiser ikiser gönderiyorum gemiye, sizi kurtaricam. Neyse olayi reset ettik bi bakima. Dur bakalim bu sefer adam olurlar umarim.

Sevgili günlük,
Nuh paçayi kurtardi, bunlar yine üredi epey bi. Ama ariza yaratmaya devam ediyorlar. Lan bana tapinacaksiniz diyorum, yok illa gidiyorlar acayip acayip figürler yapip bunlara tapiyorlar. Yine iblis’ten iskilleniyorum. Bu lavuk hala ortaligi bulandiriyor galiba. Yoksa durduk yerde niye ariza çiksin ki.

Sevgili günlük,
Bu iblis iyice azitti artik, garibanlarin çok fena kafasini karistiriyor. Ona buna üfürüyor, millet yok ben firavunum, yok ben günes ogluyum filan diye ortaya çikip delikanlilik yapmaya kalkiyor. Ben de dedim ki adam gibi bi peygamber çikartayim ortaya bi de eline ne yapmasi gerektigini yazayim vereyim. En azindan okurlarsa unutmazlar. Musa diye bi tip vardi gözüme kestirdigim zaten. Bunun yanina gittim. Önce bi korktu filan. Neyse on maddelik bi teblig verdim eline. Git soyunu sopunu topla Kenaan diye bi yer var oraya tasin dedim. Ama sapsal yolunu sasirdi, deniz kenarinda telef olacaklardi az daha. Denizi açtim da geçirdim bunlari. Gittiler Kenaan’a yerlestiler. Du bakalim belki adam olurlar orda.

Sevgili günlük,
Yine yogun bir hafta yasadim. Önce bu Musa’nin adamlari zirvalamaya basladi. On madde yetmiyor diye bayagi kapsamli bi kitap yazdim verdim, onu kafalarina göre degistirdiler. Saçma sapan hareketler, buzagiya tapinmalar filan. Baktim birbirlerinden üreyenlerden bi bok olmayacak bi tane dogru dürüst tip yaratayim da ona anlatayim dedim. Meryem diye bi hatun vardi (girintili olanlardan yani), güzelce de bi sey. Bunun karnina temiz bi erkek koydum. Isa. Bu Isa’ya anlattim naapicagini. Ama salak beceremedi. Gitti vali ile dalasti kendini çarmiha gerdirtti embesil. Buna verdigim manueli de adamlari kafalarina göre degistirdiler. Kutsal ruh mutsal ruh gibi zirvaliklar çikardilar ortaya. Sicacam bacaklarina sonunda o olacak.

Sevgili günlük,
Ben taktim bu arap yarimadasina. Digerleri nasil olsa kendi yaglarinda kavrulup gidiyorlar da bu arap yarimadasi denen bölgedeki essekler bi türlü yola gelmiyor. Son bi peygamber daha göndericem. Oldu oldu, olmazsa, yola gelmeyenlerin hepsini cehennemde yakacam kayan yildizlara yeminlen.



Sevgili günlük,
Adamimi buldum sanirim. Muhammed isimli bi eleman. Çok temiz bi tip degil aslinda ama dehset uyanik. Zaten temizlerden bi numara olmadigini gördük simdiye kadar. Bu yeni peygamberim tilki gibi bi herif. Ticarete de kafasi basiyor. Bundan da bisey çikaramazsak yuh artik. Su bizim Cebrail bos bos oturuyor zaten bi gönderelim bakalim noolacak.

Sevgili günlük,
Cebrail, Muhammed’e kitap vermeye gitti biraz önce. Ben bu serseme “ürkütmeden yaklas, eleman kafayi üsütmesin, kitabi ver gel” diye siki siki tembih etmistim güya. Yok ben öyle dememisim, “git ümügüne saril, kitabi zorla okut” demisim sanki. Aptal Cebrail, Hira daginda bi magarada sikistirmis bu Muhammed’i “Al bak kitap getirdim oku” demis. Elemanin okuma yazmasi yok “nasil okuyim” deyince seninki sarilmis girtlagina. Adamin bi yarim akli vardi o da çikti simdi. Cebrail’in de isine son verdim. Yeni görev vermiycem artik. Naapsak, kitabi parti parti mi göndersek acep.

Sevgili günlük,
Bi süredir Muhammed’e azar azar kitabin bölümlerini gönderiyorum. Hepsini birden indersek altindan kalkamayacak anlasilan.

Sevgili günlük,
Muhammed isi iyi beceriyor yemin olsun batan günese. Ben de bi kiyak geçmeye karar verdim, bi geceligine cennete getirttim. Dibi düstü burayi görünce. Yanliz kevseri biraz fazla kaçirinca hafiften zirvaladi. Meleklerden birinin sirtina binmeye kalkti. Sonra “bu ne biçim binek, yüzü ayni insan gibi” filan diye dolandi bi süre. Neyse elini yüzünü yikadik biraz kendine geldi, gönderdim ben de geri. Arada bi de cehenneme göz attirdim kisaca. Dedim ki, benim dedigimi yapanlari cennete getirecem, yapmayanlari cehennemde yakacam. Bu bi heves gitti bakalim.

Sevili günlük,
Ben bu iblisten yaka silktim arkadas be. Bu gün tam Muhammed’e sure indiriyordum yavas yavas, herif araya girip parazit yapti. Kendi laflarini da geçirtti kitaba. Simdi isin yoksa düzelt. Ne pis bi yaratik çikti bu yahu. Hayir yakayim diyorum ama adami zaten atesten yarattik yanmiyo da mendebur. Dagitacam agzini burnunu bi gün ama büyüklük bizde kalsin, itle it olmayalim diye bulasmiyorum simdilik.

Sevgili günlük,
Muhammed peygamberlik olayinin bokunu çikardi. Forsunu kullanip önüne gelen disi ile halvet olmaya basladi. Bi de utanmadan “hangi sira ile yapiyim” diye bana soruyor. Isi gücü biraktik herifin uçkurunun hesabini tutuyoruz ha. Tutup bacagindan sallayacam cehenneme ama and verdik bu son diye. Neyse simdilik suyuna gidiyorum ama böyle yürümez bu is.

Sevgili günlük,
Oh be. Sonunda kitabin son sayfalarini da ulastirdim Muhammed’e. Gerçi deriydi kemikti, kabuktu, ellerine ne geçerse onun üzerine not aldildar söylediklerimi ama birbirine karistirmazlar umarim. Bu iste böylece bitti. Bi daha peygamber meygamber yok. Su iblis biraz uslu dursa isler tikirinda yürüyecek ya gavatin uslu duracagi da yok. Simdiden sulari bulandirmaya basladi yine.

Sevgili günlük,
Biraktim hocam ben bu isi. Ugrasmayacam artik. Bezdim be. Ben bu insan irkini kendime azap çektirmek için mi yarattim yahu. Bu Muhammed’in ümmeti iblisten de beter çikti. Dünyanin ...na koydular resmen. Önce önlerine geleni kiliçtan geçirdiler, sonra birbirlerine bulasip ortaligi kan gölüne çevirdiler. Sübyancilik bunlarda, ahlaksizlik bunlarda, hirsizlik, katillik ne varsa bunlarda. Geçenlerde asagida bi dolanayim dedim, bi baktim iblis efendi yakmis cigarayi gözleri cam cam, suratinda pis bi tebessüm dünyayi seyrediyor. Önce çirkefi taslamayayim üzerime bulasir neme lazim, tanimamazliktan geleyim usulca sivisayim dedim ama laf atti sipa dayanamadim. “Batirdin lan canim dünyayi bi de geçmis keyif yapiyorsun rezil yaratik” dedim. “Bana camur atma arkadas” dedi. Neymis, artik hiç karismiyormus, hatta dünyaya adim bile atmiyormus, onlar kendi kendilerine güzel is çikartiyormus. Bahsi kaybettin diye de tutturmaz mi. Bende sigorta bi atti, iblis alçagini cehennemin dibine kadar kovaladim. Tam köseye sikistirmistim ki Azrail araya girdi de aldi elimden. Karizmayi da iki paralik ettik bu arada.

Sevgili günlük,
Utaniyorum ama iddiayi kaybettigimi kabul etmek zorunda kaldim. Iblis her gün düzenli olarak taciz ediyordu beni. Olmadik yerde karsima dikilip, “Ne mizikçilik yapiyon ki, kaybettin iste, efendi efendi kabul et” diye damarima basip duruyordu. En sonunda lanet olsun dedim. Kaybetmeyi kabul etmek de büyüklügün sanindandir. Dünyayi yiktim attim. Ne kadar insan evladi varsa geberttim. Hepsini dizdim arafata. Saftorikler cennete girecez diye beklesirlerken süper bi pislik geldi aklima. Cennet’e giden yolun üzerine bi köprü yaptim ki akillara zarar. Kildan ince, kiliçtan keskin oldu. Macasi yiyen geçer cennete girer, geçemeyen cup, cehenneme. Yerse. Var mi öyle belese cennet. Hehehehe.

Sevgili günlük,
Köprü olayi iyi oldu, bi tanesi bile geçemedi. Cennet bana kaldi. Cehennemi de oldugu gibi iblise biraktim, ne hali varsa görsün. Ben artik bütün gün cennette kevserle kafa çekiyorum. Bi daha da yok öyle acayip acayip seyler yaratmak. Dertsiz basima dert oldular durduk yerde. Böylesi daha iyi yahu, sakin sakin. Ohhhh.

Sarışın

Daha yeni kuyumcudan çıkmıştı. Kendisine büyük gelen yüzüğünü küçülttürmüş aynı zamanda da taşını değiştirtmişti. Yüzük yeni gibi olmuştu ve ömür boyu garantisi olduğu için herhangi bir ücret almamışlardı. Çocuklar gibi mutlu olmuştu. Restorasynda olan Nuruosmaniye Cami'nin avlusundan geçip Kapalı Çarşı'ya girdi. Kapalı Çarşı hep garip gelirdi kendisine. İçeri girdiğinde kendisini vatanında yabancı gibi hissederdi. İçeride o kadar çok yabancı olurdu ki satıcılar bile Türkçe konuşmazdı.

İnanılmaz sayıda dükkan ve bu dükkanların büyük çoğunluğu kuyumcu ve halıcılar. İnsan şöyle bir düşününce bugünkü alış veriş merkezlerinden çok ta farklı olmadığını anlıyor. Çok güzel bir uygulama yapmışlar tavana tarihini pafta pafta koymuşlar. Bunları okuyacağım derken neredeyse düşüyordu, birkaç kişiylede çarpışma tehlikesi atlattı. Kapalı Çarşı'nın Beyazıt otobüs duraklarının olduğu kapısından çıktı. Otobüsüne yetişip hemen evine, Kocamustafapaşa'ya gitmek istiyordu. Otobüse bindi, arkadaki koltuklardan birine oturdu. Öyle Beyazıt Cami'ne doğru boş boş bakıyordu. O sırada çok güzel sarışın bir kız otobüs durağına doğru yürüyordu ve ilgisini çekti. Çünkü bu güzel kızı geçen hafta başka bir saatte aynı otobüste aynı koltukta otururken yine görmüş ve gözünü alamamıştı. Ve hatta oda dönüp bakmıştı. Ufak bir şaşkınlık yaşadı. Hemen kendine geldiğinde farketti ki kız ona bakıyor ve onda da biraz şaşırmış bir hal var. Yüzünde bir gülümseme oldu. Bu yeterliydi. Hemen kalktı ve otobüsten koşarak indi ve kızın yanına gitti. Ne söyleyeceğini, ne yapacağını bilmiyordu ama bilmeside gerekmiyordu. Kızın yanına gelince kız iyice şaşırdı oda heyecanlandı. Önce ismini söyledi, kızla tanışmak ve konuşmak istediğini söyledi. Şansa inanmadığını ama böyle güzel bir kızla aynı şartlarda iki kere karşılaşması durumunda bunu kaçımaması gerektiğinden bahsetti çünkü bir üçüncü şansı olmayacaktı. Kız gülerek erkek arkadaşı olduğunu söyleyince bir anda yıkıldı, ne yapmalıydı. Biraz durdu, aslında öylece kala kaldı. Kendine gelince kızdan onun gibi güzel bir kızın erkek arkadaşı olmayacağını düşündüğü için özür diledi. Kızın çok hoşuna gitti ve gülmesi genci rahatlattı. Bunun üzerine kendisini affettirmek istediğini söyledi ve onu birşeyler içmeye davet etti. Kız biraz ters bir tavırla kendisini affettirmek için para harcamasına gerek olmadığını söyledi. Gençte zaten parası olmadığını tek ümidinin kalkarken ben öderim demen olduğunu söyledi. Sarışın yine güldü. Gülünce o kadar güzel oluyorduki resmen gözünü alıyordu. İnsan böyle bir güzelliğe bakmaya doyamıyordu. Biraz düşündü ve gerçektende nasıl böyle bir kızın erkek arkadaşı olmadığını düşündü anlamadı. Kız biraz isteksiz davranınca sınavı olup olmadığını sordu. Biliyordu İstanbul Üniversitesi'nin sınav haftası olduğunu. Kız ağzından sınavı olmadığını kaçırdı. Artık kurtuluşu kalmamıştı o da kabul etti. Çocuk Beyazıt'ı pek bilmediğini onun bildiği güzel bir yer varsa oraya gidebileceklerini söyledi. Meydanın karşısında büyük bir hana girdiler. 3. katta bir kafe vardı içeri girdiler. İçerisi kıraathane gibi duman altıydı ama hoş görünüyordu. Bir köşeye geçip oturdular. Muhabbet muhabbeti açtı, çaylar, meyve suları, kekler geldi geçti masadan. Neredeyse herşeyden konuştular. Çocuk kıza aşık olmuştu ama yapacak birşety yoktu arkadaşlığıyla idare edecekti. Daha önce hiç bir kızla böyle muhabbet etmediğini düşündü. Gülüyorlar, eğleniyorlardı, çok mutluydular. Yaklaşık olarak 3 saat olmuştu. Kız çocuğun lafını kesti ve aslında erkek arkadaşı olmadığını söyledi. Kısa bir süre sessizlik oldu. Çocuk gerçekten şok oldu. Kızda galiba ondan hoşlanmıştı. Muhtemelen ilk başta başından savmak için erkek arkadaşı olduğunu söylemişti. Sevincinden yerinden kalktı çocuk. İnanılmaz derecede mutlu olmuştu. Ne söyleyeceğini bilemedi. Kız içinden ne gelirse söylemesini istedi. Çocuk hiç düşünmeden ona aşık olduğunu söyledi. Kız çocuğun elini tuttu ve kendisinin de şu anda aynı duyguları hissettiğini söyledi. Kalktılar, dışarı çıktılar, eleleydiler. Yarın sinemaya gitmek için anlaştılar. Çocuk sarışın kız arkadaşını otobüsüne bindirip uğurladı. Daha sonra kendi otobüsüne bindi, arka koltuğa geçti ve Beyazıt Cami'ne doğru baktı.

Orgazm Tüyosu

Araştırmalara göre kadınların %90’ı gümbür gümbür orgazm olamıyor. Hiç problem değil. Bu 33 tekniği uygulayın, ama dikkat kadın çığlıklarından rahatsız olan komşular sizi mahkemeye verebilir.


1. Mastürbasyon hem kadının, hem de erkeğin orgazma ulaşması için kesin bir yöntem. Mastürbasyonla ne kadar çok orgazm olursanız, daha sonra o kadar çok orgazmı garantilersiniz. Partnerinizle birlikte mastürbasyon seansları düzenleyin. Mastürbasyon yapmanın düzenli orgazma giden yoldaki önemini iyice açıklarsanız, solo takılırken yakaladığında size kızmak yerine teşekkür etmesini sağlarsınız.

2. Ne istediğinizi söylemekten çekinmeyin ve şunu isteyin: “öne doğru eğil ve vajinandan bir şey çıkartmaya çalışır gibi kaslarını (Kegel egzersizi gibi) ittirmeye çalış.” Böylece kaslar penisi kavrar ve malum bölgeyi daraltır. Hem o daha çok zevk alır, hem de penisiniz bundan çok memnun olur.

3. Kadınların büyük bölümü klitoral uyarı olmadan orgazm olmakta zorlanırlar. Ama klitorise, minik bir penis muamelesi yaparsanız problemi kökünden çözersiniz. Etrafında dolaşın, üzerine çullanmayın. Amaç rahatsızlık değil, zevk vermek. Orta şiddette dokunuşlarla, özel ilgi gösterin. İhmal etmezseniz adınızın haykırılma şansı çoğalır.

4. Hayatınızın aşkı size masaj diye sızlandığında onu bahanelerle başınızdan atmaya çalışmayın. Yapacağınız masaj, kan dolaşımını hızlandırıp, vajina kaslarını ısıtır ve vajina tam kapasite çalışmaya başlar. Daha sonra parsayı toplarsınız siz de...

5. Az sonra yaşayacağınız seks seansının zevkli olacağına kendiniz inandırın. Onun da beklentilerini yüksek tutması için elinizden geleni yapın. Kadın cinsi seksten çok zevk alacağına inanmaya başladıktan 30 saniye sonra hayallerinin gerçekleşmesi için üstüne düşen her şeyi yapmaya başlıyor.

6. Kafanız ne kadar rahatsa o kadar orgazm olursunuz. Telefonlar kapansın, günlük stresleri kafanızdan çıkartın. Beraber küveti doldurun. Rahatlayın. Böylece vajinaya da penise de giden damarlar açılır, keyiflenir.

7. Ona neler yapacağınızı önceden planlayın. Hatta bu planlardan onu da haberdar edin. Zihinsel önsevişme vücudun daha duyarlı olmasını sağlar, orgazma ulaşma yollarındaki çakıl taşlarını ezer, geçer.

8. Kulağa gelişi bile çok resmi, formalite gibi. Korkarız durum ciddi, ön sevişme orgazm otobanında ödeme noktası gibi bir şey. O da zaten “vik vik” söylenip duruyor değil mi? Ama istatistiklere bakın anlayacaksınız. Partneri 21 dakika ve üstünü önsevişmeye ayıran kadınların sadece yüzde 7’si orgazma ulaşamamış. Yani yüzde 93, adınızı neon harflerle zihnine kazıyacak, sadece yüzde 7 olasılıkla kandırılacaksınız.

9. 69 uğurlu sayınız olsun. Çünkü kesin size uğurlu gelecek. Yalnız kendinizi zevke kaptırıp oyunbozanlık ederseniz bir dahaki sefere avcunuzu yalarsınız.

10. İki prezervatif üst üste takın. Ben bir taneye zor ikna oldum, diye itiraz etmeyin. İçteki geciktiricili, üstteki ise tırtıklı olacak. Yani size temas eden süreyi uzatacak, hatuna temas edense tırtıklarıyla olayı çığrından çıkaracak.

11. Ayın iki önemli zaman dilimi vardır. Bunları hesaplayın. Yumurtlama döneminden hemen sonra ve adet döneminden iki gün önce. Bunlar birer dev orgazmik enerji dalgalarına tekabül eder. Vücudunun böyle bir özelliği olduğunu kendisinin bilmiyor olma ihtimali çok yüksek. Başarınızın kaynağını açıklamayın, tezahüratları, tebrikleri ve iltifatları nazikçe kabul edin.

12. Gelmek üzeresiniz; ama o orgazm olacak diye kendinizi tutuyorsunuz. Devam ediyorsunuz; ama iş gittikçe zorlaşıyor. Yapmayın. Çünkü siz o garip suratları yapınca onun konsantrasyonu kayboluyor ve boşuna bekliyorsunuz. Onun yerine, geleceğinizi hissettiğinizde durup, sizi uyarmasını engelleyin. Kendinizi kontrol altına alınca yine başlayın. O zaman ikiniz de gelirsiniz, kimse eziyet çekmemiş olur.

13. Belki de şimdiye kadar duyduğunuz en kıymetli bilgi bu olacak, o yüzden iyi okuyun. Kadınlar üst üste orgazm olabiliyor ya, siz de boşalmadan, üç ila on kere orgazma ulaşmayı öğrenebilirsiniz. İşte bir dergi ücreti verip elinize aldığınız altın anahtar: orgazma ulaşmak üzere olduğunuzu hisseder hissetmez durun. Dönülmez noktadan hemen önce durup bekleyin. Sakin... Devam edin, yine tam o noktada durup dinlenin. Böylece boşalma ve orgazm arasındaki farkı öğrenirsiniz. Heyecan durumunuza 1’den 10’a kadar not verin. 8’de durup bekleyin. Bu egzersizi ne kadar çok yaparsanız, boşalmayı o kadar geciktirirsiniz. Evet, aşkınız bir süre sonra kendini test faresi gibi hissedecek ama kaz gelecek yerden piliç esirgenmez...

14. Yorgun argın işten gelip yemek yiyip seks yaparsanız, zevk alma ihtimaliniz çok düşer. Sabah kalkınca testesteron seviyeniz yüksekken girişin, bir işe yarasın.

15. Olgun kadınlar neden makbul biliyor musunuz? 20’li yaşlardaki kadınların yüzde 23’ü düzenli orgazm olurken, 30’unu geçenlerin yüzde 90’ı orgazm sanatına muvaffak oluyor. Gidip kendinize başarıyı yakalamış birini bulun, uğraşmak istemiyorsunuz.

16. Siz sadece bir kere orgazm olabiliyorsunuz diye, onun bu hakkını elinden alamazsınız. Bir kere geldi mi? Aferin ona. Pozisyonu ve konsantre olduğunuz bölgeyi değiştirip devam edin.

17. Ona seri orgazmlar yaşatın. Önce sonuna kadar oral seks, ardından cinsel birleşme. Oral sekste boşalması sonrakini neredeyse kesinleştirir. E, tabii bu durumda sizin de bir seks köleniz olmuş olur.

18. Ağır çekim sevişin. İki saniyede yapacağınız hareketleri bir dakikaya yayın. Böylece her yaptığınız farkedip, zevkini çıkarabilir. Üstüne üstlük cool görünürsünüz.

19. Tavsiye ettiğimiz pozisyonun adı “vajinal hapis.” Ömür boyu ceza almaya hazır olduğunuzu varsayarsak, hanımefendi siz onun içindeyken üzerinize yatacak ve bacaklarını kapatacak. Hiç kıpırdamayacaksınız. İstediğiniz kadar böyle kalın sonra devam edin. Orgazm bu pozisyonun kölesidir.

20. Siz ayaktasınız, minik kuşunuz da önünüzde eğilmişken içine serbestçe 10 kez girip çıkın. Durun şimdi o vajinal kaslarını on kez sıkıp bıraksın. Gerektiği kadar tekrarlayın. Patlayıcı taktik işte budur.

21. Klitoral uyarıya şöyle bir pozisyonla da ulaştırabilirsiniz. Misyoner pozisyondaymış gibi onun üzerine yatıyorsunuz. Pubik kemikler klitorisle üstüste olacak. İleri geri yavaşça gidip gelmeye başlayın. İçeri girmeyin penis klitorise masaj yapsın sadece. Mümkün olduğunca devam edin.

22. Eski model bir çamaşır makineniz varsa yaşadınız. Hayır, eskisini 50 tl sayıp yenisini vermiyoruz. Çalışırken onun üzerinde sevişirseniz vibratör görevi görür, titreşimler ikinizin de işine yarar. Elektrik filan çarparsa karışmayız ama.

23. Kadın orgazm olduktan sonra vajinası daralır ve kasılır. Bunu hissedip hem klitorisi okşamaya devam eder aynı anda da içine girerseniz beş saniyede bir kasılma devam eder ve oda siz de zevkten bayılırsınız.

24. Güneşte geçen 15 dakika orgazm şansını arttırır. Çünkü güneş ışığı beynin seratonin salgılamasına sebep olur.

25. İnsan sevişirken nefes düzenini düşünmek istemez ama düşünürseniz orgazmın şiddeti farkeder. Ne kadar hızlı nefes alıp verirseniz o kadar heyecanlanırsınız.

26. Seks sırasında eşinizin başını yataktan aşağı sallandırmasını sağlarsanız kan başına hücum eder ve nefes alma şekli değişir. Seks sırasında burnunuzdan değil, ağzınızdan derin nefes alıp verin.

27. Kadına oral zevk verirken orgazm taklidi yapamaz. Yapsa da yakayı hemen ele verir. Dilinizi düz olarak klitorise dayayın. Ne kadar hızlı nabız o kadar çok zevk. Bir nevi yalan makinesi.

28. Diliniz minyatür bir pipi değildir. Eğer amacınız güzel bir şey yapmaksa, düz ve serbest olsun, matkap hareketlerinin kimseye yararı olmaz.

29. Kutsal üçgende ortalama 20 dakika geçirmeye razı değilseniz kadıncağızı hiç heveslendirmeyin. Bu 20 dakika ortalama orgazm süresi.

30. G noktası diye bir karın ağrısı var ki, bulmak aya bayrak dikmekten daha zor. Ama üzülmeyin, haritanız bedava. Vajinanın ön duvarının hemen üç dört santim ardında bulacaksınız. Dokusu yumuşak, ıslak, mozarella peyniri gibi bir şey. Parmağınızla okşayarak bulmaya çalışın. G noktasının sahibi birden sessizliği bozup çişim geldi derse, buldunuz demektir. Oraya çalışın.

31. Sigara içmeyenler daha çok ve kolay orgazm oluyorlar ama ardından sigara yakamadıktan sonra ne işe yarar ki o orgazm.

32. Sekste en dayanışmalı içecek iki şekerli kahve. Şeker ve kafein kalp atışını hızlandırıyor ve enerji veriyor. Vücudunuz yaşadıklarını daha bir güzel algılar.

33. Seksten önce yarım kadeh kırmızı şarap içirin. Sonra kadehi elinden alın. O kadar içerse iyi, daha fazla içerse kötü olur. Orgazm olmazsa suç size kalır.

kaynak: Boxer

21 Haziran 2011 Salı

Hadi Bakalım

hadi bakalım, nerede kalmıştık. uzun süredir birşey yazmıyordum. şimdi yeni bir tema ile sitemin kullanılabilirliğini arttırdım. tek işim yazı yazmak olsun diye. bir de sitenin ıvırı zıvırı ile uğraşmayayım. yazı yazmak bile yeterince yorucu olabiliyor zaten. bu tema ve uygulama umarım güzel ve ilgi çekici olur. aslında ilgi veya tık çekmek gibi bir kaygım yok. bu benim kendi duygu, düşünce, hikaye ve yalanlarımı yazıp kendi kendime yaşayacağım bir site olacak. daha önce de böyle heyecanlı başlangıçlarım oldu. fakat her defasında sıkılmam ve yazmayı bırakmam uzun sürmedi. bu sefer kendimi daha donanımlı ve dolu hissediyorum, o kadar fazla anlatılacak şey ve kafamda o kadar fazla fikir varki. eğer bunları paylaşmaz, yazmazsam beynim patlayabilir. zaten son birkaç gündür (haftadır, aydır, yıldır) sürekli sinir yüklenmemin sebebi de bu günah çıkarma ayinlerini yapmıyor olmam. gerçekten çok keyifli ve heyecanlıyım. sanki yeni bir ilişkiye başlar gibi. gün başlayalı aslında çok oluyor ama iş yerinde biraz önce başladı. zaten bir başlangıç oldu mu, durmak bilmiyor. alıştım artık diyeceğim ama insan çalışmaya alışamıyor, nasıl tembelliğe alışamıyorsa. sürekli birşeyler yapayım, üreteyim, öğreneyim istiyor ama birisi çıkıp şunu yap, bunu üret, onu da öğren dediğinde sıkıntı başlıyor. benim de aklımda kendim için ilginç fikirler var, birey olarak kendimi geliştirmek adına. ancak çalıştığım için sürekli bahanem de var. zaman yok, zaman yetmiyor. günde 8-9 saat iş yerinde geçirip sonrasında insan nasıl farklı birşeyler yapmak için enerji bulabilirki. işiniz her ne kadar fiziksel güç gerektiren bir iş olmasada tüm gün orada olmak tüm enerjiniz tüketiyor. hayat öff bugün pazartesi, salı, çarşamba daha iki gün var, perşembe mi ben bugünü cuma zannediyordum, ve cuma öldüm artık şeklinde geçiyor. bu süreç içerisinde insan ne yapabilir ki. sevdiğim bir laf var; modern insan. modern insan spor yapamaz, kitap okuyamaz, siyasetle ilgilenemez, yaratıcı olamaz çünkü zamanı yok. ama yeni dünya düzeninde tanımlanan modern çalışan, esnek çalışma saatlerine uyumlu (köle gibi günde 24 saat çalışabilecek), takım çalışmasına yatkın (kendi ulaşılması imkansız hedefine bir de takım denen arkadaşlıktan uzak yapının hedefi bindirilecek), prezentabl (taş gibi kız ve oğlanlar sanki her yer onlarla doluymuş gibi), zaman yönetimi yapabilen (işte asıl konu tüm vaktini işe ayırmasına rağmen işi yetiştiremeyecek ve kendisine hiç vakit ayırmayacak). neyse bu konular bende sadece öfke yapıyor. oysa dünya güzel, çiçekler, kelebekler ve güzel bir yaz günü. kim inanır bunlara. eminim artık Polyanna bile inanmaz. bu gün böyle idareten bir giriş oldu ama idare edeceğiz. çok müsait bir pozisyonda değilim. ilerleyen günlerde inanıyorum ki (ben hiç bir şeye inanmam) daha güzel yazılarım olacaktır.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Merhaba dünya!

WordPress’e hoş geldiniz. Bu sizin ilk yazınız. Bu yazıyı düzenleyin ya da silin. Sonra blog dünyasına adım atın!

17 Haziran 2011 Cuma

Biz Hepimiz Transseksüeliz

Bugün bir tür yapay yazgının boyunduruğu altında olan cinsel bedenin geçirdigi mutasyonu izlemek ilginç. Bu yapay yazgı: transseksüellik. Burada yapay yazgıdan kasıt doğal düzenden bir sapma değil. Cinsler arasındaki farklılığın simgesel düzenindeki mutasyonun yarattığı sonuç. Transseksüellik (yalnızca) anatomik cinsel dönüşüm anlamında değil, daha genel anlamda travesti, cinsel işaretlerin birbirine karışması ve önceki cinsel farklılık ilişkisine (oyununa) karşılık cinsel farksızlık ilişkisi (oyunu) anlamında.

Çifte anlamda: transseksüellik hem (cinsel kutupların) bir farksızlaşma oyunu hem de tatmine, hem de tatmin olarak sekse karşı bir kayıtsızlık biçimidir. Cinsel (cinsel kurtuluşun itici gücü olan) tatmine yöneliktir. Transseksüel (cinsel ötesi ç.n.) ise ister cinsiyet değiştirme anlamında anatomik, isterse dönmelere özgü giyim kuşam, morfoloji, davranış işaretleri oyunu olsun yapaylığa yöneliktir. Cerrahi ya da semiürjik bir operasyon, işaret ya da organ her halde bir protez söz konusudur. Bugün bedenin yazgısında protez haline gelmek varsa transseksüelliğin de cinsellik modeli haline gelmesi ve her yerde baştan çıkarma aracı olması mantığa uygundur.

Biz hepimiz transseksüeliz. Nasıl ki hepimiz fiilen biyolojik degişim öznesi isek aynı zamanda hepimiz fiilen transseksüeliz. Bu ise bir biyoloji sorunu bile değil. Biz hepimiz simgesel olarak transseksüeliz.

Şu Cicciolina'ya bir bakın. Seksin ve onun pornogrofik masumiyetinin bundan daha müthiş bir ete kemiğe bürünüşü düşünülebilir mi? Cicciolina, aerobik ile buz gibi bir estetiğin bakir meyvası, her türlü çekicilik ve cinsel zevkten arınmış, insan suretindeki adeleli bir otomat olan ve tam da yarattığı bu garip caydırıcılık dolayısıyla sentez bir idol haline getirilebilen Madonna'ya karşıt olarak gösterildi. Fakat, iyi düşünürsek, Cicciolina'nın kendisi de bir transseksüel degil mi? Uzun platin rengi saçlar, kepçe kalıbından dökülmüşe benzeyen gögüsler, bir şişme bebeğin ideal çizgileri, kurutulmuş bir çizgiroman ya da bilim kurgu erotizmi ve özellikle (hiçbir zaman sapkın ve çapkın olmayan) abartılı bir cinsel söylem, anahtar teslimi topyekün bir ihlal; pembe telefonların ideal kadını artı - yalnızca cinsclligin abartılı, etobur işaretlerini yaşadıklarını bildiğimiz transseksüel bir kadın ya da bir travesti hariç - bugün hiçbir kadının üstlenemeyeceği etobur bir erotik ideoloji. Cicciolina'da somutlanan etsel dış plazma bu noktada Madonna'nın yapay nitragliserini ya da Michael Jackson'un hünsa ve frankesteinvari çekiciligi ile buluşuyor. Bunlar hepsi değişim özneleri, dönme, erotik look'u (görünüm ç.n.) cinsol belirsizliğini gizleyen genetik yönden barok yaratıklar. Hepsi, ABD'nde dendiği gibi "gendcr benders"lar (cinsi belirsiz?).

Cinsel kurtuluş mitosu gerçekte pekçok biçim altında canlılığını sürdürmekle birlikte, düşsel dünyada egemen olan hünsa ve hermafrodit değişklikleriyle transseksüellik mitosu. Orji, arzu ve cinsel farklılıktan sonra şimdi de karmakarışık bir erotik uydurma bolluğu ve tüm debdebesi ile transseksüel özenti. Cinselliğin kendi anlaşılmazlık ve farksızlığının teatral abartısında yitip gittigi bir tür postmodern pornografi. Seks ve siyasetin aynı yıkıcı tasarının parçası oluşundan bu yana çok şeyler değişti: Bugün Cicciolina'nın İtalyan parlamentosuna milletvekili seçilmesi transseksüel (cinselötesi ç.n.) ve transpolitiğin (siyasalötesi ç.n.) aynı alaycı farksızlıkta buluşması sayesinde gerçekleşti. Yalnızca birkaç yıl öncesine kadar düşünülmesi bile olanaksız olan, bugün ise üzerinde hoş bir oydaşma sağlanan bu başarı yalnızca cinsel kültürün değil, siyasal kültürün de bir bütün olarak travestiye doğru kaydığını kanıtlıyor.

Seks işaretlerini aşırıya vardırmak cinsel bedenden, kuputlarını gizlice ayrıştırıp ve mizansenini abartmak yoluyla da arzudan kurtulma stratejisi. Bu strateji, farklılığı yasak yoluyla inadına derinleştiren bir zamanların malum baskı stratejisinden çok daha etkili. Bununla birlikte, ayrımsız hepimizi etkileyen bu stratejinin kimin yararına olduğunu anlamak mümkün değil. Bu travesti rejimi en yaygın biçimde kurumlarımızın da temeli haline geldi. Ona her yerde, siyasette, mimaride, kuramda, ideolojide ve hatta bilimde rastlayabilirsiniz. 

Hatta umutsuz kimlik ve farklılık anlayışımızda bile. Artık kendimize arşivlerde, bir hatıratta, bir geçmişte ne de bir tasarıda ya da bir gelecekte bir kimlik arama vaktimiz yok. Bize anlık bir bellek, apansız bir kavrama yeteneği, anında kendi kendini doğrulayacak bir reklam kimliği gerekli. Böylece bugün beden için aranan, organik bir denge durumu olan sağlık değil, bedenin geçici, hijyenik ve reklamla ilgili bir zindelik ifadesi olan formda olma. Bu ise, ideal olmaktan çok bir başarı (performans) ve dolayısıyla hastalığı da bir başarısızlık (karşı-performans) haline getiriyor. Moda ve görünüm açısından aranan artık güzellik ya da çekicilik değil, look.

Herkes kendine bir look arıyor. Kendi varlığımızı öne sürmek mümkün olmadığına göre (artık bakışmak yok, baştan çıkarma sona erdi!) geriye (var) olmak ne de hatta bakılmak kaygısından uzakta görüntü olarak davranmak kalıyor. Varım, buradayım değil, fakat görünüyorum görüntüyüm -look, look! bu narsisizm bile değil, sığ bir dışa dönüklük; herkesin kendi görünümünün emprezaryosu olmağa başladığı yalnız reklamlarda rastlanan bir saflılık.

Look, video görüntüsü gibi çok az belirgin bir tür minimal görüntü, modanın hala uyandırabildiği türden bir bakış ya da bir hayranlık bile uyandırmayan, özel bir anlamı olmayan düpedüz bir özel efekt, Mac Lahan'ın deyişiyle bir dokunsal görüntüdür. Look moda bile değil, modanın ötesinde ve onu aşan bir biçimdir. Bir farklılık mantığına bile boş verir, bir farklılık ilişkisini dışlar.

Farklı olduğuna inanmadan farklıyı oynar gibidir. Bu farksızlıktır. İnsanın kendi kendisi olması geçici, yarını olmayan bir performans, yapmacığa yer olmayan bir dünyada artık zevk vermeyen bir yapmacıkçılık halini alır... 

Transseksüel ve travestinin bu zaferi, geçmişe bakıldığında, önceki kuşakların sahip çıktıgı cinsel kurtuluşun üzerine tuhaf bir ışık tutuyor. Bu kurtuluş, dişinin (erkil o zamana dek daha ziyade erk alanında kaldığından) ve tatminin ayrıcalıklı olarak göklere çıkarılması yoluyla bedenin azami erotik değerinin üstün gelişi olmadıgı gibi, belki de cinslerin birbiri içine geçmesi yolunda bir ara evreden başka bir şey değildi. Belki de cinsel devrimin kendisi transseksüelliğe giden yolda belirleyici bir aşamadan öte bir şey değildi. Temelde her devrimin sorunsal yazgısı da buradadır. Cinsel arzu üzerindeki her türlü sınırı ortadan kaldıran cinsel devrim temel bir soruyu da getirir: Ben bir erkek mi yoksa bir kadın mı yım? (Psikanaliz de bu cinsel tersyüz oluşa en azından katkıda bulundu.) Tüm diğer devrimlerin ilkörneği olan siyasal ve toplumsal devrime gelince, insana özgürlüğünü ve kendi iradesini kullanma olanağını vermekle onu, acımasız bir mantık uyarınca kendi kendine -önceden hiç bilinmeyen bir sorun olan- kendi iradesinin nerede başlayıp nerede bittiği, aslında ne istediği ve kendisinden neler bekleyebileceğini sorgulamaya yöneltmiş olmalıdır. Her devrimin paradoksal sonucu aynı zamanda belirsizlik, tedirginlik ve karışıklığın başlangıcı olması. Ama bunun yanı sıra devrim tercih, çoğulluk, demokrasi gibi başka zevklerin de kaynağı.

Ne var ki, cinselliktc bir demokrasi ilkesi yoktur. Bu hiçbir şey demek değildir. Orji geçtikten sonra cinsel kurtuluşun sonucu herkesin kendi cinsinin (gender), türsel ve cinsel kimliğinin arayışı içine girmesidir. Üstelik bu arayışta, işaretlerin dolaşımı ve zevklerin çokluğu dikkate alınırsa, yanıtların
sayısının gitgide azaldığı görülür. Böylelikle hepimiz, çok ustalıklı biçimde transseksüel olup çıktık. Tıpkı, gizlice siyasal ötesi (transpolitik) yaratıklar yani, en karşıt ideolojilere bel bağlamış, onları özümsemiş ve dışlamış, siyasal bakımdan farksız ve farksızlaşmış, hünsa ve hermafrodit, artık yalnızca maske takan ve belki de farkına bile varmadan, kafaca siyaset dönmesi haline gelmiş yaratıklar olduğumuz gibi.

Bakıyoruz, aynı anda başka alanlarda egemen olan nedir? Siyasal (siyasal ötesi) biçim olarak terörizm, patolojik biçim olarak aids ve kanser, cinsel ve genelde estetik biçim olarak da transseksüel ve travesti. Bugün aklımızı çelen yalnızca bu biçimler. Ne cinsel devrim, ne siyasal tartışma, ne kalp ve damar hastalıkları ile iş kazaları ve hatta ne de konvansiyonel savaş (bu arada savaşla ilgili durum mutlu bir rastlantı oluşturuyor: Bugün birçok savaş artık hiç kimsenin ilgisini çekmeyeceğinden yapılmama durumunda) toplu halde insanIarın ilgisini çekmiyor. Gerçek fantazmalar başka yerde. Her üçü de bir işleyiş ilkesinin bozulmasından ve bundan kaynaklanan sonuçların birbiri içine geçmesi ile oluşan bu üç biçimde. Bunların her biri -terörizm, travesti, aids, siyasal, cinsel ya da genetik ilişkinin aşırılaşması aynı zamanda da siyasal ve cinsel olanın kurallarındaki bir yetersizlik ve bozulmaya denk düşüyor.

Bunların her biri, tüm modern medyalar, enformasyon, iletişim viral ( virüsten kaynaklanan ç.n.) bir güce sahip ve bulaşıcı olduğundan görüntüterin keskinliği ile katlanarak çoğalan viral, çekici ve farksız biçimler. Bugün, bedenler ve kafaların işaret ve görüntülerden radyasyon aldığı bir kültürde yaşıyoruz.

Eğer bu kültür en güzel meyvalarını veriyorsa, aynı zamanda da en öldürücü virüsleri de ortaya çıkarması hiç şaşırtıcı olmuyor. Bedenlerin nükleer kirlenmesi Hiroşima'da başladı. Ama bulaşıcı biçimde medyalar, görüntüler, işaretler, programlar ve şebekelerin yaydığı radyasyonla aralıksız sürüyor.


Jean Baudrillard
Liberation, 14 Ekim 1987
Çeviren: Serhan Ada

13 Haziran 2011 Pazartesi

Erkekliğin Vegan Hali

PETA’nın “Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu” kampanyasının, hayvan eti yerine sevgilinizin etini koyun, hayvanları köleleştirmek yerine kadınları köleleştirin diyen alt metini gözardı etmek çok zor.

Et yemek pek çok diyetin doğal parçası olarak algılanırken, tarihsel olarak süregiden bir yeme biçimi olarak gözlemlenir. Carol Adams (2010) 'Etin Cinsel Politikası' (The Sexual Politics of Meat) adlı çalışmasında etoburluk ve toplumsal cinsiyet normları üzerine düşünme biçimleri geliştirir[i]. Et yemenin basit ve doğal bir olgu olmadığı, aksine eril kültüre maddesel, ideolojik ve sembolik pek çok bakımdan sıkı sıkıya bağlı olduğunu ileri sürer.

Bu bağlamda ataerkil toplumlarda et yemek maskülenetinin toplumsal olarak icra ediliği bir mite dönüşmüştür. Bu mit et yemeyi güçlü olmanın ve güçlü kalmanın koşulu olarak görür. Bir başka değişle et yemek ve eril gücün sağlanması ve korunması arasında önemli bir bağlantı vardır. Bu duruma eleştirel açıdan yaklaşan bazı feminist araştırmacılar, yeme alışkanlıklarının toplumsal cinsiyeti oluşturan önemli bir unsur olduğunu savunurak feminizm ve vejetaryanlık arasındaki tarihsel bağa dikkat çeker (bkz. Donovan 1990; Adams 1991; Adams 2010)[ii].

Feminist bakış açısına göre ataerkil toplumlarda kadına yönelik şiddetin kaynağı doğaya hükmetme arzusunun bir uzantısıdır. Birinci dalga feminizmden itibaren insan ve doğa arasındaki bütünsel bağa dikkat çekilerek uyum ve barışın hakim olduğu bir dünya düzeni tahayyül edilmiştir. Vejeteryanlık bu düzenin kurulmasında, insan ve doğa arasındaki hiyerarşiyi sorgulayan bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Feminizmin ortaya çıktığı 18. yüzyıldan itibaren vejeteryanlık ve/veya hayvan haklarının korunması feminist söylemin parçası olmuştur (Donovan 1990).


PETA: 'Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu' 

1980 yılında Amerika'da kurulan ve uluslararası platformda etkin olan PETA dünyanın en büyük hayvan hakları koruyucusu örgütü olarak biliniyor[iii].

Kar amacı gütmeyen kuruluş bugüne kadar yaptıkları yankı uyandıran eylemlerle medyanın gündemine hayvan haklarıyla ilgili birçok konuyu taşıdı. "Hayvanların varoluş sebebi insanlara besin ve giyecek sağlamak, denek olmak ya da insanları eğlendirmek değildir" sloganıyla yola çıkan örgüt, örneğin hayvanların denek olarak kullanılmalarına karşı labaratuvarları basarak birçok hayvanı serbest bıraktı veya kürk giyenlerin üzerine kırmızı boya atarak dikkat çekti.

Grubun en güncel kampanyası ise internet üzerinden duyurdukları "Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu"[iv] isimli kampanya. Amacı özellikle genç erkekleri veganlığa, yani hiç bir hayvansal ürün kullanmadan beslenmeye teşvik etmek. Ancak kampanya veganlığı yazının başında belirttiğim feminist bağlamından tamamen çıkartarak, erkeklerin cinsel güçlerini gösterdekleri bir alan ortaya koyuyor.

Et, sanayileşmiş toplumlardan avcı topluluklara kadar neredeyse evrensel bir erkeklik sembolüdür ve et yemenin erkekliği güçlendirdiğine inanılır. Fasulye ve benzeri bakliyatın ete alternatif bir protein kaynağı olabileceği bilinirken pek çok kültürde erkeklerin erkekliğe atfedilen işleri yapmak (çalışmak, aileyi korumak, soyun devamını sağlamak, savaşmak gibi) için gerekli gücü elde edebilmelerinin yolunun et yemekten geçtiğine olan inanç devam ediyor. Kadınların ise böyle bir ihtiyacı kaydedilmiyor. Stanford'un belirttiği gibi vejeteryan bir halterci ya da futbolcu fikri pek çoğumuza inanılmaz gelecektir (Stanford 1999)[v].

Tüm bu yargılardan ve mitlerden yola çıkan PETA işte bu söylemi bir yönüyle tersine çevirerek et yemek ve erillik ilişkisini sebze yemek ve erillik olarak yorumlamak yolunu seçiyor.


Havuçla beslenerek de "erkek" olabilmek

2012 yılında vegan diyet kampanyası için yayınladıkları on kısa film ile etçil mağara adamlarını aratmayacak bir otçul erkek tipi çizerek havuç ile beslenerek de 'erkek' olunabileceğini ispatlamaya çalışıyor.

Kampanyanın ana filmi, 14 Şubat Sevgililer Günü'nde dolaşıma girdi. Film çıplak bedeninin üzerine montunu giymiş genç bir kadının sokakta tek başına yürüyen görüntüsü ile başlıyor. Boynunda boyunluk olan kadının acı içinde olduğu yüzünden okunuyor. Bir eliyle montunun önünü kapatmaya çalışırken diğer eliyle de torba taşıyor. Kamera kadını ağır ağır merdivenleri çıkarkan arkadan gösteriyor ve kadının kilotla olduğunu görüyoruz.

Tüm bu görsel dil ile ev içi şiddete veya tecavüze uğramış bir kadınla karşı karşıya olduğumuz izlenimi veriliyor. Tam o sırada dış ses bu genç kadını bize tanıyor: "Bu, Jessica. 'Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu' sendromundan muzdarip. Yani erkek arkadaşının vegan olduktan sonra birdenbire porno yıldızına dönüşmesiyle acılar içinde.[vi]"

Bu tanıtımın ardından eve giren Jessica yataklarının yapışık olduğu duvarın önünde duran erkek arkadaşına içi havuç ile dolu olan torbayı veriyor. Duvar Jessica gibi perişan olmuş, üzerinde oyuklar var. Çektiği acıya rağmen gülümsemeye başlayan Jessica'nın tekrar sevişmek istemesini ifade etmesiyle video bitiyor.

İçerdiği seks ve şiddet diskurundan dolayı sadece internet üzerinden dolaşıma sokulan kampanya yukarıda bahsettiğim film ile birlikte on videodan oluşuyor. Videolar erkek arkadaşlarının cinsel gücünün ne denli vahşi boyutlara ulaştığını ve kendilerini nasıl 'perişan' ettiğini anlatan sekiz kadının, bir gey erkeğin, ve kendisi vegan olduktan sonra nasıl da seks makinasına dönüştüğünü anlatan bir erkeğin anlatılarına odaklanıyor. Bunların yanı sıra kampanyanın web sitesinde sessizce çığlık atma ve seks sırasında yaralanmayı azaltmaya yarayacak bir takım püf noktalar tavsiye ediliyor.


Ataerkil anlayışın veganlık propogansadında kullanılması

Kampanya direktörü Lindsay Rajt, New York Times gazetesiyle yaptığı söyleşide bu filmlerle yüzlerde gülümseme yaratacaklarını söylüyor. "Bizim yapmaya çalıştığımız insanlara eğer sevgilileri vegan olurlarsa başlarına matrak şeylerin gelecebileceğini öğütlemek. O kadar çok güçle karşılaşacaklar ki canlarına okunacak." Haber aynı zamanda Rajt'ın filmlerin erkeklere çok ciddi bir sağlık mesajını verdiğini, hayvansal ürünlerde bulunan kolestrolün erkeklerde cinsel gücü azaldttığını söylediğini de belirtiyor[vii].

Kampanyayı yapanlar canları acıyarak ve sakatlanmış bedenlerini göstererek konuşan kadınların durumdan pek de sikayetçi olmadıklarını ima etmelerinin kadına yönelik şiddet açısından bir sorun yaratmadığına ikna olmuş görünüyor. Ne de olsa erkek arkadaşlarının seks makinasına dönüşmesini her kadın ister...

Seksin iki yetişkin insan arasında karşılıklı bir etkileşim temeline dayalı olması yerine bir tarafın (erkek) diğer tarafı (kadın) fiziksel/cinsel gücüyle yerlere yeksan ederek sakatlayacak şekilde ona sahip olması olarak yorumlayan ataerkil anlayışın veganlık propagandasında da kullanılması, hayatlarının büyük kısmını hayvan haklarına, vejeteryanlığa/veganlığa adamış feministlere karşı yapılan büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Adeta hayvan eti yerine sevgilinizin etini koyun, hayvanları köleleştirmek yerine kadınları köleleştirin diyen alt metini gözardı etmek çok zor.

PETA vegan erkek arkadaş kampanyası ile et yemeyen erkeklerin de en az et yiyenler kadar 'erkek/eril' olduklarını ispatlamaya çalışırken ataerkil normların tek bir taşını bile yerinden oynatmayarak gerçek erkek olmayı, partnerini cinsel gücüyle sakatlamak ile eşitliyor.

Ataerkilliğin ve eril gücün kadınlar tarafından içsellestirilerek erkek arkadaşlarını, kocalarını, babalarını kendilerinde olmayan fallusa dolaylı yoldan da olsa sahip olmak arzusunda olduğu varsayımıyla adeta kadınların bu güç gösterisi karşısında memnuniyetsiz olamayacağı gibi bir sonuca varılıyor.

Eviçi şiddet davalarında "sayın yargıç, niyetim eşimi incitmek değildi. Bir süredir veganım ve tofu ve sebzeler cinsel gücümü hatırısayılır derecede arttırdı ve biraz kontrolden çıktım. Evet, eşime fazla yüklendim ve sakatlanmasına neden oldum ama her seferinde geri dönünce düşündüm ki o da bundan zevk alıyor" gibi savunmalar duymaya başlarsak şaşırmamalıyız. Hayvanlara uygulanan şiddeti eleştirerek vegan/vejeteryan olmayı güya ahlaki bir duruş olarak ortaya koyan bir kampanyanın, her nasılsa kadına yönelik şiddeti bu kadar övünülesi bir durum haline getirmesi de PETA'nın açmazlarından biri olsa gerek.


Billur Dokur & İrem İnceoğlu
07 Nisan 2012


[i] Adams, C. J. (2010) The Sexual Politics of Meat 20th Anniversary Edition,New York: Continuum International Publishing Group.

[ii] Adams, C. J. (1991) "Ecofeminism and the Eating of Animals", Hypatia, Vol. 6 (1), pp. 125-145. Donovan, J. (1990) "Animal Rights and Feminist Theory", Signs, Vol. 15 (2), pp. 350-375.

[iii] http://www.peta.org/

[iv] Boyfriend Went Vegan and Knocked the Bottom Out of Me (BWVKBOM)http://www.bwvaktboom.com

[v] Stanford, C.B. (1999) "Meat's Patriarchy" in The hunting apes: meat eating and the origins of human behaviour, New Jersey: Princeton University Press.

[vi] This is Jessica. She suffers from BWVAKTBOOM, 'Boyfriend Went Vegan and Knocked the Bottom Out of Me,' a painful condition that occurs when boyfriends go vegan and can suddenly bring it like a tantric porn star."

[vii] http://articles.nydailynews.com/2012-02-14/news/31060903_1_peta-ad-anti-milk-new-ad, erişim Mart 2012.