28 Aralık 2008 Pazar
What Don’t Kill Ya Make Ya More Strong.
Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir. Bu benim hayat tarzım. Belki de bu yüzden hep yalnız kalmaya mecburum. 15 milyonluk bir şehirde tek başımayım. Etrafımda her zaman birileri olmasına rağmen, sürekli ailem olsun arkadaşlarım olsun destek almama rağmen hep yalnızım. Kararları hep ben veriyorum. İnsan iyiye ve kötüye inanmayınca verdiği kararlar da ona göre biraz havada kalıyor. Verdiğim kararlardan pişmanlık duymasamda tatminde olmuyorum. Bu şekilde kendimi yetiştirdiğim için inanmayan bana karşı herkes denen güruhun oluşturduğu mantık ki buna pekçok kişi vicdan diyor. Vicdan gerçek bir savaş alanı, ben çok fazla savaş meydanına çıkmamak için hep yanından geçerim. Nasıl mı? Bir örnek; belediye otobüsünde benden yaşlılara yer vermemek için en baştan oturmam. Bir insan benden daha çok yaşadı diye niye saygı haketsin ki? Hiç tanımadığım bir insan. Bu insanın hırsız, dolandırıcı, yalancı, sapık veya siyasetçi olmadığını nereden biliyoruz. Bilmediğim birşey için saygı gösteremem. Bazen ben bunu söylediğim de insanlar o zaman senin deden veya annene yer vermezlerse gibi bir tepki gösteriyorlar. Bu konuda beni yanlış anlasalarda bu kişisel bir tercih toplumsal olamaz kısaca yer vermekte o şahsın tercihi, vermemekte. Ben buna müdahale edemem. Mümkünse toplum denen güruh herkesin birey olarak tercihlerine saygı duyup bu noktada baskı yapmasın. Otobüslerde ki bu tarz muhabbetler bence toplumun gelişmişlik düzeyinin başarılı birer gözlem ortamıdır. İnsan yalnız olunca çok iyi bir gözlemci oluyor. Sürekli diğer insanları izliyor ve kendisini onların yerine koymaya çalışıyor. Bu aslında çok başarılı ama benim gibi asabiysen durum biraz farklı. Yapılan saçma sapan hareketler durduk yere beni geriyor. Ben eğer normalsem insanların çoğu geri zekalı veya onlar normalse ben çok zekiyim. Bu düşünce zaten beni bitiriyor. İletişimimi bitiriyor. Bunu düşünürken o kişilerle nasıl iletişim kurabilirim ki. Hiç düşünmüyorlar. Ben aslında öğretmen olamıyacak kadar kötü bir anlatıcıyım. Benden ders dinlersen kesin kalırsın ama sana şunu garanti edebilirim; benimle ders çalışırsan senin düşünmeni sağlarım ve soru sormanı sağlarım. Bu da biraz Sokratçı bir yaklaşım. Bende insanların aslında zeki olduğuna ama kafalarını nedense kullanmadığına inanıyorum. Kendi deneyimlerimden biliyorum, ne salaklara bile iş yaptırmışımdır. Yaşam felsefesi insan tam ortaokulu bitirip, liseye geçtiğinde oluşmaya başlıyor ve lise bitipte üniversiteye girince artık yaşam felsefen hareketlerini belirliyor. En son bir hatunla sevgili olarak üniversite 1. sınıfta birlikte oldum. Ondan sonra yaşadıklarım hep günlük (gecelik) ilişkilerdi. Ben hangi kıza teklif edersem edeyim hep hayır cevabını alıyorum. Benim en iddialı olduğum konulardan birisi kızların kokusunu almaktır. Demek ki onlarda benim kokumu alıyorlar. Aslında hergün duş alıyorum ama. Bunun bana cevabını verecek bir kızla da tanışmadım. Gecelik birlikte olduğum hatunlara da sordum ama onlar zaten cevabı bilemezlerdi. Çünkü beni tanımıyorlardı, tanımadılar da. Bir keresinde unifestin konserleri vardı ona gitmiştik. Orada çok hoş bir hatunla tanışma fırsatım olmuştu, anladığım kadarıyla da kafaydı da. Şu anda ismini bile hatırlamıyorum hatırlasam facebookta bulurum zaten. Ona çok üzülmüştüm. Birde çok yakında iş yerinde olan bir olay var ona fazlasıyla değindiğimizi düşünüyorum zaten. Şimdi mesela önüme bakıyorum hayatımda başka bir kız var ona da teklif edeceğim ama muhtemelen ondan da aynı yanıtı alacağım. Şu anda öyle bir durumdayım ki suya düşsem, çok iyi yüzme bilmeme rağmen, yılana sarılacağım.
27 Aralık 2008 Cumartesi
101000110011
Nerede kalmıştık. En son yola inmiştik. Çengelköy, İstanbul'un çok fazla bozulmamış ve belki de bu sebeple manzarası en güzel olan yerlerinden biridir. Bir köy havasında olduğu için gece hayat olmayacağını düşünebilirsiniz ama bu noktada İstanbul yanı ağır basar. Çengelköy'de gece hiç uyumaz. Çok nezih bir mekandır. İnsanları hem cana yakın hem de yardımseverdir. Özelliklede biz Kulelilileri çok severler. Bizim firar ettiğimizi bilirler ve bunlar onların hoşuna gider. Sanki biz onlarında haylaz çocuklarıyızdır. Yoldan sahil kesimine geçtiğimizde tam Çengelköy durağının karşısında meşhur Süper Baba'nın çay ocağı bulunur. Dev bir çınar ağacı gölgesinde muhteşem bir İstanbul manzarası. Bizim her zaman içkilerimizi aldığımız tekel bayi, Durak Büfe, Çengelköy durağının arasındaki sokakta yer alırdı. Ufak bir büfe içine biz dört kişi zor sığıyorduk. Önce sosisli söylemiştik. Bu arada büfeci bizim içecek ihtiyacımızı karşılamaya çalışıyordu. Bizi çok severdi adamın haftalık sattığı içkiyi biz bir postada alırdık. Sıcak sıcak hiç içilmese de bizim aramızda en çok tuborg kırmızı tercih edilirdi. Muhtemelen fiyat performans değerlendirmesi sonucu böyle oluyordu. Ben daha çok şarap tercih ederdim. Sıcak olarak içilebilecek hafif tatlı ve biraz romantik. Her zaman dediğim gibi biz her ne kadar öyle değilmiş gibi gözüksekte son romantikler biz Kulelililerdir. İçkileri almış ve çantaya ses çıkarmayacak veya çalkalanmayacak şekilde yerleştirdik. İkinci kafileden haberimiz yoktu. Sosislerimiz olmuştu sıcak sıcak yemeye başlamıştık ki... Okulun en .... 3 teğmeni bizim büfeye sanki ... varmış gibi geldiler. Tabi biz ufak bir şok geçirdik ama hemen kendimizi toparlayıp durumu kurtarmaya çalıştık. Ama o anda sanki onlar insanmış gibi konuşuyorduk. Biz onları bir şekilde ikna ettiğimizi düşünüp tekrar okula girmeye çalışacaktık. Belki yolda bizimkilere rastlar en azından onları kurtarabiliriz diye düşünüyorduk. Cep telefonundan ulaşmayı başardık. Onlar Üsküdar'a doğru gidiyorlarmış köprünün altından yeni geçmişler. Durumu anlattık ve hemen bir şekilde okula dönmeleri gerektiğini söyledik. Onlar anında bir taksi durdurmuşlar ve 11 kişi bir taksiye binmişler. Bu arada arkadaşlardan biri 2,10 cm boyu var. Bunu arada belirtmek istedim. Biz önce bir köşeye geçtik ve durum değerlendirmesi yapmaya karar verdik. İçeriden aldığımız istihbarata göre okul alarma geçmişti. Bizimkiler gerçekten korkmuşlardı. Ben en sonunda dedim ki madem yakalandık ve ceza alacağız bari keyfini çıkaralım. Bunun üzerine ufak bir tartışmadan sonra karar kıldık ve kalıp içip okula sabah dönmeye ve direk nizamiyeden girmeye karar verdik.
24 Aralık 2008 Çarşamba
100101101011
Bugün biraz canım sıkkın ama güzel şeyler yazabileceğimi düşünüyorum. Bu aralar biraz geçmişe dönüş yaşamak istiyorum. Anılarımı canlandıracağım. Bugüne en hoşuma giden anılarımdan birini ayırdım. Bundan tam 10 yıl önce 1998-99 eğitim öğretim yılı. Üzerinden cidden uzun bir zaman geçmiş. Kuleli'nin bence en güzel yılı 2. senemiz. Artık resmen abiyiz. Okula gelişim muhteşem olmuştu. Yazın güzel bir İzmir tatili yapmış denize doymuştum. Sonrasında Ankara'da da bol bol spor yapmıştım. TSK spor tesislerine gitmiş orada da yeni arkadaşlarla tanışmıştım. Güzel olmuştu hem spor yapıyor ardında çıkıp eğleniyorduk, tabi Ankara'da ne kadar eğlenilirse. Hatırlayabildiğim en düşük kiloya düşmüştüm. Tamı tamına 69 kiloydum. 100 adet şınav çekebiliyordum. Barfiks falan hak getire. Ne olmuştum be 2. sınıfa hazırdım kısaca. 2. sınıf çok güzel başladı. Artık daha güçlüydüm, daha otoriterdim, daha askerdim, daha bilgiliydim ve daha hazırdım. Erkektik artık sesim bile daha kalın çıkıyordu, güneşte de iyi kavruldum ve esmer güzeli oldum. O zamanlar yüzümde daha tüy bile yok. Ben öğretim yılının başından aslında bahsetmeyeceğim. Benim hikayem baharda, mayısta. Biz delikanlıların kanının kaynadığı bir zamanda. 16-17 yaşında tam 400 tane erkek çocuğu, daha tehlikeli ne olabilir ki. İşin kötü tarafı bunlardan bazıları, benim gibi, hiç korkmuyor ve hiç çekinmiyorlar. Sen çıkıpta bu çocuklara içkiyi yasaklayabilir misin? Eğlenmeyi yasaklayabilir misin? Onlarda biliyorlardı bunu ve bizi sürekli uyarıyorlardı. Yapmamamız için değil, yakalanmamamız için. Mayıs ayı gelince Kuleli'de dersler önemini yitirir ve kamp hazırlıkları başlardı yani öğrencilik biter askerlik başlardı. Bu bizim işimize gelirdi, kamp öncesi bir şekilde kafamızı dinlerdik. Sürekli dersler iptal olur ve kamp için tüfek teslimi yapılır, yeni kamuflajlar verilir, yeni postallar verilir, 1 nolular sürekli hazır çünkü her an ihtiyaçlarımızı giderelim diye günlük izne çıkabiliyoruz. Genç bir erkeğin en önemli ihtiyacı ne olabilir herhalde sevgilisine veda etmek olabilir. Mayısta bahardan dolayı mıdır bilinmez tabur telefonları da hiç susmaz. "Ahmet, Zeynep seni aradı, saat 17'de tekrar arayacakmış." diyaloglar genelde böyle olurdu. Bizim zamanımızda daha cep telefonu liselilere kadar düşmemişti. Bir iki arkadaşımızda vardı, oooooooooo. Ve işin en eğlenceli kısmı gece firarları ve içki içmek. Neredeyse her gece firar ediyorduk. Çılgınca içip yatakhanede gırgır şamata yapıyorduk. Sabah sınıf subayımız bizi içtimaya çıkarmış ve kampla ilgili konuşmuştu. Konuşmanın sonunda konu firar olayına geldi ve bizi özellikle bu konuyla ilgili sert bir şeklide uyardı. Peki bu bizi ne kadar etkiledi. Galiba bir kulağımızdan girdi, diğerinden çıktı. Rutin günlük işlerimizi askeri eğitimimizi yaptık ve gece kimleri çıkacağını kararlaştırdık. Şimdi biraz okulun fiziki durumu ve binaların konumu hakkında bilgi vereyim. Kuleli her ne kadar tarihi ana bina düz bir zemin üzerinde olsada tamamen dik bir yokuştur, dik bir tepeye yaslanmış durumdadır. Kuleli'de kapıdan girişte o efsanevi tabela ben hep farklı düşünmüştüm ama yokuşun başında "şoför yokuşu 1. vitesle çık" uyarısı yer alır. Yokuş muhtemelen 70 derece falan dikti. Törenden sonra orayı çıkarken zaten taburun tüm düzeni dağılır ve bir de bunun için azar işitirdik. S şeklinde bir yokuş. Yokuşun sol tarafında dimdik yükselen Hazırlık binası yer alır. Bizim eğitim binamız yokuşun sonunda bir düzlükte yer alırdı. Binamız birbirlerine büyük bir açıyla bağlı iki ayrı binadan oluşurdu. Binaların açısında içtima alanımız yer alırdı. Yokuşa sola doğru devam ettiğimizde bizim binamızın tam karşısında revir yer alır. İlerleyince hazırlık binasının arkasında ki içtima alanı görülür. İçtima alanının tam sonunda da hazırlık sınıfının koğuşları yer alır. Koğuşların hemen solundan ara bir yol vardır, aşağı tarihi ana binaya inen bir merdiven. Bizim binanın yanından yokuş yukarı doğru devam eder ve bizim harikulade koğuşlarımız 50 metre kadar yukarıda tüm ihtişamıyla yükselir. Tam 3 katlı bir bina. Normalde her koğuşta 12 kişi kalır, 6 tane ranza bulunur. Ben biraz şanslıydım. Bizim koğuş 3. katta son koğuştu ve 5 ranza bulunuyordu. Biz biraz daha rahattık. Bizim koğuş diğer binalardan ayrı olarak yokuşa paralel ama bizim eğitim binasına dik durumdaydı. Yani koğuşun ve eğitim binasının tam arkasında bizim futbol ve basketbol sahamız yer alırdı. Devamında bizim kartal tepe, diğer adı firar tepe, dediğimiz üzerinde askerin nöbet tutmadığı bir nöbet kulesi olan tepemiz mevcuttu. Özellikle eğer birisi geçecek olursa ses çıkarsın diye tepeye çakıl dökülmüştü. Peki bu bizi durdurur mu? Gece olup son yoklama alınmış ve koğuşlara geçmiştik. Şimdi bir yoklamada koğuşlarda alınacak aşağıda ki nöbetçi subay uyuyunca bizimkiler bize haber verecekti. Tahminen 10-15 kişi çıkacaktık dışarı. Bizim grupta benle birlikte bir kişi daha deneyimliydi. Daha önce çıkmıştık yani. Önce sivil kıyafetlerimizi giyindik. Bize dışarıdan sipariş verecek arkadaşlar koğuşa geldi ve ne istiyorlarsa söylediler. Yanımıza büyük bir sırt çantası aldık. Subay uyumuştu. 3 kafile halinde çıkacaktık. Her kafilede 1 cep telefonu olacak ve o şekilde iletişime geçecektik. İlk biz çıkmaya karar verdik. Basket potalarının arkasından duvarın üstüne çıkan bir merdiven vardı oradan duvara çıktık. Bundan sonra bir süre dik yürüyemeyecektik. Çünkü okulun dışarı ile arasında ki duvara spotlar çevrili olduğu için orası gündüz gibi aydınlık oluyordu. Ancak tam duvara bitişik uzun çalılar sayesinde biz biraz alçak sürünme yaparak duvarı takip edebiliyorduk. Duvarı takip ettiğimizde duvarın bitişinde tel örgü başlıyordu ve tam bu noktada tel hasar görmüş olduğu için teli kaldırıp çıkıyorduk. İşte özgürlük, işte sivil hayat, çıkmayı başarmıştık ve hiç sorun yoktu. Okulun üst tarafında vahdettinin köşkü vardı. Biz onun altından köy evlerine benzeyen evlerin arasından aşağıya yola doğru inmeye başladık. Sıkıldım devamı sonra artık...
23 Aralık 2008 Salı
100100000111
Dün Taksim'e çıktım. Eskisi gibi gezdik, içtik, yeni elemanları gördük. İyi oldu anlayacağın. Sabah biraz tembellik yaptım ve geç kalktım. Öğleden sonra turnuva maçımız vardı. Evde kimse yoktu yine. Şu annemim cumartesileri çalışmasına hala alışamadım. Bilgisayarın karşısına geçtim. Red Alert 3 inmiş, kurdum ve çalıştırdım. Oyuna dalmışım, az kalsın maça geç kalacaktım. Hemen hazırlanıp, çıktım. Öyle saçma sapan biryer ki aslında çok yakın olmasına rağmen gitmem neredeyse 50-60 dakika sürüyor. Sonuçta İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışıyor. 3 araç değiştirdim. Neyse maça yetiştim, geç kalmadım. Keşke gitmeseymişim. Bundan önceki 2 maçta olduğu gibi yine farklı yenildik. Eğer maçtan sonra birlikte takılabilseydik değerdi ama ben böyle birşey anlamadım. Öylesine 3 maç yapmış olduk. Çıkışta arkadaşları gönderdim bende tramvayla eve döndüm. Aslında üzerimde yorgunluk ve üşengeçlik vardı ama bizimkileri aradım buluşalım dedim. Eve uğradım biraz oturdum. Her zaman olduğu gibi elektrikler kesildi. Zaten anlamıyorum sanki dünyanın en iyi hizmetini alıyormuş gibi elektriğe en yüksek ücreti ödüyoruz ama en kötü hizmeti alıyoruz. İstanbul 2 gündür rüzgarın etkisinde bu arada. İnanır mısın Karaköy İskelesi göz göre göre battı, sulara gömüldü. Kimbilir kaç yıldır orada olan iskele biraz rüzgar esince gitti. Vapur seferlerini durdurmuşlar. Ben pek haberleri takip etmiyordum, biraz uzak kalmışım olaylara. Hep başkalarından aldım haberleri. Tam evden çıkacağım dehşet bir yağmur başladı. Ben de şu yeni aldığım montu giyemiyorum diye üzülüyordum. Dün giyebildim. Test ettim ve onayladım. Ne güzel sıcacık tuttu, o havada hem de. Tüm yağmuru ve rüzgarı Taksim'e gelmeden yedim. Taksim'e çıktığımda yağmur dinmişti. Önce Dorock'a geçtim. Bizimkiler beni orada bekliyordu. İçerisi tıklım tıklım doluydu. Çok kötü bir köşeye sıkışmak zorunda kaldık. Dorock'ın karanlık ortamı hep hoşuma gitmiştir. Caravan günlerimizden kalma herhalde kendime daha yakın hissediyorum. İlk açıldığında Dorock yani eski Alman Biraevi çok renkli diskovari bir mekandı. Hiç havaya girememiştim. Farkına vardıkları için hemen iç tasarımda düzenleme yaptılar. Caravandan farklı olarak artık canlı müziğe ağırlık vermeye başladılar. Ben şahsen sinevizyonu daha başarılı buluyorum çünkü çok fazla kaliteli grup yok piyasada. Bir Murder King vardı. Onlarda zaten bir ara kendi mekanlarını açtı, Sin City diye. Bizde otomatik olarak oraya takıldık zaten bizim elemanlardan biri işletiyordu iyi oldu. Bol bol votkalı bira içmiştik. Kafalar hep güzeldi. O çok sevdiğim arkadaşım yüzünden birgün başıma ne geldi bak. 2 sene önce yıllık iznimi erken şubatta aldım. Tam sömestr tatiline denk getirdim. Bizimkiler hemen bana el koydular tam 16 gün eve hiç uğramadım, daha doğrusu yurda. Paso gezdik Taksim'deydik. Çılgınlar gibi içiyorduk. Neden bilmiyorum ama o aralar maaşım yetiyor artıyordu da. Bir akşam yine bizimkilerden biriyle Sin City'e gitmiştik. Murder King güzel çalıyordu. Kafaları sallıyori biralarımızı içiyorduk. Bizim tayfadan birileri sürekli yanımıza geliyor biraz takılıyoruz ve gidiyorlardı. Herşey güzeldi. İşin asıl güzel tarafı yan tarafımızda 2 güzel kız vardı. Ufak tefek sarışın ve alternatif veya punk takılan 2 güzel kız. Bizde onlarla tanılmaya çalışıyorduk ki onlar geldi bizim yanımıza. Gerçekten iyiydi, muhabbet. Tabi biz bira içiyoruz ama arkadaş bir getiriyor fıçı bardağın yarısı votka. Biz insanız sonuçta ne kadar dayanabiliriz ki. Kızlar yanımızda sızmış kalmışız biz arkadaşla. Eleman anlatıyor, biz sızınca kızlar tam 2 saat bizim başımızda beklemişler. Tabi biz yaşam belirtisi göstermeyince saat 3 gibi kaçmışlar. Biz de saat 4 gibi uyandık. Elemanı elimden zor aldılar. Rezilliğe bak. Nereden şimdi aklıma geldiyse bak gülüyorum acınacak halime. Oysa şimdi Sin City diye biryer yok. Dün Murder King'i yine Dorock'ta dinledik. Ondan önce başka bir grup vardı, Megadeth çalmaya çalışıyorlardı. Parça zaten hızlı sen Dave Mustaine misin ki parçayı çalmak bitti birde onu 3 kat hızlandırmaya çalışıyorsun. Şimdi herkes de yorumcu olmuş derler. Ben metal müzik bilgimin dar olduğunun farkındayım ama kulaklarım iyidir. Birşey kötüyse yapacak fazla birşey yok. Aslında Dorock adına başarılı insanlar daha az acı duymak için daha çok içiyor. Oradan çıkışta Tezgah'a geçtik yine bizim elemanlar vardı orada da ama şaşırdım. Normalde cumartesileri tıka basa dolu olan mekan boştu. Orada birer bira içtik çok fazla takılmadık. Çıkışta Katharsis'e gittik görülecek başka elemanlar vardı. Ne çok eleman varmış. Katharsis resmen bitmiş hiçbir şey yoktu. Her ne kadar eskiden de hoşlanmasam üzüldüm. Ben her mekanın iş yapmasından yanayım. Orada hiç durmadık girdik, merhaba, güle güle. Kemancı'ya geçtik, tabi yeni Kemancı. Nerede o eski Kemancı. Orada bizim bir barmen vardı onu ziyaret ettik. Adam süper, barmen dediğin öyle olacak. Onu izlemek bile insana çok şey öğretir. Biraz takıldık. Kemancı da ilginç bir şekilde boştu. Çıktığımızda saat 3:30 geçmişti. Acıkmıştık ve klasik Marmara Büfe'ye geçtik. İnsan içince iyi acıkıyor. Sağlam bir karnımızı doyurduk. Çıkışta yine Dorock'a geçtik bu sefer kapatmaya. Orada arkadaştan ayrıldım. Dolmuşuma bindim. 5 dakikada Paşa'daydım. Eve girdiğimde bi saate bakayım dedim, keşke bakmasaydım, saat 5. Yorulmuşum. Biraz bilgisayarın karşısına geçtim. Sıkıldım ve yattım. Kafamı yastığa koyduğumda çoktan uyumuştum.
20 Aralık 2008 Cumartesi
11111011011
Son 3 gündür sabahları erken kalkabiliyorum, saat 9 gibi. Bu çok iyi oldu kendime ayıracak biraz vaktim oldu sonunda. Bugün mesela Deniz'le sinemaya gittik. Bond'un son filmi Quantum of Solace. Eğlenceli bir filmdi. Biraz geç kaldık ama olsun bence değdi. Filmden önce Deniz'le birlikte muhabbet ettik iyi oldu. Uzun zamandır kandırmaya çalışıyorum Deniz'i. Aslında ben Mustafa'ya gitmek istiyordum ama hareketli bir filmin daha iyi olacağına karar verdik. Mustafa'ya artık Gwenle giderim. Dün gece tam eve merdivenlerden çıkarken elektrik kesildi. İnternete de giremedim. Erken yatmak iyi geldi ama. Cuma, cumartesi izinliyim bizimkileri arayımda 2 gün içmek istiyorum, parada yok anasını satayım. Sokayım parasına nakit avans çekerim gerekirse. Battı balık yan gider. Kirayıda ödeyemiyoruz zaten. Anlamıyorum o kadar para gelip nereye gidiyor. Bu ay özellikle biraz borç temizleyeyim diye hiç para harcamadım ama tık yok. Peki ne kadar umurumda, hiç. Canım sıkılmıyor bu aralar sadece yapacak birşeyler var ama ben yetişemiyorum. Anlayacağın sıkılacak vaktim olmuyor. Peki vakit yetmezken ben ne yapıyorum. Saat 12 den sonra saat 2 ye kadar iş yerinde boş boş oturuyorum. Bugün yine dayanamadım Beşiktaş'a erken geçtim ve Kabalcı'ya uğradım. Şu İstabul'a eldiğimden beri uğramaktan en çok hoşlandığım yerlerden biri. Gittim yine kitap aldım. Oradan acaba hiç kitap lamadan çıkabilecek miyim? Bugün Shakespeare'den Macbeth'i aldım. Shakespeare'in oyunları gerçekten çok özel, sürükleyici ve ilgi çekici. Özellikle yarattığı karakterler dünya tarihinde yer edinmiş ve insanlık üzerinde ciddi etkiler bırakmıştır. Ama üzülerek söylüyorum kitapları çok pahalı. Bu yayıncıları anlamakta imkansız işlerine gelince kitabın ağırlığına göre, gramaj olarak, işlerine gelince de yazarın iyiliğine göre fiyat belirliyorlar. Kısaca kitap fiyatları hep yüksek. Zaten bu sene ilk defa kitap fuarına da gidemedim. Gitsem yine bir servet bırakırdım orada. Bugün ilk defa karnım çok acıktı. Resmen bir kriz geçirdim. Ve yine gittim mal gibi fast food yedim. Birşey yiyeceksin bari gerçek yemek ye. Biraz önce yemekten geldim. Bugün biraz fazla yedim galiba karnım şişti yine. Tam biraz zayıflayacağım diyorum yine gidiyorum yiyorum oooo nasıl olacak bu iş. Oldu, olacakta ben dozu arttırıyorum. Zaten az kaldı. Topu topu 7 kilo verince tamamdır, ondan sonra sadece kas yapmaya çalışacağım. Şöyle baklavalar görünsün değil, mi? Belki kızlar konusunda daha donanımlı olmuş olurum. Fotoğraf çekmek istiyorum onuda yapamıyorum birkaç haftadır. Yarın Birgül'lr buluşabiliriz. Biraz fotoğraf çekerim yarın. Taksim'e daha makine ile çıkmadım. Oraya çıksam zaten hafıza kartı yetmez herhalde. Gün dönecek birazdan bende bugün kafamda yazacak birşey kalmadı. Biliyorsun iyi olduğumda pek yazamam. Neyse bugünlük yetsin.
18 Aralık 2008 Perşembe
11100010011
Bugün biraz geçmişe bakmak istiyorum. Hayatımda çok fazla yeri olmayan ama hatırlayınca şimdi hoşuma giden bir anımı anlatayım sana. Merve'yi belki hatırlarsın. Hatırlamasan bile şimdi ben sana hatırlatacağım. Okulda 3. sınıfın başındayız daha sadece alttan 1 dersim var. Neredeyse hergün okula gidiyorum. Yurtta kalıyorum, o sırada yazın yine Kocamustafapaşa'da Serhat'la kalıyordum. Aramız neden olduğunu bilmediğim bir şekilde biraz bozulmuştu, evden çıkmak ve yurda dönmek zorunda kalmıştım. Tam o zamanlarda bizim yurttaki tayfa da Özcan, Tolga ve Shenerius birlikte eve çıktılar. Benim için çok iyi olmuştu bu. Aktif bir Taksim hayatı olan her öğrencinin bağımsız hücre evleri bulunması gerekir. Bunu her zaman başarmış ve iyi bir şekilde yönetmişimdir. Okulda ilk yıldan arkadaşlarım ki onlar hep yanımdaydı, Osman, Rüstem, Cihan ve Tarık, yurtta hiç yanımdan ayrılmazlardı. Bende Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş bu gençleri biraz olsun eğitmeye çalışıyordum. Deneyimlerimi aktarıyordum. Ben o sıralar öğleden sonra Taksim'e çıkar gece saat 4 veya 5 gibi, eğer yapacak birşey bulamamışsam, yurda döner ve hiç erinmeden erken kalkıp okula giderdim. Belki de bu sebepten bana pek inanmazlardı. Ben de olsam bana inanmazdım. Bunları hep Taksim'e çağırırdım gelmezlerdi. Bana inanabilmelerinin tek yolu beni iş başında görmeleriydi. Birgün Osman, Rüstem, Cihan ve yurttan Nuri diye birini daha, birlikte ders bitiminde daha saat 3 olmadan Taksim'e zorla götürdüm. Benim kafaya biraz yakın olan ve içen bir tek Rüstem vardı aralarında, en şevkli olanda oydu zaten. Önce Nevizade'ye götürdüm, orayı zaten biliyorlardı, mekanlar hakkında bilgi verdim gençlere. Oturduk onlar kola falan ben klasik biramı içtik, 1-2 saat oturduk herhalde. Hepimiz açıktık. O sırada Taksim'de amacı karnını doyurmak olan ve parası olmayan herkesin en sevdiği mekan Sofram Pide Salonuna gittik. Tam öğrenci işi ucuz kır pidelerimizi ve ayranlarımızı aldık homini gırtlak yemeye başladık. Biz tam yemeğe başlamıştık ki, içeri kendinden geçmiş bir şekilde üstü başı dağınık bir halde Merve girdi. Kafası o kadar güzeldiki resmen masalara çarparak gidiyordu. Garson çocuğa kendisine çorba ısmarlaması için rica etmeye başladı. Ben Merve'yi birkaç kere Caravan'da görmüştüm ama çok dikkatimi çekmemişti. Her zaman yanında 3-5 tane sap olurdu. Nasıl olduysa bugün tek kalmış ya da biraz erken gelmiş Taksim'e. Masadakilerin ilgisini çekmişti bu güzel kız. Merve hemen hemen benimle aynı boyda belki benden 1-2 santim uzundur. Tam kuyruk sokumuna kadar uzun kıvırcık saçları zaten bir efsanedir. Yuvarlak ve dolgun memelerinin mutlu etmeyeceği erkek yoktur dünyada. Belinin kıvrımı çok net belli olur ve yine yuvarlak ve dik kalçaları onu gören her erkeğin hayalidir. Ben de erkek olmamdan herhalde benide gerçekten etkilemişti. Bizimkilerin yapamıyacağını bildiğim için masada bir iddaa başlattım. Özellikle Rüstem'i kastederek "gidin kıza bir çorba ısmarlayın sizin olsun." dedim. Bana ters ters baktılar. Ben de kızı bildiğimi eğer gidip bir çorba ısmarlarlarsa onlarla takılacağını birlikte bara gidebileceklerini ve artık ondan sorasının da onlara kaldığını belirttim. Aynen beklediğim gibi masadan kimse kalmadı, kısaca bana gün doğdu. Beklediğim gibi o zaman sen niye yapmıyorsun dediler. Bende hep böyle durumlar olduğunu ve faydalandığımı mühim olanın onların da faydalanabilmesi olduğunu anlatmaya çalıştım. Neyse en sonunda onların gitmeyeceği netleşti. Bu arada Merve'de kendisine bir çorba ısmarlayacak beyaz atlı prensini bekliyordu, artık bu bana acı veren duruma daha fazla dayanamadım. Yanına gittim, masaya yanına oturdum, herkes bana bakıyordu, "sana yiyecek birşeyler ısmarlayayım." dedim. Şöyle bir baktı ne isteyebileceğini sordu ne istersen iste dedim çatlayana kadar yiyebilirsin, nasıl olsa Sofram'daydık. Bir çorba içti belliki acıkmıştı, bir de kır pidesi yedi. Bana mutlu bir şekilde teşekkür etti. Bende bizimkilerin bana nasıl baktığını görerek bombayı patlattım. İstersen bizimle gel birlikte birşeyler içeriz dedim. Ve bizimkileri gösterdim. Şöyle bir baktı ve ikimiz birbirimizi çok iyi anladık. Çok güzel bir gülüşü vardı, bu evet demekti. Hepsini yanımda Merve olmasın rağmen Kemancı'ya götürdüm. Aslında çok sevmezler öyle müziği ama canlı müzik olunca güzel oluyor. Merve kafa olarak o kadar uçmuştu ki, birşeyler konuşmamız imkansızdı. Bende boş laf yerine onun o dolgun kırmızı ve makyajsız dudaklarından öptüm, arada 2-3 bira geçmişti tabi. Ortam ilk başta bizimkileri çarpmış ama sonra hoşlarına gitmiş dans, falan yerlerinde duramıyorlardı. Alt Kemancı'da sahnenin hemen arkasında çok güzel sote masalar bulunurdu. Erken gittiğimiz için birini kapabilmiştik. Biz Merve ile orada oturuyorduk. Bizimkiler saat 12-1 gibi sadece tepişmiş olmalarına rağmen yurda gideceklerini söylediler, ben caydırmaya çalıştım ama pek niyetlide değildim. Merve'ye biz ne yapacağız diye sordum. Hala kendinden geçmiş bir hali vardı ama birden canlandı ve bir bira daha içelim bana gideriz dedi. Bu güzel haberdi, şimdi birde ev aramak zorunda kalmayacaktım. Biralarımızı içtik ve çıktık benim kafamda güzel olmuştu ama ilginç bir şekilde Merve bayağı ayılmıştı. Evi İstiklal'in alt tarafında Galatasaray Lisesi'nin sağından aşağı inişte yine sağ taraftaydı. Eve ulaştık evde Merve kadar güzel olmayan bir ev arkadaşı vardı. Merve bize bir neskafe yaptı, bu bölümde biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Bunları beklemiyordum. Ev derli topluydu bir öğrenci evinden beklenmeyecek kadar. Onun odasına geçtik biraz boş sohbetten sonra. Sabah, ne zaman çok içsem olduğu gibi, erken kalktım. Yanımda belkide dünyanın en saf güzelliği masum bir şekilde yatıyordu. Nasıl kalkabilirdim ki. Biraz düşünceler daldım. En çok sinirimi bozan belki bir daha hiç onunla birlikte olamayacak olmamdı. Ne kötü biri o anda bana sorsa Merve ile evlenir ve o benden ayrılmadıkça da onunla yaşardım. Gerçek olmayacağını bildiğim için öyle düşünüyordum muhtemelen. Ben böyle boş boş düşünürken o da uyandı. Çok tatlı bir şekilde "Günaydın" dedi. Beni öptü ve sordu "yapmak istediğin birşey var mı?". Oho o kadar çok şey vardı ki. Bende şansımı zorlayım dedim ve onunla banyo yapmak istediğimi söyledim. Çok hoşuna gitti, yüzüne muhteşem bir gülücük yayıldı ve ufak bir buse kondurdu dudaklarıma. Birlikte güzel bir kahvaltı yaptık, ben çıkıp börek almıştım, oda çay koymuş. Gündüz gözüyle Merve, hala bile keşke görmeseydim dediğim bir güzellik. Biraz sohbet ettik, çıkalım dedim, bana biraz tembellik yapmak istediğini ve bu tembelliği benimle yapmak istediğini söyledi. Acaba beni ne kadar mutlu ettiğini biliyor muydu yoksa beni de etrafındaki diğer lavuklarla bir mi görüyordu? Bunu hep merak etmişimdir. Tam 3 gün sadece yiyecek birşeyler almak dışında ben dışarı çıktım ve çok güzel ve tembel 3 gün geçirdik. Sağolsun diğer hatunda evi bize bırakmıştı. Hoş günlerdi. En sonunda Aydın ben çıkacağım dedi. Bu artık git demekti. Birden benimde gitmem gerektiğini söyledim. Çıktım kapıdan son kez öptüm o güzel ve dolgun dudakları. İstiklal'de öyle kırgın biraz ama mutlu bir şekilde yürüyordum. Yurda geçtim oradan. En sonunda telefonumu açtım yüz tane cevapsız 20 tanede mesaj vardı, aranıyor olmak hoşuma gitti biran. Yurtta odama gittim elibselerimi değiştirdim. Birşeyler yeyip Cerrahpaşa'ya arkadaşların eve geçecektim. Yemekte bizimkiler beni gördü, hemen yanıma geldiler. Herşeyi öğrenmek istiyorlardı ama herşeyi sadece ben ve Merve bilebiliriz. Sadece gurulu bir şekilde 3 gündür Merve'de kaldığımı söyledim, gerisini anlamak için alim olmaya gerke yok herhalde. Bu da öyle bir hatıra olarak kaldı. Peki bu hikaye burada bitti mi? Sanmıyorum. Asıl ilginç olan kısmı şimdi başlıyor. Gel zaman git zaman Caravan'da, Arka Sokak'ta Merveyle göz göze geldik ama o beni bende onu tanımadık. O sene baharda uzun süredir bir kız arkadaşım olmamıştı. Artık Özcan bile benimle dalga geçiyordu. Özcan bile derken Özcan 25 yaşına kadar bakir kalan bir arkadaşımızdır. Beni zorla Caravan'a götürdü, param yoktu. Bir bira ısmarladı, 2 oldu derken, yine içtik. Sonra Serdar bize bir şişe bol votkalı Sex on the Beach ısmarladı. Kafam bir milyon oldu. O sırada mekanda ön tarafta tek başına bir hatun oturuyordu. Tuba namı değer E.T. Niye diye sormayın. Gittim onu kaldırdım. Birlikte Marmara Büfe'de birşeyler yedik ondan sonra Anadolu yakasında yaptığımız uzun bir yolculuktan sonra Tuba'nın evine gittik ve kısaca birlikte olduk. O hafta sırf beni arkadaşlarına göstermek için Katharsis'e götürdü ki ben orayı pek sevmiyordum. Hadi Tuba beni kiminle tanıştırdı hem de en iyi arkadşım diye? Merve'yle. Merve'ye çok arzulu bir şekilde sarıldım ve kulağına onu istediğimi ve özlediğimi söyledim, ayrıldık. Yine kafası çok iyiydi. Duydu mu, duymadı mı bilmiyorum ama o sarılmadan sonra ben Tuba'dan fırçayı yedim. Zaten yine görüşemedik. Ben ertesi gün Tuba'dan ayrıldım. Bu hadisenin üzerinden 1 ay ya geçti ya geçmedi. Özcan beni aradı, yurttaydım. Taksim'e gel birlikte takılacağız dedi. Zor geldi gitmedim. Ertesi gün Cerrahpaşa'ya gittim. Özcan bana ne dese beğenirsin. Dün gece Merve'de onlarla birlikteymi hatta gecede Özcanlar'da uyumuş. Valla Özcan bu durumdan beni haberdar etmemesinin cezasını hala bile çekmektedir. Bu kadar uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen unutmadığım ve ilerleyen zamanda da unutamayacağım bir hatun. Sen de hatırladın herhalde. Bak o günler ne güzelmiş ya. Geçmişi bazen hatırlamak beni mutlu ediyor.
17 Aralık 2008 Çarşamba
Bugün Metal Müzik İçin Ne Yaptın?
Aslında bugün değil bu ay diye sormalıydım galiba. Metak müzik için ne yapılabilir ki eğer müzisyen değilsen. Herhalde dinleyebilirsin. Bugün kardeşim kaldırdı beni ve uyanabilmem için müziği açayım mı diye sordu. Ben nedense hayır dedim. Yarım saat sonra kalkıp ilk işim bilgisayarı açmak ve müzik dinlemekti. Ama bu aralar dinlediğim birkaç şarkı var; MFÖ'den Mazeretim Var Asabiyim Ben, Iced Earth'ten I Die For You, Guns N'Roses'dan Don't Cry, Manowar'dan Master of the Wind ve Metallica'dan Nothing Else Matters. Pek sert gelmedi bana. Bu aralar bunları dinliyorum, sakinleştiriyor beni. Bugün yine de metal müzik adına Cradle of Filth diskografisini buldum ve indirmek için sık kullanılanlarıma ekledim. Bir ara indiririm artık. Yaklaşık olarak 80 gb metal müzik bulunuyor sabit diskimde daha ne olsun. Uzun süredir Dorock'a da gitmiyorum, kafa sallamıyorum. Durum çok vahim. Bak çok canım sıkıldı şimdi bu hafta cuma cumartesi izinliyim bizimkilere söyleyimde Taksim'e çıkalım. Geçen Taksim'deydim ne güzel hatunlar varmış ya. Çıkmayalı unutmuşuz valla. Bir süre düzenli gidebilsem mekanlara bize de birşeyler düşer herhalde. Özcan bile hatun yapmış, biz böyle abaza abaza gezelim. Kendimden utanıyorum valla. Peki bunun metal müzikle ne alakası var. Özcan metalci ya o bakımdan. Gitsem 2 bira atsam buz gibi saat 11-12 gibi kafam güzel olur kafa sallamaya başlayınca ooo değmeyin keyfime, özlemişim valla. Mehmet bu aralar iyi değil, o iyi olsaydı zorla götürürdü beni. Neydi o günler be. Kısacası bugün metal müzik için birşey yapmamışım. Ama ilerleyen dönem böyle olmayacak. Bir ihtimal işten daha erken çıkabilirim o zaman direk Taksim'e. Benim doğal yaşam ortamım Taksim. O olmayınca hayatımda hareket olmuyor, hatun olmuyor, arkadaşlarım olmuyor, sen neymişsin be abi.
16 Aralık 2008 Salı
Evet Deseydi... (II)
Saat gece 12'yi geçiyordu. Ayhan'ın ateşi hala sönmemişti. Bu ne güzel bir duyguydu. Şimdi düşünüyorda sanki 2 hafta geçmeyecekmiş gibi geliyordu. Mutlaka aramalı veya yazışmalıydı. Arayınca ne deseydi. Acaba hemen aramalımıydı. Bir türlü karar veremiyordu. Şu anda tek istediği şey bu anın keyfini çıkarmak. Daha çok kafası değil kalbi çalışıyordu. Damarlarında akan kanın damar çeperlerine yaptığı basıncı ve kalp atışlarını duyuyordu. Niye böyle olmuştu. Yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Eve gidince belki yazışabilirlerdi. Peki ne konuşacaklardı artık durum çok farklıydı. Evet demişti, evet. Eve servisle gelince hemen merdivenleri çıktı. Kapıyı açtı, ayakkabılarını çıkardı. Girdiğinde yine herkes uyuyordu, yine yalnızdı. Rahat rahat düşünebileceğim diye sevindi, Ayhan. Ve düşünmeye başladı. Kendisi aslında çok güzel şeyler aklına geleceğini düşünüyordu ama aklına gelen ilk şey cebinde sadece 54.75 ytl parası olduğuydu. Of paraya bak kızı bir kere sinemaya götürür hatta yiyecek birşeyler ısmarlayabilirdi. Şimdi niye aklına bu geldi ki. Peki birlikte çıktıklarında ne yapacaktı Ceyda'yı Dorock'a mı götürecekti? Hadi bazen giderler ama kız daha çok alternatif müzik veya Ayhan'a göre her türlü hafif müzikten hoşlanıyordu. Biraz düşündü çözüm yolu arıyordu. Aklına Küçükparmakkapı sokaktaki Klan geldi orası her ikisine de uyardı. Sonra daha da kötüsü Ceyda nerede oturuyordu? Üf yine ismin hatırlayamadı. Orası çok uzaktı. İstesede galiba zaten Taksim'e takılamayacaklardı. En iyisi bu ay akbiline aylık yüklettirmek olacaktı, en azından Ayhan karşıya geçebilirdi. Arada dağlar tepeler ve hatta boğaz vardı ama bunlar aylık akbili olan bir öğrenciyi durduramaz. Sonra aklına Muha'nın çalıştığı mekan geldi bak orası da güzeldi. Hem de çok daha nezih bir yerdi. Kafası o kadar karıştı ki konuları bir türlü toplayamıyordu. Uyumaya karar verdi, nasıl olsa yarın güzel bir gün olacaktı. Sabah erken kalktı hava açıktı. Ev biraz soğuktu o yüzden yatakta biraz tembellik yaptı. Kalktı elini, yüzünü yıkadı. Kendine gelmişti. Saat 10'a geliyordu. Dün gece olanları düşündü. Sevdiği kıza bir günaydın mesajı attı önce. Artık hayatında yeni bir sayfa açılmıştı. Kendisine ait pek çok şeyi değiştirmesi gerekecekti. Bir ilişki zaten aslında değişim demek değilmiydi. Çünkü biliyordu ki zaten değişmesi gereken çok yanı vardı. Asabi bir kişilikti Ayhan mesela. Ama herhangi şekilde Ceyda'ya kızabileceğini düşünmüyordu. O daha çok kardeşine ve müşterilere kızmayı seviyordu. Hayata küfretmeyi seviyordu ama şimdi küfretmek için bahanesi de kalmamıştı sevdiği kızla birlikte olacaktı topu topu 2 hafta sonra. İçinden "ulan ben bu şansla ölürüm kızın daha elini tuatamadan" diye geçirdi ve bir kahkaha patlattı. Bilgisayarın karşısına geçti ve müzik açtı. Fonda Guns N'Roses çalıyordu. Bu akşam mutlaka aramalıydı Ceyda'yı. Ne zaman elini, tutsam diye aklından geçti sonra herşey kendiliğinden olur diye düşündü. Hep öyle olmamışmıydı. Birden yine saçma sapan fikirler aklına gelmeye başladı. En kötüsüde parasızlıktı. Allahtan kredi kartı diye bir şey vardı. Yıllardır zaten olmayan parayla yaşamıyormuyudu. Hem sıkışırsa Ceyda'dan para isterdi. "Hop dur bakalım orada, daha görüşmeden para mı isteyeceksin kızdan, ondan sonra senin hakkında" diye geçirdi aklından. Olsun zaten Taksim'e takılamayacakları için paraya gerek yoktu. Kadıköy Ayhan'ın mekanıydı. Bir simit, bir çay, yine bir gülümseme belirdi Ayhan'ın yüzünde. Peki sinema zevki işte şimdi yanmıştı. Ceyda ile her ne kadar ortak beğendikleri filmler olsa da ya şu korku filmleri "aman tanrım yandın Ayhan" diye düşündü. O filmler Ayhan'ı çok gererdi. Şimdi aklına geldi Ceyda'yı seviyordu ama çıkmadan önce çok fazla şey paylaşmamışlardı. Ve şimdi herşey bir muallaktı. Tek ümidi herşeye hazır olduğuydu. Değişebilirdi, bunu daha önce de yapmıştı. Ceyda ile birlikte olmaya değerdi, her ne kadar aralarında koca bir şehir olsa da. İyi ki yan yana çalışıyorlardı yoksa herhalde hiç görüşemezlerdi. Acaba Ceyda'nın babası nasıldı? İşin kötü tarafı İstanbul'un belki her yerinde kalabilecek bir arkadaşı vardı ama Anadolu yakası mı, orası tam bir kabus. Elini yüzdünden gezdirdi bu tuhaf fikirleri aklından atmak için. Acaba ne zaman elini tutacaktı, aklına geldi birden. Bu arada saate baktı,bu gün cumartesiydi. İzinliydi. Taksim'e gidip arkadaşlarıyla bunu kutlamayı düşündü ama arkadaşlarına bundan bahsetmeyecekti bir süre, tabi ağzı durursa. İnsan kendinde olumlu birşeyler bulmak istediğinde içine dönüp bakar ve sadece olumsuz yanlarını mı görür. Hiç mi olumlu yanın yık Ayhan. Peki o zaman niye sana evet dedi. Bilmiyorum. Ben sana söyleyeyim oda senin gibi şu anda korkuyor acaba ne olacak diye ya Ceyda'yı mutlu edemezsem, ya Ayhan'ı mutlu edemezsem. Bu düşünce biraz Ayhan'ı rahatlattı. Bugün hiçbir şey keyfini kaçıramazdı. Saat 19 gibi Ceyda'yı aradı konuştular. Ceyda'nın sesi ilaç gibi gelmişti. Konuştular sanki birşey değişmemiş gibi. Ayhan aklındakileri sormak istiyordu ama ne gerek vardı onlar sonrada konuşulurdu. Ceyda'ya seni özleyeceğim diyebildi ancak telefonda. Sesi titriyordu. Karşıda gelecek sesi bekliyordu. Bip bip, birşey ötüyordu. Güneş hafiften yüzüne vuruyordu. Kafasını kaldırdı, elini masaya uzattı ve cep telefonun çalan alarmını susturdu. Kalktı yataktan, banyoya geçti ve elini, yüzünü yıkadı. Gece 4-5 bira içmişti ağzında berbat bir tat vardı. Ayhan dün gece olanları düşündü bunu haketmediğini düşünüyordu. Kimse ona evet veya ben de seni seviyorum demesi gerekmiyordu ama... Kızmak istiyor, kızamıyordu. Ağlamak istiyor, ağlayamıyordu. Bilgisayarı açtı sesi yükseltti. Bilgisayarda Cradle of Filth çalıyordu. Ağzındaki tat gitmiyordu bir türlü belki 5 dakika ağzını çalkalamıştı. Susamıştı iyice. Bir bira aldı dolaptan, acı bir tat boğazından geçti. Bilgisayarın karşısına geçti ve yazmaya başladı. "neyse, nerede kalmıştık."
Etiketler:
evet deseydi 2,
evet deseydi ii,
Öykü
14 Aralık 2008 Pazar
Evet Deseydi...
Sabah yine yataktan kalkmak çok zor olmuştu. Gece çalışmanın kötü taraflarından biri. Uzun bir süredir Ayhan gece uyuyamıyor, gündüzde uyanamıyordu. Zorla banyoya geçip elini yüzünü yıkadı. Kendine gelir gibi oldu biraz. Neredeyse bir haftadır aynı evde olmalarına rağmen annesini ve kardeşini görmüyordu. Geç kalkmak canını sıkıyordu Ayhan'ın. Zaten akşam sıkıcı bir iş yapıp birde geri kalan gününü uyuyarak geçirmek hiç Ayhan'a göre değil. Pek fazla vakti yoktu yine yüzünü kesikler içinde bırakarak tıraş oldu. İş yerinde belkide tek işe yarar şey olan spor salonuna gitmek için eşyalarını ve çantasını hazırladı. Hem hoşuna giden hem de canını yakan tıraş kolonyası faslını yapmayı tabi ki unutmadı. Ayhan yüz hatları çok net olan, kaçları çalı gibi ve çatıktır ne zaman baksan sanki dövecekmiş gibi, alnı yaralarla tahriş olmuş, bu da kendisinin biraz heyecanlı ve kafası önde olmasından kaynaklanıyor. Esmer yağız bir delikanlı kara kaşlı kara gözlü. Yeni haline artık iyice alışmış bir halde aynanın karşısında üzerini düzeltiyordu. Genelde olduğu gibi saat 13:30 gösterirken ayakkabısını giydi ve evden çıktı. Bu artık bir ritüel olmuştu onun için. Evi Sümbül Efendi Cami'sine bakıyordu, kapıdan çıkıp sola döner. Kaldırım tüm İstanbul kaldırımları gibi dar olmasından ötürü yoldan gider. İlk aradan, sokak demiyorum çünkü ara, sola döner ve o eski Rum ve Ermeni apartmanlarının arkasında kalan bir boşluktan ki bu boşlukta ufakta olsa bir çocuk parkı bulunur. Yola devam edersen bir handan geçer ve Paşa meydana çıkar bu handa daha çok insanların önüne çıkıp onu yavaşlatması dışında pek birşey dikkatini çekmez. Handan çıkışta sağa döner ve Taksim otobüsüne doğru ilerler. Son dönemde İstanbul nüfusunun arttığını hep bindiği Taksim-Paşa otobüsünden anlayabilirsiniz. Eskiden hep oturarak giderdi şimdiyse ayağa kalkmak psikolojisinden kurtulmak için otobüsün ortasındaki boşluğa hemen çantasını atıyor ve orada ayakta gidiyor. Cerrahpaşa Hastenesi'nden çıkan yoğun bir kalabalık 2. durakta otobüsü tıka basa doldurur. Hepsi de hasta ve yaşlı insanlardır, ne sıkıcı bir durum. Otobüs Yusufpaşa, Aksaray ve Unkapanı'ndan geçerek Haliç köprüsüne varır. Aynen yoluna devam ederek Saraçhane, Galatasaray üzerinden Taksime yaklaşık 30 dakikada gelir. Şimdi sıra şehrin o efsanevi Avrupa'daki misallerinin 100 katı küçüğü metro seyahatine gelmiştir. Sırf üzerinde takım elbise olduğu için Ayhan'nın çantasına bakmaz güvenlikler. Yürüyen merdiven ve yürüyen yolları kullanmaz, sevmez belki de. Metro seyahati hep rahat olmuştur. Çok fazla beklemezsin, kalabalık olmaz ve 10 dakika kadar sürede çok ciddi bir yolu, Taksim, Osmanbey, Şişli, Gayrettepe, Levent ve son durak 4. Levent. Tamamı 6 durak. Ama yolculuk devam etmektedir. 4. Levent'te şimdi iş yerine gidecek otobüsü bekler Ayhan. Aslında pek çok otobüs iş yerinde geçer ama o boş bir otobüs beklemeyi tercih eder. Özellikle kışın duraktaki yoğunluk yine Ayhan'ı rahatsız eder. Genelde Sarıyer veya Bahçeköy otobüslerine biner. Ve artık sadece iş yerine metreler kaldı. Yıldız Teknik Üniversite'sinin meslek yüksek okulu ve hemen arkasında bulunan yurdun sağ tarafından yokuş aşağı salar kendisini. İş yerine gelmiştir artık. Spor salonuna girer yapacağı sporunu yapar, duşunu alır ve hadi bakalım iş başı. Bu Ayhan için artık bir rutin haline gelmiştir. Hemen hemen her günü bu şekilde gelişmektedir. En azından çalıştığı günler. O günde yine bunları yapmıştı Ayhan sporda Ceyda da yanındaydı. Ceyda kızıl caçlı beyaz tenli tatlı bir suratı olan hoş bir kızdı. Ona spor yaparken arada sırada eşlik ederdi. Yukarıda iş başında da yanında oturuyor zaten. Ayhan yukarıda uzun süredir hoşlandığı ve tam karşısında oturan Derya ile uzun süredir konuşmayı düşünmektedir. Ama bir türlü cesaretini toplayıpta duygularını anlatamamıştır. Derya esmer, yüzünde ciddi bir yara izi olmasına karşın güzel bir kızdır. Ayhan yine iş başına geçmiş ve işine başlamıştı, yaklaşık 2 yıldan fazladır bu sevmediği işi yapıyor ve bir türlü kurtulamıyordu. Akşam ilerleyen saatlerde yoğunluk biraz azaldığında yine sohbetler başlamışken Ceyda, Ayhan'a dönerek "Geceyarısında Trende Döner Yemek" isimli filmle ilgili gitmek istediğini söyledi. Ancak bu anda sanki Ayhan ve Ceyda arasında farklı bir elektrik oluştu ve Ayhan, ki aşka inanmaz, bir anda öyle bir duygu yoğunlupu yaşadı ki bu herhalde aşktı. Çok şaşırdı çünkü bu duyguyu hiç hissetmemişti daha önce. Öyle kaldı bir süre yorum bile yapamadı. Genelde bu tarz filmler hiç hoşuna gitmezdi. Hele sinemada gitmek tam bir zaman kaybı olarak görürdü ama Ceyda'ya filme birlikte gidebileceklerini söyledi. Bunu neden yapmıştı. Ufak bir şok yaşamış ve hala kendine gelememişti. Aklında tek bir soru vardı "acaba mı?". Ondan sonra yaptıklarını pek hatırlamıyordu. Akşam servis kendisini nasıl eve götürdü, ne yaptı, nasıl yattı hatırlamıyor. Aklında sadece bir soru vardı "acaba mı?". Böyle olabileceğini hiç düşünmemişti. Bir karar vermesi gerekiyordu. Derya mı, Ceyda mı? Derya'dan hoşlanıyor ama hiç bçyle hissetmesine neden olmamıştı. Düşünecek fazla birşey kalmamıştı. Ceyda'yı farkında olmadan sevmişti ama görememişti. Bunlar Ayhan'a gerçekten çok farklı gelen şeylerdi. Ne yapacağına hala karar veremiyordu. Ne yapmalıydı? Bugüne kadar karar vermek konusunda hiç bu kadar sıkıntı yaşamamıştı. Her zaman burnunun dikine gitmiş hatada yapsa doğruda yapsa bu huyundan memnun olmuştur. Bu seferde burnunun dikine gidecekti galiba. Kısacası O Ceyda'yı seviyordu. Ve yapması gereken bir şekilde bu hislerini onunla paylaşmaktı. Peki nasıl yapacaktı, çok uzun süredir bir ilişkisi olmamıştı ve kendine güveni tam değildi. Ne diyecekti kıza, nasıl anlatabilirdi ki derdini kelimelerle. Bir krizin içine düşmüştü. Oysa Derya ile böyle bir sorun yoktu arasında onunla iletişimi daha farklıydı. Birde bu kadar yoğun hisleri yoktu. İnsanın dizinin bağları nasıl çözülür şimdi anlıyordu. Ertesi gün yine aynı ritüelini yapmış ve spora gelmişti ama spor yaparken bile kalbi bir başka vuruyordu. Sporda Ceyda'dan gözünü ayıramadı. Ceyda da kendisi gibi baskın bir karakterdi, dışarıdan bakınca, muhtemelen içeridende, özgür bir kişiliği vardı. Hani bu nasıl açıklanı kendisi de bilmiyor ama entellektüel olarak birbirlerine yakın hissediyordu Ayhan. Böyle anlaşabildiği çok fazla insan bulunmuyor Ayhan'ın çevresinde. Artık onunla birlikte olabilmek için sürekli bahaneler uyduruyor sürekli yüzü ona dönük oturuyordu iş yerinde. Bir işaret bekliyordu. Aklında tek bir soru vardı "acaba mı?". Birlikte yemeğe çıktılar ama burası Amerika olmadığı için yemek nedense kızlara birşey ifade etmiyor. Ayhan bir şekilde kendisini ona göstermeye ve kendini ispatlamaya çalıştı aynı binlerce yıldır erkeklerin içgüdüsel olarak yaptıkları gibi. Bir yolunu bulmaya çalışıyor sürekli arkadaşların danışıyordu ve aldığı aslında tam kendi tarzı olan bir yol vardı. O da direk söylemek çünkü zaten yeterince beklememiş miydi? Artık birşeyler için beklemek istemiyordu. Zaten sürekli zaman kaybediyordu. Tam 2-3 hafta kadar dayanabildi ama artık yapacak birşey yoktu. Ne beyni ne de kalbi beklemek istemiyordu. Arkadaşlarıda söylemesi gerektiğini kaybedecek birşeyi olmadığını ama kazanacak çok şey olduğu konusunda onu ikna etmişlerdi. Oysa Ayhan'ın aklındakileri kimse bilmiyordu kaybetmek cidden acı verici olacaktı. O gün geldiğinde Ayhan yine aynı şeklide işe gelmiş, Ceyda ile sporunu yapmıştı. Yine birlikte yemeğe çıkmışlar ama Ayhan yemekte heyecandan konuşamamıştı. Akşam ilerleyen saatlerde Ceyda'ya birlikte araya çıkmayı teklif etti. Artık söyleyecekti, sonunda ölüm yoktu ya. Arada Ceyda ile farklı konularda konuştular. Ayhan özellikle binanın dışına çıkarmıştı daha rahat olabilmek için. Bir an konuşma durdu Ayhan o güzelliğin yüzüne baktı ve "Ceyda ben aslında sana başka birşey söylemek için araya çıkardım, senden hoşlanıyorum." dedi. O sırada herşeye hazırdı kalp atışları 200 vurmuştu herhalde. O kadar heyecanlanmıştı ki terlemesi gerekiyordu ama terlemeyi unutmuştu vücudu. Acaba Ceyda ne diyecekti. Ceyda aslında birlikte birşeyler paylaştıklarını ama hemen cevap vermek istemediğini ve biraz zaman istediğini söyledi. Daha önce yaşadığı bir deneyim dolayısıyla iş yerinden birisiyle çıkmaya olumlu bakmadığını da belirtti. Ama Ayhan artık birşey duymuyordu onun kafasında farklı şeyler vardı. Tek anlayabildiği cevabı sonra alacaktı. Gerisi hikayeydi. Acaba ne olacaktı. İlk defa sonucunu bilmediği böyle bir sohbetin olumlu geçtiğini düşünüyordu ya da öyle olmasını istiyordu. Ama çok mutlu olmuştu. Mutluluktan ne olduğunu anlayamaz bir hale gelmiş ne düşüneceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Keyfine diyecek yoktu yani. Peki Ceyda ne zaman cevap verecekti, nasıl cevap verecekti, cevabı ne olacaktı? Çık çıkabilirsen işin içinden. Ya hayır derse, ya evet derse. Ayhan'ın kafasında 40 tilki dolaşıyor birinin kuyruğu diğerinin burnuna değimiyordu. Herşeyi, her olasılığı düşünüp tartıyordu şimdi kafasında. Teklif ettikten 2 gün geçmişti. Mutlu bir heyecanla hiç uyumamıştı. Ama ufak bir sorun var gibiydi veya Ayhan öyle hissediyordu. Çünkü o kadar kötü bir zamanda Ayhan açılmıştı ki. Kızın evinde sorunlar vardı, babası rahatsızlanmış, tam da ev taşıma gibi bir durum hasıl olmuşken. Tabi kız Ayhan'la mı uğraşacak yoksa babasıyla mı, peki ya ev taşıma. Bu arada Ceyda biraz ilgisiz davranmış ama Ayhan bunu zaten kızın kafasının dolu olmasın vermiş olumsuz düşünmemişti. Zaten Ceyda 2 hafta gibi kısa bir tatile çıkacak ve muhtemelen tatilden sonra cevap verecek diye düşünüyordu. Bakalım ne olacak. Arkası bir sonra ki yazımda...
10100011111
Bugün kendimi çok daha iyi hissediyorum. Sabah nispeten de olsa erken kalktım. Güzel bir gün oldu benim için. Spora gelmem beni çok rahatlattı. Enerjimi ve sinirimi koşu bandında bıraktım, en azından bir kısmını. Hayatıma dair yine ufak ama eğlenceli değişiklikler yaptım. Bugün okuduğum bazı yazılarda çok hoşuma gitti ve bana yaradığını düşünüyorum. Ama 5. gün beni biraz zorluyor hele yarın hiç gelmek istemiyorum, yapacak birşey yok. Sabırsızlıkla haftasonunu bekliyorum ama birşey yapacağımdan değil belki biraz dinlenebilirim diye. Yarın kafam güzel olursa sana muhteşem bir öykü yazacağım. Konusunu merak mı ediyorsun? O zaman biraz daha merak et. Eğer annem beni yarın erken kaldırabilirse belki birkaç küçük işimi halledebilirim. Uzun zamandır erken kalkamıyorum. Bunun sebebi herhalde kafamın yorgunluğu. Kafamı dinlendirmenin birkaç yolu var. Bunlar içki içmek, bir hatunla birlikte olmak, arkadaşlarla birlikte olmak, sinemaya gitmek bir de pek tercih etmiyorum ama dışarıda yemeğe gitmek. Ben bu haftasonu hatun yapmak dışındaki, tabi ne olacağı belli olmaz, yöntemleri deneyeceğim. Umarım işe yarar. Biliyorsun benim iznimde gerçek anlamda dinlenebilmem için aktif olmam gerekiyor. Bu haftasonuda böyle olacak herhalde. Tek temennim havanında biraz daha güzel olması. Şu anda arkadaşlar beni inanılmaz sinirli ve yine konuşmayan biri gibi görüyorlar ama içimde uyanan ejderden haberleri yok. Beni en çok motive eden bu dönemde öncelikle zayıflamam, çünkü uzun zamandır başarabildiğim tek şey, daha sonrada her zaman ki yaşam felsefem yarın değil 5 dakika sonra ne olacağını biliyor musun, o zaman ona göre yaşa. İşte bunu seviyorum. Bir güzel beni reddedebilir, hatta on güzel de beni reddedebilir ama biri evet demesi benim için yeterli. Ben bunun için yaşıyorum. Bugüne kadar tek sinir olduğum şey benim kendisinden hoşlandığımı söylediğim hiçbir hatunun bana evet dememesi. Ama olmadık pozisyonlarda belki de hiç aklımda yokken ne kızlarla birlikte oldum. Bazen kendiliklerinden kucağıma düştüler. Şu son 3 yıla kadar kız arkadaşı konusunda hiç sorun yaşamamıştım. Bunu da aslında aldığım aşırı kilolara ve iğrenç depresif, agresif halime yoruyordum. Eeee şimdi artık biraz agresiflik olsada ne depresifim ne de şişmanım. O zaman nerede kalmıştık. İnsanın özellikle kendini herşeye hazır hissetmesi çok güzel bir duygu. Şu anda aynı 3 yıl önce olduğu gibi her an herşeye hazırım. Çok daha aktif olmak istiyorum bu seferde etrafımdaki etkenler, özellikle de para, bana engel olmaya çalışıyor. Peki ben buna izin verir miyim? Asla. Şimdi ilk amacaım kafamı biraz toplayıp yeni bir düşünce ve beyni mi tazeleme sürecine girmek. İnanıyorum ki bu sürecin sonunda zaten bazı şeyler kendiliğinden düzelecek ve ben yine adımla özdeş yine aydın ve güleç bir insan olacağım. Biraz megolomanca gelebilir ama ismimi çok seviyorum. Babam sanki beni tarif etmiş. Etrafımda ki insanlar beni farklı ortamlarda pek görmedikleri için beni pek tanımıyorlar. Aslında bilinmeyen olmak hoşuma gidiyor ama sürekli değil. Mesela beni tanıyan arkadaşlarım bana karşı çok daha dürüst olabiliyorlar çünkü benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Ama mesela geçen teklif ettiğim hatun bana karşı hiç dürüst davranmadığını düşünüyorum. Belki de korkmuştur. Yani benim en çok canımı sıkan acaba neden hayır. Öğrenebilirsem hani kötü bir huyum varsa veya yanlış bir hareketim olduysa düzeltebilirim. Hep aynı klişe "seni arkadaşım olarak görmek istiyorum." galiba yine kendimi geriyorum. Bu konudan hemen kaçalım. Sizin orada havalar nasıl? Ne diyeceğimide bilemiyorum. Yarının nedense daha güzel birgün olacağını düşünüyorum. Çünkü bundan sonra eğer o kadar yaşayabilirsem ertesi günler hep bir öncekinden daha iyi olacak. Aslına bakarsan çok fazlada yaşamak istemiyorum hani. Hatırlıyorumda biz lisedeyken Türkiye çöl oluyor diyorlardı da hadi oradan diyorduk. Neymiş efendim 10 yıl sonra, bu arada sene 1998, Konya ovası çöl olacak, su kaynakları ciddi derece de azalacak. Bunların olabileceğini hiç aklıma getirmemiştim çünkü birileri sürekli çalışıyordu zor durumu düzeltebilmek için. Ne yazık ki insanlar gerçeği söylüyorlarmış biz daha çocukmuşuz. Şimdi bakıyorum da dünyayı kurtarmak için çalışanlardan çok daha fazla onu yok etmeyenlere çalışanlar var. Bak senin yüzünden yine karamsar olmaya başladım. Sürekli seni suçluyorum ama kızma sen varsın diye ben bu kadar rahatım. Bugünlük de bu kadar yeter. Yarını sabırsızlıkla bekliyorum.
17 Kasım 2008 Pazartesi
Latince Özdeyişler
A bove ante, ab asino retro, a stulto undique caveto
Öküzün önünde, eşeğin arkasında, aptalın her tarafında hazırlıklı ol
Ab ovo usque ad mala
Yumurtadan elmalara (Baştan sona anlamında: Romalıların geleneksel yemek sırasından esinlenerek, Horatius, Satir 1.3)
Absentem lædit, qui cum ebrio litigat
Sarhoşla kavga eden, yerinde olmayan birini döver (Publius Syrus, Sentences)
Ab uno disce omnes
Bir şeyden herşeyi öğren (Bir tek örnekle ya da gözlemle çıkarımlarda bulunulabileceği anlatılır, Virgilius,Aeneid)
Abusus non tollit usum
Suistimal düzgün kullanmayı iptal ettirmez.
Ab imo pectore
Kalbin derinliklerinden (dürüstlükle)
A cane non magno saepe tenetur aper
Yabandomuzu hep kendinden küçük köpeklere yem olur
Acta est fabula
Oyun bitti (Caesar Divi Filius Augustus'un son sözleri)
Acta non verba
Hareket, söz değil. (ABD Ticari Deniz Akademisi mottosu)
Ad astra
Yılıdızlara doğru
Ad augusta per angusta
Doruklara doğru dar yollardan (Başarı kolay kazanılmaz)
Adequatio intellectus et rei
Aklın ve gerçeğin uyumu (Gerçekin bir tanımı.)
Ad libitum
Kendi isteğine bağlı olarak
Ad gloriam
Zafer için
Ad impossibilia nemo tenetur
Hiç kimse yapamayacağı şeyler için söz vermemelidir.
Ad majorem Dei gloriam
Tanrı'nın ihtişamlı görkemi için (Haçlıların, Cizvitlerin ve Şikago Üniversitesinin mottosu)
Ad kalendas graecas
Çıkmaz ayın son çarşambası
Ad multos annos !
Nice yıllara!
Ad nauseam
Miğde bulandırana kadar (kabak tadı vermek)
Ad perpetuam memoriam
Sonsuz anısına (Genelde -nın sonsuz anısına olarak kullanılır)
Adversus solem ne loquitor
Güneş aleyhinde konuşma (Açık ve belli şeyleri tartışma)
Ad vitam æternam
Sonsuz bir hayat için
Ad victoriam
Zafere (Daha çok zafer için olarak tercüme edilir, Romalılar savaşta böyle bağırırlardı.)
Ægroto dum anima est, spes est
Hasta nefes aldıkça, umut vardır. (Erasmus, Adages, 2.4.12)
Alea iacta est
Zarlar atıldı. (Jül Sezar)
Alma mater
Süt annesi
A mari usque ad mare
Bir denizden diğer denize
Amantes amentes
Aşık olmak deliliktir.
Amicus certus in re incerta cernitur
Arkadaşlar kötü günde belli olur.
Amor est vitae essentia
Aşk hayatın özüdür.
Amor omnia vincit
Aşk her güçlüğü yener.
Amor patriæ nostra lex
Vatan sevgisi kuralımızdır/yasamızdır
Aquila non capit muscas
Kartallar sinek avlamazlar. (Erasmus, Adages, 3.2.65)
Argumentum baculinum
Sopa argümanı (tehdit ya da güçle ikna etmek) (bkz. Molière, Scapin'in Dolapları)
Ars gratia artis
Sanat için sanat
Ars longa, vita brevis
Sanat uzun, yaşam kısa
Asinus asinum fricat
Eşek eşeğe sürtüyor (birbirlerine aşırı iltifat edenlere söylenir)
Audaces fortuna juvat
Talih cesaret edene güler.
Audemus jura nostra defendere
Hakkımızı aramaya cesaret ediyoruz.
Audere est facere
Cesaret etmek, yapmaktır.
Ave Cæsar, morituri te salutant
Selamlar Sezar, ölecekler seni selamlıyor! (Dövüşten önce gladyatörlerin selamı, bkz. Suétone, Claude, 21)
Avaro omnia desunt, inopi pauca, sapienti nihil
Cimrinin herşeyi, fakirin bazı şeyleri eksiktir, bilgin'in ise hiçbirşeyi eksik değildir.
Barbarus hic ego sum quia non intellegor ulli
Beni burda barbar sayıyorlar, çünkü beni anlamıyorlar.
Bellum omnium contra omnes
Herkesin herkesle savaşı (Thomas Hobbes, devletin doğasını açıklamak için kullanılan kelime grubu)
Bene diagnoscitur, bene curatur
İyi teşhis etmek, iyi tedavi etmektir.
Beneficium accipere libertatem est vendere
Yapılan iyiliği kabul etmek özgürlüğünü satmaktır.
Bonum vinum lætificat cor hominum
İyi şarap, insanı neşelendirir (tam tercümesi kalbini neşelendirir)
Brevitatis causa
Kısaca söyle
Canis sine dentibus vehementius latrat
Dişsiz köpek daha kuvvetli havlar (havlayan köpek ısırmaz)
Carpe diem
Anı yaşa, günü yakala
Casus belli
Savaş nedeni (savaşı tetikleyecek durum)
Causa mortis
Ölüm nedeni
Citius, Altius, Fortius
Daha hızlı, daha yukarı, daha güçlü (olimpik motto)
Coelum non animum mutant qui trans mare currunt
Denizi aşan insanlar ruhlarını değil, (üzerlerindeki) gökyüzünü değiştirirler.
Cogitationis poenam nemo meret
Kimse düşüncesinden dolayı cezayı haketmez.
Cogito ergo sum
Düşünüyorum, o halde varım (Descartes, Felsefenin Prensipleri, 1.7.10)
Corpus delicti
Mağdurun cesedi (bir cinayet işlendiğinde)
Cuiusvis hominis est errare
Yanılmak tüm insanlara özgüdür. (cf. Errare humanum est)
Dabit deus his quoque finem
Bu da geçer. (Vergillius)
De facto
Fiilen
De gustibus et coloribus,non disputandum
Zevkler ve renkler tartışılmaz.
De mortuis nihil nisi bene
Ölüler hakkında yalnızca iyi şeyler konuşulmalıdır.
Decet imperatorem stantem mori
İmparator ayakta ölmelidir.(Vespasien)
Deliriant isti Romani
Bu Romalılar deliler!(Asterix ve Obelix çizgi romanlarında kullanılır.)
Desipere est juris gentium
Ölçüsüzlük insanların hakkıdır.
Dictum meum pactum
Sözüm sözdür.
Disce quasi semper victurus vive quasi cras moriturus
Hep yaşayacakmış gibi öğren,yarın ölecekmiş gibi yaşa.
Docendo disco,scribendo cogito
Öğreterek öğreniyorum,yazarak düşünüyorum.
Dona nobis pacem
Bize barış/huzur ver!
Draco dormiens nunquam titillandus
Uyuyan ejderhaya asla dokunulmaz.(Harry Potter serisindeki Hogwarts Okulu'nun dövizi)
Dulce et decorum est pro patria mori
Vatan için ölmek tatlı ve güzeldir.(Horatius)
Dura lex, sed lex
Kurallar katıdır,ama kuraldır.
E fructu arbor cognoscitur
Ağaçlar meyvelerinden tanınır.
Ego primum tollo,nominor quoniam leo
En büyük parçayı ben alıyorum,çünkü benim adım arslan(Phaedrus)
Errare humanum est
Hata insana mahsustur.
Errare humanum est,perseverare diabolicum
Hata insana mahsustur,ancak hata yapmakta diretmek şeytancadır.
Esse quam videri
Öyle görünmek değil, öyle olmak. (Sallust)
Est quaedam flere voluptas
Ağlamak da bir zevktir.(Ovidius)
Et cætera
Ve diğer şeyler(etc.diye kısaltılır.)
Ex nihilo nihil fit
Hiçlikten hiçlik çıkar. (Lucretius)
Ex oriente lux
Işık doğudan yükselir (Işık'tan kültür kastedilmiştir)
Faber est suae quisque fortunae
Herkes kendi kaderini yazar. (Appius Cladius Caecus)
Fabricando fit faber
Pratik mükemmelleştirir.
Felix qui potuit rerum cognoscere causas
"Şey"lerin derinliklerine inebilenlere ne mutlu! (Virgilius)
Finis coronat opus
Başarı için her yol mubahtır gibi
Flagrante delicto
Suçüstü
Fluctuat nec mergitur
Yalpalar, ama asla batmaz
Fortes fortuna juvat ou Audaces fortuna adiuvat
Şans ancak cesurlara yardım eder.
Fraus latet in generalibus
Genellemeden hata doğar.
Gladius legis custos
Kılıç yasanın koruyucusudur.
Gutta cavat lapidem non vi, sed sæpe cadendo
Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir.
Habeas corpus
Vücudun senindir (Hukuk yasası)
Hic et nunc
Burada ve şimdi
Hic et ubique terrarum
Burada ve dünyanın her yerinde
Homines quod volunt credunt
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar.
Homo homini lupus
İnsan insanın kurdudur.
Horribile dictu
Söylemesi korkunç
Id est genus hominum
İşte insan cinsi böyledir (Terentius)
Ignoti nulla cupido
Bilmediğimizi arzulamayız (Ovidius'un dizesi)
In medio tutissimus ibis
Orta yol en güvenlisidir (Ovidius)
In girum imus nocte et consumimur igni
Gecenin içinde dönüyoruz, ateş bizi yutuyor (Lat. sağdan ve soldan okunuşu aynı)
In partibus infidelium
Sadık olmayanların şehrinde
In vino veritas
Gerçek şaraptadır.
Inter arma silent leges
Savaş zamanında yasalar sessiz kalır.
Inter fæces et urinam nascimur
Dışkı ve sidiğin arasından doğarız (Aziz Augustine)
Ipsa scientia potestas est
Bilgi tek başına güçtür (Sir Francis Bacon)
Ira furor brevis est
Kızgınlık kısa deliliktir.
Irritare crabrones
Eşekarılarını rahatsız etmek
Labor omnia vincit improbus
Güçlü bir çalışma/emek herşeyin üstesinden gelinir. (Virgilius)
Lacrimis struit insidias cum femina plorat
Kadın ağlarken, gözyaşlarıyla tuzak hazırlar. (Caton)
Lapsus calami
Kalemin sürçmesi
Lapsus linguæ
Dilin sürçmesi (genelde sadece "lapsüs" olarak kullanılır)
Liberate me ex inferis
Beni cehennemden kurtarın!
Macte animo! Generose puer, sic itur ad astra
Cesaret soylu evlat! Ancak bu şekilde yıldızlara doğru yükselinir.
Mali principii malus finis
Kötü başlayan kötü biter
Manu militari
Silahlı kuvvetlerin yardımıyla (cf. Manus milites)
Margaritas ante porcos
Domuzların önündeki inciler (Sanat eserlerinin cahiller tarafından yorumlanması için kullanılır)
Mater artium necessitas
İcatlar ihtiyaçlardan doğar. (Apuleius)
Mea culpa
Benim hatam!
Memento mori
Ölümlü olduğunu unutma
Memento audere semper
Her zaman cesaret etmeyi/denemeyi unutma.
Memento quia pulvis es
Toz olduğunu unutma
Mendacem memorem esse oportere
Yalancının hafızası güçlü olmalıdır. (Quintilian)
Mens sana in corpore sano
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. (Juvénal)
Militat omnis amans
Her aşık bir savaşçıdır (Ovidius)
Mors Certa, vita Incerta
Ölüm kesindir,hayat değil.
Mutatis mutandis
Değişmesi gerekeni değiştirerek
Nam et ipsa scientia potestas est
Bilgi Güçtür.
Ne humanis crede
İnsana inanma.
Nemo est liber qui corpori servit
Bedenine hizmet eden kişi özgür olamaz (Sénèque le Jeune)
Nihil est ab omni parte beatum
Her güzelin bir kusuru vardır
Nihil lacrima citius arescit
Hiçbir şey gözyaşından daha hızlı kurumaz.
Nihil novi sub sole
Güneşin altında (yeryüzünde) yeni bir şey yok.
Nil desperandum
Asla vazgeçme.
Nomen est omen
İsim bir işarettir.
Non semper ea sunt quae videntur
"Şey"ler çoğu zaman göründükleri gibi olmazlar.
Non vestimentum virum ornat, sed vir vestimentum
Elbise insanı güzelleştirmez, insan elbiseyi güzelleştirir.
Nondum amabam, et amare amabam
Henüz sevmiyordum, ama sevme isteğiyle yanıp tutuşuyordum.
Nosce te ipsum
Kendini tanı
Nulla dies sine linea
Birşeyler yazmadan geçen gün, gün değildir. (Émile Zola mottosu)
Nulla regula sine exceptione
İstisnasız kural olmaz
Nulla tenaci invia est via
Hiçbir yol aşılmaz değildir.
Nunc aut numquam
Ya şimdi ya hiçbir zaman
Numero deus impare gaudet
Tanrılar tek sayıları sever. (Virgile, Les Bucoliques, VIII, 75)
Obscuris vera involvens
Gizlilik gerçeği örter.
Odi profanum vulgus et arceo
İnsan sürüsünden nefret ediyorum ve uzak duruyorum. (Horatius)
Oculi plus vident quam oculus
Birçok göz, bir gözden daha iyi görür.
Oculos habent et non videbunt
Gözleri var ama göremiyorlar.
Omnes viae Romam ducunt
Bütün yollar Roma'ya çıkar
Omnes vulnerant, ultima necat
Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür
Omnia mea mecum porto
Bütün her şeyi yanımda taşıyorum.
Omnia vincit amor
Aşk, her şeye üstün gelir.
Omnibus viis Romam pervenitur
Tüm yollar Roma'ya çıkar.
Omnis homo mendax
Tüm insanlar yalancıdır.
Omnium artium medicina nobilissima est
Tüm sanatlar içinde hekimlik en soylu olandır.
Omnium rerum principia parva sunt
Her şeyin küçük bir başlangıcı vardır.
Optimum medicamentum quies est
En iyi ilaç dinlenmektir.
Orbis Unum
Bir(tek) dünya (bkz. Zorro Efsanesi)
Ordo ab chao
Düzensizlikten doğan düzen
Otium sine litteris mors est
Edebiyatsız geçen zaman ölümcüldür.
Pacem in Terris
Dünyada barış.
Pacta sunt servanda
Antlaşmaya uyulmalıdır.
Parva leves capiunt animos
Küçük şeyler küçük ruhları esir alır. (Ovidius)
Pax melior est quam iustissimum bellum
Barış, en haklı savaştan daha iyidir.
Pecunia non olet
Paranın kokusu yoktur (Vespasien)
Peior est bello timor ipse belli
Savaşın korkusu savaşın kendisinden daha kötüdür.
Per inania regna
Gölgeler imparatorluğunda
Piscis primum a capite foetet
Balık baştan kokar.
Plenus venter non studet libenter
Tok karna eğitim olmaz.
Poeta nascitur, non fit.
Şair olunmaz, doğulur.
Post Tenebras Lux
Karanlıktan aydınlığa
Post mortem nihil est
Ölümden sonra hiçbir şey yok.
Post scriptum (P.S.)
Sonradan yazıldı (ek metin)
Potius sero quam numquam
Hiç olmamaktansa geç olsun.(Geç olsun güç olmasın)
Quae nocent docent
Yaralayan şey öğreticidir.
Qui audet vincit
Cesaret eden kazanır.
Qui dormit non peccat
Uyuyan günah da işlemez.
Qui nescit dissimulare, nescit regnare
(Gerçekleri) Saklamayı bilmeyen yönetmeyi bilemez.
Qui non proficit, deficit
İleri gitmeyen geri kalır.
Qui rogat, non errat
Soru sormak hata değildir.
Qui tacet, consentire videtur
Sessiz kalan onaylıyor demektir.
Qui timide rogat docet negare
Çekinerek isteyen reddi çabuklaştırır.
Quid me nutrit, me destruit
Beni besleyen şey aynı zamanda beni yok ediyor
Quidquid discis, tibi discis
Ne öğrenirsen kendin içindir.
Quidquid latine dictum sit, altum viditur
Latince söylenen kulağa derin gelir.
Quo fata ferunt
Kader nereye götürürse
Quod erat demonstrandum (Q.E.D.)
Tanıtlanması gereken de bu idi (Tanıtlamanın sonunda kullanılır)
Quot capita, tot sententiæ
Var olan insan kadar farklı fikir vardır.
Reddite ergo quae sunt Caesaris, Caesari
Sezar'ın hakkı Sezar'a.
Requiescat in pace (R.I.P.)
Barış (nur) içinde yatsın.
Rigor mortis
Ölüm katılığı (Bütün dillerde adlî tıpta halen kullanılan bir terim)
Roma die uno non aedificata est
Roma bir günde kurulmadı
Sapiens dominabitur astris
Bilge kişi yıldızlara hükmeder.
Sapientia est potentia
Bilgelik güçtür.
Scio me nihil scire
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.(Socrates)
Semper fidelis
Her zaman sadık
Senatus Populusque Romanus (S.P.Q.R.)
Senato ve Roma Halkı
Sic ad nauseam
Bıkana kadar böyle.
Sic transit gloria mundi
İşte dünyanın ihtişamı böyle geçiyor.
Silent leges inter arma
Savaş olduğunda kanunlar susar.
Solem lucerna non ostenderent
Güneş fenerle gösterilmez (bariz olaylar için)
Sotto voce
Alçak sesle
Sui generis
Kendine özgü
Summum ius summa inuria.
Ne kadar çok kanun,o kadar az adalet (Cicero)
Sursum corda!
Kalpler yukarı! (cesaretlendirme amacıyla söylenir)
Suum cuique
Herkes hak ettiğini bulur.
Tarde venientibus ossa
Geç kalanlara, kemikler. (Yemeğe geç kalanlar için söylenir.)
Tempus fugit, aeternitas manet
Zaman uçar,sonsuzluk kalır.
Timendi causa est nescire
Korkunun sebebi cehalettir. (Seneca)
Tres faciunt collegium
Topluluk için üç kişi gerekir
Tu quoque mi fili
Sen de mi Brutus? (Shakespeare'den alıntı, Jül Sezar'ın Decimus Junius Brutus'ten yediği darbe ile düşmesi sırasında söylediği düşünülür)
Ubi bene, ibi patria
Neresi güzelse, orası vatandır.
Ubi fumus, ibi ignis
Duman varsa ateş de vardır. (Ateş olmayan yerden duman çıkmaz)
Ultima ratio regum
Kralların son çaresi (Cardinal de Richelieu tarafından silahların üzerine yazdırılmıştır)
Ultra posse nemo obligatur
Kimse yapabileceğinin ötesinde zorlanamaz.
Ulula cum lupis, cum quibus esse cupis
Kurtlarla dolaşan ulumayı öğrenir.
Unum castigabis, centum emendabis
Bir hatanın önüne geçmek yüz tanesini engellemektir.
Uti, non abuti
Kullan ama suistimal etme
Vade mecum
sen
Væ victis!
Yazık yenilenlere! (Brennus, Galya komutanı, Roma'yı aldıktan sonra)
Veni vidi vici
Geldim, gördüm, yendim (Jül Sezar)
Verba volant, scripta manent
Söz uçar, yazı kalır.
Verbatim
Kelimesi kelimesine.
Veritas odium parit
Dürüstlükten nefret doğar.
Veritas odium parit, obsequium amicos
Dürüstlük düşmanları, yalakalık dostları doğurur.
Veritatem dies aperit
Zaman gerçeği açığa çıkarır.
Versus
..e doğru.(İngilizce'de yanlış olarak "karşısında" anlamında kullanılır.kısaltması: vs.)
Vi Veri Veniversum Vivus Vici
Gerçeğin gücü evreni fethettirir.
Video meliora proboque deteriora sequor
İyi yolu görüyor ve takdir ediyorum, ancak kötü yolu seçiyorum. (Ovidius, Dönüşümler ; Médée'ye verilen söz)
Vir prudens non contra ventum mingit
Akıllı adam rüzgara karşı işemez.
Vir sapit qui pauca loquitur
Geçek bilge az konuşandır.
Virtus post nummos
Erdemden önce para
Vulgum pecus
Ortalama/bayağı insanlar
Vulnerant omnes, ultima necat
Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür.
Vulpes pilum mutat, non mores
Tilkinin derisi değişir huyu değişmez
Öküzün önünde, eşeğin arkasında, aptalın her tarafında hazırlıklı ol
Ab ovo usque ad mala
Yumurtadan elmalara (Baştan sona anlamında: Romalıların geleneksel yemek sırasından esinlenerek, Horatius, Satir 1.3)
Absentem lædit, qui cum ebrio litigat
Sarhoşla kavga eden, yerinde olmayan birini döver (Publius Syrus, Sentences)
Ab uno disce omnes
Bir şeyden herşeyi öğren (Bir tek örnekle ya da gözlemle çıkarımlarda bulunulabileceği anlatılır, Virgilius,Aeneid)
Abusus non tollit usum
Suistimal düzgün kullanmayı iptal ettirmez.
Ab imo pectore
Kalbin derinliklerinden (dürüstlükle)
A cane non magno saepe tenetur aper
Yabandomuzu hep kendinden küçük köpeklere yem olur
Acta est fabula
Oyun bitti (Caesar Divi Filius Augustus'un son sözleri)
Acta non verba
Hareket, söz değil. (ABD Ticari Deniz Akademisi mottosu)
Ad astra
Yılıdızlara doğru
Ad augusta per angusta
Doruklara doğru dar yollardan (Başarı kolay kazanılmaz)
Adequatio intellectus et rei
Aklın ve gerçeğin uyumu (Gerçekin bir tanımı.)
Ad libitum
Kendi isteğine bağlı olarak
Ad gloriam
Zafer için
Ad impossibilia nemo tenetur
Hiç kimse yapamayacağı şeyler için söz vermemelidir.
Ad majorem Dei gloriam
Tanrı'nın ihtişamlı görkemi için (Haçlıların, Cizvitlerin ve Şikago Üniversitesinin mottosu)
Ad kalendas graecas
Çıkmaz ayın son çarşambası
Ad multos annos !
Nice yıllara!
Ad nauseam
Miğde bulandırana kadar (kabak tadı vermek)
Ad perpetuam memoriam
Sonsuz anısına (Genelde -nın sonsuz anısına olarak kullanılır)
Adversus solem ne loquitor
Güneş aleyhinde konuşma (Açık ve belli şeyleri tartışma)
Ad vitam æternam
Sonsuz bir hayat için
Ad victoriam
Zafere (Daha çok zafer için olarak tercüme edilir, Romalılar savaşta böyle bağırırlardı.)
Ægroto dum anima est, spes est
Hasta nefes aldıkça, umut vardır. (Erasmus, Adages, 2.4.12)
Alea iacta est
Zarlar atıldı. (Jül Sezar)
Alma mater
Süt annesi
A mari usque ad mare
Bir denizden diğer denize
Amantes amentes
Aşık olmak deliliktir.
Amicus certus in re incerta cernitur
Arkadaşlar kötü günde belli olur.
Amor est vitae essentia
Aşk hayatın özüdür.
Amor omnia vincit
Aşk her güçlüğü yener.
Amor patriæ nostra lex
Vatan sevgisi kuralımızdır/yasamızdır
Aquila non capit muscas
Kartallar sinek avlamazlar. (Erasmus, Adages, 3.2.65)
Argumentum baculinum
Sopa argümanı (tehdit ya da güçle ikna etmek) (bkz. Molière, Scapin'in Dolapları)
Ars gratia artis
Sanat için sanat
Ars longa, vita brevis
Sanat uzun, yaşam kısa
Asinus asinum fricat
Eşek eşeğe sürtüyor (birbirlerine aşırı iltifat edenlere söylenir)
Audaces fortuna juvat
Talih cesaret edene güler.
Audemus jura nostra defendere
Hakkımızı aramaya cesaret ediyoruz.
Audere est facere
Cesaret etmek, yapmaktır.
Ave Cæsar, morituri te salutant
Selamlar Sezar, ölecekler seni selamlıyor! (Dövüşten önce gladyatörlerin selamı, bkz. Suétone, Claude, 21)
Avaro omnia desunt, inopi pauca, sapienti nihil
Cimrinin herşeyi, fakirin bazı şeyleri eksiktir, bilgin'in ise hiçbirşeyi eksik değildir.
Barbarus hic ego sum quia non intellegor ulli
Beni burda barbar sayıyorlar, çünkü beni anlamıyorlar.
Bellum omnium contra omnes
Herkesin herkesle savaşı (Thomas Hobbes, devletin doğasını açıklamak için kullanılan kelime grubu)
Bene diagnoscitur, bene curatur
İyi teşhis etmek, iyi tedavi etmektir.
Beneficium accipere libertatem est vendere
Yapılan iyiliği kabul etmek özgürlüğünü satmaktır.
Bonum vinum lætificat cor hominum
İyi şarap, insanı neşelendirir (tam tercümesi kalbini neşelendirir)
Brevitatis causa
Kısaca söyle
Canis sine dentibus vehementius latrat
Dişsiz köpek daha kuvvetli havlar (havlayan köpek ısırmaz)
Carpe diem
Anı yaşa, günü yakala
Casus belli
Savaş nedeni (savaşı tetikleyecek durum)
Causa mortis
Ölüm nedeni
Citius, Altius, Fortius
Daha hızlı, daha yukarı, daha güçlü (olimpik motto)
Coelum non animum mutant qui trans mare currunt
Denizi aşan insanlar ruhlarını değil, (üzerlerindeki) gökyüzünü değiştirirler.
Cogitationis poenam nemo meret
Kimse düşüncesinden dolayı cezayı haketmez.
Cogito ergo sum
Düşünüyorum, o halde varım (Descartes, Felsefenin Prensipleri, 1.7.10)
Corpus delicti
Mağdurun cesedi (bir cinayet işlendiğinde)
Cuiusvis hominis est errare
Yanılmak tüm insanlara özgüdür. (cf. Errare humanum est)
Dabit deus his quoque finem
Bu da geçer. (Vergillius)
De facto
Fiilen
De gustibus et coloribus,non disputandum
Zevkler ve renkler tartışılmaz.
De mortuis nihil nisi bene
Ölüler hakkında yalnızca iyi şeyler konuşulmalıdır.
Decet imperatorem stantem mori
İmparator ayakta ölmelidir.(Vespasien)
Deliriant isti Romani
Bu Romalılar deliler!(Asterix ve Obelix çizgi romanlarında kullanılır.)
Desipere est juris gentium
Ölçüsüzlük insanların hakkıdır.
Dictum meum pactum
Sözüm sözdür.
Disce quasi semper victurus vive quasi cras moriturus
Hep yaşayacakmış gibi öğren,yarın ölecekmiş gibi yaşa.
Docendo disco,scribendo cogito
Öğreterek öğreniyorum,yazarak düşünüyorum.
Dona nobis pacem
Bize barış/huzur ver!
Draco dormiens nunquam titillandus
Uyuyan ejderhaya asla dokunulmaz.(Harry Potter serisindeki Hogwarts Okulu'nun dövizi)
Dulce et decorum est pro patria mori
Vatan için ölmek tatlı ve güzeldir.(Horatius)
Dura lex, sed lex
Kurallar katıdır,ama kuraldır.
E fructu arbor cognoscitur
Ağaçlar meyvelerinden tanınır.
Ego primum tollo,nominor quoniam leo
En büyük parçayı ben alıyorum,çünkü benim adım arslan(Phaedrus)
Errare humanum est
Hata insana mahsustur.
Errare humanum est,perseverare diabolicum
Hata insana mahsustur,ancak hata yapmakta diretmek şeytancadır.
Esse quam videri
Öyle görünmek değil, öyle olmak. (Sallust)
Est quaedam flere voluptas
Ağlamak da bir zevktir.(Ovidius)
Et cætera
Ve diğer şeyler(etc.diye kısaltılır.)
Ex nihilo nihil fit
Hiçlikten hiçlik çıkar. (Lucretius)
Ex oriente lux
Işık doğudan yükselir (Işık'tan kültür kastedilmiştir)
Faber est suae quisque fortunae
Herkes kendi kaderini yazar. (Appius Cladius Caecus)
Fabricando fit faber
Pratik mükemmelleştirir.
Felix qui potuit rerum cognoscere causas
"Şey"lerin derinliklerine inebilenlere ne mutlu! (Virgilius)
Finis coronat opus
Başarı için her yol mubahtır gibi
Flagrante delicto
Suçüstü
Fluctuat nec mergitur
Yalpalar, ama asla batmaz
Fortes fortuna juvat ou Audaces fortuna adiuvat
Şans ancak cesurlara yardım eder.
Fraus latet in generalibus
Genellemeden hata doğar.
Gladius legis custos
Kılıç yasanın koruyucusudur.
Gutta cavat lapidem non vi, sed sæpe cadendo
Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir.
Habeas corpus
Vücudun senindir (Hukuk yasası)
Hic et nunc
Burada ve şimdi
Hic et ubique terrarum
Burada ve dünyanın her yerinde
Homines quod volunt credunt
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar.
Homo homini lupus
İnsan insanın kurdudur.
Horribile dictu
Söylemesi korkunç
Id est genus hominum
İşte insan cinsi böyledir (Terentius)
Ignoti nulla cupido
Bilmediğimizi arzulamayız (Ovidius'un dizesi)
In medio tutissimus ibis
Orta yol en güvenlisidir (Ovidius)
In girum imus nocte et consumimur igni
Gecenin içinde dönüyoruz, ateş bizi yutuyor (Lat. sağdan ve soldan okunuşu aynı)
In partibus infidelium
Sadık olmayanların şehrinde
In vino veritas
Gerçek şaraptadır.
Inter arma silent leges
Savaş zamanında yasalar sessiz kalır.
Inter fæces et urinam nascimur
Dışkı ve sidiğin arasından doğarız (Aziz Augustine)
Ipsa scientia potestas est
Bilgi tek başına güçtür (Sir Francis Bacon)
Ira furor brevis est
Kızgınlık kısa deliliktir.
Irritare crabrones
Eşekarılarını rahatsız etmek
Labor omnia vincit improbus
Güçlü bir çalışma/emek herşeyin üstesinden gelinir. (Virgilius)
Lacrimis struit insidias cum femina plorat
Kadın ağlarken, gözyaşlarıyla tuzak hazırlar. (Caton)
Lapsus calami
Kalemin sürçmesi
Lapsus linguæ
Dilin sürçmesi (genelde sadece "lapsüs" olarak kullanılır)
Liberate me ex inferis
Beni cehennemden kurtarın!
Macte animo! Generose puer, sic itur ad astra
Cesaret soylu evlat! Ancak bu şekilde yıldızlara doğru yükselinir.
Mali principii malus finis
Kötü başlayan kötü biter
Manu militari
Silahlı kuvvetlerin yardımıyla (cf. Manus milites)
Margaritas ante porcos
Domuzların önündeki inciler (Sanat eserlerinin cahiller tarafından yorumlanması için kullanılır)
Mater artium necessitas
İcatlar ihtiyaçlardan doğar. (Apuleius)
Mea culpa
Benim hatam!
Memento mori
Ölümlü olduğunu unutma
Memento audere semper
Her zaman cesaret etmeyi/denemeyi unutma.
Memento quia pulvis es
Toz olduğunu unutma
Mendacem memorem esse oportere
Yalancının hafızası güçlü olmalıdır. (Quintilian)
Mens sana in corpore sano
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. (Juvénal)
Militat omnis amans
Her aşık bir savaşçıdır (Ovidius)
Mors Certa, vita Incerta
Ölüm kesindir,hayat değil.
Mutatis mutandis
Değişmesi gerekeni değiştirerek
Nam et ipsa scientia potestas est
Bilgi Güçtür.
Ne humanis crede
İnsana inanma.
Nemo est liber qui corpori servit
Bedenine hizmet eden kişi özgür olamaz (Sénèque le Jeune)
Nihil est ab omni parte beatum
Her güzelin bir kusuru vardır
Nihil lacrima citius arescit
Hiçbir şey gözyaşından daha hızlı kurumaz.
Nihil novi sub sole
Güneşin altında (yeryüzünde) yeni bir şey yok.
Nil desperandum
Asla vazgeçme.
Nomen est omen
İsim bir işarettir.
Non semper ea sunt quae videntur
"Şey"ler çoğu zaman göründükleri gibi olmazlar.
Non vestimentum virum ornat, sed vir vestimentum
Elbise insanı güzelleştirmez, insan elbiseyi güzelleştirir.
Nondum amabam, et amare amabam
Henüz sevmiyordum, ama sevme isteğiyle yanıp tutuşuyordum.
Nosce te ipsum
Kendini tanı
Nulla dies sine linea
Birşeyler yazmadan geçen gün, gün değildir. (Émile Zola mottosu)
Nulla regula sine exceptione
İstisnasız kural olmaz
Nulla tenaci invia est via
Hiçbir yol aşılmaz değildir.
Nunc aut numquam
Ya şimdi ya hiçbir zaman
Numero deus impare gaudet
Tanrılar tek sayıları sever. (Virgile, Les Bucoliques, VIII, 75)
Obscuris vera involvens
Gizlilik gerçeği örter.
Odi profanum vulgus et arceo
İnsan sürüsünden nefret ediyorum ve uzak duruyorum. (Horatius)
Oculi plus vident quam oculus
Birçok göz, bir gözden daha iyi görür.
Oculos habent et non videbunt
Gözleri var ama göremiyorlar.
Omnes viae Romam ducunt
Bütün yollar Roma'ya çıkar
Omnes vulnerant, ultima necat
Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür
Omnia mea mecum porto
Bütün her şeyi yanımda taşıyorum.
Omnia vincit amor
Aşk, her şeye üstün gelir.
Omnibus viis Romam pervenitur
Tüm yollar Roma'ya çıkar.
Omnis homo mendax
Tüm insanlar yalancıdır.
Omnium artium medicina nobilissima est
Tüm sanatlar içinde hekimlik en soylu olandır.
Omnium rerum principia parva sunt
Her şeyin küçük bir başlangıcı vardır.
Optimum medicamentum quies est
En iyi ilaç dinlenmektir.
Orbis Unum
Bir(tek) dünya (bkz. Zorro Efsanesi)
Ordo ab chao
Düzensizlikten doğan düzen
Otium sine litteris mors est
Edebiyatsız geçen zaman ölümcüldür.
Pacem in Terris
Dünyada barış.
Pacta sunt servanda
Antlaşmaya uyulmalıdır.
Parva leves capiunt animos
Küçük şeyler küçük ruhları esir alır. (Ovidius)
Pax melior est quam iustissimum bellum
Barış, en haklı savaştan daha iyidir.
Pecunia non olet
Paranın kokusu yoktur (Vespasien)
Peior est bello timor ipse belli
Savaşın korkusu savaşın kendisinden daha kötüdür.
Per inania regna
Gölgeler imparatorluğunda
Piscis primum a capite foetet
Balık baştan kokar.
Plenus venter non studet libenter
Tok karna eğitim olmaz.
Poeta nascitur, non fit.
Şair olunmaz, doğulur.
Post Tenebras Lux
Karanlıktan aydınlığa
Post mortem nihil est
Ölümden sonra hiçbir şey yok.
Post scriptum (P.S.)
Sonradan yazıldı (ek metin)
Potius sero quam numquam
Hiç olmamaktansa geç olsun.(Geç olsun güç olmasın)
Quae nocent docent
Yaralayan şey öğreticidir.
Qui audet vincit
Cesaret eden kazanır.
Qui dormit non peccat
Uyuyan günah da işlemez.
Qui nescit dissimulare, nescit regnare
(Gerçekleri) Saklamayı bilmeyen yönetmeyi bilemez.
Qui non proficit, deficit
İleri gitmeyen geri kalır.
Qui rogat, non errat
Soru sormak hata değildir.
Qui tacet, consentire videtur
Sessiz kalan onaylıyor demektir.
Qui timide rogat docet negare
Çekinerek isteyen reddi çabuklaştırır.
Quid me nutrit, me destruit
Beni besleyen şey aynı zamanda beni yok ediyor
Quidquid discis, tibi discis
Ne öğrenirsen kendin içindir.
Quidquid latine dictum sit, altum viditur
Latince söylenen kulağa derin gelir.
Quo fata ferunt
Kader nereye götürürse
Quod erat demonstrandum (Q.E.D.)
Tanıtlanması gereken de bu idi (Tanıtlamanın sonunda kullanılır)
Quot capita, tot sententiæ
Var olan insan kadar farklı fikir vardır.
Reddite ergo quae sunt Caesaris, Caesari
Sezar'ın hakkı Sezar'a.
Requiescat in pace (R.I.P.)
Barış (nur) içinde yatsın.
Rigor mortis
Ölüm katılığı (Bütün dillerde adlî tıpta halen kullanılan bir terim)
Roma die uno non aedificata est
Roma bir günde kurulmadı
Sapiens dominabitur astris
Bilge kişi yıldızlara hükmeder.
Sapientia est potentia
Bilgelik güçtür.
Scio me nihil scire
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.(Socrates)
Semper fidelis
Her zaman sadık
Senatus Populusque Romanus (S.P.Q.R.)
Senato ve Roma Halkı
Sic ad nauseam
Bıkana kadar böyle.
Sic transit gloria mundi
İşte dünyanın ihtişamı böyle geçiyor.
Silent leges inter arma
Savaş olduğunda kanunlar susar.
Solem lucerna non ostenderent
Güneş fenerle gösterilmez (bariz olaylar için)
Sotto voce
Alçak sesle
Sui generis
Kendine özgü
Summum ius summa inuria.
Ne kadar çok kanun,o kadar az adalet (Cicero)
Sursum corda!
Kalpler yukarı! (cesaretlendirme amacıyla söylenir)
Suum cuique
Herkes hak ettiğini bulur.
Tarde venientibus ossa
Geç kalanlara, kemikler. (Yemeğe geç kalanlar için söylenir.)
Tempus fugit, aeternitas manet
Zaman uçar,sonsuzluk kalır.
Timendi causa est nescire
Korkunun sebebi cehalettir. (Seneca)
Tres faciunt collegium
Topluluk için üç kişi gerekir
Tu quoque mi fili
Sen de mi Brutus? (Shakespeare'den alıntı, Jül Sezar'ın Decimus Junius Brutus'ten yediği darbe ile düşmesi sırasında söylediği düşünülür)
Ubi bene, ibi patria
Neresi güzelse, orası vatandır.
Ubi fumus, ibi ignis
Duman varsa ateş de vardır. (Ateş olmayan yerden duman çıkmaz)
Ultima ratio regum
Kralların son çaresi (Cardinal de Richelieu tarafından silahların üzerine yazdırılmıştır)
Ultra posse nemo obligatur
Kimse yapabileceğinin ötesinde zorlanamaz.
Ulula cum lupis, cum quibus esse cupis
Kurtlarla dolaşan ulumayı öğrenir.
Unum castigabis, centum emendabis
Bir hatanın önüne geçmek yüz tanesini engellemektir.
Uti, non abuti
Kullan ama suistimal etme
Vade mecum
sen
Væ victis!
Yazık yenilenlere! (Brennus, Galya komutanı, Roma'yı aldıktan sonra)
Veni vidi vici
Geldim, gördüm, yendim (Jül Sezar)
Verba volant, scripta manent
Söz uçar, yazı kalır.
Verbatim
Kelimesi kelimesine.
Veritas odium parit
Dürüstlükten nefret doğar.
Veritas odium parit, obsequium amicos
Dürüstlük düşmanları, yalakalık dostları doğurur.
Veritatem dies aperit
Zaman gerçeği açığa çıkarır.
Versus
..e doğru.(İngilizce'de yanlış olarak "karşısında" anlamında kullanılır.kısaltması: vs.)
Vi Veri Veniversum Vivus Vici
Gerçeğin gücü evreni fethettirir.
Video meliora proboque deteriora sequor
İyi yolu görüyor ve takdir ediyorum, ancak kötü yolu seçiyorum. (Ovidius, Dönüşümler ; Médée'ye verilen söz)
Vir prudens non contra ventum mingit
Akıllı adam rüzgara karşı işemez.
Vir sapit qui pauca loquitur
Geçek bilge az konuşandır.
Virtus post nummos
Erdemden önce para
Vulgum pecus
Ortalama/bayağı insanlar
Vulnerant omnes, ultima necat
Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür.
Vulpes pilum mutat, non mores
Tilkinin derisi değişir huyu değişmez
16 Kasım 2008 Pazar
11001001011
Bugün kafam yine iyi değil ama içimdekileri bir şekilde O'nunla paylaşabildiğimi düşünüyorum. Şimdi Baha ile konuşuyorum. Bu kadar uzun süre bana dayanabilen en iyi arkadaşım. Her zaman arkamda durdu. Şimdi niye Kayseri'de ona en çok ihtiyacım olduğu zaman. İkimizde aynı durumdayız şu anda. Ben herşeyden sıkıldım. Bıktım, hayatın kendisinde yaşayabileceğim herşeyi yaşadım zaten niye ölemiyorum. Bundan sonra ne olacak ki sadece rutin. İşe gitmekten bıktım, gelmekten bıktım, arkadaşım olamayn insanlarla muhattap olmaktan bıktım, müşterilerden bıktım, güya üstlerimden bıktım, okuldan bıktım, derslerden bıktım, ben artık ben olmak istiyorum. Artık kendimi kandırmak istemiyorum. Şu iş denen bataklıktan ne zaman kurtulabileceğim. Birinden beni kurtarmasını istesem cevap gelir mi acaba. Benim çıkmam gerek. Burada oturup bunları yazmak başkalarının işi olmalı. Hayatımda yaşamaya değer birşey kalmadı. Bugün sırf birşeyleri değiştireyim diye kulağımı deldirdim. Niye bilmiyorum ama mutlu oldum. Hergün çikolata yiyorum çünkü doğal yolodan mutlu olamıyorum artık. Sinirlenmek bile istemiyorum. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Yarın işe gidip nasıl spor yapacağım. Dün maç yaptık, kıçımın üstüne düştüm. Şimid popomda dehşet bir ağrı var. Düşmesem hayatta olup olmadığımı bile anlayamaycağım. Şevkim iradem kırıldı. Niye zayıfladım diye soruyorum kendime yine şişmanlayabilmek için mi. Hayatıma yeni birşeyler katayım dedikçe kötüye gidiyor. Kitap okumak benim terapimken kitap okumaktan sıkıldım. Zaman geçirmek ve içimdekileri kendimle paylaşabilmek için buraya sana yazıyorum. Seni hep merak ettim. Nasıl olacaksın diye? Çok yaklaştığımı düşündüm ama dünyanın bu yakasında senin olmadığını anladım. Pek çok kızla birlikte oldum. Hepsi de bir diğerinden farklıydı. Peki ne oldu bu beni bir santim uzattı mı? Şimdi kendimden bir farkım var mı? Keşke olmasaydım belki şimdi benim için hayatta yapılmaya değer birşey olmuş olurdu. Uçakla uçtum, uçurdum. Keşke yapmasaydım belki şimdi benim için hayatta yapılmaya değer birşey olurdu. Neler yapmadım ki ve neleri de yapmadım. Niye umut edemiyorum? Böyle daha ne kadar yaşayabilirim? Ölüm insanı niye bu kadar korkutuyor? Yoksa korktuğum ölüm değilde acı çekmek mi? Niye canım bu kadar az? Nasıl oluyorda bu kadar soğuk kanlıyım, korkmuyorum olacaklardan ve olanlardan? Muhtemelen hayatta en keyif aldığım anlar başkalarına göre hatalarımdı. Ben sadece ben olmak istiyorum. Kalabalığın içindeki son Mohikan. Yalnız olmak istiyorum. Kimse benimle ilgilenmesin. Herkes kendisine baksın. Umursamak veya umursanmak istemiyorum. Kendimi insanlaradan soyutlamak için daha ne yapabilirim. Daha ne kadar uyuz biri rolü yapabilirim, daha kaç kişinin kalbini kırabilirim. Söylenecek daha ne kaldı ki. Dediğim gibi rol yapmaktan bıktım. İzin verin biraz kendim olayım. Acı çekiyorum. Ben iyiliğe, doğruya, aşka, tanrıya inanmam. Lütfen beni yalnız bırakın. Kendim olayım sadece ben...
14 Kasım 2008 Cuma
10100011111
Bugün kendimi çok daha iyi hissediyorum. Sabah nispeten de olsa erken kalktım. Güzel bir gün oldu benim için. Spora gelmem beni çok rahatlattı. Enerjimi ve sinirimi koşu bandında bıraktım, en azından bir kısmını. Hayatıma dair yine ufak ama eğlenceli değişiklikler yaptım. Bugün okuduğum bazı yazılarda çok hoşuma gitti ve bana yaradığını düşünüyorum. Ama 5. gün beni biraz zorluyor hele yarın hiç gelmek istemiyorum, yapacak birşey yok. Sabırsızlıkla haftasonunu bekliyorum ama birşey yapacağımdan değil belki biraz dinlenebilirim diye. Yarın kafam güzel olursa sana muhteşem bir öykü yazacağım. Konusunu merak mı ediyorsun? O zaman biraz daha merak et. Eğer annem beni yarın erken kaldırabilirse belki birkaç küçük işimi halledebilirim. Uzun zamandır erken kalkamıyorum. Bunun sebebi herhalde kafamın yorgunluğu. Kafamı dinlendirmenin birkaç yolu var. Bunlar içki içmek, bir hatunla birlikte olmak, arkadaşlarla birlikte olmak, sinemaya gitmek bir de pek tercih etmiyorum ama dışarıda yemeğe gitmek. Ben bu haftasonu hatun yapmak dışındaki, tabi ne olacağı belli olmaz, yöntemleri deneyeceğim. Umarım işe yarar. Biliyorsun benim iznimde gerçek anlamda dinlenebilmem için aktif olmam gerekiyor. Bu haftasonuda böyle olacak herhalde. Tek temennim havanında biraz daha güzel olması. Şu anda arkadaşlar beni inanılmaz sinirli ve yine konuşmayan biri gibi görüyorlar ama içimde uyanan ejderden haberleri yok. Beni en çok motive eden bu dönemde öncelikle zayıflamam, çünkü uzun zamandır başarabildiğim tek şey, daha sonrada her zaman ki yaşam felsefem yarın değil 5 dakika sonra ne olacağını biliyor musun, o zaman ona göre yaşa. İşte bunu seviyorum. Bir güzel beni reddedebilir, hatta on güzel de beni reddedebilir ama biri evet demesi benim için yeterli. Ben bunun için yaşıyorum. Bugüne kadar tek sinir olduğum şey benim kendisinden hoşlandığımı söylediğim hiçbir hatunun bana evet dememesi. Ama olmadık pozisyonlarda belki de hiç aklımda yokken ne kızlarla birlikte oldum. Bazen kendiliklerinden kucağıma düştüler. Şu son 3 yıla kadar kız arkadaşı konusunda hiç sorun yaşamamıştım. Bunu da aslında aldığım aşırı kilolara ve iğrenç depresif, agresif halime yoruyordum. Eeee şimdi artık biraz agresiflik olsada ne depresifim ne de şişmanım. O zaman nerede kalmıştık. İnsanın özellikle kendini herşeye hazır hissetmesi çok güzel bir duygu. Şu anda aynı 3 yıl önce olduğu gibi her an herşeye hazırım. Çok daha aktif olmak istiyorum bu seferde etrafımdaki etkenler, özellikle de para, bana engel olmaya çalışıyor. Peki ben buna izin verir miyim? Asla. Şimdi ilk amacaım kafamı biraz toplayıp yeni bir düşünce ve beyni mi tazeleme sürecine girmek. İnanıyorum ki bu sürecin sonunda zaten bazı şeyler kendiliğinden düzelecek ve ben yine adımla özdeş yine aydın ve güleç bir insan olacağım. Biraz megolomanca gelebilir ama ismimi çok seviyorum. Babam sanki beni tarif etmiş. Etrafımda ki insanlar beni farklı ortamlarda pek görmedikleri için beni pek tanımıyorlar. Aslında bilinmeyen olmak hoşuma gidiyor ama sürekli değil. Mesela beni tanıyan arkadaşlarım bana karşı çok daha dürüst olabiliyorlar çünkü benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Ama mesela geçen teklif ettiğim hatun bana karşı hiç dürüst davranmadığını düşünüyorum. Belki de korkmuştur. Yani benim en çok canımı sıkan acaba neden hayır. Öğrenebilirsem hani kötü bir huyum varsa veya yanlış bir hareketim olduysa düzeltebilirim. Hep aynı klişe "seni arkadaşım olarak görmek istiyorum." galiba yine kendimi geriyorum. Bu konudan hemen kaçalım. Sizin orada havalar nasıl? Ne diyeceğimide bilemiyorum. Yarının nedense daha güzel birgün olacağını düşünüyorum. Çünkü bundan sonra eğer o kadar yaşayabilirsem ertesi günler hep bir öncekinden daha iyi olacak. Aslına bakarsan çok fazlada yaşamak istemiyorum hani. Hatırlıyorumda biz lisedeyken Türkiye çöl oluyor diyorlardı da hadi oradan diyorduk. Neymiş efendim 10 yıl sonra, bu arada sene 1998, Konya ovası çöl olacak, su kaynakları ciddi derece de azalacak. Bunların olabileceğini hiç aklıma getirmemiştim çünkü birileri sürekli çalışıyordu zor durumu düzeltebilmek için. Ne yazık ki insanlar gerçeği söylüyorlarmış biz daha çocukmuşuz. Şimdi bakıyorum da dünyayı kurtarmak için çalışanlardan çok daha fazla onu yok etmeyenlere çalışanlar var. Bak senin yüzünden yine karamsar olmaya başladım. Sürekli seni suçluyorum ama kızma sen varsın diye ben bu kadar rahatım. Bugünlük de bu kadar yeter. Yarını sabırsızlıkla bekliyorum.
13 Kasım 2008 Perşembe
Ben...
Ben, ilkim, bu nedenle yeni başlangıçları ve doğumu temsil ederim. Ben doğal, iç güdüsel, taze, saf ve hayattan zevk alan bir yapıdayımdır. Böylece, bir yapı meselesi olarak, birlikte olduğum insanları yoran çekingenlik de bana yabancıdır. Hayat benim için heyecanlı bir macera anlamındadır. Her şeyden önce hayatın sunduklarını yakalamak ve her yönüyle hayatın tadını çıkarmak isterim.
Bazıları Bende tipik egoistlik özelliklerinin bulunduğunu düşünürler, çünkü Ben, başkalarının benim hakkında ne düşündüğünü, hareketlerimin onaylanıp onaylanmadığını öğrenmeye çalışmam. Başkalarının, beni bildiğimden şaşırtmasına izin vermem. Ben, yaşamın her anında daimi bir meydan okuma görürüm. Ben kendimi, cesaretim, bireysel inisiyatifim ve enerjim ile gösteririm. Diğer yandan bunlar benim doğuştan gelen önderlik özelliklerimdir. Bunlar, yalnız hareket etme olarak da anlaşılabilir, aslında Ben her koşulda çok rahat yaşayabilirim.
Ben anlık tepkiler gösteririm, bütün cesaretim, enerjim ve yaratıcılığım anlık bir meydan okumadır. Bu nedenle hiçbir şeyden çözülmemiş sorunlar kadar nefret etmem. Uzun süre çabalamam gerektiğinde sık sık tahammülümü kaybederim. Böylece, aslında uğrunda bütün gücümü harcadığım bir şeye, gerçekten ulaşmak istemediğim izlenimi yaratırım.
Son karar adımını atmakta tereddüt ederim. Büyük amaçlarım, Beni gerçekte sadece global olarak ilgilendirir. Küçük detaylar, ufak tefek noktalar bana dehşet verir.
Ben, "ıvır zıvır" ile uğraşmayı başkalarına bırakır ve ayının postu paylaşılmadan yeniden ava çıkarım. Devamlı yenilik peşinde olma dürtüsünü hayat boyu bastıramam, aksi halde kişiliğimi kaybederim. Açıklık ve dürüstlüğümle ara sıra diğer insanları yaralarım. Aslında yaralama düşüncesi aklımdan bile geçmez. Ben, bazılarına göre kader veya şans, kadere de şansa da inanmam, tarafından korunduğum düşünülür. Çünkü, evrende hayat ve enerji veren ve hayatı koruyan Güneş, en büyük etkisini bende gösterir.
Ben doğallığımı, kendime hiçbir sınır koymamama ve koydurmamama borçluyum. Ben, küstahlık içeren davranışlar gösteren kişileri, açık ve arkadaş canlısı olmama rağmen yanıma yaklaştırmam, sırf bu sebepten bazı ortamlarda yabani olduğum düşünülür; bunlar pek küstahlık sayılmasa da benim yanıma yaklaşıp kartlarıma bakmayı cesaret eden bir kişi, mantığımın soğukluğunu ve keskinliğini hisseder, sınır dışına sürülür. Gerçekçiyimdir ve bu gerçekçilik bende kendisini ateizm olarak gösterir. Bazı kişiler benim soğuk mantığımı çok acımasız bulabilir.
Kendimi sınırlanmış ve başarım engellenmiş hissettiğim anda. Benim içimdeki savaşçı tabiat, birdenbire canlanır. Diğer yandan Ben toleranslı ve birine abilik edebileceği zaman yardımseverimdir. Bana bir şeyi beğendirmeye çalışmak, zor ve yorucu bir iştir. Bununla birlikte benim yardımseverliğimi reddettiğiniz de, karşınızda yaralanmış ve hayal kırıklığına uğramış bir insan bulursunuz. Çünkü aldırmaz görünmeme rağmen, hassas ve duygusalımdır. Paylaşma veya yardım teklifimin reddi durumunda tepkim, depresif bir halde içe dönme olabilir, fakat kendimi ilkel bir öfke ve kızgın bir hava içine de sokabilirim. Ama bu durumdan çabuk kurtulurum. Yeni bir yardım önerisi sunarım, böylece benim yeni bir özelliğim ortaya çıkar: Hastalık derecesinde sabırsızlık.
Ben, genelde dış görünüşten de kolayca tanınabilirim. Çalı gibi, burunlarına kadar uzanan kaşlarım ve bariz yüz hatlarımla Beni düşünmek için, fantaziye fazla ihtiyaç yoktur. Bakışlarım çoğu zaman boş algılanır aslında düşünceli olmamdan kaynaklanır bu.
Gerçekten de benim, kavga meraklısı vahşi hayvanlarla, aslan veya koç gibi, çok ortak noktam vardır. Başlarını eğer ve hiçbir uyarıda bulunmadan saldırırım. Kesinlikle etkili olan bu taktiğin bazen acı verdiğini, özellikle de başımın çok ağrıdığını dikkate almam. Zaten alsaydım, Ben olmazdım. Ben, er ya da geç yüzümden veya kafamdan yaralanırsam şaşırmayın. Benim dış görünüşüm, bahsettiğim gibi saldırıya hazır bir vahşi hayvan gibidir; baş önde, tıpkı bir yayın kirişi gibi gergin...
Bazıları Bende tipik egoistlik özelliklerinin bulunduğunu düşünürler, çünkü Ben, başkalarının benim hakkında ne düşündüğünü, hareketlerimin onaylanıp onaylanmadığını öğrenmeye çalışmam. Başkalarının, beni bildiğimden şaşırtmasına izin vermem. Ben, yaşamın her anında daimi bir meydan okuma görürüm. Ben kendimi, cesaretim, bireysel inisiyatifim ve enerjim ile gösteririm. Diğer yandan bunlar benim doğuştan gelen önderlik özelliklerimdir. Bunlar, yalnız hareket etme olarak da anlaşılabilir, aslında Ben her koşulda çok rahat yaşayabilirim.
Ben anlık tepkiler gösteririm, bütün cesaretim, enerjim ve yaratıcılığım anlık bir meydan okumadır. Bu nedenle hiçbir şeyden çözülmemiş sorunlar kadar nefret etmem. Uzun süre çabalamam gerektiğinde sık sık tahammülümü kaybederim. Böylece, aslında uğrunda bütün gücümü harcadığım bir şeye, gerçekten ulaşmak istemediğim izlenimi yaratırım.
Son karar adımını atmakta tereddüt ederim. Büyük amaçlarım, Beni gerçekte sadece global olarak ilgilendirir. Küçük detaylar, ufak tefek noktalar bana dehşet verir.
Ben, "ıvır zıvır" ile uğraşmayı başkalarına bırakır ve ayının postu paylaşılmadan yeniden ava çıkarım. Devamlı yenilik peşinde olma dürtüsünü hayat boyu bastıramam, aksi halde kişiliğimi kaybederim. Açıklık ve dürüstlüğümle ara sıra diğer insanları yaralarım. Aslında yaralama düşüncesi aklımdan bile geçmez. Ben, bazılarına göre kader veya şans, kadere de şansa da inanmam, tarafından korunduğum düşünülür. Çünkü, evrende hayat ve enerji veren ve hayatı koruyan Güneş, en büyük etkisini bende gösterir.
Ben doğallığımı, kendime hiçbir sınır koymamama ve koydurmamama borçluyum. Ben, küstahlık içeren davranışlar gösteren kişileri, açık ve arkadaş canlısı olmama rağmen yanıma yaklaştırmam, sırf bu sebepten bazı ortamlarda yabani olduğum düşünülür; bunlar pek küstahlık sayılmasa da benim yanıma yaklaşıp kartlarıma bakmayı cesaret eden bir kişi, mantığımın soğukluğunu ve keskinliğini hisseder, sınır dışına sürülür. Gerçekçiyimdir ve bu gerçekçilik bende kendisini ateizm olarak gösterir. Bazı kişiler benim soğuk mantığımı çok acımasız bulabilir.
Kendimi sınırlanmış ve başarım engellenmiş hissettiğim anda. Benim içimdeki savaşçı tabiat, birdenbire canlanır. Diğer yandan Ben toleranslı ve birine abilik edebileceği zaman yardımseverimdir. Bana bir şeyi beğendirmeye çalışmak, zor ve yorucu bir iştir. Bununla birlikte benim yardımseverliğimi reddettiğiniz de, karşınızda yaralanmış ve hayal kırıklığına uğramış bir insan bulursunuz. Çünkü aldırmaz görünmeme rağmen, hassas ve duygusalımdır. Paylaşma veya yardım teklifimin reddi durumunda tepkim, depresif bir halde içe dönme olabilir, fakat kendimi ilkel bir öfke ve kızgın bir hava içine de sokabilirim. Ama bu durumdan çabuk kurtulurum. Yeni bir yardım önerisi sunarım, böylece benim yeni bir özelliğim ortaya çıkar: Hastalık derecesinde sabırsızlık.
Ben, genelde dış görünüşten de kolayca tanınabilirim. Çalı gibi, burunlarına kadar uzanan kaşlarım ve bariz yüz hatlarımla Beni düşünmek için, fantaziye fazla ihtiyaç yoktur. Bakışlarım çoğu zaman boş algılanır aslında düşünceli olmamdan kaynaklanır bu.
Gerçekten de benim, kavga meraklısı vahşi hayvanlarla, aslan veya koç gibi, çok ortak noktam vardır. Başlarını eğer ve hiçbir uyarıda bulunmadan saldırırım. Kesinlikle etkili olan bu taktiğin bazen acı verdiğini, özellikle de başımın çok ağrıdığını dikkate almam. Zaten alsaydım, Ben olmazdım. Ben, er ya da geç yüzümden veya kafamdan yaralanırsam şaşırmayın. Benim dış görünüşüm, bahsettiğim gibi saldırıya hazır bir vahşi hayvan gibidir; baş önde, tıpkı bir yayın kirişi gibi gergin...
12 Kasım 2008 Çarşamba
10010111011
Başlık nasıl ama, yeni aklıma geldi. Biraz düşün belki bulursun. Dün çok iyi oldu bundan sonra sürekli birlikteyiz. Hatta yazmış olduğum şiirleri de seninle paylaşacağım. O kadar doluyum ki inanamazsın. Bu sefer ilişkimiz kesinlikle uzun sürecek. Neler var bende neler? Bugün çok sinirliyim fakat inanıyorum ki bu yazının sonunda yine rahatlayacağım. Bugün sana spor maceramı anlatacağım. Günlerden 17 Nisan 2008 tam 26 yaşıma girdim ve 103 kiloya ulaştım. Birşeyler yapmam gerekiyordu böyle yaşayamayacağımı biliyordum ve bir anda aydınlandım. Bu tarih itibariyle hiçbir katı besin yememeye ve bir süre sonra spor yapmaya başlayacağıma dair kendimi yönlendirdim. Aydınlandım diyorum çünkü bilirsin ben obezim ve doyamıyorum. Ne kadar yersem yeyim birşey değişmiyordu. Bende işte tam bunu farkettim; yani ha bir dilim börek yeyip doymamışım ha bir tepsi börek yeyip doymamışım benim için aynı şey diye düşündüm. Bunun üzerine birşey yememeye karar verdim. İlk 3-4 hafta sadece yemek yemeyerek, ama meyve suyu içtim, 7-8 kilo vermeyi başardım. Biraz kendime geldim, silkelendim ve fazlalıkları atmaya başladım. Spor yapmam gerektiğini biliyordum. Çok zor gelmesine rağmen iş yerindeki beleş spor salonunun nimetlerinden faydalanmaya başladım. Hergün 13:30 gibi evden çıkıyorum, önce Taksim otobüsüne biniyorum ardından metroya ve en son 4 Levent'ten tekrar otobüse binit yaklaşık olarak bir buçuk saatte iş yerinde oluyorum. Hemen spor salonuna iniyorum ve spora başlıyorum. İlk başlarda yürürken bile zorlanıyordum, şimdiyse hergün 12000-13000 metre arası koşuyorum. Her sabah kalkıp spor yapmak, hala bile, çok zor geliyor ama yapacak birşey yok. Kalkıp geliyorum. Hayatımda son dönemde en önemli ve olumlu değişim bu oldu. Zayıflamak ne güzel şeymiş. Şu anda 76 kilodayım tam 27 kilo verdim. Düşünebiliyor musun, dile kolay içimden bir de çocuk çıktı neredeyse. İşin asıl güzel tarafıda bu kadar kısa sürede böyle zayıflarken hem form tuttum hem de vücudumda fit oldu. Şu anda öyle bir vücut yaptım ki. Şimdi ilk hedefim 70 kilo altına düşmek zaten fazla birşey kalmadı ardından vücut geliştirme yapacağım. Kasları şişireceğim anlayacağın. Mükemmel vücuda oynuyorum. Bakalım daha en az 2 ay gibi ibr süre gerekecek galiba. Varya bunları yazarken bile kendime inanamıyorum. Değişmek işte böyle birşey çevremdeki insanlarla ilişkilerim bile değişti. Dünkü konuya bugün girmek istemiyorum. Arkadaşlarım Tolga, Özcan, Mustafa, Bahadır hiç biri inanamadı, hepsi ufak çaplı şok geçirdiler. Artık dışarıda göğsümü gere gere geziyorum. Tam 26 yıl sonra ilk defa Gwen'den bile daha zayıfım. Elbise özellikle almıyorum nasıl olsa yine üzerime olmayacak. Bir dolap dolusu kıyafet hiçbiri olmuyor. İş yerine giderken giydiğim gömlekler bile çuval gibi oluyor. İki tane takım elbisem şimdi kessen bana 5 tane takım çıkar. Çok komik. Gwen'e olmayan pantolonlar veya tişörtler bana oluyor. Sürekli dalga geçiyorum keratayla. Eski elbiselerimin bir kısmını atım bir kısmınıda babama ve ihtiyacı olan birilerine verdim. Her anlamda hafifliyorum yani. Bu dönem güzel günler benim ve keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Şimdi kitap okumaya da başladım yine Yaşar Kemal'in Deniz Küstü'yü okuyorum. Zaten seninle olmamdan yazdığım bölümünü kendin çıkarmışsındır. Kendi sitemi aldım ve yapmaya başladım biraz geç oldu ama olsun. Geç olsun da güç olmasın diyeceğim ama ne zor işmiş site yapmak bilgisayarı yeniden keşfediyorum sanki. Şu berbat iş yüzünde kendime ve bilgisayara fazla vakit ayıramıyorum o biraz canımı sıkıyor. Birde en önemlisi bu sene artık okulu bitirmem gerekiyor. Umarım bu hafta itibariyle ders çalışmaya başlayacağım. Haftasonu Birgül'le görüşüp kitabımı alayım kendisinden belki bir faydası dokunur. Bugün ev sahibim geldi ben uyuyormuş gibi yaparken kirayı ödememişiz bunu öğrendim ve biraz da rahatsız oldum. Canım sıkıldı yine. Tam birşeyler olacak hadi iyi gidiyor derken başka bir dert tam onu alt ediyorsun bu sefer yenisi. Ondan sonra Aydın niye sinirlisin niye kötümsersin ben ne kötümserim ne de hayalperest ben gerçekçiyim. Hayat bu kadar kötüyken ne dememi bekliyorsun. Bak yine sinirlenmeye başladım. Neyse bunu geçiyorum farklı bir konu açalım. Son dönemde kendimi bilgisayar olayında bayağı geliştirdim ve de devam ediyorum. Bazı eski arkadaşlarımla iletişime geçmeye başladım. Mesela 70 kilonun altına düştüğümde ilk işim Hikmet'i ziyaret etmek olacak. Bakalım ne yapacak. Bizim Sercan varya onu da evlendirdik uzun zaman oldu Serkan Sucu'da evlendi. Kuzenide evlendirdik. Herkes evleniyor ama benim hiç niyetim yok valla. Yaşımız şaka maka 26 oldu herkes artık bize farklı bakıyor öğrenciyim demek bile biraz tuhaf geliyor. Aslında ben hiçte kendimi büyümüş ve farklılaşmış olarak görmüyorum ama çevre öyle demiyor. Çevre derken etrafımda ki asalak insanları kastetmiyorum. Ben gerçek çevreyi yani doğayı kastediyorum. Ne zaman askere gidip ne zaman gelip ne halt edeceğim bilmiyorum. Sanki 20 yaşındaymışım gibi davranıyorum. Askere gideyim beni adam ederler orada. Yarın gelip spora kaldığım yerden devam edeyim 2 gündür gelmiyordum da. Spor yapmam lazım bu sinir ve enerji fazlası başka türlü atamam üzerimden. Koşmanın en güzel taraflarından biride aklında çok fazla şey varken nasıl ve ne kadar koştuğunu anlamıyorsun. Koşu bittiğinde öyle yorulmuş oluyorsun ki hiç kızamıyorsun veya tüketecek enerji kalmadığı için birşey yapamıyorsun. Bu da benim işime geliyor. Bu spor yapmaya başladığımdan beri bende ne enerji varmış be koş koş bitmiyor artık bacaklarımın acısından durmak zorunda kalıyorum. Artık tek istediğim şey bir ilişki. Dayanamıyorum 3 yıldan fazla oldu hala elime kadın eli değmedi buna ne yapacağımı bilmiyorum çok kötüyüm. Her ne kadar bu konda konuşmak istemesemde aklımdan çıkmıyor bir türlü. Hadi önceden şişmandık ya şimdi, şimdi ne sorun var ha. Canım çok sıkkın bugün daha fazla yazabileceğimi sanmıyorum. Kendime gelirim diyordum ama olmadı gerçekten çok kötüyüm. Bugünlük idare ediver beni. Yarın umarım daha güzel bir sohbet olur.
11 Kasım 2008 Salı
Yazılarım Hakkında
Kimi zaman gerçekleri, kimi zaman hayallerimi, kimi zaman yalanları, kimi zaman da hepsini harmanlayıp güzel yazılar yazmayı düşünüyorum. Bu sebeptendir ki yazılar ben ve kalemim arasındaki bir ilişkidir. Lütfen 3. olmayınız!
Etiketler:
about me,
çanlar kimin için çalıyor,
hakkımda
Başlıyoruz
Tek gerçek dostum benim görüşmeyeli çok oldu. Doğruyu söylemek gerekirse seni çok özledim. Uzun zamandır yazmıyorum, anlatacağım o kadar çok şey varki ama benden kronoloji bekleme çünkü biraz yoğunlaştığım bir dönemdeyim. Öncelikle sana müjdeli bir haber vereceğim. Hani bir ara çığrından çıkmış bir şekilde kilo alıyordum ya 103 kiloya kadar ulaştım. İnanabiliyor musun, ben inanamadım. Uzun bir süre öyle kaldım ve farkettim ki ben öyle yaşayamayacağım. Ayrıca kızlarda o halimden çok hoşlanmıyorlardı. Neler oldu neler anlat, anlat bitmez. Hemen hemen 7 ay önce spor yapmaya karar verdim, aslında zayıflamaya, o günden beri spor yapıyorum ve kendime dikkat ediyorum. Peki sonucu merak etmiyor musun? Söyleyim şimdi 76 kiloyum ve hiç olmadığım kadar zayıfım acayip fit oldum kısacası. Aslında seninle tekrar buluşmamaızın asıl sebebi biraz kafam karışık. Seninle görüşünce rahatlıyorum biliyorsun. Tüm sinirimi ve stresimi aldığın gibi birde zihnimi açıyorsun. Bu zayıflama harekatın başlayıp ilerleme kaydettikçe tabi insanın kendine güvenide artıyor. Bende bunun üzerine hani güzel bir ilişkiye girebileceğimi düşünüp etrafımdaki hoş hatunlarla temasa geçmeye başladım. Anlayacağın üzerimdeki ölü toprağını, uğursuzluğu ve laneti attım. Ben en azından öyle sanıyorum. 4-5 ay önce Deniz adında güzel bir kızdan zaten hoşlanıyordum ve bir şekilde iletişime geçmeye başladım, çalıştım. Aramızda birşeyler oluyordu herhalde ben en azından öyle olduğunu düşünüyorum. Fakat 3 hafta kadar önce yine iş yerinde öyle oturmuş arkadaşlarla sohbet ederken yanımda oturan başka hoş bir kız bu sefer ismini paylaşmayacağım, kızma ama, öyle bir anda bana döndü ve "Midnight Mid Train" diye ....... bir filmin vizyona girdiğini ve izlemek istediğini öyle bir söyledi ki ben bir anda büyülendim ve gerçekten, ben aşka inanmıyorum ama eğer varsa, aşkı hissettim. Gerçekten ufak çaplı bir şok yaşadım. Birden bir insan bu kadar güzel ve çekici gözükebilir mi? Mümkünse gözükmesin. Kendimi kaybettim, heyecanlandım. Ne yapacağımı bilemedim. Ben halimden memnundum, ne güzel Denizle birlikte olacaktım, herşey yolundaydı. Ne oldu, niye böyle oldu? Anlatmak çok zor dostum çünkü bende doğru kelimeleri veya cümleleri bulamıyorum. Sence ne yapmış olabilirim. Evet bir anda değişiklik ve yeni ilişki adayım O oldu. O'nunla konuşurken kendimden geçiyordum. Sürekli bir mutluluk hali sanki rüyalarımdaki kişi. Hani filmlerde olur ya aranan kadın. 2 hafta boyunca güzel bir arkadaşlığımız oldu biliyorsun ben hep
korkak ve heyecanlı bir insan olmuşumdur. Dayanamadım ve O'nun çok yoğun ve kötü olduğu bir dönemde hemde birlikte daha hiçbir şey yaşamamışken gittim direk "senden hoşlanıyorum." dedim. O'da aslında beklemediğim kadar umutlandırıcı konuştu benimle ve bana biraz düşünmek istediğini ve zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. İnanır mısın çok uzun zamandır bu son 1 hafta boyunca yaşadığım şevki... ne diyeceğimi bilemedim hala etkisindeyim sen düşün artık. Cuma günü yıllık izne çıkacağı için ona güzel bir veda mektubu yazdım belki olumlu cevabıda alırım diye. Aldığım cevap tabi ki genelde olduğu gibi olumsuzdu. İnsan böyle duygular hissettiği bir kadınla nasıl arkadaşlık yapabilir ki. Benden arkadaşı olarak kalmamı istedi. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim, hala da bilmiyorum. 3-4 gündür ne uyuabiliyorum ne de yataktan kalkabiliyorum, aklımda milyonlarca düşünce artık yoğunluktan arada sistem çöküyor. Bir ara kendimi cidden kaybettim ve eski berbat lanetli günlerime dönmeyi bile düşündüm. Bu hayır cevabı niye her defasında bu kadar yıkıcı oluyor. O'nu msnden sırf kendisi rahatsız olmasın diye sildim. Şu anda kafam inanılmaz dağınık bu hafta hiç sporada gitmedim. Sağolsun Gwen de bilgisayara virüs bulaştırmış internete de giremiyorum. heeeyyyyyyyyyyyt çok kötüyüm ulennnnn. Neyse şimdi önüme bakmaya çalışıyorum. Denizle ilişkime kaldığım yerden devam etmeye çalışacağım şimdi. Bununla ilgili çalışmalarıma başladım. Bu sefer sıfırdan başlamıyorum en azından. Mesela bir aksilik olmazsa bu hafta birlikte sinemaya gideceğiz. Ama kafamı toplayamıyorum. Sürekli aklıma geliyor, O'nu unutamıyorum. Allahtan yıllık izne gitti belki 2 haftada kafamı biraz toplarım. O kadar uzun süredir bir ilişki yaşamıyorum ki bir kız bana evet dediğinde ne yapacağım benim için bir kabus. Ama sana şunu söyleyebilirim bugün yine kendime geldiğimi hissettim. Bir kız için oturup ağlamayacağıma, çocukluk yapmayacağıma kendimi ikna ettim. Şimdi sanki bu 3 haftalık bence hoş süreci unutup yeniden hayatıma kaldığım yerden devam etmeliyim. Seninle görüşmeyi gerçekten özlemişim ya. İçim rahatladı. Şimdi çok iyi yazamıyorum ama ilerleyen günlerde hem yazılarım düzelir hemde içerikler daha zenginleşir. Seninle bunu zaten daha çok tartışırız. Biraz farklı konulardan konuşalım istersen. Bana inanmayacağını biliyorum ama tam 2 yıl 4 aydır aynı berbat işte çalışıyorum. Okulum 8. sene oldu. Bakalım daha neler var diye düşünüyorum. O kadar çok şey oldu ki seninle görüşmeyeli hepsini toparlamak zor oluyor. Sen zaten beni biliyorsun. Yazarken fikirlerimi toparlamam biraz zor oluyor ve konuları dağıtıyrum. Ama biraz görüşmeye devam edelim seni herşey hakkında bilgilendireceğim. Dur bak önemli birşeyi unutuyordum. Şimdi Kocamutafapaşa'da oturuyorum ve annemde bizimle kalıyor. Annem işe başladı iş kadını oldu valla. Benden çok maaş alıyor. Kardeşim biraz sürünüyor ama oda iyi sayılır.
korkak ve heyecanlı bir insan olmuşumdur. Dayanamadım ve O'nun çok yoğun ve kötü olduğu bir dönemde hemde birlikte daha hiçbir şey yaşamamışken gittim direk "senden hoşlanıyorum." dedim. O'da aslında beklemediğim kadar umutlandırıcı konuştu benimle ve bana biraz düşünmek istediğini ve zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. İnanır mısın çok uzun zamandır bu son 1 hafta boyunca yaşadığım şevki... ne diyeceğimi bilemedim hala etkisindeyim sen düşün artık. Cuma günü yıllık izne çıkacağı için ona güzel bir veda mektubu yazdım belki olumlu cevabıda alırım diye. Aldığım cevap tabi ki genelde olduğu gibi olumsuzdu. İnsan böyle duygular hissettiği bir kadınla nasıl arkadaşlık yapabilir ki. Benden arkadaşı olarak kalmamı istedi. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim, hala da bilmiyorum. 3-4 gündür ne uyuabiliyorum ne de yataktan kalkabiliyorum, aklımda milyonlarca düşünce artık yoğunluktan arada sistem çöküyor. Bir ara kendimi cidden kaybettim ve eski berbat lanetli günlerime dönmeyi bile düşündüm. Bu hayır cevabı niye her defasında bu kadar yıkıcı oluyor. O'nu msnden sırf kendisi rahatsız olmasın diye sildim. Şu anda kafam inanılmaz dağınık bu hafta hiç sporada gitmedim. Sağolsun Gwen de bilgisayara virüs bulaştırmış internete de giremiyorum. heeeyyyyyyyyyyyt çok kötüyüm ulennnnn. Neyse şimdi önüme bakmaya çalışıyorum. Denizle ilişkime kaldığım yerden devam etmeye çalışacağım şimdi. Bununla ilgili çalışmalarıma başladım. Bu sefer sıfırdan başlamıyorum en azından. Mesela bir aksilik olmazsa bu hafta birlikte sinemaya gideceğiz. Ama kafamı toplayamıyorum. Sürekli aklıma geliyor, O'nu unutamıyorum. Allahtan yıllık izne gitti belki 2 haftada kafamı biraz toplarım. O kadar uzun süredir bir ilişki yaşamıyorum ki bir kız bana evet dediğinde ne yapacağım benim için bir kabus. Ama sana şunu söyleyebilirim bugün yine kendime geldiğimi hissettim. Bir kız için oturup ağlamayacağıma, çocukluk yapmayacağıma kendimi ikna ettim. Şimdi sanki bu 3 haftalık bence hoş süreci unutup yeniden hayatıma kaldığım yerden devam etmeliyim. Seninle görüşmeyi gerçekten özlemişim ya. İçim rahatladı. Şimdi çok iyi yazamıyorum ama ilerleyen günlerde hem yazılarım düzelir hemde içerikler daha zenginleşir. Seninle bunu zaten daha çok tartışırız. Biraz farklı konulardan konuşalım istersen. Bana inanmayacağını biliyorum ama tam 2 yıl 4 aydır aynı berbat işte çalışıyorum. Okulum 8. sene oldu. Bakalım daha neler var diye düşünüyorum. O kadar çok şey oldu ki seninle görüşmeyeli hepsini toparlamak zor oluyor. Sen zaten beni biliyorsun. Yazarken fikirlerimi toparlamam biraz zor oluyor ve konuları dağıtıyrum. Ama biraz görüşmeye devam edelim seni herşey hakkında bilgilendireceğim. Dur bak önemli birşeyi unutuyordum. Şimdi Kocamutafapaşa'da oturuyorum ve annemde bizimle kalıyor. Annem işe başladı iş kadını oldu valla. Benden çok maaş alıyor. Kardeşim biraz sürünüyor ama oda iyi sayılır.
18 Ağustos 2008 Pazartesi
"Şiddeti Durdurun"?
Küreselleşme Karşıtı Hareketin Politikası
İsveç-Göteburg ve İtalya-Cenova'da yaşanan son olayların kanıtladığı üzere, küreselleşme karşıtı hareket sayı, uyumluluk ve etkinlik açılarından şekillenmeye devam edecek (Bu, medyanın şu anda Bush'un ABD ve İsrail tarafından kontrol edilmeyen terörizme karşı başlattığı haçlı seferine bunaltıcı bir şekilde odaklanmasına rağmen olacaktır). Aynı önemde olmak üzere; dünya çapında giderek artan sayıda insan, küreselleşme karşıtı hareketle ilgili çeşitli mesajlar ve hedeflere karşı sempati duymaya başlıyor. Bunun doğrudan bir sonucu olarak ulusal ve uluslararası baskı kuvvetleri giderek aktif, şiddetli ve ölümcül olmaya başlarken; dünya çapında faaliyet gösteren [ard-]niyetli medya ise harekete olumsuzluklar yapıştırmak için fazla mesai yapıyor. Dünya kaynaklarını çalmayı ve sömürmeyi amaçlayan dünyadaki hükümetler ve çokuluslu şirketlerin hiç birisinin yerinde oturup, potansiyel olarak bu kadar güçlü ve hatta potansiyel olarak devrimci olan bu hareketin engellenmeden gelişmesine müsade etmeyeceğini bilenler için bunlar beklenmedik şeyler değiller.
Şiddet pek çok yer ve zamanda en son düşünülen şey olmuştur; ve giderek artan sayıdaki protestocunun kendi yönetimlerine direnmesiyle yüz yüze kalan zengin ve güçlülerin ilk başvurduğu yoldur. Yanıtlar tahmin edilebilir şeyler. Topluma yaptıkları katkıların (ki eğer varsa) üstünde zenginlik elde edenler; nadiren bu servetlerini hırsızlık, rüşvet, yalan, tehdit veya diğer ahlaksızlık ve şiddet biçimlerini yaygın şekilde kullanmadan elde ettiler. Ve hükümette resmi güç konumlarını işgal edenler; buralara samimiyet, duyarlılık, adalet ve şiddet-içermeyen eylemleri sonucunda gelmediler; onlar, seçimleri satın alan (veya akdi takdirde onları iktidara yerleştiren) büyük şirketlerin, güçlü kurumların ve zengin ailelerin talep ettiklerini harfi harfine yerine getirerek oraya geldiler. Bu demektir ki, ilk radikal eylemcinin küresel zirveleri protesto etmeyi düşündüğü anda, efendilerini savunmak üzere çalışan istihbarat ajanlarından oluşan gruplar, gizli polis (FBI, CIA, DIA, BATF, v.b.) ve yerel askeri güçler orada hazır bulunuyorlardı. Bu birimlerin ve polislerin büyük bir kısmı iyi nedenlerle ölümcül silahlar taşırlar - yoğunlaşmış politik güçten; yoğunlaşmış refahtan; kaynakları çıkarılmak için, endüstriyel üretim ve tüketim için dünyanın şirketler tarafından ırzına geçilmesinden; ücretli kölelik ve yasaya boyun eğmeden oluşan statükoyu tehdit eden herkesi hapsetmeye veya öldürmeye hazırlar.
Peki, protestolar düzenleyenlere "Şiddeti Durdurun!" diye seslenen ilk insanlar kimlerdir? Polisler tarafından saldırılan ve dövülen, kimyasal silahlarla zehirlenen, ölümcüllerle olduğu kadar "ölümcül-olmayan" silahlarla vurulanlar mı? Şiddetin ağırlığından acı çekenler mi? Tabii ki hayır. Bu çağrı, - hemen hemen her zaman - polisin, provakatörlerin ve diğer hükümet kontrolündeki silahlı kuvvetlerin protestocuları hedefleyen devasa kitlesel şiddetini destekleyenlerden gelmektedir. Hem kendi açıkladıkları üzere "şiddet-içermeyen" protestoculardan gelen; hem de polisler tarafından saldırıldıklarında, sürüldüklerinde veya kuşatıldıklarında kendilerini savunmak amacıyla çarpışmak üzere güçlerini biriktiren protestoculardan gelen şiddeti durdurun çağrılarına, küreselleşme karşıtı protestolara muhalif olanlar katılmakta gayet şevkli olup, bundan da büyük mutluluk duyarlar. Neden bu böyle?
Devlet otoriteleri, şirket liderleri ve onların satın alınmış-ücretli kitlesel medyasının tek bir ana amacı vardır - günümüzdeki küreselleşme karşıtı yükselişi tökezletmek, aklını karıştırmak ve nihayetinde de dağıtmak ve tamamı ile yok etmek. Onların taktik alanları, kendileri açısından çok fazla yeni sorun yaratmayacak her şeyi içerir. Bu ise kitlesel zihin bulandırma ve yalanlara eşlik eden polis şiddetinin ve yargı baskısının, favori silahlar kümesi olarak kalmaya devam edeceği anlamına geliyor. Kapitalizm ve küreselleşme hakkındaki gerçek onların düşmanı olduğundan, onu karartmak [üstünü kapatmak] için olası her türlü çabayı gösterecektirler. Ve keza bilgi sahibi, alakadar ve aktif nüfus da onların düşmanı olduğu için; şüphe uyandırmadan yapabilecekleri her zaman, protestocuları korkutmak, rahatsız etmek, dövmek, hapse tıkmak ve terörize etmek için her fırsatı değerlendirecektirler.
Bunun küreselleşme karşıtı protestolara sempati duyanlar için her şeyden önemli bir anlamı vardır: doğrudan ve sesli bir şekilde polis şiddetinin sona erdirilmesi çağrısını yapmadan, küreselleşme karşıtı protestoculara "Şiddeti Durdurun!" çağrısı yapan herkes; polislerin, onların idari efendilerinin ve şirketler medyasının ekmeğine yağ sürmektedir.
Kurumların, şirketler medyasının liberal kanadı; küreselleşme karşıtı protestocular arasında bulunan radikal kapitalizm karşıtlarını gözden düşürürken; liberal, ilerici ve pasifist küreselleşmenin-reformu unsurlarını, "sorumlulukları" ("olması gereken güçlere meydan okumakta etkin olmamaları" diye okuyun) yüzünden cesaretlendirmek ve yüceltmek için en ufak fırsatı dahi kaçırmayacaktır. Bunun sebebi ise, şirketler medyasının liberal kanadının gücünü yeniden kazanan radikal direnişin önemini kavramış olmasıdır. Kitlesel medyanın daha muhafazakar olan kanadı ise; aynen "iyiler" arasındaki " kötü polis" ve "iyi polis" rutini gibi, şirketler ve devletler için daha fazla güç talebinde bulunmayan herhangi bir yerdeki herhangi bir protestocuyu suçlayacaktır.
Böylece, liberal medya Greenpeace'in uluslararası şubesi başkanı Anne Summers'ın Sidney Morning Herald'da (23.07.2001) yazdığı aşağıdaki açıklama gibi açıklamaları tamamen hazmedecektir: " ... (küreselleşme karşıtı) hareketin şiddet içeren unsurları kınanmalıdır"; ve hatta [Summers] (tartışılmaz bir görüş olduğunu açıkça düşündüğü) Henry Kissenger'in (dikkate değer bir sayıda ülkede gerçekleştirilen kitlesel katliamlardan sorumlu olan bu kişinin) küreselleşme karşıtı harekete dair yaptığı eleştirileri insanların ciddiye almasını gerektiğini ifade ediyordu. Protestoların içerdiği şiddete karşı yapılan herhangi samimi bir eleştiri, her zaman belirgin bir şekilde (daima çok daha vahşi ve gayri meşru olan) devlet ve şirketler baskısının [kullandığı] kuvvetlerin uyguladığı şiddetin kınanması bağlamında oluşturulmalıdır.
Şiddet pek çok yer ve zamanda en son düşünülen şey olmuştur; ve giderek artan sayıdaki protestocunun kendi yönetimlerine direnmesiyle yüz yüze kalan zengin ve güçlülerin ilk başvurduğu yoldur. Yanıtlar tahmin edilebilir şeyler. Topluma yaptıkları katkıların (ki eğer varsa) üstünde zenginlik elde edenler; nadiren bu servetlerini hırsızlık, rüşvet, yalan, tehdit veya diğer ahlaksızlık ve şiddet biçimlerini yaygın şekilde kullanmadan elde ettiler. Ve hükümette resmi güç konumlarını işgal edenler; buralara samimiyet, duyarlılık, adalet ve şiddet-içermeyen eylemleri sonucunda gelmediler; onlar, seçimleri satın alan (veya akdi takdirde onları iktidara yerleştiren) büyük şirketlerin, güçlü kurumların ve zengin ailelerin talep ettiklerini harfi harfine yerine getirerek oraya geldiler. Bu demektir ki, ilk radikal eylemcinin küresel zirveleri protesto etmeyi düşündüğü anda, efendilerini savunmak üzere çalışan istihbarat ajanlarından oluşan gruplar, gizli polis (FBI, CIA, DIA, BATF, v.b.) ve yerel askeri güçler orada hazır bulunuyorlardı. Bu birimlerin ve polislerin büyük bir kısmı iyi nedenlerle ölümcül silahlar taşırlar - yoğunlaşmış politik güçten; yoğunlaşmış refahtan; kaynakları çıkarılmak için, endüstriyel üretim ve tüketim için dünyanın şirketler tarafından ırzına geçilmesinden; ücretli kölelik ve yasaya boyun eğmeden oluşan statükoyu tehdit eden herkesi hapsetmeye veya öldürmeye hazırlar.
Peki, protestolar düzenleyenlere "Şiddeti Durdurun!" diye seslenen ilk insanlar kimlerdir? Polisler tarafından saldırılan ve dövülen, kimyasal silahlarla zehirlenen, ölümcüllerle olduğu kadar "ölümcül-olmayan" silahlarla vurulanlar mı? Şiddetin ağırlığından acı çekenler mi? Tabii ki hayır. Bu çağrı, - hemen hemen her zaman - polisin, provakatörlerin ve diğer hükümet kontrolündeki silahlı kuvvetlerin protestocuları hedefleyen devasa kitlesel şiddetini destekleyenlerden gelmektedir. Hem kendi açıkladıkları üzere "şiddet-içermeyen" protestoculardan gelen; hem de polisler tarafından saldırıldıklarında, sürüldüklerinde veya kuşatıldıklarında kendilerini savunmak amacıyla çarpışmak üzere güçlerini biriktiren protestoculardan gelen şiddeti durdurun çağrılarına, küreselleşme karşıtı protestolara muhalif olanlar katılmakta gayet şevkli olup, bundan da büyük mutluluk duyarlar. Neden bu böyle?
Devlet otoriteleri, şirket liderleri ve onların satın alınmış-ücretli kitlesel medyasının tek bir ana amacı vardır - günümüzdeki küreselleşme karşıtı yükselişi tökezletmek, aklını karıştırmak ve nihayetinde de dağıtmak ve tamamı ile yok etmek. Onların taktik alanları, kendileri açısından çok fazla yeni sorun yaratmayacak her şeyi içerir. Bu ise kitlesel zihin bulandırma ve yalanlara eşlik eden polis şiddetinin ve yargı baskısının, favori silahlar kümesi olarak kalmaya devam edeceği anlamına geliyor. Kapitalizm ve küreselleşme hakkındaki gerçek onların düşmanı olduğundan, onu karartmak [üstünü kapatmak] için olası her türlü çabayı gösterecektirler. Ve keza bilgi sahibi, alakadar ve aktif nüfus da onların düşmanı olduğu için; şüphe uyandırmadan yapabilecekleri her zaman, protestocuları korkutmak, rahatsız etmek, dövmek, hapse tıkmak ve terörize etmek için her fırsatı değerlendirecektirler.
Bunun küreselleşme karşıtı protestolara sempati duyanlar için her şeyden önemli bir anlamı vardır: doğrudan ve sesli bir şekilde polis şiddetinin sona erdirilmesi çağrısını yapmadan, küreselleşme karşıtı protestoculara "Şiddeti Durdurun!" çağrısı yapan herkes; polislerin, onların idari efendilerinin ve şirketler medyasının ekmeğine yağ sürmektedir.
Kurumların, şirketler medyasının liberal kanadı; küreselleşme karşıtı protestocular arasında bulunan radikal kapitalizm karşıtlarını gözden düşürürken; liberal, ilerici ve pasifist küreselleşmenin-reformu unsurlarını, "sorumlulukları" ("olması gereken güçlere meydan okumakta etkin olmamaları" diye okuyun) yüzünden cesaretlendirmek ve yüceltmek için en ufak fırsatı dahi kaçırmayacaktır. Bunun sebebi ise, şirketler medyasının liberal kanadının gücünü yeniden kazanan radikal direnişin önemini kavramış olmasıdır. Kitlesel medyanın daha muhafazakar olan kanadı ise; aynen "iyiler" arasındaki " kötü polis" ve "iyi polis" rutini gibi, şirketler ve devletler için daha fazla güç talebinde bulunmayan herhangi bir yerdeki herhangi bir protestocuyu suçlayacaktır.
Böylece, liberal medya Greenpeace'in uluslararası şubesi başkanı Anne Summers'ın Sidney Morning Herald'da (23.07.2001) yazdığı aşağıdaki açıklama gibi açıklamaları tamamen hazmedecektir: " ... (küreselleşme karşıtı) hareketin şiddet içeren unsurları kınanmalıdır"; ve hatta [Summers] (tartışılmaz bir görüş olduğunu açıkça düşündüğü) Henry Kissenger'in (dikkate değer bir sayıda ülkede gerçekleştirilen kitlesel katliamlardan sorumlu olan bu kişinin) küreselleşme karşıtı harekete dair yaptığı eleştirileri insanların ciddiye almasını gerektiğini ifade ediyordu. Protestoların içerdiği şiddete karşı yapılan herhangi samimi bir eleştiri, her zaman belirgin bir şekilde (daima çok daha vahşi ve gayri meşru olan) devlet ve şirketler baskısının [kullandığı] kuvvetlerin uyguladığı şiddetin kınanması bağlamında oluşturulmalıdır.
Jason McQuinn
11 Ağustos 2008 Pazartesi
Eleştirel Teori ve Post-Yapısalcılığa Kısa Bir Bakış
Marksizm ve anarşizm arasındaki farklılıkların dile getirilmesi XIX.yy siyasal düşüncesini şekillendiren merkezi bir tartışmaydı. Bunun böyle olduğunun en önemli ve tarihsel örneği Birinci Enternasyonal’deki bölünmelerdir. Bu tartışmalar otorite, tahakküm, ekonomik indirgemecilik vs.dir. Anarşistler hemen her durumda bunları dile getirmekle kalmayıp mücadelelerinin de merkezine bu mefhumları - ve insan ilişkileri üzerindeki etkilerini yok etmeyi - koymuşlardır.
Marksizm otorite ve tahakküm gibi baskıların ‘proletarya diktatörlüğü’ ile yok olacağını ve ‘işçi devletinin’ bu duruma bir son vereceği inancındayken anarşistler bu duruma ‘inanmak’ bir yana devralınan sistemin eskisinden pek farksız – hatta daha totaliter - olacağını her defasında vurgulamaktaydılar. Tarih, Sovyet Devrimi sonrası bunun pek böyle olmadığını ve anarşistlerin kimi noktalarda daha haklı olduğunu göstermiştir. Bu Max Stirner’ın öne sürdüğü gibi yalnızca ‘efendiler değişikliğiydi’. Başka bir deyişle iktidarın yerinin yeniden onaylamasıdır.
Marksizmin göz ardı edilemez ekonomik indirgemeciliği yüzünden iktidarın yerini ihmal eder. Bir iktidar biçimi olan burjuva devletini ‘sökerken’ onun yerine koyduğu işçi devletidir. Bu yüzden iktidar sabit kalır sadece özne ve yüklem değişikliği dışında . Kısacası Marksizmin yaptığı tek şey iktidarı yeniden adlandırıp onaylamaktan ötesi değildir.
Anarşizm de tıpkı Marksizmin yaptığı gibi, baskının kaynağını iktidarda görmek yerine bunun devletten yayıldığını düşünüyordu. Dolayısıyla Marksizmi ekonomik indirgemecilik ile eleştiren anarşizm devlet tuzağına düşerek bir tür indirgemecilik – devlet indirgemeciliği - yapmıştı. Meselenin kaynağı iktidardır fakat bu devletin iktidarı ürettiği anlamına gelmemektedir. Aksine devlet iktidarın kullandığı baskı organlarından birisi ve en güçlüsüdür. Oysa “iktidar baskıcı olmaktan çok üretken ve merkezi olmaktan çok yaygındır… İktidar bir kurumun işlevi değildir, tersine kurum iktidarın bir işlevi ya da sonucudur”. (Foucault) O halde devlette bir kurumlar ve ilişkiler bütünüyse (yoksa daha fazlası değil) iktidarın bir organıdır.
Bu söylemlerde bulunurken post-yapısalcıların ve post-yapısalcı anarşistlerin ‘kulakları çınlıyor’ olabilir, fakat niyetim ne anlama geldiğini ‘gerçekten’ bilmediğim bir mefhumun avukatlığını yapmak değil elbette. Hele hele post-yapısalcı olarak adlandırılan düşünürlerin bile (Foucault, Deleuze, Derrida, Baudrillard…) bu kavramın ne anlama geldiğini bilemediklerini söyledikleri halde hiç değil. İyi ama nedir peki bu post-yapısalcılık denilen şey? Who Knows? (Kim biliyor?)
Post-yapısalcılık, Batı merkezli aklın egemenliği ve Aydınlanma akımına karşı çıkan bir mefhumdur. Aydınlanma düşüncesinin kalıpçı ve dogmatik yanlarını yok etmeye yönelik teorik yazılarla işe başlamıştır. Dogmatik düşünce karşıtı ve sürekli değişim yanlısı olan hareket zamanla ve bilinçli olarak anlam karmaşalarına uğratılarak deforme olmakla kalmayıp özündeki ideoloji karşıtlığını da radikalize edememiştir. Bir nevi kapitalizmin içselliğinden geçerek anlam sabuklamalarına sebebiyet vermiştir. Fakat bu sebeplerden dolayı post-yapısalcılık kökten reddedilecek bir düşünce değildir. Post-yapısalcılık, yapısalcılık ve Aydınlanmanın tek-tip insan modeline, iktidari ve tek-tip aklın egemenliğine karşı alt-kültürü, delileri, ötekileri, yok sayılanları görünüre getirmede son derece önemli bir çabanın ürünüdür. Öte yandan pre-kapitalist sistem bu ‘kökten ötekiliği’ ve onun baştan çıkarıcı yanını bir tür gösteriye dönüştürmüştür ve bunların simülakrlarını yaratmıştır. Günümüz toplumunda herkes ‘anormaldir’ ve bununla gurur duyar olmuştur. Ötekilikten marjinaliteye uzun ince bir yol!
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’ndan kaçarak Amerika’ya sığınan Theodor Adorno ve arkadaşları savaş sonrası Almanya’ya dönerek Frankfurt Okulu’nu kurup bugün Eleştirel Teori diye bilinen yaklaşımın öncüleri olmuşlardır. Frankfurt Okulu’nun Eleştirel teorisine göre kapitalizm hasta bir toplum yaratmakla kalmayıp bu hastalığı sinema, edebiyat, müzik gibi kültürel enformasyonlarla da pazarlıyordu. Kapitalist üretim-tüketim modeli bireyleri kitlesel bir halüsinasyon kuklası ve kurbanı haline gelmiştir. Dolayısıyla eleştirmenin görevi kendisini toplumun dışına atarak mutsuz bilincine rağmen, hatta bu mutsuzluktan ve yalnızlıktan güç alarak yeni bir düzenin yaratılması yolunda yazılar yazmaktı.
Gilles Deleuze ve Felix Guattari (Kapitalizm ve Şizofreni: Anti-Oedipus) kapitalizmin kendine karşı güçleri hem üretip hem de yok ettiğine dikkat çekerler. Görüldüğü gibi post-yapısalcılık ve Eleştirel Teori -birbirinden uzun yıllar haberdar olmadan çalışmalarını sürdürmelerine rağmen- çok da uzak şeyler değillerdir. Zaman zaman kavramsal zıtlıkları bünyelerinde barındırsalar da eleştirel bir yaklaşımla felsefe, psikanaliz, edebiyat, sinema… alanları arasında yeni bağlantılar kurmak çabasıdır. Bu yüzden iki satırda post-yapısalcılığı ‘yerle bir’ etmek için kolları sıvamak için işe önce Frankfurt Okulu’ndan ve Eleştirel Teori’den başlamak gerekir ki, bunun ne saçma bir şey olduğunu söylemeye bile gerek yok ve aynı zamanda post-yapısalcıları ‘entelektüel gevezelikle’ ve radikalizmden uzak bulanların 68’lerin Fransa’sında en önlerde yer alanlar gereken cevabı vermiştir zaten.
Yani sonuç olarak her şeyi umursamaz bir şekilde reddetmek yerine beslenebileceğimiz kaynaklar olup olmadığına bakmalıyız. Keza gerçek küreseldir. Herkes farklı bir tarafını görür.
“Sorun iktidarın bizlere nasıl ve neden hükmettiği değil; bizim neden bu iktidarı kabul ettiğimiz sorunudur” - Max Stirner
Marksizm otorite ve tahakküm gibi baskıların ‘proletarya diktatörlüğü’ ile yok olacağını ve ‘işçi devletinin’ bu duruma bir son vereceği inancındayken anarşistler bu duruma ‘inanmak’ bir yana devralınan sistemin eskisinden pek farksız – hatta daha totaliter - olacağını her defasında vurgulamaktaydılar. Tarih, Sovyet Devrimi sonrası bunun pek böyle olmadığını ve anarşistlerin kimi noktalarda daha haklı olduğunu göstermiştir. Bu Max Stirner’ın öne sürdüğü gibi yalnızca ‘efendiler değişikliğiydi’. Başka bir deyişle iktidarın yerinin yeniden onaylamasıdır.
Marksizmin göz ardı edilemez ekonomik indirgemeciliği yüzünden iktidarın yerini ihmal eder. Bir iktidar biçimi olan burjuva devletini ‘sökerken’ onun yerine koyduğu işçi devletidir. Bu yüzden iktidar sabit kalır sadece özne ve yüklem değişikliği dışında . Kısacası Marksizmin yaptığı tek şey iktidarı yeniden adlandırıp onaylamaktan ötesi değildir.
Anarşizm de tıpkı Marksizmin yaptığı gibi, baskının kaynağını iktidarda görmek yerine bunun devletten yayıldığını düşünüyordu. Dolayısıyla Marksizmi ekonomik indirgemecilik ile eleştiren anarşizm devlet tuzağına düşerek bir tür indirgemecilik – devlet indirgemeciliği - yapmıştı. Meselenin kaynağı iktidardır fakat bu devletin iktidarı ürettiği anlamına gelmemektedir. Aksine devlet iktidarın kullandığı baskı organlarından birisi ve en güçlüsüdür. Oysa “iktidar baskıcı olmaktan çok üretken ve merkezi olmaktan çok yaygındır… İktidar bir kurumun işlevi değildir, tersine kurum iktidarın bir işlevi ya da sonucudur”. (Foucault) O halde devlette bir kurumlar ve ilişkiler bütünüyse (yoksa daha fazlası değil) iktidarın bir organıdır.
Bu söylemlerde bulunurken post-yapısalcıların ve post-yapısalcı anarşistlerin ‘kulakları çınlıyor’ olabilir, fakat niyetim ne anlama geldiğini ‘gerçekten’ bilmediğim bir mefhumun avukatlığını yapmak değil elbette. Hele hele post-yapısalcı olarak adlandırılan düşünürlerin bile (Foucault, Deleuze, Derrida, Baudrillard…) bu kavramın ne anlama geldiğini bilemediklerini söyledikleri halde hiç değil. İyi ama nedir peki bu post-yapısalcılık denilen şey? Who Knows? (Kim biliyor?)
Post-yapısalcılık, Batı merkezli aklın egemenliği ve Aydınlanma akımına karşı çıkan bir mefhumdur. Aydınlanma düşüncesinin kalıpçı ve dogmatik yanlarını yok etmeye yönelik teorik yazılarla işe başlamıştır. Dogmatik düşünce karşıtı ve sürekli değişim yanlısı olan hareket zamanla ve bilinçli olarak anlam karmaşalarına uğratılarak deforme olmakla kalmayıp özündeki ideoloji karşıtlığını da radikalize edememiştir. Bir nevi kapitalizmin içselliğinden geçerek anlam sabuklamalarına sebebiyet vermiştir. Fakat bu sebeplerden dolayı post-yapısalcılık kökten reddedilecek bir düşünce değildir. Post-yapısalcılık, yapısalcılık ve Aydınlanmanın tek-tip insan modeline, iktidari ve tek-tip aklın egemenliğine karşı alt-kültürü, delileri, ötekileri, yok sayılanları görünüre getirmede son derece önemli bir çabanın ürünüdür. Öte yandan pre-kapitalist sistem bu ‘kökten ötekiliği’ ve onun baştan çıkarıcı yanını bir tür gösteriye dönüştürmüştür ve bunların simülakrlarını yaratmıştır. Günümüz toplumunda herkes ‘anormaldir’ ve bununla gurur duyar olmuştur. Ötekilikten marjinaliteye uzun ince bir yol!
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’ndan kaçarak Amerika’ya sığınan Theodor Adorno ve arkadaşları savaş sonrası Almanya’ya dönerek Frankfurt Okulu’nu kurup bugün Eleştirel Teori diye bilinen yaklaşımın öncüleri olmuşlardır. Frankfurt Okulu’nun Eleştirel teorisine göre kapitalizm hasta bir toplum yaratmakla kalmayıp bu hastalığı sinema, edebiyat, müzik gibi kültürel enformasyonlarla da pazarlıyordu. Kapitalist üretim-tüketim modeli bireyleri kitlesel bir halüsinasyon kuklası ve kurbanı haline gelmiştir. Dolayısıyla eleştirmenin görevi kendisini toplumun dışına atarak mutsuz bilincine rağmen, hatta bu mutsuzluktan ve yalnızlıktan güç alarak yeni bir düzenin yaratılması yolunda yazılar yazmaktı.
Gilles Deleuze ve Felix Guattari (Kapitalizm ve Şizofreni: Anti-Oedipus) kapitalizmin kendine karşı güçleri hem üretip hem de yok ettiğine dikkat çekerler. Görüldüğü gibi post-yapısalcılık ve Eleştirel Teori -birbirinden uzun yıllar haberdar olmadan çalışmalarını sürdürmelerine rağmen- çok da uzak şeyler değillerdir. Zaman zaman kavramsal zıtlıkları bünyelerinde barındırsalar da eleştirel bir yaklaşımla felsefe, psikanaliz, edebiyat, sinema… alanları arasında yeni bağlantılar kurmak çabasıdır. Bu yüzden iki satırda post-yapısalcılığı ‘yerle bir’ etmek için kolları sıvamak için işe önce Frankfurt Okulu’ndan ve Eleştirel Teori’den başlamak gerekir ki, bunun ne saçma bir şey olduğunu söylemeye bile gerek yok ve aynı zamanda post-yapısalcıları ‘entelektüel gevezelikle’ ve radikalizmden uzak bulanların 68’lerin Fransa’sında en önlerde yer alanlar gereken cevabı vermiştir zaten.
Yani sonuç olarak her şeyi umursamaz bir şekilde reddetmek yerine beslenebileceğimiz kaynaklar olup olmadığına bakmalıyız. Keza gerçek küreseldir. Herkes farklı bir tarafını görür.
“Sorun iktidarın bizlere nasıl ve neden hükmettiği değil; bizim neden bu iktidarı kabul ettiğimiz sorunudur” - Max Stirner
Anonim
Etiketler:
Anarşizm,
Anonim,
Eleştirel Teori,
Eleştirel Teori ve Post-Yapısalcılığa Kısa Bir Bakış,
Makale,
Post-Yapısalcılık
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)